MONK
“Neden savaşırız? Yuvamızı ve ailemizi savunmak için… Dengeyi korumak ve düzeni sağlamak için. Bizim için sorulması gereken asıl soru, uğruna savaşmaya değer şeyin ne olduğudur.”
Ah, Chen… Çok eski bir dostum olduğunu söylemiş miydim? Şöyle bir baktığında tembel ve vurdumduymaz görünüyor değil mi? Hâlbuki oldukça bilge bir keşiştir -ki aynı bilgeliğin senden de yansıdığını görüyorum. Ve uğruna savaşmaya değer gördüğün bu dünyayı, yuvanı savunabilmek için elinden geleni yapacağına da inanıyorum.
[well]
BREWMASTER – Fu Zan, the Wanderer’s Companion
Titanlar Azeroth’un mükemmel olduğuna inanarak gezegeni terk etmeye karar verdiklerinde bu yaratımlarına ve üzerinde yaşayan canlılara göz kulak olabilmeleri için dünyayı şekillendiren ve Bekçiler adı verilen bir grup yüce varlığı geride bıraktılar.
Bu varlıklardan biri, adı yaşam ve doğayla özdeşleşmiş olan Freya’ydı. Azeroth’un doğasına hayat vermek isteyen Freya, kadim zamanda tek bir kıta olan Kalimdor’un çeşitli bölgelerine tohumlar dikti. İlk gittiği yerlerden biri Pandarya topraklarıydı ve diktiği tohumdan Pandarya’nın ilk ağacı Fu Zan yetişti; böylece Fu Zan, Pandarya’daki tüm ağaçların atası oldu. Azeroth’un geri kalanını yaşamla doldurmak isteyen Freya, bu işe girişmeden önce seyahatlerinde yanında taşımak için Fu Zan’ın dallarından kendisine bir baston yaptı.
Zaman içerisinde edindiği görevi tamamlayan Freya, asayı bir Kadim Muhafız olan ve Aziz Semavi olarak anılan Yeşim Ejder Yu’lon’a verdi. Yu’lon ise bu artefaktı, Pandaria’daki hozen ırkının bir üyesi olan ve zekasıyla ön plana çıkan Maymun Kral’a hediye etti. Sahip olduğu en değerli eşyaları artefaktın üstüne asan Maymun Kral, kendisine verilen bu eşsiz hediyeyi hayatı boyunca taşımaya devam etti.
[/well]
[well]
MISTWEAVER – Sheilun, Staff of the Mists
Pandarenler, Azeroth’un kadim zamanlarında Kalimdor topraklarında yaşayan ilk ırklardan biriydi. Titanlar tarafından yaratılan ancak Tenin Laneti’ne yenik düşerek gittikçe acımasızlaşan mogu ırkının köleleri haline gelmişler, silahsız savaş teknikleri üzerinde uzmanlaşarak ilk keşişler olarak yükselmişler ve kölelikten kurtularak kendi imparatorluklarını kurmuşlardı. Trollere ve mantidlere karşı da kendilerini savunmak zorunda kalan pandarenler, karşılaştıkları her zorluğu keskin bir irade ve zekâ örneği sergileyerek alt etmişlerdi.
Refah ve mutluluk dolu bir imparatorluğa sahip olan pandarenlerin son resmi yöneticisi, Kadimler Savaşı’ndan önce tahta geçen İmparator Shaohao’ydu. Kendinden önceki imparatorlar gibi huzurlu bir hayatı olacağını uman Shaohao’nun hayalleri, bir jinyu kâhinin gördüğü gelecekle yıkıldı. Elf büyücülerinin sayısız iblisi dünyalarına getireceğini, bu yüzden çıkacak korkunç bir savaş sonrasında Kalimdor kıtasının parçalanacağını öğrenen Shaohao, halkını koruyabilmek için harekete geçti.
Yanından bir an olsun ayırmadığı asasıyla Shaohao, Yeşim Ejder Yu’lon’un yönlendirmesiyle Pandarya’nın Kalbi’ni bulmak üzere yola çıktı. Ne yapacağını bilmeyen imparator, yolda arkadaşı Maymun Kral ile karşılaştı; ancak oldukça sert esmeye başlayan rüzgarla savrulup uzaklaşan Maymun Kral’ın ardından bakakalan Shaohao’nun görevini başarıyla sonuçlandırabileceğine dair şüpheleri vardı. Bu şüpheleri bir anda vücut bulup meşum bir sha olarak karşısına çıktığında ise onu alt etmekten başka çaresi yoktu. İçindeki çatışmayı sona erdirerek shayı yenen Shaohao, hozen dostunu bulabilmek için yola koyuldu.
Pandarya topraklarında hem dostunu hem de Pandarya’nın Kalbi’ni arayan, bu sırada kendisine yardım eden Aziz Semaviler’in sözlerini de içtenlikle benimseyen imparator, seyahati boyunca ümitsizlik, korku, öfke, nefret ve şiddet duygularını da kontrol altına almayı başardı. Dostu Maymun Kral’la da tekrar bir araya gelen Shaohao, Ebedi Çiçekler Vadisi’ne vardığında iblis istilası baş göstermiş ve gökten uğursuz yeşil alevler yağmaya başlamıştı. Halkının kendi öğrendiklerini benimseyebilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu anlayan imparator, zor bir karar vererek Pandarya topraklarını Kalimdor’dan sonsuza dek ayırması gerektiğine kanaat getirdi. Bir anda ortaya çıkan Yu’lon’un sözleriyle kendine gelen ve Pandarya’nın Kalbi’nin aslında bizzat kendisi olduğunu anlayan Shaohao, canı pahasına da olsa en büyük fedakârlığı yapmaktan çekinmedi. Hayatını feda eden Shaohao, yüce asasının da yardımıyla son nefesini Pandarya topraklarını gözlerden uzak tutacak sislere dönüştürerek kıtayı çevreledi. Shaohao öldükten sonra asası, Tian Manastırı’na bağlı keşişler tarafından bulunarak Ebedi Bahar Taraçası’na götürüldü ve himaye altına alındı.
[/well]
[well]
WINDWALKER – Fists of the Heavens (Al’burq & Alra’ed)
Titanlar Azeroth’u ilk bulduklarında gezegen tam bir kaos içerisindeydi. Eski Tanrılar tarafından kontrol edilen ve birbirleriyle savaşan elementler, dünyayı bir yok oluşa doğru sürüklüyorlardı. Bu duruma bir dur demek isteyen titanlar, Bekçiler’i yarattılar. Bekçiler ise elementlerin liderleri Ragnaros, Therazane, Neptulon ve Al’Akir ile takipçilerini Azeroth’a zarar vermemeleri için kendilerine has düzlemlere hapsettiler. Ardından gezegeni şekillendirmek için kolları sıvayan Bekçiler, kendilerine yardım etmeleri için taştan ırklar yarattılar.
Bu ırklardan biri de tol’virlerdi. Günümüzde batı kıtası Kalimdor’un en güney ucundaki Uldum bölgesinde yaşayan tol’vir ırkı, bu bölgeyi ve içerisindeki gizemli titan yapılarını korumakla görevlendirilmişti. Aralarından Irmaat isimli bir üyeleri ise demir dövmek ve çeşitli silahlar yapmak konusundaki ustalığıyla ön plana çıkıyordu; öyle ki Dört Rüzgâr’ın cin lordları için palalar dövmüştü.
Binlerce yıl önce yine bir silah yapımına girişen Irmaat, bir çift sıradışı artefakt yaptı: Al’burq ve Alra’ed. Çıkardığı işten memnun olmayan tol’vir, daha fazla güç sağlayabilmek için Rüzgâr Efendisi Al’Akir’in özünü çalarak silahların içerisine işlemeye karar verdi. Ancak Al’Aqir bu hareketten hiç hoşnut olmadı ve karşılık olarak silahlara korkunç derecede yoğun elemental güç yükleyerek öfkesini gösterdi. Silahların içindeki potansiyeli ortaya çıkarmak isteyen Irmaat ise beklenmedik nahoş bir sürprizle karşılaştı. Rüzgâr Efendisi’nin öfkesiyle dolup taşan artefaktlar içlerindeki enerjiyi açığa çıkarttıklarında havada dehşet verici bir anafor oluştu ve Irmaat’ın şehrini yuttu. Silahlar ise rüzgârda savrularak kayboldu.
[/well]