ASSASSIN’S CREED TARİHÇELERİ #1: ISU – İNSAN SAVAŞI VE TOBA AFETİ

İnsanların dünya üzerinde yürümeye başlamasından çağlar öncesinde gezegenimiz Isu adında kadim ve çok gelişmiş bir ırka ev sahipliği yapıyordu. Tarihte Önceden-Gelmiş-Olanlar, İlk Medeniyet, Öncüller gibi isimlerle de anılan bu ırk, birçok yönden günümüz insanlarının çok ötesindeydi. İnsanlardan çok daha uzun boylulardı, kafatasları daha büyüktü; insanların iki sarmallı DNA’ları ve beş duyularına karşılık olarak üç sarmallı DNA’ya ve onlara büyük avantaj kazandıran, “kavrayış” olarak adlandırdıkları altıncı bir duyuya sahiplerdi. Ölümsüz değillerdi ancak insanlara kıyasla yaşam süreleri çok daha uzundu. Bütün bu üstün yanlarına rağmen zorlu koşullara kolay adapte olma ve bedensel dayanıklılık konusunda insanlarla mücadele edemiyorlardı; ancak aslında etmelerine de gerek yoktu çünkü insanları bu yüzden yaratmışlardı.

Isu ırkı ve köleleştirdikleri insanlar

Isu bilimcileri, Antropos Projesi adını verdikleri projeyle kendi imgelerinde ancak çok daha dayanıklı ve itaatkâr bir ırk yaratmayı amaçlıyorlardı. Consus tarafından geride bırakılan araştırmaları kullanan Phanes adındaki bir Isu bilimcisi, hâlihazırdaki ilkel bazı canlıların genetiklerini değiştirerek onların evrim ve gelişimini hızlandırdı. Isu’ların amaçlarına uygun şekilde evrilen bu ırklardan Homo neanderthalensis, yani Neandertal’ler daha iri ve güçlü oldukları için askerî rollerde kullanılırken Homo sapiens ise daha zeki ve becerikli bir şekilde geliştiği için iş gücü olarak kullanılmaya başlandı. Bu ırkların zihinlerine ve genetiklerine kodlanmış olan itaatkârlığı Eden Yapıtları adı verilen artefaktlarla pekiştiren Isu’lar, çağlar boyunca insanlığın gözünde “tanrı” olarak hüküm sürdüler.

Yaptığı çalışmalar ve araştırmalarla ırkının önde gelen âlimlerinden biri sayılan Phanes, Antropos Projesi dâhilinde yarattığı insanlardan birine âşık olduğunda her şey bir anda tersine döndü. Bunu büyük bir günah olarak gören akranları onun adını tarihlerinden silmek için elinden geleni yaparken Phanes de insan sevgilisiyle birlikte Atlantis şehrine kaçtı. Kısa bir süre sonra da iki ırkın ilk melezi olan Havva dünyaya geldi. Isu’ların bu melez üzerinde deney yapmak isteyeceğinden ya da onu da köleliğe zorlayacağından çekinen Phanes, Havva’yı gizlemek ve korumak için elinden geleni yaptı.

Isu genlerine de sahip olarak doğmuş olan Havva, beyninde onu itaatkâr hâle getiren alıcılar olmadığı için Eden Yapıtları’ndan etkilenmiyordu. Isu efendilerinden gizlice bir Elma çaldı ve bu yapıtın gücünü kullanarak başka insanları ve melezleri de serbest bırakmaya başladı. Kendisi gibi bir melez olan Adem ile birlikte Eden şehrinden kaçarak daha büyük bir isyanın temellerini attılar. İnsanlar yavaşça Isu’ların kontrolünden kurtulmaya, tanrı olarak gördükleri efendilerine isyan etmeye ve onlara karşı savaşmaya başladılar.

Havva ve Adem

Isu’ların geneli insanların köle olarak kullanmasından memnun olsa da beklenmedik şekilde gelişip evrilen bu canlılara sempati gösteren Isu’lar da yok değildi. “Capitol Üçlüsü” olarak da bilinen bilimcilerden birisi olan Minerva, insanların çeşitli sanatlara gösterdikleri yatkınlığın ciddi bir gelişme olduğunu ve zaman içerisinde Isu’lara dahi denk olabileceklerini savunuyordu. Yüksek rütbeli bir başka Isu bilimcisi olan Satürn de onunla hemfikirdi; ancak Satürn’ün kızı olan Juno, insanları küçük görüyor ve onlarla sıkça alay ediyordu.

Efendilerine dair illüzyonları parçalanmaya başlamış olan bir insan, Juno’nun alaylarıyla çileden çıkarak elindeki bıçağı Satürn’ün kafasına sapladı. Bu olay zaten gerilmiş olan Isu – İnsan ilişkilerini koparan ve aralarındaki savaşı resmi olarak başlatan olay olarak tarihe geçti. Babasının ölümüyle Juno’nun insanlara duyduğu nefret ve öfke de perçinlendi; en güçlü Eden Yapıtları’ndan biri olan Kuh-i Nur elmasını kullanarak odadaki bütün insanları tek seferde öldürdü.

Juno, Kuh-i Nur’u kullanarak babasını katleden köleyi öldürürken

Isu ve insanlar arasındaki savaş toplamda on sene sürdü ve iki taraf da bu sırada yaklaşmakta olan güneş patlamasını büyük ölçüde gözden kaçırdı. Isu bilimcileri tehlikenin farkına vardıklarında kendilerini bir tapınağa kapatıp çözüm bulmaya çalıştılar. Bu bilimciler arasında başı çeken Capitol Üçlüsü altı farklı fikri değerlendirdi ancak hiçbiri gezegeni korumak için yeterli değildi.

Bu fikirlerden ilki dünyanın farklı yerlerine dört tane kule dikip dünya üzerine gelmekte olan radyasyonu dağıtmaktı. Ancak daha ilk kule bile tamamlanmadan bu yöntemin çok uzun süreceğini fark ederek başka fikirlere yöneldiler; yine de kuleler otomatizm yoluyla yaratılmaya devam ettiler.

İkinci planları Eden Yüzükleri adındaki manyetik alanları yansıtabilen yapıtları geliştirerek bunu gezegeni kaplayıp koruyacak manyetik bir alan hâline getirmekti. Ellerindeki vakit ve kaynaklarla en azından dünyanın bir kısmını koruyabilecek bir şeyler bile yapamayacaklarını fark edince bu fikirden de vazgeçtiler.

Üçüncü fikirleri Eden Elmaları’nın zihin kontrolü gücünü insanlar üzerinde kullanarak kurtulacakları fikrine inanmalarını sağlamaktı; böylece yörüngeye fırlattıkları Elmalar, insanların arzusunu ve inancını gerçeğe çevirerek gezegeni koruyacaktı. Yörüngeye fırlatılan bir düzine elmadan sonra bu planın çok zayıf kaldığı ve işe yaramayacağına kanaat getirilince bu fikir de rafa kaldırıldı; lakin Elmalar’dan birisi bu sırada Ay’a düştü.

Kayıtlara geçmiş düzinelerce Eden Elmaları’ndan biri

Dördüncü yöntem Isu’ların bedenini zorlu şartlara ve ortamlara uyum sağlayacak şekilde geliştirmekti. Juno’nun kocası Aita bu yöntemi test etmek için gönüllü oldu fakat daha ilk testte zihni çöktü ve vücudu katatonik bir hâl aldı. Son nefesiyle Juno’dan kendisine ötenazi uygulamasını istedi. Juno kocasını kurtarmak için çabaladıysa da en sonunda ona isteğini bahşetti; yine de diğerlerine fark ettirmeden Aita’nın genetik kodunu alıp bazı insan deneklerine aktararak kocasının ileride çeşitli insanların bedeninde yeniden hayat bulmasının da önünü açtı.

Bir sonraki deneyleri bilinçlerini yeni bedenlere aktararak hayatta kalmayı içeriyordu. Bunu nasıl yapacaklarını çözemedikleri için bu fikirden de vazgeçmek zorunda kaldılar.

Bütün bu deneyler sırasında Minerva, varoluşun motiflerini analiz ederek zamansal hesaplamalar yapabileceklerini ve bu sayede zaman kavramına hükmedebileceklerini fark etti. Altıncı fikirleri zamanda geriye giderek bu felakete karşı çok daha önceden hazırlanmaya başlamaktı ama bu konudaki araştırmalar da fazlasıyla tehlikeli olduğu için yarıda kaldı.

Juno, Minerva ve Jüpiter

Önceki araştırmalarını gözden geçiren Minerva, en sonunda yedinci ve son fikri ortaya sundu: Zamansal hesaplamalar sayesinde geleceği ve hatta alternatif gerçeklikleri tespit edip analiz edecek bir kaide. Böylece olası sayısız gelecek arasından gerçekten kullanabilecekleri bir tanesini tespit etmeleri ve hatta etkilemeleri mümkün olabilirdi. Minerva, “Göz” adını verdiği bu cihaz aracılığıyla gezegeni kurtaracak hesaplamalara ulaşabileceğine neredeyse emindi. Fakat daha cihazı test etme fırsatı bile bulamadan Juno’nun kendi çıkarları ve planları için aleti kurcalamış olduğunu keşfetti. Kaideyi kullanmak Juno’ya da zaman üzerinde sınırsız güç ve kontrol vermek anlamına gelecekti. Gerçekleşmek üzere olan felaketi engelleyemeyeceklerini anlayan Minerva, cihazı son bir kez kullanarak geleceğe bir bakış attı ve benzer bir felaketi gelecek nesillerde durdurmak için gereken genetik kod ve bilgiye sahip olabilecek birini aradı. Hesaplarına göre bu şartlara uyan kişi Desmond Miles’tı. Desmond’a zaman içerisinde çeşitli mesajlar bıraktıktan ve onu günümüzde New York’un Turin kasabasının buluduğu yerde gizlenmiş Büyük Tapınak‘a yönlendirdikten sonra cihazı yok etti; ardından Jüpiter’in de yardımıyla Juno’yu tapınağa hapsetti.

Isu’ların bütün çabalarına rağmen Toba Afeti (tahmini M.Ö. 69,000 ila 77,000 arasında) olarak anılacak güneş patlaması gerçekleşti. Güneş patlaması sonucunda oluşan taçküre kütle atımı, Dünya’nın manyetik alanını sekteye uğratarak Güneş’in ölümcül radyasyonunun yüzeyi haftalarca yakmasına sebep oldu. Depremler, süper volkanik patlamalar ve daha nice doğal felaket gezegeni telef etti. Çorak kalan gezegende geriye sadece bir avuç Isu ve on binden az insan kaldı. Bu faciadan başka türlü sağ çıkamayacaklarını anlayan insanlar, melezler aracılığıyla Isu’lara mesaj yollayarak ateşkes ilan ettiler. Ancak her ne kadar ateşkes sağlanmış olsa da dengeler sonsuza kadar değişmişti: Isu’lar sayıca çok azlardı, insanlar ise onlara kıyasla daha zorlu koşullara göğüs germeye uygun tasarlandıklarından ve daha seri bir şekilde üreyebildiklerinden çok daha hızlı bir şekilde toparlandılar. Tarih sahnesinden yavaş yavaş silinmeye başlayan Isu’lar büyük ölçüde unutulurken insanlar gelişmeye devam ettiler. Yeni tomurcuklanan medeniyetleriyle birlikte çok geçmeden gezegen üzerindeki baskın ırk hâline geldiler. Isu’lara dair hikâyeler ve mitler yine de tarihlerini süslemeye devam etti: Kimi zaman belli bazı bireylerin eline geçen Eden Yapıtları’yla tarihin akışını şekillendirerek kimi zamansa perde arkasındaki güçlerin ardına sığındığı tanrı figürleri olarak…

Toba Afeti sonucunda oluşan felaketler

Minerva ve Jüpiter, sonraki asırlarda ikinci bir Göz inşa ederek bir kez daha zamanda ileriye bakış attılar. Minerva, 21 Aralık 2012 tarihinde Desmond’a tekrar ulaşmayı başardığında Juno’nun benliğini muhafaza etmeyi başardığını ve benzer şekilde Desmond ile kontak kurmuş olduğunu gördü. Juno’nun hâlâ bir tehdit olduğunu ve Büyük Tapınak’taki kaideyi kullanmaları durumunda serbest kalacağını anlayınca Desmond’ı durdurmaya çalıştı. Güneş patlaması, asırlarca önlemek uğruna çalıştıkları bir tehlike olsa da Juno daha büyük bir tehditti; insanlık küllerinden üçüncü bir kez doğabilirdi fakat Juno’nun serbest kalması onun insanlığı fethedip tekrar köleleştirmesiyle sonuçlanacaktı. Minerva’nın tüm uyarılarına rağmen başka bir yol arayacak vakitlerinin kalmadığını söyleyen Desmond, sonrasında insanlığın Juno’yu durduracak bir yol bulacağına dair Minerva’yı temin etti ve kaideyi çalıştırdı.

Isu’ların yitip gittiği çağlar boyunca çalışmayı sürdürmüş olan cihaz, dünyayı manyetik bir kalkanla sardı ve güneş patlamasının etkilerini neredeyse tamamen soğurdu. Böylece ikinci afet, büyük iki bedel karşılığında önlendi: Desmond Miles kaideyi kullandığında yaşamını yitirdi ve Juno’nun benliği artık serbestti.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)