WAR OF THORNS VE AHLAKİ GRİLİKLER ÜZERİNE

Peki fraksiyonların ana liderleri böyle karmaşık hisler tadarken olay bir anda nasıl gezegen çapında savaşa sürüklendi? Ve oyuncular olarak biz neden her şeyin bir anda “Kardeşlik! Beraber çalışmak! Birlik olmak!” noktasından “Öl, çünkü elfsin sen!” kıvamına geldiğini anlamakta zorlanıyoruz? Gelin, öncesinde yıllardır yaşanan olayların bizi nasıl sürüklediğine bir göz atalım.

Horde tarafından başlamak daha uygun gibi geldiğinden o şekilde ilerleyeceğim. Thrall tarafından kurulan yeni Horde (yani bazı arkadaşların iblis kanı içerek Burning Legion’ın piyonlarına dönüşen orklardan nedense bir türlü ayırt edemediği oluşum), çok daha idealist ve barışçıl ilkelerle hayata geçirildi. Thrall’ın amaçlarından birisi kendisiyle birlik olan orkların o iblis kanı etkisinde iradesini kaybetmiş olan güruhtan farklı olduğunu ve yalnızca Azeroth’ta yaşamak için çabalayan bireylerden oluştuğunu kanıtlamaktı. Ayrıca dışlanmış, farklı oldukları için hor görülmüş, zor durumda kalmış diğer ırkları da yanına kattı; ona göre Horde, terk edilip bir başına bırakılmışların bir araya gelip birlik olduğu bir yerdi. Ancak her Horde üyesi tabii ki böyle düşünmüyordu. Nitekim Cataclysm yaşanıp Thrall koltuğunu bıraktığında yerine geçmesi için seçtiği Garrosh -ki kendisi önceki savaşları görmemiş, Azeroth halklarıyla yaşamamıştı-, sadece orklardan oluşan bir Horde kurmaya ve geriye kalan ırkları dilediğince kullandıktan sonra oluşumdan atmaya karar verdiğinde bu yüzden kendi tarafına çekecek birçok isim buldu. Horde zaten hikâyesel açıdan bakıldığında oldukça fazla sayıda bireyden oluşmuyordu ve Siege of Orgrimmar ile birlikte sayıları iyice azaldı. Üstüne Legion saldırısıyla birlikte Broken Shore’da ciddi sayıda asker kaybedildiği gibi o zamanki Warchief Vol’jin de can verdi. Bütün bunlar yaşanırken Northrend’de Putress’in saldırısıyla hayatını kaybeden binlerce askerin yanında Cataclysm zamanı komploya kurban giden Cairne Bloodhoof ile Orgrimmar’da her ne olursa olsun bağlılık yemininin arkasında duran ve bu yüzden öldürülmek zorunda kalan Nazgrim gibi büyük isimler de silindi gitti. Bu da mı yetmedi? Üstüne Thrall da komple elini eteğini çekerek ortadan kayboldu. Ve nitekim Vol’jin’in son nefesini vermeden önce söylediği üzere “loaların adını fısıldadığı” Sylvanas Windrunner, yeni Warchief oldu.

Thrall’ı savaşırken değil, hayat kurtarırken görmeye alıştık tabii…

Öte yandan Alliance tarafında işler biraz daha düzgün ilerliyordu. Wrathgate saldırısında çok fazla asker can verdiyse de Cataclysm ile birlikte Varian Wrynn bütün fraksiyonun askerî ve yönetimsel liderliğinde getirilip High King ilan edildi. Alliance daha çok birlik ve beraberlik ağırlıklıydı; bu yüzden de bir arada durmayı daha rahat başardı. Garrosh’un Theramore’u bombalaması ve Pandaria’da Prens Anduin Wrynn’i neredeyse öldürmesiyle işler kızışınca iki taraf arasında daha sert çatışmalar başladıysa da olan bitenlerden bütün Horde’un sorumlu tutulmaması gerektiğinin farkında olanlar vardı. Nitekim Vol’jin isyan başlatıp Garrosh’u tahtından edebilmek için yardım istediğinde Alliance bunu kabul etti. En sonunda iki taraf arasında ateşkes ilan edilse de Legion saldırısı gerçekleştiğinde Horde’un (şahsen haklı bulduğum) geri çekilişiyle birlikte olanlar oldu. Bir fel reaver tarafından saldırıya uğrayan Alliance gemisini kurtarmak için kendisini feda eden Varian’ın ölümüyle birlikte oğlu Anduin tahta geçti ve High King titrini edindi.

Peki bunların şu anda olanlarla ne alakası var diyeceksiniz. Eh, geçmişe biraz göz attık ve şu anda Horde ile Alliance’ın başında kimlerin olduğuna kadar geldik ama bu karakterlerin geçmişlerine değinmedik, değil mi? Merak etmeyin, çok aşırı detaya inmeyeceğim.

Anduin, bir ejderha tarafından kaçırılıp (Onyxia, selam!) az daha öldürülmesi dışında aslında hiç de zor bir hayat yaşamadı. Evet, babası bir süre kayıptı ve o dönem stresli zamanlardı ancak nispeten sakin bir çocukluk geçirdi. Babası kendisinin bir savaşçı olmasını istiyordu ancak o Işık’ın yolunu seçmeyi tercih etti. Ürkütücü derecede idealist bir bakış açısı olan Anduin, bir gün tüm Azeroth’ta barışın sağlanacağına inanıyordu. Garrosh’un kendisini neredeyse öldürmesi bile bu inancını bozmadı zira herkesin değişebileceğini düşünüyordu. (Garrosh’un yargılanması sırasında yalnızca Anduin ile birebir görüşmeyi kabul ettiğini de ayrıca ek bilgi olarak geçelim.) Broken Shore’da babasını kaybettiğinde büyük üzüntü duydu ve halkını onun gibi yönetemeyeceğinden endişe etti. Ancak birçok kişinin “yaşından çok daha bilge” olarak dile getirdiği bu genç kral, hiç gerçek bir savaş görmedi. Acıyı tattı belki ama savaş meydanına çıkıp can almadı, can verenlere şahit olmadı, emir vermek zorunda kalmadı. O yüzden ideallerine sıkı sıkı tutunurken danışmanlarının tepkilerine maruz kaldı.

Diğer tarafta ise Sylvanas vardı. Arthas’ın beraberinde Scourge ile birlikte Quel’thalas’ı yıkımın eşiğine getirdiği sıralarda Frostmourne adındaki meşum kılıcın ucunda can vererek bir banshee olarak kaldırıldı. İradesi dışında kendi halkını katletmek, korkunç suçlar işlemek zorunda kaldı. Arthas’ın kontrolü zayıfladığında bedenini geri aldı ve onu öldürmeye girişti. Başarısız olsa da iradesini geri kazanmış diğer undeadler ile birlikte Lordaeron şehrinin yıkıntılarını ele geçirerek yer altında Undercity adındaki şehrin kurulmasını sağladı ve halkını Forsaken olarak adlandırarak başlarına geçti. Sevdiği ve koruduğu her şeyi kaybetmişti, bununla da kalmayıp bir kısmını kendisi bizzat katletmişti; korkunç bir hayatla lanetlenmişti ve eğer tauren Hamuul Runetotem’ın desteğini almasaydı muhtemelen bir başına kalmış bir ırkı yönetecekti. Taurenlerin desteğiyle birlikte Thrall ile görüştü ve Forsaken halkı, Horde’a kabul edildi. Arthas’ın alt edilişinin ardından Icecrown Citadel’ın tepesinden kendisini bırakarak saronite’a saplanıp intihar etti fakat val’kyrler tarafından geri getirildi ve onları kendisine bağladı. Oldukça yetenekli ve deneyimli bir stratejist olmasının yanında ölümü, yaşadıkları ve yaşattıkları, Sylvanas’ın kişiliğini baştan aşağı değiştirdi.

-Demek adın Sylvanas. Anlamı nedir?
-Yazın son gününde Teldrassil’e düşen ilk kıvılcım tanesi…

Bildiğiniz üzere Battle for Azeroth ile birlikte Horde ile Alliance yine boğaz boğaza gelmiş durumdalar. Tüm kıtaları etkisi altına alan bu savaşta saldırgan tarafı oynayan Horde (kızmayın arkadaşlar, durum böyle, sizler de farkındasınız), night elflerin evi bildiği Teldrassil’i yakmaya kadar giden bir ilerleme kaydediyor. Özellikle Teldrassil’in yıkımı birçok oyuncuyu ciddi şekilde şaşırtan, sinirlendiren ve hatta bir kısmının oyundan soğumasına sebep olan bir hareket olarak görülüyor. Peki neden? Sylvanas mı bir anda değişti? Beklenmedik bir hareket mi yaptı? Ne oldu? Biz neden az önce kol kolayken şimdi birbirimizi boğazlıyoruz? Biraz daha irdeleyelim!

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)