“Kahraman…
Sana böyle hitap ediyorlar. Azeroth’un Kahramanı… Son umudu…”
Yaşlı bilge yavaşça yerinden kalktı ve peşi sıra gelen kahramana bakma gereği bile hissetmeden bulunduğu yapıdan dışarıya adım attı. “Seni en son gördüğümden beri değişmişsin. Güçlenmişsin,” dedi gözlerini gökteki uğursuz yeşil ışığın yarattığı yarıktan ayırmadan. “Bu iyi, ümidimizin ateşini körüklüyor; ama Yakan Lejyon’a ve onun meşum iblislerine karşı ne kadar ayakta durabileceksin? Daha da önemlisi: Durabilecek misin?”
Sorusuna bir cevap verilmesini bile beklemeden arkasında duran kahramana döndü ve taşıdığı silahı yaşından hiç beklenmedik bir çeviklikle elinden kaptı. Kahraman bir anlığına karşı çıkacak gibi olup ellerini istemdışı uzattıysa da yaşlı bilgenin delici bakışları onu yerine mıhlamış gibiydi.
“Şuna bir bak!” dedi silahı havaya kaldırarak. “Bir efsaneye sahipsin, evlat. Eğer gerçekten hak etmeseydin, eğer yüzleştiğimiz tehdide karşı koyacak gücün olduğundan bir an bile tereddüt etseydin, bu yüce silah şu anda senin olmazdı.” Elindekini yavaşça indirip karşısında duran kahramana geri verdi. “Ama yine de sana şunu sormak istiyorum: Gerçekten neye sahip olduğunun farkında mısın? Bu artefaktı bu kadar özel yapan şey nedir, biliyor musun?”
Ne diyeceğinden emin olamayan birinin bakışlarıyla karşılaşan yaşlı bilge, cevabını almıştı. Başını iki yana yavaşça sallarken belli belirsiz bir iç çekti. “Gel bakalım, evlat,” dedi karşısındaki kahramanın omzuna hafifçe vurup beraber yürümelerini işaret ederken. “Sana bir hikâye anlatacağım.”
Garip ikili, ağzına kadar dolu Dalaran sokaklarında tek kelime etmeden sessizce ve yavaşça ilerliyordu. İsteseler de hızlanamıyorlardı zira birçok farklı ırka mensup yüzlerce temsilci havada süzülen büyücüler şehrini doldurmuştu. Etraflarından farklı dillerde komutlar verildiğini duyuyor, panik içerisinde koşturanlara çarpmamak için itinayla yürüyorlardı.
“Bildiğim her şeyi sana aktarmaya hazırım. Peki sen dinlemeye hazır mısın?” diye sordu yaşlı bilge sonunda Başbüyücü Antonidas’ın heykelinin bulunduğu parktaki banklardan birine oturduklarında. “Eğer istemiyorsan açıkça söyleyebilirsin. Ama o artefaktı hakkıyla taşımak arzusundaysan gerçekten neye sahip olduğunu da bilmelisin.”
Kahraman tek söz etmeden sadece başıyla onayladı. Kelimelere ihtiyacı yoktu zira gözlerindeki o hevesli parıltı gereken cevabı vermişti.
“Pekâlâ… Ama şimdiden uyarayım, biraz zamanını çalacağım. O yüzden önceden soruyorum,” dedi yaşlı bilge yüzündeki kırışıklıkları daha da ortaya çıkan bir gülümsemeyle. “Sen nereden başlamamı istiyorsun?”
DEATH KNIGHT
“Var olduğum her şeyi; öfke, acımasızlık, intikam… Hepsini sana bahşediyorum, seçilmiş şövalyem. Sana ölümsüzlüğü veriyorum ki Scourge için yeni ve karanlık bir çağın başlangıcının elçisi olabilesin.”
İlk duyduğun sözler bunlardı, değil mi? Işık’ın Umudu Şapeli Savaşı‘nda orada bulunduğun için ne kadar şanslı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Her şeyden öte kendi benliğine kavuşabildiğin için şanslısın. Biz de… Biz de senin gibi bir kahraman yanımızda yer aldığı için şanslıyız. Seçtiğin yol her ne olursa olsun…
[well]
BLOOD – Maw of the Damned
Bundan oldukça uzun bir zaman önce dövüldü bu balta. O kadar uzun bir zaman önce ki bu korkunç silahı kimin yaptığı, bilinmeyen bir tarihin sayfaları arasında kaybolup gitti; ancak o günden beri Lejyon’un istila ettiği dünyalar üzerinde dehşet saçmasına yardım etti. Düşmanlarının yaşam enerjisini emmesini sağlayan bir maddeden dövülen baltanın kana susamışlığı ise dillere destandı; öyle ki bir süre düşmanlarının kanında yıkanmayan silahın gözünü taşıyıcısına dikmesi uzun sürmedi ve yaratıcısını canından edip ruhunu, açlığı hiçbir şekilde dinmeyecek şekilde lanetleyerek içine hapsetti.
Tam olarak ne zaman Tenyaran Gorelix‘in eline geçtiği bilinmese de bu acımasız mo’arg, baltayı Lejyon’un düşmanlarını alt etmek, işgal ettikleri sayısız dünyaların sakinlerini öldürmek ve onların enerjisiyle kendini beslemek için kullandı. Dokunduğu her canlıyı yok edip sonu gelmeyen açlığını bastırmaya çalışan silah, onu taşıyan iblisi olağanüstü güçlü kıldı.
[/well]
[well]
FROST – Blades of the Fallen Prince (Icebringer & Frostreaper)
Kil’jaeden, ork şaman Ner’zhul’u ilk Lich Kral’a dönüştürdüğünde ruhunu hapsedip onu kontrol edebileceği bir yol bulmaya çalışırken bilinen en kurnaz iblis ırklarından biri olan nathrezimler, Lich Kral güçlerini açığa çıkaran ve taşıyanın Scourge üzerinde tam anlamıyla kontrol kurmasını sağlayan bir miğfer, öldürdüğü kişilerin ruhlarını içine hapsederek beslenen bir rün kılıcı ve giyen kişiye muazzam bir koruma sağlayan bir zırh yaparak iblis lordunun arayışına çare oldular. Ner’zhul’un ruhunu miğfere ve zırha hapseden Kil’jaeden, onu Kuzeyyarı‘na göndererek nathrezimlerin yaptığı tüm parçalarla birlikte Donmuş Taht‘a, tamamen buzdan oluşan bir kütlenin içine hapsetti. O rün kılıcı, Frostmourne’du.
Yakan Lejyon’un kendi üzerinde kurduğu hakimiyetten oldukça rahatsız olan ve bir şekilde bu kapandan kurtulmanın yolunu arayan Ner’zhul, öncelikle güçlerini kullanarak Frostmourne’u hapsolduğu buz kütlesinden dışarıya fırlattı ve bu sırada Lordaeron Prensi Arthas Menethil’in, aradığı çözüm yolu olduğuna da kanaat getirdi. Lordaeron’u kasıp kavuran salgınla baş etmeye çalışan Arthas, gittikçe daha kabul edilemez adımlar atmaya ve her seferinde insanlığından biraz daha kaybetmeye başladı. Stratholme şehrindeki salgını durdurmak ve orada yaşayanların birer diriölü halini alarak dehşet saçmasını engellemek için şehir sakinlerinin hepsini bizzat öldüren ve şehri ateşe veren Arthas, tüm bu yıkıma sebep olan iblis Mal’Ganis’i aramak için Kuzeyyarı’na doğru yola çıktı.
Kuzeydeki kıtaya vardığında dostu Muradin Bronzebeard ile karşılaşan Arthas, onunla beraber rün kılıcını aramaya başladı. Kılıcı bir mağarada bulan ikiliden Muradin, Frostmourne’un lanetli olduğunu ve kullanılmaması gerektiğini söylese de Arthas, yurdunu korumak için gerekirse her türlü lanetle baş etmeye razı olduğunu söylerek kılıcı ele geçirdi. Mal’ganis’i de alt eden Arthas, bu noktadan sonra insanlığını tamamen kaybetmeye başladı ve Frostmourne üzerinden kendisiyle iletişime geçen Lich Kral’ı bulabilmek için Donmuş Taht’a doğru yola çıktı. Zırh parçalarını hapseden buz kütlesini rün kılıcıyla parçalayan Arthas, Ner’zhul’un ruhunun bulunduğu miğferi giyerek Azeroth’un en korkunç ve karanlık karakterlerinden biri olma yolunda ilk adımını da atmış oldu. Kendi askerlerini öldürüp bir kısmını ölüm şövalyesi olarak dirilten Arthas, dehşet veren olaylara imza attı. Babası Kral Terenas’ı bizzat öldürdükten sonra Scourge’ü Lordaeron’a saldı. Büyücü Kel’Thuzad’ı diriltebilmek için Güneş Pınarı‘na doğru yola çıkarak elf krallığı Silvermoon’un yıkımına öncülük etti. Korucu General Sylvanas Windrunner’ı öldürüp bir banshee olarak diriltti. Dalaran’da Başbüyücü Antonidas’ın ölümüne sebep oldu. Birçok yıkıma ön ayak olmasının ardından Kuzeyyarı’na geri döndü ve kendisini Donmuş Taht ile onu saran buzun içerisinde hapsederek gücünü toplamak için uykuya daldı.
Arthas tekrar uyandığında Azeroth’u bir Scourge istilası ile ele geçirmek isterken planları bu sefer pek de umduğu gibi ilerlemedi. Orda ve İttifak’ın önde gelen kahramanları hem Dalaran büyücüleri hem de paladinlerin lideri Yüce Lord Tirion Fordring ile işbirliği yaparak Lich Kral’ın planlarını bir bir bozdular. Lich Kral ile yapılan son savaşta güçlü silahı Ashbringer’ı kullanan Tirion, Frostmourne’u parçalayarak Arthas’ın öldürülmesine öncülük etti. O günden itibaren Frostmourne’un kırık parçalarının nerede olduğu ise sır gibi saklandı… Ta ki Lejyon istilası Azeroth’u tekrar tehdit edene ve sonunda işte bu güçlü rün kılıcının parçalarından iki yeni kılıç doğana kadar.
[/well]
[well]
UNHOLY – Apocalypse
Götürüldüğü her yere yıkım, vahşet ve ölüm getirmesiyle bilinen bu kılıç, iblis nathrezimler tarafından yaratıldı. Ne zaman olduğu kestirilemeyen bir dönemde ise bir Tirisgarde büyücüsünün eline geçti. Tirisfal Gardiyanı‘nın yokluğunda Tirisfal Konseyi tarafından savaşa çağırılan Tirisgarde, Dalaran’ın seçkin büyücü muhafızlarından oluşur ve güçlerini, kullandıkları kadim artefaktlardan aldıkları bilinirdi. Ancak bu kılıcı edinen büyücü o kadar da şanslı değildi ve yıkıcı gücünü kontrol edemeyerek can verdi.
Kötü ün salmış olan bu kılıç, daha sonraları Kara Atlılar olarak bilinen karanlık bir grubun eline düştü. Sargeras tarafından benliği ele geçirilmiş olan Son Gardiyan Medivh’e sahte artefaktlar satmaya çalışan tüccarlardan oluşan bu grup, yaptıkları düzenbazlığın cezasını Medivh için sonsuza dek gerçek artefaktlar arayacak şekilde lanetlenerek ödedi. Bu dehşet verici silahı bulduklarında ise onu, Karazhan kulesinin altında yer alan ve her değerli parçayı sakladıkları yeraltı mezarına götürmeleri kaçınılmazdı.
[/well]
DEMON HUNTER
“Varedis dahil birçoğu sırf kendi menfaatleri için güç peşinde koşuyorlar. Gerçek bir iblis avcısının kalbinde yanan saf ateşin yolundan ilerlemiyorlar ve bu yüzden o peşinde koştukları gücün ağırlığı altında tükenecekler.”
Bunlar Altruis’in sözleriydi, yanlış mıyım? Ah, bana öyle şaşkın bakma. Benim başka neleri bildiğimi bir bilsen… Neyse. Ben sizlerin hep yanlış anlaşıldığınızı düşünürdüm -en azından bir kısmınızın. Senin şu anda burada bulunuyor olman çok da hatalı olmadığımı gösteriyor gibi.
[well]
HAVOC – Twinblades of the Deceiver (Verus & Muramas)
Illidan Stormrage Outland’e gelip Kara Tapınak‘ı ele geçirdiğinde kendisi gibi iblis avcıları yetiştirmeye ve onları eğitmeye başladı. İblis avcısı kuvvetleri arasına kan elflerini de almayı kabul edeceğini belirten Illidan’a, yine Outland’de bulunan Kael’thas Sunstrider tarafından beş elf savaşçı gönderildi. Illidan bu beş elfi eğitirken öylesine acımasız yöntemler kullandı ki normal şartlar altında tam anlamıyla yetişmiş iblis avcıları bile bu sınavlar karşısında ayakta kalamazdı. Nitekim gönderilen kan elflerinden üç tanesi ölür, bir tanesi ise aklını yitirirken aralarından yalnızca bir tanesi başarılı olabildi: Varedis Felsoul.
Varedis yalnızca eğitiminde başarılı olmakla kalmadı, aynı zamanda diğer birçok iblis avcısından çok daha yetenekli olduğunu da kanıtladı. Illidan’ın kendisini eğitmek için görevlendirdiği diğer üstatları da gölgede bırakan elf, daha fazla güç sahibi olabilmek için Gölge Konseyi‘nin içerisine sızdı ve var olan tüm iblislerin isimlerini barındırdığı için olağanüstü güçlü olan Fel İsimler Kitabı‘nın varlığını öğrendi. Ardından Kara Tapınak’a dönen Varedis, Illidan tarafından yeni iblis avcıları yetiştirilmek üzere görevlendirildiyse de Outland’e gelen bir grup kahraman tarafından öldürüldü.
Yakan Lejyon’u düşman bilen Varedis’in hikayesi burada sonlanmadı. Kil’jaeden tarafından Çarpık Düzlem‘de diriltilen ve saflarına katılan Varedis, iblis güçlerine boyun eğdi. Ölümcül silahları Verus ve Muramas ise iblis lordunun müttefiki olan eredarlar tarafından büyüyle güçlendirildi.
[/well]
[well]
VENGEANCE – Aldrachi Warblades
Titanlar evrende düzeni sağlayabilmek için kaosun vücut bulmuş hali olan iblislerle savaşırken kuvvetlerinin başında Sargeras bulunuyordu. Ancak karanlığın gücünü bizzat görüp yaşadığı dehşetle mantığını yitiren Sargeras, evrenin gerçek anlamda kurtulabilmesi için yok edilip baştan yaratılması gerektiğine inanarak panteonu terk etti ve yakaladığı tüm iblisleri serbest bırakarak Yakan Lejyon’u yarattı. Daha fazla canlıyı kendi tarafına çekmek isteyen Kara Titan, gezegenler arasında dolaşıp müttefik aramaya başladı.
Aldrachi adındaki bir ırk ile karşılaşan Sargeras, onlara saflarına katılmalarını ve hayal bile edemeyecekleri güçlere kavuşmalarını teklif etti. Ancak aldrachi halkı, verdiği sözlerin albenisine kapılmıyor ve bir türlü Lejyon kuvvetlerine boyun eğmiyordu. Yozlaştırmayı başaramadığı her ırka yaptığı gibi bu ırkı da yok etmeye karar veren Sargeras, gezegenlerine saldırdı. Aldrachi halkı sayısız iblisi öldürmeyi başardıysa da Lejyon ordusu bitmek bilmeyen bir nefretle savaşıp bu ırkı tamamen yok etti. Aldrachilerin en büyük kahramanını bizzat öldüren Kara Titan ise bu güçlü savaşçının silahlarını ele geçirdi.
Uzun bir süre sonra bir iblis avcısı, tamamen kendi iradesiyle Kil’jaeden’ın tarafına geçerek iblis lorduna hizmet etmeye başladı. Bu durumdan oldukça hoşnut olan Kil’jaeden ise aldrachi kahramanından edinilen ve çok önceleri soylarını tüketmiş oldukları ırkın güçlerini hâlâ barındırdığına inandığı silahları bu iblis avcısına verdi.
[/well]
DRUID
“Benim için özel olan yolu takip edenlere, druidlere, en derin uykularında bile dünyayı dolaşmaları, onu öğrenmeleri ve gücünü kullanabilmeleri için Zümrüt Rüya’nın yollarında yürüme yetisini bahşediyorum. Kalimdor’un esenliği ve güvenliği adına gelecekte de yol gösterebilmeleri için…”
Yeşil ejdersürüsünün lideri yüce ejderha Ysera’nın bu sözleriyle birbirine bağlanmıştı Zümrüt Rüya ile Nordrassil. Druidler için bir sığınak, asla kaybetmeyecekleri umudun yuvasıdır Zümrüt Rüya. Senin de birçok kez Rüya’nın patikalarından geçtiğini hissediyorum. Dünyamızı tehdit eden karanlık düşmanlara karşı ayakta kalabileceğinden eminim. Ama şimdi senin gibi doğanın yolunu takip edenler, en zor sınavlarından birini vermek üzereler; özellikle de iblisler yetmiyormuş gibi bir de Zümrüt Kabus bu kadar yakınken…
[well]
BALANCE – Scythe of Elune
Başdruid Malfurion, druidlerin üzerinde ustalaşabileceği hayvan biçimlerini araştırırken bir kurda dönüşmesini sağlayan sürü formunu keşfetti. Ancak bu dönüşüm kontrolden çıkmasına, vahşileşmesine ve sevdiklerine bile zarar verebilecek duruma gelmesine sebep oldu. Benliğini kaybetmesine sebep olan bu formu druidlere yasaklayan Malfurion’un uyarısı, Satirler Savaşı sırasında Ralaar adındaki elf tarafından göz ardı edildi. Kurt formuna dönüşen Ralaar ve beraberindeki druidler, düşmanlarının yanı sıra dostlarına da saldırmaya başladılar; aralarından bir tek Ralaar akıl sağlığını bir nebze korur durumdaydı. Sürü formunu kullanan diğer druidlerin de kendilerini kontrol edebilmelerini isteyen Ralaar, Belysra Starbreeze adındaki bir başka elf ile beraber düştükleri durumu aşmalarına yardım edeceğini umdukları br artefaktın yapımına giriştiler: Gece elflerinin tanrıçası Elune tarafından kutsanmış bir asa ile Kadim Muhafız Goldrinn’in azı dişlerinden birini birleştirdiler. Ancak Satirler Savaşı devam ederken yaptıkları bu silah beklentilerinin tam tersi bir etki yaratarak sürü formunu kullanan druidlerin lanetlenerek değişim geçirmesine ve tarihteki ilk worgenların oluşmasına sebep oldu. Lanet gece elfleri arasında yayılırken yaptığı hatayı fark eden Belysra, asayı Malfurion’a teslim etti. Malfurion ise bu silahı kullanarak worgena dönüşmüş druidleri Zümrüt Rüya‘ya hapsetti.
Zaman içerisinde unutulup giden asa, Velinde Starsong adındaki bir elfin eline geçti. Fel Korusu ve Külvadi bölgelerindeki iblislere karşı asayı kullanan ve bir şekilde worgenları tekrar Azeroth’a çağıran Velinde, daha sonra Doğu Krallıkları kıtasına geçerek burada da worgenları çağırmayı başarmış olan büyücü Arugal ile görüşmek istedi. Elindeki asanın gücünden korkmaya başlayan Velinde, Kasvet Ormanı‘na geldiğinde burada bulunan ve asaya sahip olup gücünü kullanarak Ralaar’ı alt etmek isteyen Varkas adındaki bir worgen tarafından saldırıya uğradı. Velinde, beraberinde Varkas ile birlikte öldü ve asa da bulundukları mağarada kayboldu. Medivh’in lanetlediği tüccar grubu Kara Atlılar tarafından aranan artefakt, Valorn adındaki bir gece elfi tarafından Gilneas’a götürüldü. Asa, Gilneas’a saldıran Forsaken kuvvetleri tarafından çalınsa da tekrar ele geçirildi. Goldrinn’in ruhundan bir parça barındıran ve worgen lanetinin başlangıcı sayılan asanın, yalnızca doğadaki uyumu dengeleyebilenler tarafından gerçek gücüyle kullanılabileceğini anlaşılması uzun sürmedi.
[/well]
[well]
FERAL – Fangs of Ashamane
Binlerce yıl önce, gezegen henüz tek bir kıtadan oluşuyorken gece elflerinin kraliçesi Azshara ve ona sadık asil doğanlar, Sargeras’ı ve beraberinde Yakan Lejyon’u Azeroth’a sokabilmek için Ebediyet Pınarı‘nın enerjisini kullanmaya çalıştılar. İblisler Kalimdor’a akın etmeye başlarken bu dehşet verici harekete karşı durmak isteyen gece elfleri, ejderhalar ve daha birçok farklı ırkın mensupları bir araya gelerek sevdikleri toprakları korumak için savunma hatları oluşturdular.
Bir Yaban Tanrısı ve Kadim Muhafız olanCenarius ise diğer yaban tanrılardan yardım istedi. Bu yüce varlıkların da çarpışmaya katılması ile Azeroth’un sonsuza dek değişmesine sebep olacak Kadimler Savaşı resmen başlamış oldu. Malorne, Goldrinn, Tortolla ve Aviana gibi büyük güçler katılırken aralarında bir başka Kadim Muhafız olan dişi gri panter Ashamane de vardı.
Ashamane, Lejyon’a karşı yürüttükleri savunmada birçok iblisin canını alarak sayısız müttefikinin hayatını kurtarmış olsa da savaşta yenik düştü. Yaptığı kahramanca hareketler ve cesareti sebebiyle kendisine büyük saygı duyulan Ashamane adına druidler için büyük önem taşıyan Val’sharah bölgesinde bir mabet inşa edildi ve bu ulu varlığın hâlâ gücünü koruduğuna inanılan azı dişleri çeşitli süslemelerle donatılarak yapılan fedakârlıkların bir anısı olarak mabede kondu.
[/well]
[well]
GUARDIAN – Claws of Ursoc
Azshara ve takipçilerinin Sargeras ve Yakan Lejyon’u Azeroth’a çağırmasıyla birlikte savunmaya geçen ırklara destek olan ve Kadimler Savaşı zamanında yardımlarına koşan Kadim Muhafızlar arasında ikiz ayılar Ursoc ve Ursol da bulunuyordu. Cenarius’un yaban tanrılarını savaşa davet eden çağrısına ilk cevap veren muhafızlar olan ikizlerden Ursoc, titanların Azeroth’u şekillendirmeleri için görevlendirdikleri Bekçiler‘den Freya tarafından titan çeliği kullanılarak dövülen ve kendisine hediye edilen bir çift metal pençeye sahipti. Her ne kadar güçlü olsalar da bu ikiz kardeşler, Kadimler Savaşı sırasında iblis güçlerine yenik düştüler. Bedenleri kaybolup gitse de Ursoc’un taşıdığı pençeler, içlerinde muhafızın gücünden bir parça barındırmaya devam ederek varlığını korudu.
Aradan geçen binlerce yılın ardından Boz Tepeler‘de yaşayan ve ikiz ayılara tapan furbolglar, yuvaları olarak gördükleri ancak Eski Tanrılar tarafından özü bozulduğu için druidlerce parçalanan ulu ağaç Vordrassil içerisinde Ursoc’u diriltmeyi başardılar. Ancak ağacın kendisinden geriye kalanlar gibi furbolglar da bozulmuşlardı ve bu yozlaşmışlıkları, Kadim Muhafız Ursoc’u da etkileyerek değişmesine sebep oldu. Tehlikeyi fark eden kahramanlarca öldürülmek zorunda kalan Ursoc’un ruhu böylece temizlendi ve Zümrüt Rüya‘daki yerini aldı.
Kadim ayının sahip olduğu pençelerin gücünü bilen bir grup druid, furbolgların bu artefakta sahip olduğunu öğrenince zaman kaybetmeden harekete geçti. Furbolglar ile çarpışıp pençeleri ele geçiren druidler, bu silahları güvenle himaye altına alabilmesi için Ursoc’un Zümrüt Rüya’daki ruhuna geri götürdüler.
[/well]
[well]
RESTORATION – G’Hanir, the Mother Tree
Titan-yapımları olan Bekçiler’den Freya, Azeroth’un bitki örtüsünü ve hayvanlarını yaratmayı kendisine görev bilmişti. Zümrüt Rüya üzerinden güçlerini kullanarak yarattığı doğal yaşam hayat bulurken ortaya çıkan enerjilerden ise Yaban Tanrılar doğmuştu ve içlerinden biri de Aviana’ydı. Aviana aynı zamanda başka bir boyutta yer alan ve Azeroth üzerindeki tüm kanatlı canlıların öldükten sonra gittikleri var sayılan Ana Ağaç G’Hanir’in hanımıydı.
Kadimler Savaşı sırasında Kalimdor’u savunan Kadim Muhafızlar arasında yer alan ve göklerde uçarak Yakan Lejyon ordularının ne taraftan saldırıya geçeceğinin bilgisini müttefiklerine taşıyan Aviana, bir grup iblisin mızraklarıyla yaralanıp yere düşürüldü ve katledildi. Aviana’nın gidişiyle G’Hanir de öldü; ancak bu ulu ağaç ölmeden önce kendisinden alınan bir tohum, Ebediyet Pınarı‘nın patlaması ve beraberinde Kalimdor’un parçalanışının ardından yaşanan olaylardan günümüze kadar süren büyük bir rol oynadı. İlk Pınar’dan gizlice birkaç şişe su almış olan Illidan Stormrage, bunların bir kısmını Hyjal Dağı’nda bulduğu küçük bir göle boşaltarak ikinci bir Ebediyet Pınarı’nın oluşmasına sebep oldu. Bu hareketi öğrenip dehşete düşen diğer gece elfleri ise Yakan Lejyon’un dikkatini tekrar üzerlerine çekmek istemediklerinden ejdersürülerinin liderlerinden yardım istediler. G’Hanir’den alınan tohumu gölün yakınına diken kırmızı ejderha Alexstrasza, güçlerini kullanarak ağacın kısa sürede büyümesini sağlarken bronz ejderha Nozdormu, ağaç var oldukça gece elflerinin de ölümsüz olmalarını mümkün kılan, yeşil ejderha Ysera ise ağacın Zümrüt Rüya’ya bağlanan bir geçide dönüşmesini sağlayan büyüler yaparak Nordrassil‘in doğmasına sebep oldular.
Azeroth’taki tüm ağaçların tohumlarını barındırdığı söylenen ve İlk Ağaç olarak da adlandırılan G’Hanir’in bir dalı ise Aviana tarafından uzun süre önce druidlere hediye edilmişti. Sahip olduğu gizemli bağ ile Zümrüt Rüya’nın Azeroth üzerindeki etkisini dengelediğine ve en ağır yaraları bile iyileştirebileceğine inanılan bu asa, yakın tarih boyunca Zümrüt Kabus‘un etkilerini hafifletmek için de kullanıldı.
[/well]
HUNTER
“Bir avcının yolunu gerçek anlamda biliyor olmak, hayvanlar hakkında derin bilgi barındırmayı, eşi benzeri görülmemiş bir keskin nişancılık yeteneği sahibi olmayı ve başkalarının canlı çıkamayacağı tehlikelere karşı nasıl hayatta kalacağını bilmeyi gerektirir.”
Bu dünyanın bilinen en eski uzmanlığıdır avcılık… Dışarıdan bakanlara kolaymış gibi görünse de gerçekten hakkıyla avcı olmak, aynen Korucu Sallina’nın dediği gibi büyük uğraş gerektirir; senin ne kadar farklı olduğun da hiçbirimizin gözünden kaçmadı, emin ol. Bu arada kedini kucağımdan alır mısın? Yo yo, hayvan sevmediğimden değil. Yalnızca üç metrelik arkadaşın ihtiyar bacaklarımı biraz ağrıttı da…
[well]BEAST MASTERY – Titanstrike
Titanlar, Azeroth’u şekillendirmeleri için Bekçiler olarak adlandırılan taştan ve metalden birçok canlı yarattılar. Mükemmelliğe ulaştığını düşündükleri gezegenden ayrılırken ise bu muhteşem toprakları ve üzerinde yaşayan canlıları gözetmeleri için yaratımlarını arkalarında bıraktılar. Bu Bekçiler arasında sonradan Kuzeyyarı olarak adlandırılan toprakların kuzeyindeki İcatlar Tapınağı‘nda kendi görüntüsüne benzer şekilde yarattığı mekagnomlar ile birlikte yaşayan Mimiron da bulunuyordu.
Mimiron, teknoloji ile büyüyü bir araya getirebilen oldukça parlak bir zekaya sahip bir mucit olarak bilinirdi. Öyle ki uzun bir süre önce bir diğer Bekçi olan Thorim için Gök Gürültüsü Kıvılcımı adında bir icat yaptı. Bu eşsiz parça, fırtınaların gücünü özümseyip gerektiğinde yoğun enerji patlamaları yaratabiliyordu. Daha sonraları bu icadını geliştirmek isteyen Mimiron, bir silah tasarladı ve çekirdeğine Kıvılcım’ı koyarak eşi benzeri görülmemiş bir artefakt yarattı.
[/well]
[well]
MARKSMANSHIP – Thas’dorah, Legacy of the Windrunners
Asil elfler olarak adlandırılan Quel’dorei, gece elfleri tarafından Külvadi‘den sürgün edildikten sonra doğuya doğru yelken açtılar ve Lordaeron topraklarına ayak bastılar. Bir süre burada kaldıktan ve bireylerinin bir kısmının aklını yitirdiğine şahit olduktan sonra Lordaeron’un altında uğursuz bir varlığın uyuduğuna kanaat getiren asil elfer, biraz daha kuzeye yönelerek şimdiki Silvermoon şehrinin bulunduğu Quel’Thalas’ı kurdukları Daimşarkı Ormanları‘na vardılar. Burada her daim bahar mevsimi yaşanmasını sağlayan bir büyü yapan elfler, ormanın ana ağacından aldıkları büyük bir dalı da yontarak bir yay yarattılar.
Zaman içerisinde Windrunner ailesinin bir mirası olan yay, nesiller boyunca ailenin en büyük çocuğuna verilir hale geldi ve en son yaşayan dört Windrunner kardeşten en büyüğü olan Alleria’ya geçti. Alleria’nın daha sonraları tarihte önemli yerleri olacak olan Sylvanas ve Vereesa adında iki kız kardeşi bulunurken ailenin en küçüğü ise Lirath adındaki erkek kardeşiydi. Kız kardeşleri gibi bir korucu olmak isteyen Lirath, Quel’Thalas’a giren ve Windrunner ailesine saldıran bir grup ork tarafından öldürülünce Alleria intikam yemini etti. Yaşanan İkinci Savaş’tan sonrasında geriye kalan orkları avlamaya başlayan Alleria, sevgilisi ve oğlu Arator’un babası olan insan general Turalyon ve büyücü Khadgar ile de birlikte çalıştı. Kaptanlık mertebesini kazanmış olan asil elf, İttifak Seferi ile birlikte Kara Geçit‘i kullanıp Outland’e geçenler arasındaydı. Geçit Outland tarafından kapatıldıktan sonra ne Alleria, ne Turalyon ne de Windrunner ailesinin mirası olan yayın nerede olduğuna dair bir bilgi alınamadı. Ta ki yakın zamana kadar….
[/well]
[well]
SURVIVAL – Talonclaw, Spear of the Wild Gods
Tauren halkı, gece elfleri, pandarenler ve troller ile birlikte Azeroth’un yaşayan en eski ırklarından biriydi. Kadimler Savaşı yaşanmadan çok önce Yaban Tanrıların Mızrağı olarak adlandırılan efsanevi bir silah yapan taurenler, avcılık yetenekleri ile ün salmışlardı. Kuşaklar boyunca el değiştiren artefakt, üzerinde silahın tarihinin, önceki sahiplerinin kahramanlıklarının ve yaşanan önemli olayların anlatıldığı çizimler taşırdı. Aynı zamanda geçen yüzyıllar boyunca Kadim Muhafızlar tarafından da kutsanarak gittikçe güçlendi.
Azeroth ilk Yakan Lejyon saldırısıyla çalkalandığı sırada silahın sahibi olan ve ona Kartal Mızrağı adını takan Huln Highmountain, birbirleriyle savaşan diğer bazı tauren kabilelerini kendi sancağı altında topladı. Kadimler Savaşı esnasında kendisinden yardım isteyen Krasus’un bu isteğini geri çevirmeyen Huln, Kaldorei Direnişi‘ne katıldı; çarpışma esnasında hayatını kurtaran Jarod Shadowsong’un ismini de silahına kazıyarak onu onurlandırmayı da ihmal etmedi. Ardından Kadim Muhafız Malorne’un gözdesi olan Eche’ro adındaki bir geyik ile dostluk kuran Huln ve kabilesi, o günden itibaren geyik boynuzlarına sahip olacak şekilde Cenarius tarafından kutsandı.
Dryadları savaşa çağırmakta olan Malfurion’u koruyan ve ardından artık arkadaşı olarak bildiği Jarod ile birlikte Tichondrius adındaki iblisi alt eden Huln, Kadimler Savaşı’nın ardından vatanına geri döndü. Bulunduğu topraklar bu kahramana ithafen Yücedağ adını alırken Huln için savaş henüz bitmemişti. Eski Tanrılar tarafından aklı çelinen ve Deathwing adını alan Neltharion’u alt etmek için yemin eden tauren lideri, siyah ejderhanın inine giderek ona meydan okudu. Burada Neltharion’un kölelerinin koruduğu titan yapımı bir silah olan Khaz’goroth’un Çekici‘ni ele geçiren ve gücünü kullanarak ejderhayı topraklarından süren Huln sayesinde bir daha hiçbir siyah ejderha Yücedağ’a ayak basamadı.
[/well]
MAGE
“Savaş çığlıkları rüzgârda yankılanıyor. Geçmişin kalıntıları, yine anlaşmazlıklarla çalkalanan bu toprakları yaralıyor. Kadere meydan okumak isteyen kahramanlar, yoldaşlarına liderlik etmek için bir bir ortaya çıkıyorlar. Ancak fânilerin orduları kendi sonlarına doğru körü körüne ilerlerken Yanan Gölge hepimizi yok etmeye geliyor.”
Azeroth’un belki de en büyük ve en korkunç büyücülerinden birinin, Medivh’in sözleri sana da tanıdık geliyordur. Efsanevi büyücünün yaptıkları öylesine sık anlatıldı ki duymayan yoktur herhâlde. Ancak bu sözlerin ağırlığını sakın unutma zira sanki hiçbir şey değişmemiş gibi yine aynı anlaşmazlığın ortasında, yine iblislerin yok etmeye çalıştığı dünyamızı kurtarmak için savaşacağız.
[well]ARCANE – Aluneth, the Greatstaff of Magna
Üç bin yıl önce Silvermoon Meclisi ile Dalaran büyücüleri arasında yapılan bir anlaşmayı takiben Azeroth’ta hâlâ var olan iblisler ile gelecekte karşılaşabilecekleri Yakan Lejyon tehdidine karşı durabilecek bir oluşuma gidildi: Tirisfal Konseyi. Bu anlaşmaya göre Konsey, iblislere karşı savaşacak ve Tirisfal Gardiyanı olarak adlandırılan bir şampiyon seçecek, kendi güçlerini de gerektiğinde bu kişiye aktaracaktı.
Orklarla yapılan İlk Savaş’tan bin yıldan daha uzun bir zaman önce Azeroth’u iblislerden korumak için atanan Gardiyan Scavell, oldukça başarılı bir büyücüydü. Birçok yüzyıl boyunca Gardiyan olan Scavell, en sonunda yerini yeni birinin almasına karar verdi. Bu sırada beş öğrenci yetiştirmekte olan Scavell’in çırakları arasında yalnızca bir tane kadın bulunuyordu: Aegwynn. Erkek çıraklar kendisiyle dalga geçer ve asla gerçek bir büyücü olamayacağını iddia ederken Aegwynn, Quel’dorei öğrencilerinin bile yüzyıllar sonra ancak okuyabildikleri Meitre parşömenlerinin büyülü sözlerini çıraklığının ilk senesinde çözerek gücünü kanıtladı; böylece Scavell’in Gardiyan unvanını hakkıyla devralan kişi, bu konuma ulaşan ilk ve tek kadın oldu. Bu unvanı edinmesinden yaklaşık bir asır sonra bulduğu ve güçlü bir artefakt olan asasını ise yüzyıllar boyunca kullanacaktı.
Hemen görevinin gerekliliklerini yerine getirmeye başlayan Aegwynn, önemli bir mevki ve büyük bir güce kavuşmuş olmaktan hoşnut olsa da Konsey’in kendi hareketlerine, seçimlerine ve alacağı kararlara karışıp bunlar üzerinde etki yaratabilecek bir yapıya sahip olmasından hiç mutlu değildi. Ancak görevine oldukça bağlı olan Aegwynn, İlk Savaş gerçekleşmeden tam 823 yıl önce Kuzeyyarı‘ndaki bir grup iblisin kalan bazı ejdersürüsü üyelerini avladığını ve bu varlıkların güçlerini emdiklerini öğrenir öğrenmez kuzeydeki kıtaya doğru harekete geçti. Ejderhaların yardımını da alan Aegwynn, dehşet saçan iblisleri kolaylıkla temizlese de karşısına beklenmedik, karanlık bir düşman çıktı: Sargeras. Kuzeyyarı semalarını kaplayacak kadar büyük bir bedene bürünen Kara Titan’a karşı sahip olduğu tüm büyüleri kullanan Aegwynn, yine ejderhaların desteğiyle onu yenmeyi başardı. Sargeras’ın cesedini Kadimler Savaşı sırasında okyanusun altına gömülmüş olan bir yapıya mühürleyen Gardiyan, Kara Titan’ın asıl planından habersizdi. Sargeras, bu olayın olmasını en başından planlamıştı ve fiziksel bedeninin öldürülmesi aslında hiçbir şey ifade etmiyordu. Ruhunu, yaptıkları çatışma sonrası yorulmuş olan Aegwynn’in bedenine aktardı ve harekete geçeceği uygun zamanı beklemeye başladı.
Yaptığı kahramanca hareketlerle kendine olan güveni oldukça artan ve Tirisfal Konseyi’ne boyun eğmek zorunda olmadığına inanan Aegwynn, aynı zamanda Tirisfal’ın güçlerini kullanarak ömrüne ömür kattı. Bir sonraki Gardiyan’ın kim olacağını kendisi belirlemek isteyen büyücü, beklenmedik bir biçimde kendisini yakalamak için peşine takılan Tirisgarde büyücüsü Nielas Aran’a aşık oldu ve birliktelikleri sonucu bir erkek çocuk dünyaya geldi: Medivh. Çocuk fiziksel olarak yeterince olgulaştığında büyü güçleri üzerinde ustalaşmasını isteyen Aegwynn, tüm Tirisfal öğretilerini bebeğe aktardı. Ancak beklenen vakit geldiğinde Medivh, sahip olduğu gücü kontrol edemedi; Tirisfal’ın enerjisi vücudundan dışarı taşarak babasını öldürürken kendisi de komaya girdi. Uyandığında ise Sargeras’ın asıl planını harekete geçirdiği anlaşıldı: Aegwynn’in vücudundaki ruhu, Medivh’e hamile kaldığı anda bebeğe geçmiş ve onu kontrol etmesini sağlayacak anı beklemişti. Medivh komadan çıktığında Yakan Lejyon ile bir anlaşma yaptı ve sonu İlk Savaş’a varacak olaylar zincirini başlatarak orkları Azeroth’a getirecek Kara Geçit’i açtı. Annesinin neredeyse tüm büyü gücünü de yok eden Medivh, daha sonra yaşadığı kule Karazhan’da öldürüldü. Oğlunu geri getirmek ve yaptığı hataları düzeltmek isteyen Aegwynn ise yıllarca gücünü geri toplamayı bekledi ve sonunda amacını gerçekleştirerek Medivh’i diriltti.
Ratchet’a yakın tepelerden birinde herkesten uzakta yaşamaya başlayan Aegwynn’in bu nispeten huzurlu hayatı Jaina Proudmoore’un kendisini bulmasıyla değişti. Theramore’a giderek Jaina’nın vekili ve danışmanı olarak görev yapmaya başlayan büyücü, yaralı halde bulduğu Valeera Sanguinar’ı iyileştirmek, hafıza kaybına uğramış olan Varian Wrynn’in anılarını geri getirmeye yardımcı olmak ve Yeni Tirisfal Konseyi’nin kuruluşunda yer almak gibi rollerde bulundu. Daha sonraları torunu olduğunu fark ettiği Med’an’ın büyücü ogre Cho’gall ile yaptığı savaşta kalan son gücünü Med’an’a aktaran Aegwynn, kendisini feda ederek öldü ve Karazhan mezarlığına gömüldü.
Aegwynn, yüzyıllar boyunca kullandığı asasını ise Gardiyan unvanını devretmeden önce kimsenin bilmeyeceği bir yere sakladı; öyle ki asa, büyücü öldükten sonra bir daha bulunamadı. Ta ki Yakan Lejyon tehdidi Azeroth’u tekrar kasıp kavurmaya başlayana dek…
[/well]
[well]
FIRE – Felo’melorn
Kadimler Savaşı yaşanmadan çok önceleri bile Dath’Remar tarafından kullanılan ve adı elf dilinde “Alevçakan” anlamına gelen rün kılıcı, Sunstrider ailesine ait bir asil doğan silahıydı. Kadimler Savaşı sırasında da kullanılan kılıcın oldukça güçlü olduğu ve içinde ateşin özünü barındırdığı söylenirdi. Zaman içerisinde bu kılıç, Sunstrider ailesinin bir yadigârı haline geldi.
Asil elfler gece elfleri tarafından dışlanıp Külvadi’den sürüldükten sonra doğuya doğru yelken açıp en sonunda Daimşarkı Ormanları’nda Quel’Thalas krallığını kurduklarında bu yadigârın sahibi, Dath’Remar’ın iki kuşak sonraki torunu Anasterian Sunstrider’dı. Amani trollerine karşı yapılan Trol Savaşları sırasında Anasterian silahı öylesine ustalıkla kullanmıştı ki trol şehri Zul’Aman’ın duvarlarını boydan boya boyayacak kadar trol kanı döktüğü söylendi. Bu olaydan binlerce yıl sonrasında ise bir ölüm şövalyesi olmuş olan Arthas Menethil’in komutasındaki Scourge ordusu Quel’Thalas’ı işgale geldiğinde ön saflarda savaşan yine elinde rün kılıcı ile Anasterian’dı. Büyücü Kel’Thuzad’ı bir lich olarak diriltebilmek için asil elflerin Güneş Pınarı’nın enerjisine ihtiyacı olan ve bu yüzden elf krallığına saldıran Arthas, Silvermoon şehrini yakıp yıkarken Anasterian ise krallığını savunmaktaydı. Arthas’ın atı Yenilmez’i ciddi şekilde yaralayan elf, daha sonra ölüm şövalyesiyle de yüzleşti; ancak kılıcı kırılıp parçalara ayrılan Anasterian, Arthas tarafından öldürüldü. Bedeni ise kılıcın parçaları ile birlikte Silvermoon şehrine götürüldü.
Olayları öğrenen ve o sırada üyesi olduğu Dalaran’daki Kirin Tor yönetici ekibi Altılı Konsey’deki koltuğunu bırakıp derhal Silvermoon’a dönen Sunstrider kraliyet ailesinin son üyesi Kael’thas, öncelikle Kel’Thuzad diriltilirken bozulan ve karanlık enerjiyle kavrulan Güneş Pınarı’nı yok etti. Kendisine gönülden bağlı elfleri toplayan ve Scourge’a karşı durmaya çalışan İttifak’a yardım etmek üzere yola çıkmaya hazırlanan prens, parçalarını edindiği aile yadigârı silahı “büyü, nefret ve dinmek bilemeyen bir intikam ateşiyle” tekrar dövdürdü.
Yaşanan birçok olayın ardından Outland’e gidip Illidan ve nagaların başı Leydi Vashj ile güçlerini birleştiren Kael’thas, daha sonra Arthas’a karşı durmak üzere Kuzeyyarı’na doğru harekete geçti. Arthas ile bire birde karşılaşan elfin kılıcı bu kez Frostmourne karşısında durabildi zira elf kılıçları -insan kılıçlarının aksine- tekrar dövüldüklerinde çok daha güçlü olmalarıyla biliniyordu. Ancak Arthas yine kazanan taraf oldu ve Kael’thas çarpışmayı kaybedip geri çekilirken efsanevi rün kılıcı ve beraberindeki Ankanın Kalbi isimli artefakt savaş alanında kaybolup gitti.
[/well]
[well]
FROST – Ebonchill, Greatstaff of Alodi
Azeroth’u iblislerden ve Yakan Lejyon tehdidinden korumak için kurulan Tirisfal Konseyi, kendine bir şampiyon seçmek ve gerek görülen durumlarda güçlerini bu kişiye aktarmak ile görevliydi. Konsey’in “Öncü” olarak nitelendirdiği kişiye güç aktarımı yapabilmesi için oldukça yakın mesafede bulunması gerekiyordu ancak bu durum, toplu bir saldırı gerçekleşmesi halinde tüm Konsey’i savunmasız bırakıyordu.
Bir yarı-elf büyücü olan Alodi, Öncü olarak seçildikten kısa bir süre sonra bu sorunu çözebilmek adına Konsey üyelerinden biri olan Meryl Winterstorm ile birlikte bir büyü üzerine çalışmaya başladı. Başarılı bir şekilde uyguladıkları büyü, Konsey’in uzak mesafeden ve güven içerisinde güç aktarımı yapabilmesini sağladı; böylece Konsey’in gücünü, güvenini ve Azeroth’un güvenliğini ön plana koyan Alodi’nin unvanı da Tirisfal Gardiyan’ı olarak değiştirildi. Yaratılan bu özel büyü ise Gardiyanların Ocağı adı verilen özel bir mekana aktarıldı ve daha sonraki şampiyonlara güç aktarmak için kullanılmaya devam edildi; Alodi’nin ruhu ise bu mekana bağlı kalacaktı.
Kadimler Savaşı sırasında Malfurion tarafından öldürüldüğüne inanılan iblis Kathra’Natir, Dalaran’da ortaya çıkıp Su Muskası’nı çaldığında Alodi harekete geçti. Lordamere Gölü’nü çaldığı bu eşya ile kontrol eden ve özünü bozan Kathra’Natir, Alodi’nin savaşıp yenilgiye uğrattığı ilk iblis olarak da tarihe geçti.
Alodi’nin kullandığı asa, doğadışı bir büyü enerjisi yayıyor ve kullanıcısının zihninin en büyük baskılar altındayken bile uyanık kalmasını sağlıyordu. Alodi Gardiyan unvanını devrettikten sonra bile asayı taşımaya devam etti. Ancak ölümünün ardından taşıdığı silahın ne kadar güçlü olduğunu bilen Kirin Tor, artefaktı kontrol edemeyecek yanlış kişilerin eline düşmemesi için sakladı.
[/well]
MONK
“Neden savaşırız? Yuvamızı ve ailemizi savunmak için… Dengeyi korumak ve düzeni sağlamak için. Bizim için sorulması gereken asıl soru, uğruna savaşmaya değer şeyin ne olduğudur.”
Ah, Chen… Çok eski bir dostum olduğunu söylemiş miydim? Şöyle bir baktığında tembel ve vurdumduymaz görünüyor değil mi? Hâlbuki oldukça bilge bir keşiştir -ki aynı bilgeliğin senden de yansıdığını görüyorum. Ve uğruna savaşmaya değer gördüğün bu dünyayı, yuvanı savunabilmek için elinden geleni yapacağına da inanıyorum.
[well]
BREWMASTER – Fu Zan, the Wanderer’s Companion
Titanlar Azeroth’un mükemmel olduğuna inanarak gezegeni terk etmeye karar verdiklerinde bu yaratımlarına ve üzerinde yaşayan canlılara göz kulak olabilmeleri için dünyayı şekillendiren ve Bekçiler adı verilen bir grup yüce varlığı geride bıraktılar.
Bu varlıklardan biri, adı yaşam ve doğayla özdeşleşmiş olan Freya’ydı. Azeroth’un doğasına hayat vermek isteyen Freya, kadim zamanda tek bir kıta olan Kalimdor’un çeşitli bölgelerine tohumlar dikti. İlk gittiği yerlerden biri Pandarya topraklarıydı ve diktiği tohumdan Pandarya’nın ilk ağacı Fu Zan yetişti; böylece Fu Zan, Pandarya’daki tüm ağaçların atası oldu. Azeroth’un geri kalanını yaşamla doldurmak isteyen Freya, bu işe girişmeden önce seyahatlerinde yanında taşımak için Fu Zan’ın dallarından kendisine bir baston yaptı.
Zaman içerisinde edindiği görevi tamamlayan Freya, asayı bir Kadim Muhafız olan ve Aziz Semavi olarak anılan Yeşim Ejder Yu’lon’a verdi. Yu’lon ise bu artefaktı, Pandaria’daki hozen ırkının bir üyesi olan ve zekasıyla ön plana çıkan Maymun Kral’a hediye etti. Sahip olduğu en değerli eşyaları artefaktın üstüne asan Maymun Kral, kendisine verilen bu eşsiz hediyeyi hayatı boyunca taşımaya devam etti.
[/well]
[well]
MISTWEAVER – Sheilun, Staff of the Mists
Pandarenler, Azeroth’un kadim zamanlarında Kalimdor topraklarında yaşayan ilk ırklardan biriydi. Titanlar tarafından yaratılan ancak Tenin Laneti’ne yenik düşerek gittikçe acımasızlaşan mogu ırkının köleleri haline gelmişler, silahsız savaş teknikleri üzerinde uzmanlaşarak ilk keşişler olarak yükselmişler ve kölelikten kurtularak kendi imparatorluklarını kurmuşlardı. Trollere ve mantidlere karşı da kendilerini savunmak zorunda kalan pandarenler, karşılaştıkları her zorluğu keskin bir irade ve zekâ örneği sergileyerek alt etmişlerdi.
Refah ve mutluluk dolu bir imparatorluğa sahip olan pandarenlerin son resmi yöneticisi, Kadimler Savaşı’ndan önce tahta geçen İmparator Shaohao’ydu. Kendinden önceki imparatorlar gibi huzurlu bir hayatı olacağını uman Shaohao’nun hayalleri, bir jinyu kâhinin gördüğü gelecekle yıkıldı. Elf büyücülerinin sayısız iblisi dünyalarına getireceğini, bu yüzden çıkacak korkunç bir savaş sonrasında Kalimdor kıtasının parçalanacağını öğrenen Shaohao, halkını koruyabilmek için harekete geçti.
Yanından bir an olsun ayırmadığı asasıyla Shaohao, Yeşim Ejder Yu’lon’un yönlendirmesiyle Pandarya’nın Kalbi’ni bulmak üzere yola çıktı. Ne yapacağını bilmeyen imparator, yolda arkadaşı Maymun Kral ile karşılaştı; ancak oldukça sert esmeye başlayan rüzgarla savrulup uzaklaşan Maymun Kral’ın ardından bakakalan Shaohao’nun görevini başarıyla sonuçlandırabileceğine dair şüpheleri vardı. Bu şüpheleri bir anda vücut bulup meşum bir sha olarak karşısına çıktığında ise onu alt etmekten başka çaresi yoktu. İçindeki çatışmayı sona erdirerek shayı yenen Shaohao, hozen dostunu bulabilmek için yola koyuldu.
Pandarya topraklarında hem dostunu hem de Pandarya’nın Kalbi’ni arayan, bu sırada kendisine yardım eden Aziz Semaviler’in sözlerini de içtenlikle benimseyen imparator, seyahati boyunca ümitsizlik, korku, öfke, nefret ve şiddet duygularını da kontrol altına almayı başardı. Dostu Maymun Kral’la da tekrar bir araya gelen Shaohao, Ebedi Çiçekler Vadisi’ne vardığında iblis istilası baş göstermiş ve gökten uğursuz yeşil alevler yağmaya başlamıştı. Halkının kendi öğrendiklerini benimseyebilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu anlayan imparator, zor bir karar vererek Pandarya topraklarını Kalimdor’dan sonsuza dek ayırması gerektiğine kanaat getirdi. Bir anda ortaya çıkan Yu’lon’un sözleriyle kendine gelen ve Pandarya’nın Kalbi’nin aslında bizzat kendisi olduğunu anlayan Shaohao, canı pahasına da olsa en büyük fedakârlığı yapmaktan çekinmedi. Hayatını feda eden Shaohao, yüce asasının da yardımıyla son nefesini Pandarya topraklarını gözlerden uzak tutacak sislere dönüştürerek kıtayı çevreledi. Shaohao öldükten sonra asası, Tian Manastırı’na bağlı keşişler tarafından bulunarak Ebedi Bahar Taraçası’na götürüldü ve himaye altına alındı.
[/well]
[well]
WINDWALKER – Fists of the Heavens (Al’burq & Alra’ed)
Titanlar Azeroth’u ilk bulduklarında gezegen tam bir kaos içerisindeydi. Eski Tanrılar tarafından kontrol edilen ve birbirleriyle savaşan elementler, dünyayı bir yok oluşa doğru sürüklüyorlardı. Bu duruma bir dur demek isteyen titanlar, Bekçiler’i yarattılar. Bekçiler ise elementlerin liderleri Ragnaros, Therazane, Neptulon ve Al’Akir ile takipçilerini Azeroth’a zarar vermemeleri için kendilerine has düzlemlere hapsettiler. Ardından gezegeni şekillendirmek için kolları sıvayan Bekçiler, kendilerine yardım etmeleri için taştan ırklar yarattılar.
Bu ırklardan biri de tol’virlerdi. Günümüzde batı kıtası Kalimdor’un en güney ucundaki Uldum bölgesinde yaşayan tol’vir ırkı, bu bölgeyi ve içerisindeki gizemli titan yapılarını korumakla görevlendirilmişti. Aralarından Irmaat isimli bir üyeleri ise demir dövmek ve çeşitli silahlar yapmak konusundaki ustalığıyla ön plana çıkıyordu; öyle ki Dört Rüzgâr’ın cin lordları için palalar dövmüştü.
Binlerce yıl önce yine bir silah yapımına girişen Irmaat, bir çift sıradışı artefakt yaptı: Al’burq ve Alra’ed. Çıkardığı işten memnun olmayan tol’vir, daha fazla güç sağlayabilmek için Rüzgâr Efendisi Al’Akir’in özünü çalarak silahların içerisine işlemeye karar verdi. Ancak Al’Aqir bu hareketten hiç hoşnut olmadı ve karşılık olarak silahlara korkunç derecede yoğun elemental güç yükleyerek öfkesini gösterdi. Silahların içindeki potansiyeli ortaya çıkarmak isteyen Irmaat ise beklenmedik nahoş bir sürprizle karşılaştı. Rüzgâr Efendisi’nin öfkesiyle dolup taşan artefaktlar içlerindeki enerjiyi açığa çıkarttıklarında havada dehşet verici bir anafor oluştu ve Irmaat’ın şehrini yuttu. Silahlar ise rüzgârda savrularak kayboldu.
[/well]
PALADIN
“Evlat, kimse kendini hazır hissetmez. Kimse bu lütfa layık olduğunu düşünmez. Neden, biliyor musun? Çünkü hiç kimse gerçekten layık değildir zaten. Bu saf ve yalın bir erdemdir. İnsan olmanın tabiatı gereği değersiz varlıklarız çünkü tüm canlılar -evet, elfler, cüceler ve tüm diğer ırklar da dahil olmak üzere- kusurludur. Ancak Işık yine de sevgisini bizden esirgemez.”
Azeroth’un ilk paladininin, Yüce Lord Uther’in sözleriydi bunlar. Ne kadar güzel anlatmıştı Işık’ın en kusurlu varlıklara dahi lütfunu bahşettiğini ve bizleri her daim koruduğunu… Şimdi sen de aynı adımları atıyorsun, sen de Işık’ın en büyük kahramanlarından biri olarak yanımızdasın. Unutma ki Tirion’un dediği gibi inancını Işık’ın yolundan ayırmadığın sürece her şey mümkündür. Dünyamızı tehdit eden iblislerin yarattığı en karanlık anlarda bile gerçekten inanırsan Işık seninle olacaktır.
[well]
HOLY – The Silver Hand
Titanların Azeroth’u gözetmeleri için geriye bıraktıları Bekçiler arasında Tyr de bulunuyordu. Kuzeyyarı’ndaki Düzen Tapınağı’nda yaşayan ve silah olarak oldukça güçlü bir savaş çekici kullanan Tyr, Azeroth üzerinde yaşayan kadim ırkları belki de en fazla koruyan varlıklardan biriydi. Dünyanın oluşumunu takiben proto-ejderhaları gözlemlemeye başlayan Tyr, Galakrond’un uğradığı mutasyon sonucu kontrolden çıkışını fark ederek ejdersürüsü liderleri Malygos, Ysera, Alexstrasza, Nozdormu ve Neltharion’u bir araya getirdi. Galakrond’a karşı verilen amansız savaş esnasında proto-ejderhanın saldırısı sonucu sağ elini kaybeden Tyr, daha sonra ortadan kayboldu.
Titanların taştan yarattıkları ırklardan vrykulların büyük bir kısmı da Kuzeyyarı’nda yaşıyordu. Eski Tanrılar tarafından yaratılan Tenin Laneti’ne maruz kalan vrykulların çocukları fiziksel olarak farklı ve çelimsiz doğmaya başladığında kralları Ymiron, bu şekilde doğan tüm çocukların öldürülmesini emretti. Ancak her ebeveyn bu kararı hoş karşılamadı ve değerli çocuklarına yaşama şansı vermek istedi. Bu noktada kendilerine yardım eden, kaybettiği elini yeniden yaratabilme gücüne sahip olduğu halde yapılan fedakârlıkların unutulmaması adına yerine gümüşten bir el yapan Bekçi Tyr oldu. İlerleyen zamanda insan ırkını oluşturacak vrykul çocuklarını Kalimdor’un parçalanmasını takiben Doğu Krallıkları olarak adlandırılacak bölgeye getiren Tyr, günümüzde bile insanların ilham aldığı en büyük güçlerden biri olarak tarihe geçti.
Efsanevi Bekçi Tyr’in yaptıkları bunlarla da sınırlı kalmadı. Titanlar tarafından Bekçiler’in lideri olarak adlandırılan ve Kuzeyyarı’ndaki Bilgelik Tapınağı’nda yaşayan Loken, Yogg-Saron’un vaatlerinin yozlaşmışlığına kapılıp yoldaşlarına ihanet etti ve Eski Tanrı’nın hapishanesi olan Ulduar’ı ele geçirdi. Önderlik ettiği fırtına devleri ile toprak devleri arasında savaş çıkarmaktan ve kardeşi Thorim’in eşi Sif’i de öldürmekten geri kalmayan Loken’ın ihanetini araştırmak isteyen Tyr, bir grup müttefikle birlikte harekete geçti. Norgannon’un Diskleri olarak adlandırılan titan yapımı kayıtları ele geçiren Tyr’in yaptıklarını fark eden Loken ise onları durdurabilmek adına grubun arkasından dehşet saçan yaratıklar gönderdi. Müttefiklerinin disklerle birlikte kaçabilmesi için gereken zamanı ve şansı tanımak isteyen Tyr ise kendisini feda etti. Günümüzde Tirisfal olarak adlandırılan ancak orijinal ismi “Tyr’s Fall” olan yörede hayatını kaybeden Bekçi’nin savaş çekici de aynı bölgede kayboldu.
[/well]
[well]
PROTECTION – Truthguard
Titanların Azeroth’u ve yaşayanlarını koruyup kollamak için geride bıraktığı Bekçiler’in lideri olan ve Kuzeyyarı‘nda yaşayan Loken, bilgeliğiyle tanınıyordu. Ancak Ulduar’a hapsedilmiş olan Eski Tanrı Yogg-Saron’un kendisini yoldan çıkarmak için fısıldadığı vaatlerin büyüsüne kapılan ve yozlaşan Loken, hem yoldaşlarına hem de önderlik ettiği devlere ihanet etti. Ulduar’ı ele geçiren Loken’ı durdurmak isteyenlerin başında ise başta ejderhalar ve insanlar olmak üzere Azeroth sakinleri tarafından hâlâ büyük saygıyla anılan Bekçi Tyr vardı.
Tyr, titan yapımı tesislerden biri olan Uldaman’ın yaratıcısı ve titan Norgannon tarafından bırakılan sırların koruyucusu Archaedas’tan destek istedi. Beraber bir kalkan ve Antkoruyan adındaki kılıcı yapan ikili, bu kalkanı müttefikleri arasında yer alan güçlü bir vrykula verdi. Daha sonra Loken’ın ihanetini açığa çıkarmak amacıyla Ulduar’a giden Tyr ve müttefikleri, Norgannon’un Diskleri adındaki titan kayıtlarını ele geçirip güneye kaçmaya başladıklarında geride kalan kahraman vrykul, kendisine hediye edilen kalkanın da gücüyle elinden geldiği kadar fazla sayıda düşmanı gruptan uzak tutmaya çalıştı.
Loken’ın gönderdiği yaratıkları durdurmak isteyen Tyr kendisini feda ederken müttefikleri de disklerle beraber Uldaman’a, Archaedas’ın yanına kaçtılar. Kalkanın sahibi olan vrykul ise zaman içerisinde Parçalanmış Adalar’daki Fırtınayuvası bölgesine yerleşti ve kalkan ile kılıç da buradaki Kralların Yolu adındaki mekana gömüldü.
[/well]
[well]
RETRIBUTION – Ashbringer
Orklara karşı yürütülen İkinci Savaş devam ederken insanların Karakaya Kulesi’ne yaptığı saldırı sırasında Gümüş El Şövalyeleri Yüce Lordu Alexandros Mograine, öldürülen bir orkun üzerinde gizemli kara bir küreyle karşılaştı. Bu kristal küre, “gölgenin vücut bulmuş hali” idi ve Draenor’dan getirilmişti. Küreyi alan ve sır gibi saklayan Mograine, Scourge kuvvetleri Lordaeron’a vardığında, edindiği karanlık parçayı yoldaşlarına göstermeye karar verdi. Mograine’in getirdiği karanlık güç barındıran bu küre karşısında diğer paladinler dehşete düştüler ve kutsal ışığın yardımıyla onu yok etmeye çalıştılar. Ancak kullanılan kutsal büyünün gücünü emen kristal, herkesi şaşırtarak biçim değiştirdi ve saf ışıktan oluşan bir küreye dönüştü. Beklenmedik şekilde gerçekleşen olaydan memnun olan paladinler, bu küreyi kullanarak bir silah dövülmesine karar verdiler. Yanına en güvendiği danışmanı Kızıl Sefer Yüce Engizitörü Fairbanks’i de alan Mograine, Ironforge şehrine gitti. Arthas’ın karanlık tarafa geçerek artık düşmanları olduğunu bilen ve kardeşi Muradin’in aradığı rün kılıcı Frostmourne yüzünden öldüğünü düşünen cüce kralı Magni Bronzebeard, Scourge kuvvetlerinden intikam almalarını sağlayacağına inandığı muhteşem bir artefakt silah dövdü.
Arthas’ın ihaneti sonrasında Gümüş El Şövalyeleri dağıtılmış olsa da geriye kalan bir grup lider, meşum diriölüleri yok etmek için çalışmaya devam etti. Mograine’in sahip olduğu kılıcın ne kadar etkili olduğu ise ortadaydı zira çatışmalarda karşısına çıkan düşmanları sadece öldürmüyor, aynı zamanda bedenlerinin de küle dönüşmesine sebep oluyordu. Silahın başarısı iblis lordlarından Balnazzar’ın dikkatinden kaçmadı. Planlarının engellenmesini istemeyen Balnazzar, kendini Yüce Seferî Saidan Dathrohan kılığında gizleyerek Mograine’in büyük oğlu Renault’u güç ve prestij vaatleriyle kandırdı. Kardeşi Darion’un kaçırıldığı bahanesiyle babasını ve Fairbanks’i yıkıma uğramış Stratholme şehrine götüren Renault, burada Scourge ile çarpışmak zorunda kalan ve uzun savaşın ardından bitkin düşen Mograine’i kendi kılıcıyla öldürdü. Böylesine alçakça ve doğasına aykırı bir hareket için kullanılan kılıcın ise özü bozuldu. Renault Kızıl Kumandan ilan edilirken büyücü Kel’Thuzad tarafından bir ölüm şövalyesi olarak kaldırılan Mograine, Scourge nekropolisi olan Naxxramas’taki yerini aldı ve asıl amacının aksine kullanıldığından yozlaşan kılıcı da kendisine geri verildi.
Babasını kurtarmak isteyen Darion, kendisine eşlik eden bir grupla birlikte Naxxramas’a giderek Mograine’in karşısına çıktı; ancak babası bildiği kişi değildi ve yalvarışlarını duymuyordu. Babasını öldürmek zorunda kalan Darion, böylece kılıcı da ele geçirdi. Kılıçtan Mograine’in sesini duyan Darion, vakit kaybetmeden Kızıl Manastır’a, kardeşi Renault ile yüzleşmeye gitti. Renault karşısında yenilgiye uğramak üzereyken babalarının ruhu cisimlenerek kendisine ihanet eden oğlunu öldürdü ve geldiği gibi kılıcın içerisine geri döndü.
Bir süre sonra Scourge’ün Işık’ın Umudu Şapeli’ne gerçekleştirdiği bir saldırı esnasında Mograine’in ruhunu serbest bırakmak isteyen Darion, kılıcı kullanarak kendisini öldürdü. Umduğunun tam tersi bir duruma düşen Darion, babasıyla aynı kaderi paylaşarak bir ölüm şövalyesi olarak kaldırıldı ve kılıcın sahibi olmaya devam etti.
Artık Lich Kral olmuş olan Arthas güç toplamak için daldığı uykusundan seneler sonra uyanıp Azeroth’u yeniden tehdit etmeye başladığında, bir başka Scourge nekropolisi olan Acherus’u ve içerisindeki ölüm şövalyelerini kullanarak Işık’ın Umudu Şapeli’ne saldırı düzenledi. Bu sırada Kara Kılıç Şövalyeleri Yüce Lordu olan Darion, saldırıda önde gidenler arasındaydı; ancak paladinlere karşı güçlerini koruyamayan ölüm şövalyeleri, teslim olmak zorunda kaldılar. Oldukça güçlü bir lider olan paladin Tirion Fordring öne çıkarak Arthas’ın emrindekileri bilerek ve isteyerek ölüme gönderdiğini söyledi. Babası Mograine ile geçmişte yaptıkları konuşmaları hatırlayan ve bu sırada yanlarına gelen Arthas’ın onları ölüme gönderdiğini kabul etmesiyle kendine gelen Darion, kılıcı Tirion’a verdi. Işık’ı hakkıyla kullanan Tirion’ın ellerine geçen kılıç, yozlaşmışlığından arınarak ilk dövüldüğü andan bile daha güçlü bir şekilde geri döndü. Böylece Arthas’ı defeden Tirion, daha sonra paladin birliklerini birleştirerek yeni bir oluşuma imza atmış oldu.
Vakit kaybetmeden Kuzeyyarı’na giden Tirion, burada kendisine katılan kahramanların kimi zaman yardımını aldı, kimi zaman ise onlara yol gösterdi. Arthas’a karşı Buztacı Hisarı’nda gerçekleşen son saldırıda orada bulunan Tirion, kılıcını ve Işık’ın gücünü kullanarak kötü ün salmış olan rün kılıcı Frostmourne’u parçaladı. Böylece Scourge’e karşı büyük bir zafer kazanılırken Tirion ise bu önemli artefaktın sahibi olmaya devam etti.
[/well]
PRIEST
“Bizi diğerlerinden ayıran en önemli şey kendimize olan inancımız. Sahip olduğumuz güçler ise tüm Azeroth’u şekillendirmekte bize yardımcı olacak. Güçsüzler senden destek alacak. Dışlanmışlar seni tanrı gibi görecek. Cahiller ise senin rehberliğine sığınacak.”
Sadece Işık’ın aydınlığına veya Hiçlik’in karanlığına değil, aynı zamanda Duesten’in dediği gibi kendine duyduğun inançtır seni güçlü kılan. İhtiyacı olanın yardımına koşmak, düşmanlarını ise gölgelerin acıyla kör eden kudretinin altında ezmektir. İnanıyorum ki sen tüm bunları yaparken inancını, güvenini ve senelerce seni bir adım öteye taşıyan disiplinini kaybetmeyeceksin.
[well]
DISCIPLINE – Light’s Wrath
Orkların Azeroth’a ilk adım atmalarını takiben yaşanan İlk Savaş’ta, Elwynn Ormanı’nda yer alan ve Northshire Rahipleri Kutsal Birliği olarak adlandırılan oluşum neredeyse tamamen yok edilmişti. Aldıkları yaralardan ders çıkaran Başpiskopos Alonsus Faol, aralarında Uther ile Tirion Fordring’in de bulunduğu bir grup şövalyeyi Işık’ın yolunda eğitilmek üzere bir araya topladı. Böylece ilk paladinlerin ortaya çıkışlarıyla birlikte Gümüş El Şövalyeleri birliği kurulmuş oldu. Zaman içerisinde bu birlik büyüyerek tarihe adını yazdıracak birçok başka paladin de eğitti.
Gümüş El Şövalyeleri’ne kabul edilen Lordaeron Prensi Arthas Menethil, topraklarını kasıp kavuran salgına ve ardındaki iblislere karşı koymalarını sağlayacak bir güç bulma ümidiyle Kuzeyyarı’na gidip aslen Lejyon tarafından yaratılmış olan dehşet verici rün kılıcı Frostmourne’u edindiğinde Işık’ın yolundan çıkarak bir ölüm şövalyesine dönüşmüş ve bağlı bulunduğu şövalye birliği, bu ihanetinin bedelini çok ağır ödemişti. Sonuç olarak dağıtılan Gümüş El Şövalyeleri’nin geriye kalan üyelerinin bir kısmını toplayan Saidan Dathrohan, Kızıl Sefer adındaki birliği kurdu. Ancak Lordaeron’daki diriölü kuvvetlerini yok etmek için her türlü yola başvuran, kabul edilmesi güç yöntemler kullanan ve insanlar dışındaki ırkları hor gören Kızıl Sefer, paladinler arasında da anlaşmazlığa sebep oldu. Bu oluşumun yaptıklarını uygun bulmayan bir grup paladin, daha sonraları Gümüş Şafak adında başka bir birlik daha kuracaktı.
Bu sıralarda Ashbringer’ın sahibi olan Alexandros Mograine’in silahının gücünü ve yarattığı etkiyi gören Kızıl Sefer, kendilerine de benzer bir silah yapmak için kolları sıvadı ve bir asa tasarladı. Bu sırada kılık değiştirerek Kızıl Sefer birliğinin içine sızmış olan bir iblis lordu ise böyle bir silahın var olmasını istemiyordu. Yapım aşamasındayken gizlice müdahale eden iblis lordu, şiddetli bir büyü patlaması yaşanmasına sebep oldu. Zarar gören artefaktın gücünü kontrol altına almak neredeyse imkansızdı. Zaman içerisinde birçok kişi bu silahı güvenli bir şekilde kullanmayı denese de başarısız oldu ve en sonunda Dalaran’ın yönetici konseyi Kirin Tor’un seçkin büyücüleri, asaya el koydular ve daha fazla sorun teşkil etmesini engellemek için bir daha kimsenin eline geçiremeyeceğini düşündükleri gözlerden uzak bir yere sakladılar.
[/well]
[well]
HOLY – Tuure, Beacon of the Naaru
Kara Titan Sargeras, Yakan Lejyon saflarına çekmeye değer canlılar ararken Argus adındaki gezegende yaşayan ve kendilerini “eredar” olarak isimlendiren bir ırk ile karşılaştı. Büyüye karşı büyük bir yatkınlık gösteren bu ırk, Sargeras’ın gözünde gelecek vaat ediyordu ve bu yüzden zaman kaybetmeden liderleri ile temas kurdu. Kendilerine büyük güç ve evren üzerinde hakimiyet sözü verilen eredar liderlerinden Kil’jaeden ve Archimonde düşünmeden Sargeras’ın tarafına geçerken geleceği görebilme yeteneğiyle bilinen Kâhin Velen, atması gereken adımın ne olduğundan pek emin değildi.
Sargeras’ın asıl amacını ve Yakan Lejyon’un nasıl bir tehdit olduğunu öğrendikten sonra dehşete düşen ve ne yapacağını bilemeyen Velen’in yardımına ise K’ure adındaki bir varlık koştu. K’ure bir naaruydu: Saf enerjiden oluşan ve Kutsal Işık ile güçlü bağları bulunan bir ırkın mensubuydu. Kendilerine “sürgün edilenler” anlamına gelen draenei ismini veren Velen ve takipçilerine yol gösteren K’ure, Lejyon kuvvetleri dört bir yanlarını sararken onları güçlü bir kristal yardımıyla korudu ve Genedar isimli bir gemiyle Argus’tan kaçmalarına yardımcı oldu.
Kristal eşi benzeri görülmemiş bir güce sahipti: Işık’ın kendisini özümseyip iyileştirme gücü muazzam bir parlaklık yayıyor ve en ölümcül yaraları bile iyileştirebiliyordu. Naaruların gücüyle gezegenden gezegene seyahat ederek peşlerindeki Lejyon ordularından kaçan draeneilerin sahip olduğu kristal, bir süre sonra iblislerin istilasına uğrayan bir dünyada kaybedildi ve o günden beri nerede olabileceğine dair bir haber alınamadı. Ta ki Azeroth tekrar Yakan Lejyon saldırısına uğrayana kadar…
[/well]
[well]
SHADOW – Xal’atath, Blade of the Black Empire
Titanlar Azeroth’u keşfetmeden önce gezegen, Eski Tanrılar olarak adlandırılan dehşet verici derecede meşum varlıkların kontrolü altındaydı. Esaret altına aldıkları Element Lordları’nı diledikleri gibi yöneten Eski Tanrılar, dünyayı yok oluşa sürükleyen bir kaosa öncülük ediyorlardı. Elementlerin birbirleriyle bitmek bilmeyen bir döngüde savaştıkları dünyadaki en büyük oluşum ise Eski Tanrılar tarafından yönetilen Kara İmparatorluk’tu. Elementaller dışında ilerleyen zamanlarda nerubian, qiraji ve mantid alt ırklarına bölünecek olan aqirlerin de ataları olan ismi unutulmuş bir ırk da bu imparatorluğun bünyesinde bulunan canlılar arasındaydı.
Bilinmeyen bir zaman önce, Kara İmparatorluk hâlâ Azeroth’ta hüküm sürmekteyken bir Eski Tanrı’nın pençesi kullanılarak korkunç bir hançer yapıldı. Kendi benliğine sahip olan ve çevresindeki karanlık enerjiyi bükerek amacına uygun olarak kullanan bu hançer, karanlığın gücünü kullanan rahipler tarafından çeşitli kurban etme ritülleri sırasında kullanılıyordu. Titanlar gelip Eski Tanrıları hapsedince bu silah da tarikatlar tarafından saklandı.
Azeroth tarihi boyunca birkaç defa ortaya çıkan hançer, beraberinde felaket getirdi. En bilinen olaylardan biri ise Kara Demir cücelerinin kadim lideri büyücü Thaurissan ile eşi Modgud’un Üç Çekiçler Savaşı sırasında yaptıkları sonucu vuku buldu. Thaurissan, ordusuyla birlikte Ironforge şehrine doğru harekete geçerken karısı Modgud ise Yabançekici klanının Grim Batol olarak adlandırdıkları yeraltı yerleşkesine saldırdı. Bu sırada hançere sahip olan Modgud, güçlü kara büyüler kullanarak şehrin kapılarını kırıp içeri girmeyi başardı. Sonunda Yabançekici cücelerinin lideri Khardros tarafından öldürülse de kullandığı karanlık güçler şehri öylesine bozdu ki onu yaşanmaz hale getirdi. Ancak bir lanete dönüşen bu güç, yenilgiye uğradıklarını anlayarak şehrin daha alt kısımlarına kaçmış olan Kara Demir cücelerini etkisi altına alarak onları Skardyn olarak anılan pullu vücutlu, pençeli ve çatal dilli yaratıklara dönüştürdü. Bu felakete sebep olan hançer ise ortadan kayboldu.
[/well]
ROGUE
“Kimin dost, kimin düşman olduğunu ayırt edebilmek ve bizi hafife alıp hiçe sayanlardan intikamımızı alabilmek için aklımızın ve bedenimizin tüm gücünü dilediğimiz gibi kullanarak savaşırız. Bu konuda hiç şüphen olmasın!”
Zekâsını etkin bir biçimde kullanmak ve gölgelerin pelerini altında kaybolmaktır bir düzenbazın işi. Aynen Valeera’nın dediği gibi bedeninin sınırlarını zorlamak, aynı zamanda da detaylara dikkat edebilmektir seni güçlü kılan. Bu karanlık günlerimizde belki de en ön safta olmayacaksın ancak düşmanın beklemediği anlarda, gösterdiğinin bile farkında olmadığı açıklarını bulup onu mağlup edeceğinden adım gibi eminim. Bu arada o cebine attığın keseyi alabilir miyim?
[well]
ASSASSINATION – The Kingslayers (Anguish and Sorrow)
Kişisel çıkarları ve güç arayışı sebebiyle takip ettiği şamanlık yolundan çıkan ve Yakan Lejyon ile anlaşan ork Gul’dan, orkların iblislerin esareti altına girmesine sebep olan başlıca sebeplerden biriydi. Kendisiyle aynı düşüncelere sahip bireyleri bir araya getirerek Gölge Konseyi’ni kuran Gul’dan, ork klanlarını da toplayarak Orda‘nın oluşmasını sağlayacak adımları da attı. Gücünü kanıtlamak isteyen Gul’dan, beraberindeki Gölge Konseyi ile Draenor üzerinde bulabildikleri tüm draeneilerin öldürülmesi için Orda’yı yönlendiren isimdi. Sağ kolu olarak atadığı isim ise iki başlı bir ogre büyücüsü olan Cho’gall’dı.
Draeneleri sadece öldürtmekle yetinmeyen Gul’dan, aynı zamanda onların üzerinde çeşitli deneyler de yaptı. Bu deneylerden biri ise sonucunda Garona Halforcen’ın doğmasını sağlayacak olan ve zorla yaptırılan, bir ork ile daha sonraları Maraad’ın kız kardeşi olduğu ortaya çıkacak olan bir draenei birlikteliğiydi. Şaşırtıcı derecede insana benzeyen Garona’yı büyüyle yaşlandıran, ona çeşitli işkenceler yapan ve sonunda zihnini tamamen kontrol altına alan Gul’dan, onu Gölge Konseyi’nin suikastçisi ve casusu olarak yetiştirdi. Verdiği görevleri sorunsuz bir şekilde tamamlamasına yardımcı olması için ise sadece Garona’ya özel, düşmanlarının kanını emdiği ve iz bırakmayan bir zehir işlediği iddia edilen bir çift hançer yaptırdı.
Kara Geçit’ten geçip Azeroth’a ilk adım atan orkların öncü kuvvetleri arasında Garona da vardı. Zaman içerisinde “Orda’nın Elçisi” olarak anılmaya başlanan yarı-ork, büyücü Medivh’in kulesi Karazhan’a gönderildi. Burada büyücünün çırağı Khadgar ile nahoş bir karşılaşma yaşasalar da zaman geçtikçe birbirlerine saygı duymaya başladılar. Medivh’e karşı da ilgi duymaya başlayan Garona, aşağı yukarı bu dönemde oğlu Med’an’a hamile kaldı.
Orkların ani akınının arkasındaki olayları öğrenmek isteyen Khadgar ve Garona, geçmişte yaşananları görmelerini sağlayacak bir büyü yardımıyla Kara Geçit’i açan kişinin Medivh olduğunu öğrendiler. Öğrendikleriyle dehşete düşen ikili, zaman kaybetmeden Stormwind Krallığı’na doğru yola çıktılar ve bildikleri her şeyi Kral Llane Wrynn ve Lord Anduin Lothar’a anlattılar; böylece Lothar’ın tavsiyesi doğrultusunda küçük bir birlik toplandı ve Karazhan’a doğru yola çıkıldı. Kuleye vardılarında Karazhan’ın yeraltına ilerleyen bir bölümü daha olduğunu keşfeden grup, Medivh’i burada kıstırdı ve yaşanılan çatışma sonucunda büyücü öldürüldü.
Bir süre sonra Kral Llane’in güvenini kazanan Garona, ona Orda’nın iç işleri ve amaçları hakkında bilgi sızdırmaya başladı. Kralı dostu olarak görmeye başlayan Garona’nın bu nispeten sakin geçen günleri ise Gölge Konseyi’nden gelen bir emirle yerle bir oldu. Bağlarını tam anlamıyla kopartamayan ve hâlâ Konsey’in kontrolü altında olan Garona, ork kuvvetleri İlk Savaş’ta Stormwind’i kuşattığı sırada hiç istemese de Kral Llane’i, oğlu Prens Varian’ın gözleri önünde öldürdü. Sonrasında Med’an’ı doğuran Garona, bir süre önce dostluk kurduğu büyücü Meryl Winterstorm’a ulaştı ve korkunç suçlar işlemek zorunda kaldığı hançerlerini bir daha asla bulunamayacak şekilde saklamasını istedi.
Bir dönem ortadan kaybolan ve oğlunun gelişimini izleyen Garona’nın hayatı, Cho’gall’ın gelişiyle tekrar alt üst oldu. Gul’dan’ın yarı-ork üzerinde kullandığı büyülerin ve kontrol kelimelerinin hâlâ işe yaradığını fark eden ogre, Kral Varian Wrynn’i öldürmesi için Garona’yı Theramore’da gerçekleştirilen bir barış zirvesine gönderdi. Bu sırada Med’an’ın da Cho’gall’ın kuvvetleri tarafından kaçırıldığını öğrenen ancak Jaina Proudmoore tarafından yakalanan Garona, oğlunun kurtarılmasını istedi. İsteği yerine getirilen Garona, Cho’gall yok edilmeden rahat etmeyecekti. Takip eden yıllarda bu amacı yerine getirmek uğruna çabalayan yarı-ork, ogrenin ölümü ardından kayıplara karıştı.
[/well]
[well]
OUTLAW – The Dreadblades (Fate and Fortune)
Kadimler Savaşı zamanı Eski Tanrılar’ın vaatleriyle aklı çelinen siyah ejdersürü lideri Neltharion, Deathwing ismini kullanmaya başlamış ve savaş sırasında diğer ejdersürülerine ihanet etmişti. Aradan geçen binlerce yıl ve yaşanılan onlarca olaydan sonra dünyayı ele geçirmek üzere geri dönen Deathwing’in gazabı, Azeroth topraklarının değişmesine ve yaralanmasına sebep oldu.
Deathwing’in gelişiyle değişen coğrafya, aynı zamanda yeni keşiflerin yapılmasına da yol açtı. Ganimet Koyu’ndan çok da uzak olmayan bir noktada bulunan bir enkazdan bir çift silah edinen Amiral Eliza Goreblade, olağanüstü güçlü oldukları ortaya çıkan bu silahları kullanarak kısa zaman içerisinde Büyük Deniz sularında adını duyurmaya başladı. Çeşitli süslemelerle donatılmış bu iki kısa kılıcın gücünü arkasına alan Eliza, birçok gemiyi yağmalayarak ününe ün kattı. Zaman içerisinde denizciler ve korsanlar arasında çeşitli söylentiler çıkmasına sebep olan kılıçlar hakkındaki ortak düşünce ise lanetli silahlar olduklarıydı.
[/well]
[well]
SUBTLETY – Fangs of the Devourer (Gorefang & Akaari’s Will)
Yakan Lejyon’un Efendisi Sargeras, saflarına katmak için kayda değer ırkları bulmak ve karşı koyanları yok etmek için birçok dünyayı ziyaret ederken orduları arasında iblisler dışında çeşitli yaratıklar da bulunuyordu. Bunlardan biri de oldukça acımasız ve vahşi olmasıyla bilinen şeytani tazısı Goremaw idi.
Uzun yıllar boyunca Lejyon ile birlikte dünyaları gezen ve karşısına çıkan her türlü düşmanı alt eden Goremaw, sayısız varlığın canını aldı. Dehşet saçan, kan dökmekten zevk alan ve kurbanlarını tek seferde yutarak yemesiyle bilinen bu tazı, en sonunda Lejyon’un saldırdığı gezegenlerden birinde tuzağa düşürülerek katledildi. Oldukça zeki bir iblis ırkı olarak bilinen nathrezimlerin üst rütbeli isimlerinden biri olan Mephistroth, zaman kaybetmeden öldürülen tazının azı dişlerini alarak bunlardan bir çift hançer yaptırdı. Goremaw’un ölümcül gücünün bir kısmını hâlâ içinde barındırdığına inandığı bu silahları ise Sargeras’ın en tehlikeli suikastçilerinden biri olarak bilinen ve onları günümüzde de kullanmaya devam eden Akaari’ye verdi.
[/well]
SHAMAN
“Şunu bil ki bir şaman asla güce rağbet etmemelidir. Güce düşkünlük, elementlerin öfkesini üzerine çekmek demektir ve onların korumasına sahip olmayan şaman, bir hiçtir. Şamanlığın yolunu takip edenler bu prensibi asla unutmamalıdır. Ancak elementlere saygı duyan ve onlarla uyum içerisinde olan bir şaman, çok az kişinin sahip olabileceği bir güç taşır.”
Elementler kadar ruhlar da rahatsız ve sen de bunun farkındasın, değil mi? Ahh, bana nasıl anladığımı sorma lütfen; senin kadar ben de hissedebiliyorum. Ama senin onlara karşı duyduğun saygı apaçık ortada ve bu, neden seni seçtiklerini ve bu kadar güçlü kıldıklarını açıklıyor. Elementlerin karmaşasına getirdiğin dengeyi koruyacağını ve onların hiddetini, karşılaşmakta olduğumuz meşum düşmanları yok etmek için ustalıkla kullanacağını da biliyorum.
[well]
ELEMENTAL – The Fist of Ra-den
Titanlar, evrende düzeni ve uyumu sürdürebilir kılmak için gezegenden gezegene giden, bu dünyaları şekillendiren ve kaos yaratmak yaratıklara karşı koyan oldukça güçlü ve yüce varlıklardı. Panteon adı verilen oluşum, titanların seçkin üyelerinin yer aldığı yönetici konseyi oluşturuyordu; liderleri ise aralarındaki en yaşlı ve bilge titan olan Aman’Thul idi. Aman’Thul önderliğindeki Panteon, dünyalara hayat vermeyi ve evreni korumayı kendilerine görev bilmişti. Azeroth da bu bilinçle ilerleyen titanların şekillendirdiği gezegenlerden biriydi.
Azeroth üzerinde çalışan titanlar, kendilerine yardım edebilmeleri ve dünyanın gidişatını izlemeleri için Bekçiler adı verilen güçlü varlıklar yaratmışlardı. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış olan Bekçiler arasında Ra da vardı ve Kalimdor henüz tek bir kıtayken daha sonraları Pandarya olarak adlandırılacak bölgede yaşıyordu. Aman’Thul, Ra’yı en güvenilir ve en büyük yardımcısı olarak görüyordu; bu yüzden ona güçlü bir silah hediye etti. Fırtınaların hiddetini özümseyebilen bu silahı kullanan Ra, gözetmesi için görevlendirildiği mogu ırkına can verdi. Eski Tanrılar’ın, köleleri haline getirdikleri elementlerle birlikte bilinmeyen bir tarihten beri hüküm sürdükleri Kara İmparatorluk’a karşı da bu silahı kullanarak sayısız savaş veren ve mogular tarafından Ra-Den olarak isimlendirilen Bekçi, güçlü vrykul büyücüsü Helya’nın yardımıyla Element Lordları’nı hapsettikleri Elemental Düzlem’e anahtar niteliği taşıyan ve Yüce Bekçiler’in Siperi adı verilen bir kalkan yarattı. Ancak Ra-Den bir süre sonra Eski Tanrılar’ın yarattığı Tenin Laneti’ne maruz kalarak bozulan mogu ırkı ve onların lideri Lei Shen tarafından ihanete uğradı. Ra-Den ile çarpışan Lei Shen, Bekçi’yi mağlup ederek hapsetti, kendi imparatorluğunu kurdu ve uzun yıllar boyunca Pandaria topraklarında hüküm sürdü. Ra-Den’in silahı ise kayboldu.
Kadim Muhafızlar’dan biri olan ve Aziz Semavi olarak anılan Ak Kaplan Xuen, bir süre sonra bu silahı bulduğunda ne kadar büyük ve tehlikeli bir güç taşıdığını hemen fark etti. Güvenli bir yerde tutulması gerektiğine inandığı silahı alan Xuen, onu ve beraberindeki kalkanı hak eden biri ortaya çıkana kadar saklamaya karar verdi.
[/well]
[well]
ENHANCEMENT – Doomhammer
Orklar, iblislerin kontrolü altına girip Azeroth’a gelmeden çok önceleri Draenor adındaki gezegende draeneiler ile birlikte nispeten barışçıl bir ortamda yaşıyorlardı. Yuvaları bildikleri dünyanın dört bir yanında yerleşmiş olan orkların birçok güçlü savaşçısı bulunuyordu ancak ön plana çıkan gruplardan biri Sythegore Kuvvetleri olarak anılan akıncı birliğiydi. Bu birliğin bir üyesi olan ve söz konusu savaş olduğunda fevkalade zeki olduğunu göstermekten çekinmeyen Blackhand, aynı zamanda Gorgrond bölgesinde yaşayan ve işlenmesi zor karakaya madenini dövmekte ustalaşmış olmalarıyla bilinen Karakaya Klanı’nın da lideriydi.
Gorgrond topraklarını paylaştıkları ogrelerle sıklıkla savaşmak zorunda kalan Karakaya Klanı’nın üyelerinden Telkar Doomhammer, oldukça ünlü bir savaşçıydı. Bir gün bir lav havuzunu kullanarak efsanevi bir savaş çekici dövdü. Telkar öldüğünde ise silahı, oğlu Orgrim Doomhammer’a geçti. Ancak yaşlı bir Karakaya şamanının bu silahla ilgili bir kehâneti vardı: Doomhammer soyunun son üyesi bu silahı kullanarak ork halkını önce şana taşıyacak, daha sonra ise felakete sürükleyecekti; ardından silah Karakaya Klanı’ndan olmayan birinin eline geçecek ve böylece tekrar adil bir şekilde kullanılacaktı. Orkları felakete taşıyacağı söylenen kişinin kendisi olduğunu düşünen Orgrim, içinde kaynayan korku ve duyduğu gururla çekici alarak yapıldığı lav havuzuna gitti; böylece kehânetin gerçekleşmesini bir şekilde engelleyecek bir şeyler yapabileceğini düşünüyordu. Ancak silahın elementlerle güçlü bir bağı vardı ve Orgrim’in bu hareketi hoş karşılanmadı. Yükselen lavlar silahı Orgrim’in elinden çekip havuzun içerisine hapsetti. Ne Orgrim ne de daha sonraları silaha sahip olabilmek için şansını denemek isteyenler çekici oradan alamadı.
Bir süre sonra Karakaya Klanı, ogrelerin ağır saldırısına uğradı. Yenilmek üzere olduklarını anlayan Orgrim son bir kez daha çekici ele geçirebilmek ümidiyle bulunduğu yere gitse de araya giren Blackhand, kendisine izin veren elementler sayesinde çekici aldı. O gece klanı için yeni silahlar döven Blackhand’in önderliğinde ogreler yenilgiye uğratıldı. Savaş bitiminde elementlerin çekici kullanmak için kendisine yalnızca bir kerelik izin verdiğini söyleyen Blackhand, silahı Orgrim’e teslim etti.
Yakan Lejyon ile yapılan anlaşmayı ve Gölge Konseyi’nin kurulmasını takiben iblis Mannoroth’un kanını içerek Lejyon’un piyonları haline gelen orkların oluşturduğu Orda‘nın başında bulunan ve Gul’dan’ın kolayca manipüle edebileceğini bilerek seçilmesini sağladığı Blackhand, sağ kolu olarak Orgrim’i atadı. İblis kanını içmeyi reddeden Orgrim, bu konuda yalnız değildi: Aralarında eski dostu Durotan’ın da bulunduğu Ayazkurdu Klanı da aynı şekilde bu karanlık ritüelin bir parçası olmaktan kaçınmıştı. Orklar Kara Geçit’ten geçip Azeroth’a vardıklarında Durotan, Gul’dan ve Legion ile ilgili bildiği her şeyi Orgrim’e anlattı; ardından eşi Draka’yla birlikte Gul’dan’ın suikastçileri tarafından öldürüldü.
Gul’dan kendi karanlık işleriyle uğraşırken yaşanan beklenmedik bir olay sonucunda komaya girdiğinde bu fırsatı kaçırmak istemeyen Orgrim, Blackhand’i mağlup ederek hem Karakaya Klanı’nın hem de Orda’nın başına geçti. İlk Savaş sırasında orkları zaferden zafere taşıyan, Gölge Konseyi’ni ise paramparça eden Orgrim’in ve kullandığı silahın karşısında hiçbir güç ayakta kalamadı. Gul’dan komadan çıktığında Orgrim’e bağlılık yemini etti ve ek kuvvetler sağlama vaadinde bulundu. Kendisine verilen vaatleri kabul eden Orgrim, meşum orkun hayatını bağışladı. Ancak İkinci Savaş sırasında Doğu Krallıkları’nın güney topraklarından kuzeye doğru hızla ilerleyen Orda’nın zafer dolu istilası, Gul’dan’ın kuvvetlerini çekip Sargeras’ın Kabri’ni bulmaya gitmesiyle yerle bir oldu. Zayıflayan Orda, geri çekilmek zorunda kaldı; kendilerini yok etmek için gelen insan kuvvetleri ile çarpışan Orgrim, her ne kadar savaşçı Anduin Lothar’ı öldürse de yakalanıp hapsedildi.
Hapis hayatından bir şekilde kaçan Orgrim, uzun bir süre boyunca başıboş dolandı. Ancak Ayazkurdu Klanı’nın şamanlarından Drek’Thar ile karşılaşmasını takiben Alterac Dağları’na giden ork, Durotan’ın oğlu olduğu ortaya çıkan ve insanlar tarafından köle olarak yetiştirilen Thrall ile tanıştı. Ork kölelerini insanların toplama kamplarından kaçırmaya karar veren üçlü, zaman kaybetmeden harekete geçtiyse de Orgrim Doomhammer, bu firar girişimlerinden birinde ağır yaralandı ve ölmeden önce zırhını ve efsanevi silahını Thrall’a verdi. Artefaktı gururla taşıyan Thrall, halkını serbest bırakmayı sağlarken Azeroth üzerindeki diğer bazı ırklarla da bağ kurdu. Orkların iblislerin kölesi haline gelikleri Orda’ya dönüşmeden önce sahip oldukları mirası tekrar yaşatmaya başlayan Thrall’ın önderliğinde Azeroth üzerinde yaşayabilecekleri yerleşkeler kuran orkların başkenti ise kaybettikleri büyük savaşçısının anısına Orgrimmar adını aldı. Zaman içerisinde kendi kimliğini bulan ve Azeroth’un en büyük şamanlarından bir haline gelen Thrall ise üzerine Ayazkurdu Klanı’nın sembolü olan bir kurt başı figürü işlettiği efsanevi çekicini bir an olsun yanından ayırmadı.
[/well]
[well]
RESTORATION – Sharas’dal, Scepter of Tides
Kadim zamanlarda -Kalimdor henüz tek bir kıta iken- dünyanın ortasında oldukça güçlü enerjilere sahip bir göl bulunuyordu: Ebediyet Pınarı. Bu gölün yakınlarına yerleşen ve dünyanın en eski ırklarından birine mensup bir grup kara trol, zaman içerisinde gölden yayılan enerjilerle biçim değiştirerek ilk gece elfleri haline geldi ve büyü kullanımında ustalaştı. Medeniyetlerini daha da geliştiren elfler, olağanüstü güzellikte şehirler kurdular. Kendilerine tehdit oluşturan diğer ırkları sahip oldukları büyü gücü ile kolayca alt eden gece elflerinin başında ise Kraliçe Azshara vardı.
Azshara, dillere destan gücü, güzelliği ve zekasıyla halkı tarafından oldukça sevilen bir kraliçeydi; ancak sahip oldukları ile yetinmeyen ve kibrine yenik düşen Azshara, kendisiyle iletişime geçen Kara Titan Sargeras’ın vaatlerine kanarak Yakan Lejyon’un Azeroth’a gelmesini sağlayacak planlar yapmaya başladı. Daha fazla kudrete ihtiyacı olduğunu düşüne kraliçe, Ebediyet Pınarı’nın gücünü kullanarak kendisine “Azshara’nın Asası” olarak da adlandırılan gürz görünümünde kısa bir asa yaptı ve içerisini Pınar’ın saf sularıyla doldurdu.
Lejyon’un Azeroth’a gelişine yardım etmek amacıyla sadık takipçileri olan büyücüleri ve Ebediyet Pınarı’nın enerjisini kullanarak büyülü bir geçit açmak isteyen Azshara’nın bu hareketi, Kadimler Savaşı’nın başlangıç sebeplerindendi. Lejyon’un ezici gücüne karşı durmak isteyen gece elfleri ve müttefikleri, direnişe geçerek uzun bir süre dünyalarını istila etmekte olan iblis kuvvetlerine karşı savaştılar ve sonunda kullanılan büyünün karanlık güçleriyle çalkalanan gölü yok etmeye karar verdiler. Kendi içinde patlayan Ebediyet Pınarı’nın yaydığı korkunç enerji yüzünden Kalimdor toprakları parçalanır ve birçok kıtaya ayrılırken Azshara da takipçileri ile birlikte okyanusun dibine çekildi.
Azshara tarafından bizzat yapılan ve Kadimler Savaşı sırasında kaybedilen asası ise bir süre sonra bir grup gece elfi tarafından bulundu. Ne ile karşı karşıya olduklarını bilmeyen elfler, artefaktı Parçalanmış Adalar’da bulunan Azsuna bölgesindeki bir aile kabristanına adı unutulan bir elf rahibesiyle beraber gömdüler.
[/well]
WARLOCK
“Herhangi bir ricaya, yalvarışa veya minnete dayalı olmayan bir güç… Yalnızca onu emrimiz altında almayı isteyecek kadar kudretli olduğumuz için sahip olduğumuz bir güç. Dilediğimiz gibi kontrol edebildiğimiz, biat etmeye zorlayabildiğimiz, irademizin buyruğuna alabildiğimiz bir güç. Bu güce sahip olanlara ve onu ustalıkla kullanabilenlere dikkat edin!”
Bu dünyanın gördüğü en karanlık varlıklardan birinin, Gul’dan’ın dile getirdiği bu sözlerin aslında ne kadar doğru olduğunu görmezden gelemeyiz. İblisleri kontrol edebilmenin, onları boyun eğmeye zorlayabilmenin hele ki böyle bir zamanda bizim için ne kadar değerli olduğunu anlatmama gerek yok sanırım. Senden büyük adımlar atman bekleniyor ancak asla unutma ki karanlığın yolu her zaman daha çekicidir; albenisine kapılıp bizi yarı yolda bırakma.
[well]
AFFLICTION – Ulthalesh, the Deadwind Harvester
Yakan Lejyon saflarına katabileceği güçlü müttefikler arayışında olan Sargeras, Argus gezegenini bulduğunda burada yaşayan ve muazzam büyü gücüne sahip olan eredar ırkına kudretli bir gelecek vadetmiş ve sonucunda büyük bir kısmını kendi tarafına çekmişti. Bu eredarlar arasında yer alan Satiel, Azeroth topraklarına gelen ilk nekrolayttı. Nekrolaytlar, ruhlar üzerinde hakimiyet kurmaları ve onları kendi istekleri doğrultusunda kullanarak sahip oldukları güçleri besledikleri bilinen karanlık ve meşum büyücülerdi; gerektiği takdirde bu ruhların gücünü kullanarak ölmüş savaşçıları diriölü olarak kaldırıyor ve kontrol edebiliyorlardı.
Satiel’in Azeroth’a gelmesiyle ona yardımcı olacak bir silah sağlamak isteyen Sargeras, eredara tırpan görünümüne sahip bir asa verdi. Ölüyel Geçidi sakinlerinin ölümüne sebep olan ve bu süreçte hayat özlerini emen asa, yaşamına son verdiği kişilerin ruhlarını da içinde hapsetti. Öncülük ettiği yıkım ve karanlık sebebiyle bölgede güçlü büyü enerjilerinin toplanmasına sebep olan Satiel ise kısa sürede Tirisfal Gardiyanı’nın hedefi haline geldi. Gardiyan tarafından öldürülen Satiel’in ruhu, kendisine karşı kullanılan tırpanın içine çekilerek hapsedildi. Bu dönemde silaha ne olduğu bilinmese de daha sonraları Medivh’e sahte artefaktlar satmaya çalıştıkları için lanetlenen ve büyücüye sonsuza dek hizmet etmek zorunda kalan bir grup tüccarın oluşturduğu Kara Atlılar lakaplı biniciler tarafından bulunarak Karazhan’daki yeraltı mezarlığına saklandı.
[/well]
[well]
DEMONOLOGY – Skull of the Man’ari
Argus gezegeninde karşılaştığı eredar ırkının gücünden etkilenen Sargeras, onları Yakan Lejyon saflarına katmak için çeşitli tekliflerde bulunmadan önceki dönemlerde bile bu ırkın büyü kullanımı üzerindeki ustalıkları muazzamdı. Öyle ki Thal’kiel adındaki bir eredar, dünya dışı varlıkları çağırmak ve onları kendi iradesine bağlamak konusunda eşi benzeri görülmemiş bir güce sahipti. Hırsına yenik düşen Thal’kiel, zaman içerisinde daha tehlikeli çalışmalar yaptı ve saf karanlığın merkezi olan Hiçlik düzlemine ulaşarak daha önce hiçbir eredarın karşılaşmadığı uğursuz canlıların varlıklarını keşfetti; onları çağırmayı ve kontrol altına almayı öğrenmesi ise uzun sürmedi.
Bu dönemde eredar ırkıyla temas kuran Sargeras ise yönetimdeki üç büyük isim arasından Kil’jaeden ve Archimonde’u kısa sürede kendi saflarına katmayı başarmıştı. Thal’kiel’in gücünü ve bu gücü nasıl bir küstahlıkla sergilediğini fark eden Archimonde, oldukça öfkelendi ve eredarı öldürdü; çeşitli kaplamalarda donattığı kafatasını ibret alınması için sergilemekten de geri kalmadı. Yakan Lejyon’un en büyük müttefiklerinden biri olan kurnaz nathrezim ırkının en güçlü üyelerinden biri olan Mephistroth, bu kafatasında hâlâ var olan muazzam enerjiyi fark etmekte gecikmedi. Günümüzde bile Lejyon istilalarını zaferle sonuçlandırmak için iblis orduları çağıran ve onları yöneten Mephistroth, kullandığı gücü arttırabilmek için kafatasını ve beraberinde bir diğer dehşetengiz artefakt haline gelmiş olan Thal’kiel’in Omurgası‘nı kullanmaktan çekinmedi.
[/well]
[well]
DESTRUCTION – Scepter of Sargeras
İblislerin kontrolü altındaki orklar tarafından oluşturulan Orda, Kara Geçit’ten geçerek Azeroth’a varıp istilaya başlamadan çok önceleri bile büyük bir güce sahip olan bilge ork şaman Ner’zhul, Gölgeay Klanı’nın lideriydi. Ruhlarla oldukça derin bağları olduğu bilinen Ner’zhul, halkı tarafından hayranlık ve saygıyla karşılanıyordu. Uzun süre önce ölmüş olan eşi Rulkan’ın ruhunun bir gün kendisiyle temasa geçmesi ve draeneilerin orkları yok etmeyi planladıklarını söylemesiyle farkında olmadan karanlık bir yola saptı. Yakan Lejyon’un iblis lordlarından biri olan Kil’jaeden tarafından yönlendirilmeye başlanan Ner’zhul, birçok draenei yerleşkesine saldırılar düzenledi. Ancak diğer ruhlarla olan bağının kopmaya başladığını fark eden şaman, kimliğini henüz bilmediği Kil’jaeden’in bir iblis lordu olduğunu ve kendisiyle ilk iletişime geçen ruhun da aslında eşi Rulkan’a ait olmadığını acı içinde öğrendi. Kil’jaeden tarafından güçleri alınan şamanın yapabildiği tek şey, orklar iblis Mannoroth’un kanını içerek Lejyon’un piyonları haline gelmeden önce Ayazkurdu Klanı’nın şefi Durotan’ı uyarmak oldu.
Orklar Orda’yı oluşturup Azeroth’a akın etmişler ancak İkinci Savaş sırasında Gul’dan’ın ihanetiyle birlikte ağır kayıplar vererek esaret altına alınmışlardı. Kara Geçit ise İttifak kuvvetlerinin çalışmaları sonucu Azeroth tarafından kapatılmış ancak etkileri Draenor’a kadar ulaşmıştı; öyle ki Ner’zhul’un ağır yaralanmasına sebep oldu. Gul’dan’ın yarattığı ilk ölüm şövalyesi olan Teron Gorefiend, iki yıl içerisinde iyileşen Ner’zhul’a giderek istila edecekleri başka dünyalar bulmak adına yeni boyut kapıları açmak amaçlı planını anlattı. Planı kabul eden Ner’zhul’un bu işi gerçekleştirebilmesi için Azeroth’ta bulunan birçok değerli eşyayı edinmesi gerekiyordu: Gul’dan’ın Kafatası, Medivh’in Kitabı, Dalaran’ın Gözü ile Sargeras’ın Kabri‘nde bulunan, geçmişte Kara Titan’ın emri altındaki yüzlerce kulu ve kölesinin büyük uğraşlar sonucu tamamladığı ve dünyalar arasında boyut kapısı açabilme kudretine sahip olan asası. Bu parçalara sahip olduktan sonra Draenor üzerinden geçitler açmaya başlayan Ner’zhul için Orda’nın artık hiçbir önemi yoktu. Sadık takipçileriyle birlikte açılan ilk geçitten geçen Ner’zhul’un kullandığı büyünün enerjisi öylesine yok edici bir güce sahipti ki Draenor gezegeni parçalandı ve günümüzde bildiğimiz Outland halini aldı.
Ner’zhul’un kullandığı dört büyülü eşyadan biri olan asa, Dalaran’ın yönetici konseyi Kirin Tor’un seçkin büyücüleri tarafından ele geçirildi. En kudretli büyücülerin bile ne kadar uğraşsalar da yok edemedikleri asayı saklamak zorunda olduklarını anlayan Kirin Tor, onu büyüyle korunan bir odaya kilitledi ve bir daha kimsenin ulaşamaması için gözetim altına aldı.
[/well]
WARRIOR
“Savaşta ölebileceğimi çoktan kabullendim, şaman, ki bir ork için gerçekten şanlı bir sondur bu. Ancak şimdi yoldaşlarını koruyabilmek adına kötülükle savaşanların hayatına mâl olacağını bilerek bu şanlı sonun peşinden koşmanın getirdiği utançla doluyum.”
Broxigar… Bu orkun zamandaki bir kırılma sebebiyle Kadimler Savaşı dönemine gittiğini, burada gerçekten dillere destan bir savaş verip yüzlerce iblisi tek başına öldürdüğünü biliyor muydun? Sonunda yoldaşlarını koruyabilmek adına kendisini ateşe attı ve hiçbir fâninin yapamadığını yaptı. Evet, bu marifetli savaşçı o kadar çok iblis biçti ki Sargeras onu öldürmeye bizzat geldi. Şanlı bir son istemek utanılacak bir şey değildir, evlat. Yoldaşlarını korumak için ölümü seçmek ise gerçek bir erdemdir.
[well]
ARMS – Stromkar, the Warbreaker
Bekçiler’in taştan şekillendirdikleri ırklardan biri olan vrykullar, zaman içerisinde Eski Tanrılar’ın yarattığı Tenin Laneti’ne yenik düştüklerinde çocukların kendilerinden farklı ve çelimsiz doğmaya başladı. Vrykul kralı Ymiron’un bu şekilde doğanların öldürülmesi için verdiği emir karşısında dehşete düşen bir grup ebeveyn ise Bekçi Tyr’in yardımıyla çocuklarını, Kalimdor ana kıtası parçalandıktan sonra Doğu Krallıkları olarak anılacak olan kıtaya gönderdi. Yüzyıllar içerisinde çoğalan ve gelişen bu çocuklar, günümüzde bildiğimiz insanlardan başkası değillerdi.
Kıtanın kuzey yarısına yayılmaya başlayan insanlar, birçok farklı kavim oluşturdular. Birlik duygusundan yoksun olan bu insanlar, uzun yıllar boyunca kendi aralarında savaşmaktan da geri kalmadılar; ta ki yakın coğrafyada yaşayan Amani trolleri tarafından saldırıya uğrama tehdidiyle karşı karşıya kalana kadar. Bu sırada Arathi adındaki kavmin lideri olan ve trol tehdidine karşı birleşmeden bir zafer elde edemeyeceklerini düşünen Thoradin, gerek diplomatik yollara başvurarak gerekse kudretli kılıcının da yardımıyla savaşarak tüm insan kavimlerini bir araya getirdi ve Arathor İmparatorluğu’nu kurdu.
Trol tehdidiyle çok daha uzun bir süre önce mücadele etmeye başlayan ve kuzeydeki Quel’Thalas topraklarında yaşayan asil elfler insanlardan yardım istediğinde Thoradin’in tek bir şartı vardı: Elfler, insanlar arasından özenle seçilecek yüz kişiye büyü kullanımını öğreteceklerdi. Kabul etmekten başka çaresi olmayan asil elflerin eğittiği yüz insan, Trol Savaşları sırasında ne kadar değerli müttefikler olduklarını kanıtlayarak düşmanlarını alt etmekte büyük rol oynadılar. Böylece bir savaş ve strateji uzmanı olmasıyla bilinen Kral Thoradin de hem elfler ile iyi ilişkiler kurma hem de insan büyücülerinin var olma sebebi olarak tarihe geçti.
Thoradin’in kılıcı daha sonraları da sahibi tarafından kullanılmaya devam edildi. Tirisfal topraklarının altına hapsedilmiş olan C’Thraxxi adındaki varlığı unutulmuş korkunç bir ırkın bir mensubunu etkisiz hale getirmek için kullanılmak istenen silah, burada kaybedildi.
[/well]
[well]
FURY – Warswords of the Valarjar
Titanlar Azeroth’u terk etmeden önce yarattıkları Bekçiler‘den biri olan Odyn, ilk başlarda diğer Bekçiler’in lideri konumundaydı. Dehşetengiz proto-ejderha Galakrond‘un alt edilmesinde büyük rol oynayan beş ejdersürüsü liderlerine titan güçleri bahşedilince ise kendini diğer Bekçiler’den uzaklaştırdı. Öz kızı gibi gördüğü güçlü vrykul büyücüsü Helya’nın yardımıyla Ulduar yapısının bir kısmını ayırıp göklere taşıyan Odyn, burayı Yiğitlik Salonları olarak adlandırdı. Bazı vrykullar tarafından Valhalas olarak da isimlendirilen bu kutsal mekana gitmeyi hak eden ruhlara ise valarjar denmekteydi. Odyn, onurlu bir hayat sürmüş en güçlü vrykulların ruhlarını toplamak için ise ruhları ne yaşayanların ne de ölülerin diyarına ait olamayacak şekilde lanetlenen val’kyr adındaki varlıkları zor kullanarak yarattı. İlk val’kyr haline gelen Helya ise babası gibi gördüğü Bekçi’ye karşı bitmez tükenmez bir nefret duymaya başladı.
Bir başka Bekçi olan Loken’ın yardımıyla Odyn’in hakimiyetinden kurtulan Helya, Yiğitlik Salonları’na gitmeyi asla hak etmeyecek zayıf ve lanetli vrykul ruhlarının gittiği Helheim adındaki ölüler diyarının kraliçesi haline geldi. Oldukça marifetli bir zanaatkâr olan Odyn’in valarjar kuvvetleri arasındaki en güçlü savaşçı için dövdüğü ikiz kılıçları çalarak içlerine kendi öfkesinin özünden aktardı. Odyn’in Hiddeti ve Helya’nın Gazabı olarak adlandırılan ikiz kılıçlar, kullanıcısının amansız ve sonu gelmez saldırılar yapmasını sağlıyor, böylece düşmanının savunmasını alt üst ederek ağır hasar verilmesiyle biliniyordu. Daha sonra bu silahları kendi şampiyonuna veren Helya, böylece güçlü kahramanların avlanmasını ve ruhlarının Odyn’in göklerdeki mekanı yerine adeta bir cehennemi andıran kendi diyarına getirilmesini sağladı.
[/well]
[well]
PROTECTION – Scale of the Earth-Warder
Meşum proto-ejderha Galakrond‘un alt edilişinin ardından saldırıya liderlik eden beş ejdersürüsü liderine, Odyn dışındaki tüm diğer Bekçiler’in onayıyla titan güçleri bahşedilmişti. Siyah ejdersürüsü lideri Neltharion da bunlardan biriydi ve titan Khaz’goroth’un topraklar ile yer altındaki derinliklerde hakimiyet kurmasını sağlayacak güçlerinden verilmişti. Ölümlü ırkların menfaati için güçlerini kullanan Neltharion, bu amaçla yeryüzünün şeklini değiştirebiliyordu. Siyah ejderha henüz Eski Tanrılar‘ın fısıltılarıyla aklını yitirip Deathwing adını alarak diğer ejdersürülerine ihanet etmeden çok önceleri kudretli bedeninden alınan bir pul, üzeri çeşitli kaplamalarla donatılarak bir kalkana dönüştürülürken arta kalan parçaları dövülerek Pulkeskisi adında bir kılıç yapıldı.
Hiçbir şekilde delinmeyen ve kullanıcısını her türlü saldırıdan koruyan bu kalkan, vrykul kralı Magnar Icebreaker tarafından kullanılmaya başlandı. Gittiği her savaşta kalkanını da yanında taşıyan Magnar, her türlü zorluğun karşısında dimdik duruyor ve çatışmalardan galip ayrılıyordu. Ancak titanların yarattıkları Bekçiler‘den biri olan Odyn’in zor kullanarak bir val’kyr olarak lanetlediği vrykul büyücüsü Helya, en kudretli kahramanları avlamak için kendi kölelerini görevlendirmişti. Bu köleler tarafından beklemediği şekilde ihanete uğrayan Magnar, katıldığı bir savaş sırasında hayatını kaybetti. Kral Magnar’ın bedeni, Fırtınayuvası‘nda yer alan Krallar Yolu‘na gömülürken kalkanıyla kılıcı da kendisiyle beraber mezarına konuldu.
[/well]