KİMDİR, NEDİR: SHADOWLANDS

World of Warcraft: Shadowlands için açıklanan özellikler ile ilgili yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Bu yazımızda normalden farklı bir yaklaşımla birçok terimi orijinal hâliyle bıraktık ancak imlecinizle üzerlerine gelerek çevirdiğimiz Türkçe karşılıklarını görebilirsiniz.


Titanlarının doğumunun çok öncesinde, evrende ilk hayat kıpırtılarının baş göstermesiyle ortaya çıkan ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmeyen Shadowlands, ölümden sonraki hayatın yargılandığı ve nihayetinde sonsuz hizmete adandığı, fânilerin algılarının ötesindeki bir varoluş düzlemiydi. Tüm evrendeki varlıkların ruhlarının neredeyse hepsinin ölümden sonra gittiği yer olan Shadowlands, dehşetin ve güzelliğin, karanlığın ve erdemin kol kola gezdiği uçsuz bucaksız bir boyuttu.

Gerçekliğin kıyısında bulunan Shadowlands içerisinde tüm bölgelerin ve alt boyutların merkezi görevini gören Oribos adındaki muazzam şehir bulunuyordu. Ölülerin ruhlarının ilk vardığı yer olan ve görkemiyle göz kamaştıran Oribos, aynı zamanda varlığı adalet ve hakkaniyetle yoğrulmuş The Arbiter’ın da eviydi. Ölümün diyarına varan her ruh bu kadim varlığın karşısına çıkıyor, hayatları boyunca yaptıkları bir anda ortaya dökülerek yargılanıyor ve kendilerine en uygun bölgelere gönderiliyorlardı. Ancak ölen her kişinin ruhu Shadowlands’e varamayabiliyordu; Halls of Valor ve benzeri düzlemler, varoluşlarına uygun ruhları çekerek kendi saflarına katıyordu.

Shadowlands – Oribos

Tüm ruhlar anima adı verilen bir öz barındırıyorlardı. Kişinin yaşamı boyunca yaptığı eylemlerin ağırlığıyla eşdeğer biçimde güçlenen bu kaynak, Shadowlands’in ayrılmaz bir parçasıydı zira bu diyardaki yaşamın sürekliliğini sağlayabilmek için animaya ihtiyaç duyuluyordu.

Sonsuz bir düzlem olan Shadowlands içerisinde her biri Covenant olarak isimlendirilen birimlerce yönetilen sayısız bölge olsa da aralarından birkaçı diğerlerine göre çok daha ön plandaydı.

Düzenin merkezi olan Bastion, belli bir amaca hizmet edebileceği düşünülen ruhların gönderildiği bölgeydi. Olağanüstü güzellikteki bu bölgeyi Kyrian adı verilen varlıklar yönetiyordu. Kyrian, mavi renkteki tenleri ve saçlarıyla tek bir ırkmış gibi gözükse de aslında Bastion’a gönderilmeye layık görülmüş ruhların bir süre sonra şekil değiştirerek büründükleri bedenlerdi. Buraya gönderilen ruhlar hayatları boyunca ulvi bir amaç için çabalamış, erdemli ve disiplinli kişilerdi; bu yüzden ölümden sonra da hizmet edebileceklerine kanaat getiren The Arbiter tarafından Bastion’a yönlendirilmişlerdi. Burada geçirdikleri süre boyunca kendilerini geçmişin yükünü atmaya ve çok daha kudretli bir konuma gelmeye adayan ruhlar, en nihayetinde acı veren düşüncelerinin bedene bürünmüş hâlleriyle çarpışıp tüm şüphelerinden arınıyor ve Shadowlands topraklarına hizmet etmek için atanıyorlardı. Aralarından bir kısmı en onur verici seviyeye ulaşmanın lütfuyla bir çift kanada sahip oluyor, Val’kyr ve Spirit Healer gibi farklı görevler üstleniyorlardı; nitekim bu ırkın liderliğini üstlenen Archon adındaki varlık, kanatları oluşan ilk Kyrian’dı. Azeroth tarihinin önemli isimlerinden Uther Lightbringer ise Bastion’a gitmeye hak kazanmış ruhlar arasındaydı.

Bastion’da yalnızca “stewards” olarak adlandırılan ve oldukça iri baykuşları andıran bir ırk daha bulunuyordu. Bu varlıklar bölgedeki animayı kullanarak Centurion ismi verilen muhafızları yaratıyorlar, böylece Kyrian olma yolunda ilerleyen ruhların mutlak arınma yolundaki meditasyonlarını tamamlamalarına da yardımcı oluyorlardı. Geçmişin yükünü atmayı başaramayan ruhlar ise Forsworn adıyla anılan kederli varlıklara dönüşüyorlardı.

Shadowlands – Bastion

Kyrian ırkı, Azeroth üzerinde varlıklarını sürdüren Val’kyr’lerin de kökeniydi. Bekçi Odyn, hayatı boyunca yaptıklarıyla kudretini kanıtlamış ve şanlı çarpışmalar sırasında ölmüş olan güçlü vrykul ruhlarını Halls of Valor adını verdiği düzlemine çekebilmek için bir yol ararken Shadowlands’e gitmiş, bir gözünü feda ederek ölümün diyarına bakma hakkı kazanmış ve burada Kyrian ırkını gözlemleyerek hem nasıl Val’kyr yapabileceğini anlamış hem de onlara ne tür bir görünüm vereceğini kararlaştırmıştı. İlk olarak kızı gibi gördüğü Helya’yı onun rızası dışında Val’kyr yapmış ve sonrasında birçok vrykul kadınını da ölümle yaşam arasında sıkışıp kalmış bu varlıklarla dönüştürmüştü. Bir süre sonra Odyn’in kontrolünden çıkmayı başaran Val’kyr’ler nihayetinde bir seçim yapmak zorunda kalmışlardı ve böylece bir kısmı ona sadık kalmaya karar verirken bir kısmı iradesini geri kazanan ve intikam ateşiyle yanıp tutuşan Helya’nın tarafına geçmiş, diğer bir kısmı ise Shadowlands topraklarında kalarak birer Spirit Healer olarak görevlerine devam etmeyi uygun görmüşlerdi.

Shadowlands içerisinde askerî gücün merkezi olarak kabul edilen Maldraxxus, bir diğer önemli bölgeydi. Necrolordlar tarafından yönetilen bu topraklar, amansız, boyun eğmeyen ve hayatları boyunca karşılarına çıkan her zorluğu aşmak için canla başla çabalamış ruhların gönderildikleri yerdi. Aynı zamanda necromancy büyüsünün kaynağı olan bu bölge, özünde kötücül bir yer değildi ve Shadowlands topraklarını her türlü tehdide karşı savunacak ruhları barındırıyordu. Yeterince güçlü olmayan ruhlar Maldraxxus’un silahlandırılması için kullanılırken kudretli olanlar yüksek pozisyonlara atanıyorlardı; öyle ki Thrall’ın annesi Draka kendini kanıtlayarak önemli bir konuma getirilmişti.

Bir süre önce bilinmeyen bir nedenden ötürü Necrolord lideri ortadan kayboldu. Bu gelişmeyi takip eden dönemde en büyük güce sahip beş Necrolord yönetime el koymaya çalışırken oluşan kaos, bölgenin ana işlevini neredeyse durma noktasına getirdi.

Shadowlands – Maldraxxus

Shadowlands’teki her bölge birebir ölümle bağlantılı değildi. Night Fae tarafından yönetilen Ardenweald, yeniden doğuşu simgeleyen büyülü bir ormandan oluşuyordu. Emerald Dream yaşamın devamlılığı ile alakalı bir düzlemken Ardenweald ise ruhun istirahati ve hayata geri dönüşü ile bağlantılıydı. Öte yandan Kul Tiras adasında yaşayan ve ölümle bağlantılı büyüler üzerinde uzmanlaşan Drust ırkının bir kısmı da bu bölgede konumlanmıştı.

Bu bölgedeki anima, Winter Queen‘in liderlik ettiği Night Fae tarafından yaşayanların arasına geri dönmeye layık görülen ruhları beslemek için kullanılıyordu; nitekim Üçüncü Savaş sırasında öldürülen Cenarius da benzer bir iyileşme sürecinden geçmiş ve böylece Deathwing’in tekrar ortaya çıkmasıyla birlikte yaşanan Cataclysm döneminde Azeroth’a geri dönmüştü.

Shadowlands – Ardenweald

Yaşamları sırasında karanlığın pençesine düşmüş ve türlü suçlar işlemiş kişilerin ruhları da Shadowlands bölgelerinden uygun görülenlere gönderiliyorlardı. Eğer bir ruh kefarete uygun görülürse hem yaptıklarının cezasını çekmek hem de böylece karanlığından arınabilmek için Venthyr yönetimi altındaki Revendreth’e yönlendiriliyordu. Burası karanlık ve acı dolu bir bölgeydi ancak bir o kadar da umut vadediyordu; ruhların gitmeyi arzu etmeyecekleri ve korkunç işkenceler derecesine varan uygulamaların yapıldığı bir yerdi ancak nihayetinde huzura kavuşulabileceği gerçeğini de yansıtıyordu. The Arbiter’ın buraya göndermeye karar verdiği ruhlardan biri ise bir zamanlar Quel’Thalas Prensi olan ancak yalnızca halkına değil, tüm dünyaya ihanet ederek Kil’jaeden ile anlaşma yapıp iblis efendisini Azeroth’a getirmeye çalışırken can veren Kael’thas Sunstrider’dı.

Venthyr yönetiminin liderliğini üstlenmiş olan Denathrius ise zaman içerisinde yolundan sapmış, gözü güçten başka hiçbir şey görmeyen bir varlık hâline gelmişti. Yozlaşmaya başlayan liderlerinin yerini yeni birinin alması gerektiği söylentileri bölgede dilden dile dolaşıyordu.

Shadowlands – Revendreth

Shadowlands düzlemine vardıklarında hiçbir şekilde kurtarılamayacaklarına ve hatta diyar için büyük tehdit oluşturacaklarına kanaat getirilen ruhlar da vardı. Bu meşum ruhlar, The Arbiter’ın kararıyla ne olursa olsun hiç kimsenin kaçamadığı söylenen The Maw adındaki bölgeye gönderiliyorlardı. The Arbiter gibi oldukça kadim bir varlık olan The Jailer tarafından yönetilen bölge, Shadowlands için bir nevi hapishane olarak algılanıyordu; nitekim bölgenin merkezinde yer alan Torghast adındaki kule tam olarak bu işlevi görüyordu. The Maw’a gönderilmiş olan ruhlar arasından en dehşetengiz, en karanlık olanlar sonsuza dek acı çekmek için Torghast’a kapatılıyorlardı.

Odyn’in bir gözünü verdiği varlık, işte bu The Jailer’ın hizmetkârlarından biriydi.

Shadowlands – The Maw – Torghast

Shadowlands düzleminin ve barındırdığı bölgelerin sistemi evrende yaşamın ilk ortaya çıkışından beri oldukça düzenli bir şekilde işliyordu… ta ki The Jailer dengeleri bozacak planlar yapmaya başlayana kadar.

Arthas Menethil, Azeroth kahramanları tarafından alt edilip Lich King unvanı Bolvar Fordragon’a geçtikten sonra hayatının bir amacı kalmadığına inanan Sylvanas Windrunner, Icecrown Citadel’ın tepesinden atlayıp intihar ettiğinde kendini kapkaranlık ve korkutucu bir yerde buldu. Söylentilere göre burası The Maw’un ta kendisiydi ve Sylvanas’ı derinden sarsmıştı. Bolvar’a bağlılık yemini etmek yerine kendilerini Banshee Queen’e adamayı tercih eden Val’kyr’ler sayesinde yaşayanların dünyasına geri dönen Sylvanas, bunu yapmadan önce The Jailer ile karşılaştı ve kimsenin ne olduğunu bilmediği ortak bir amaç için onunla çalışmaya karar verdi.

Yıllar sonra Tomb of Sargeras geçidi açılıp Burning Legion’ın Azeroth’u üçüncü istilası başladığında ise tüm dengeler bozuldu. Aşağı yukarı bu dönemde Shadowlands tarafındaki sistem beklenmedik bir biçimde değişti ve ölenlerin ruhları yargılanmak için Oribos’a gitmek yerine direkt The Maw’a düşmeye başladılar. Bölge burada hapis kalan ruhların beraberlerinde getirdikleri anima ile dolup taşarken The Jailer ve Sylvanas’ın güçleri de artmaya başladı. Nitekim o dönemdeki Savaşşefi Vol’jin öldüğünde yerine Sylvanas’ın geçmesini fısıldayanın loalar değil de The Jailer olduğu bile söyleniyordu; böylece elf ile yaptığı anlaşma herhangi bir sekteye uğramadan devam edecek, yüksek bir konuma kavuşan Sylvanas da The Maw’a hapsolacak daha fazla ruh sağlayabilecekti.

The Jailer & Sylvanas Windrunner

Nitekim Teldrassil’in yakılışı ve hemen ardından başlayan Dördüncü Savaş, sayısız ruhun bu karanlık bölgeye sıkışıp kalmasına sebep oldu. The Maw geliştikçe ve tüm animayı kendi içine hapsettikçe düzlemdeki diğer bölgeler beklenmedik bir kıtlıkla karşılaşmaya başladı. Bastion’daki ruhlar Kyrian’a dönüşecek gücü bulamıyorlardı; en çok etkilenen bölge olan Ardenweald’ın lideri Winter Queen, ellerinde kalan az miktardaki animayı hangi ruhlara aktarmaları gerektiğine karar vermeye çalışıyordu ve bu yüzden yaşayanların arasına dönmesi gerekenlerin bir kısmı varoluştan tamamen yok olma tehdidiyle karşı karşıyaydı.

Öte yandan gizliden gizliye edindiği güçler de katlanarak artan Sylvanas, en nihayetinde yarattığı katliama bir dur demek için bir araya gelen ancak ardındaki sebepler hakkında herhangi bir bilgisi olmayan Horde ve Alliance güçleri tarafından kuşatıldığında Varok Saurfang’i öldürerek kaçtı. Icecrown Citadel’a giden Sylvanas, burada karanlık gücüyle Bolvar Fordragon’ı alt ederek Helm of Domination’ı onun başından çıkarıp parçaladı ve Shadowlands ile yaşayanların dünyasını ayıran örgüyü bozarak ölümün diyarının hisarın semalarında belirmesine sebep oldu.

Azeroth ile özel bir bağı bulunan ve bu yüzden henüz ölümü tatma vakti gelmemiş olan kahramanları ise zor günler bekliyordu.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)