SAVAŞLA GEÇEN BİN YIL – BÖLÜM 3: GÖLGE & IŞIK

Bağlı olduğu fel büyülü zincirler Alleria’nın zihnine acı dalgaları yayarken acemi engizitör kürsüsünün üzerinde süzülüyor, adeta bir kâbus gibi üzerine çöküyordu. “Xenedar’ı nasıl bulabileceğimizi anlat, yoksa sonsuza kadar acı çekeceksin.”

Yakan Lejyon, Alleria Niskara’ya ilk vardığında yaptıkları işkenceler konusunda oldukça yaratıcı davranmışlardı. İblisler usta sorgulayıcılardı; kendilerine meydan okuyan iradeleri kırmak için yeni yöntemler üretmek konusunda maharetlilerdi. Kimi anlarda Alleria da acıya teslim olabileceğini düşünerek ciddi anlamda korkmuştu… ya da en azından bu hapishaneye getirilmeyi bizzat istediğini ağzından kaçıracağını düşünerek.

Peki bu? Bu resmen üşengeçlikti. Küçümseyişini gizlemekte zorlanıyordu. Yüce engizitör hünerleri söz konusu olunca oldukça yetenekliydi. Bu çırak ise hayal gücünden yoksundu.

Engizitör elini uzattı. Uzun, pençeli parmakları açıldı ve avucunun içindeki küçük, siyah ve cilalanmış bir kristali gözler önüne serdi. Alleria buna benzer nesneleri daha önce de görmüştü. Bu bir ruhtaşıydı. “Bu Kil’jaeden’dan bir armağan. Bin yıl önce karşılaştığın birisine hediye edilecek. Beni anlıyor musun, Windrunner? Eğer itaat etmezsen ruhun sonsuza kadar o iblise ait olacak.”

“Boynunda taşıyacağı bir gerdanlık olarak,” diye mırıldandı Alleria.

“Ah, görüyorum ki gayet iyi anlıyorsun. Fakat belki de istediğin budur. İblis buraya vardığında senin ruhun ile sevgilininki tekrar bir araya gelmiş olacak; yıldızlar toza dönüşene kadar ızdırap içinde çığlıklar atacaksınız.” alaycı bir hayranlıkla ellerini bir araya getirdi. “Ne kadar da romantik.”

Alleria cevap vermedi.

Engizitör hayal kırıklığıyla iç geçirdi. “Daha fazla ikna edilmeye mi ihtiyacın var? Pekâlâ.” Bir elini salladı ve fel zincirler ortadan kayboldu. Alleria yere düştü; bitkin düşmüş numarası yapıyordu. Engizitör yavaşça kadına doğru yürümeye başladı; asla kullanma fırsatı bulamayacağı bir işkencenin büyüsünü örmeye çalışıyordu.

Alleria derin bir nefes aldı.

“Uzlaşmamızı hayata geçirmenin vakti geldi, Diyar-Gezen,” dedi.

Alleria ayağa kalktı. Hiçbir silahı yoktu. Engizitörler onun Işık’ın gücünü kullanmasını engellemişlerdi. Ancak Lejyon ne kadar kurnaz olursa olsun Işık’ın Ordusu’nun bir savaşçısının Gölge’yi benimseyeceğini düşünmemişti.

Karanlık güç damarlarında akmaya başladı. Hiçlik’in sesleri baş döndürücü ve gözü dönmüş şekilde ona döndüler. Diyar-Gezen’in öğrettiklerini uyguladı. Bir eli engizitöre, diğeri ise Diyar-Gezen’in kafesine doğru uzandı. İkisi de paramparça olacak şekilde patladı. İblisin çığlık atacak kadar bile vakti olmamıştı.

Alleria bekledi; dinliyordu. Herhangi bir alarm verilmedi. Öfkeyle yükselen tek bir ses yoktu. Engizitör o kadar kendinden emin hareket etmişti ki ne yanında koruma getirmişti ne de gardiyanlık eden gözlerden celbetmişti. Hiç kimse ne olduğunu görmemişti.

Diyar-Gezen kafesinden arta kalanların arasından çıktı. Kendisi bir uhreviydi, saf enerjiden oluşan bir varlıktı. Yakalandığında bedenini saran sargılar yok edilmişti. Formu düzensiz güç akımlarının oluşturduğu bir kitleydi. “İyi vuruştu, Alleria. Daha kötü öğrencilerim de olmuştu.”

Alleria etrafına baktı. Bir anlığına yayını aramayı düşündü ancak vakti olmadığını biliyordu. Engizitörün yokluğu kısa sürede fark edilecekti. “Gitmemiz gerek,” dedi.

“Evet.” Gölge büyüleri uhrevinin bedeninden aktı. Önlerinde bir geçit belirdi. “Benim toparlanmam gerekiyor. Senin ise eğitim görmen. İkisini de nerede yapabileceğimizi biliyorum.”

Alleria duraksadı. Engizitörden geriye kalanların üzerine eğildi. Uhrevi sabırsızlıkla kıpırdandı. “Ne bekliyorsun?”

Alleria ruhtaşını eline alıp kaldırdı. “Bu benim için hazırlanmıştı. Korkuyorum ki çok değer verdiğim biri için başka bir tane daha yapılmış olabilir.”

Uhrevinin sözleri acımasızdı. “Uzlaşmamız benim sen hazır olana kadar beklemem gerektiğini buyurmuyor. Hangisinin daha önemli olduğuna karar ver. Hemen.”

Alleria ona öfke dolu bir bakış atsa da ortada verilmesi gereken bir karar aslen yoktu. “Şu anda Çarpık Düzlem’de saklanıyor. Onu nasıl bulabileceğimi bilmiyorum.”

“Öğreneceksin. Tabii senin işin bittiğinde hâlâ hayatta olursa.”

“O hâlde gidelim.”

Alleria geçide adım attı. Niskara’nın çalkantılı göğü ortadan kayboldu. Onun yerine karşısında…boşluk vardı. Ses yoktu. Rüzgâr yoktu. Toprak yoktu. Sadece bunaltıcı bir sessizlik vardı. Yalnızca uhrevinin parıltısı biraz aydınlık sağlıyordu. Alleria serbestçe süzülüyordu.

“Burada nasıl hayatta kalacağını öğrenene dek çok fazla dikkat çekmezsen iyi olur. Hiçlik’e hoş geldin, Alleria Windrunner.”

“Nereden başlıyoruz?”

“Daha fazla öldürme tekniğinden mi başlayalım? Yo. Bu zaten senin doğal olarak edindiğin bir şey. Belki daha…temel bir şeyle başlayabiliriz.” Titreşti ve Gölge bir anda önünde büküldü. “Akıl sağlığını nasıl koruyacağını konuşalım. Hiçlik, iradeni kırmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır.”

“Kulağa ciddi bir sorunmuş gibi geliyor.”

“Epey ciddi.”

***

“Uyan, Turalyon. Uyan.”

Turalyon gözlerini açtı. Göğsünde keskin bir acı vardı. Umursamadı ve oturur pozisyona geçti. “Ne oldu?”

Lothraxion holün girişinde duruyordu. “Bir ceset buldum.”

“Ne?”

Xenedar’ın en alt kısmında. Ceset bir kadına ait, Turalyon. Üzgünüm,” dedi Lothraxion.

Turalyon ayağa fırladı. “Bana o olmadığını söyle.” Lothraxion hiçbir şey söylemedi ve bu sessizliği durumu açıklamaya yeterliydi. Yüz ifadesi kederle doluydu. Turalyon’un yüreği ezildi. “Beni oraya götür.”

Hemen yola çıktılar ve geminin alt kısımlarına doğru ilerlediler. Turalyon duygularını kontrol altına almaya çalışıyordu ancak düşünceleri adeta zihninde hızla dönen bir girdap gibiydi. Alleria’yı son gördüğünden beri asırlar geçmişti. Ardından yas tutmuştu. Onu sonsuza kadar kaybettiğine inanmıştı. Ancak göğsündeki bu yeni acı her kalp atışında ayrı bir darbe vuruyordu. Işık ona yardım etsin, belki de ölümünü hissetmişti. Belki-

Yo. Turalyon kendine çekidüzen verdi. Kedere boğulmanın sırası değildi. En azından o olduğuna emin olana kadar. Bedeni nasıl burada, Xenedar’da olabilirdi ki?

Xenedar’ın enerji akımlarının dolaştığı kristaller holüne vardılar. Zanaatkârların hiçbiri hizmet yerlerinde değildi. Gemi saklanıyorken sürekli görev başında olmaları gerekmiyordu.

Lothraxion, Turalyon’u gerideki bir köşeye yönlendirdi. “Şurada, Yüce Eksarh.”

Turalyon en sondaki kristal yapının gölgelerle gizlenmiş ardında bir beden gördü. “Işık aşkına, olamaz,” diye fısıldadı. Hızla ilerleyip diz çöktü ve bedene doğru uzandı.

Bir anda nefesi kesildi. Bu, Alleria değildi. Bir kadın da değildi. Bir ceset bile değildi.

Yerde yatan… Lothraxion’du. Göğsü inip kalkıyordu. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kelimeler hareketsiz dudaklarından adeta tıslayarak çıktı.

…hemen…arkanda…

Turalyon arkasını dönerek ayağa kalktı. Işık’ın gücünü çağırdı ve gürleyen kudretinin adeta adil bir hüküm verirmişçesine bu düzenbazın üstüne-

“Aaah!”

Göğsündeki acı adeta alev aldı; ruhunun derinliklerini hançerliyor gibiydi. Turalyon hareket edemiyordu. Işık bir anda ellerinden kayıp gitti. Tek bir kelime dahi söyleyemiyordu. Zar zor düşünebiliyordu. Sendeledi, bir yanına doğru istemsizce eğildi ve yere düştü; kıpırdayamıyordu.

Lothraxion’a benzeyen yaratık aylakça adımlarla yanına geldi, sırıtıyordu.

“Sana tekrar karşılaşacağımızı söylemiştim, insan,” dedi. Alelade bir hareketle sahte kılığını ortadan kaldırdı. Draenor’da karşısına çıkan eredar suikastçı üzerine eğildi; hançerini Turalyon’a gösteriyordu. Üzerinde tütmekte olan ve kıvılcım saçan habis zehirlerle karışmış küçük ve kırmızı bir kan damlası vardı. “Sen uyurken işini bitirebilirdim, Yüce Eksarh, ancak sonra düşündüm ki… ruhunu muhafaza etmek zaman alacak ve bunu yapabilmek için sessiz sakin bir yere ihtiyacım olacak.” Eredar Lothraxion’a döndü. “Ardından da Kil’jaeden’ın seni tekrar görmekten ne kadar memnuniyet duyacağını fark ettim, pis hain.”

Lothraxion hareketlenmeye başlamıştı. Zehir etkisini yitiriyor olmalıydı.

…Işık…seni yakıp kül edecek…

Suikastçı hançerini Lothraxion’un ön koluna sapladı; nathrezim bir anda hareketsizleşti. “Merak etme. Yaşayacaksın. Azeroth’un parlak ışıklarından biri olan çok sevgili yüce eksarhının oldukça değerli ganimetime dönüşümünü izleyeceksin.” Eredar iki parmağı arasında tuttuğu küçük, siyah ruhtaşını havaya kaldırıp ikisine birden gösterdi. Ardından Turalyon’a döndü. “Bilmeni isterim ki Alleria Windrunner hayatta. Yakan Lejyon onu bir kafeste tutuyor. Senin ruhunu ele geçirdikten sonra onunkini de alacağım. Sonsuza kadar beraber olacaksınız, benimle birlikte; tam da söz verdiğim gibi. Geçen her an onun ızdırabını da kendininki kadar keskin bir şekilde hissedeceksin.”

Ruhtaşı Turalyon’un hemen üstünde, havada süzülüyordu. Kendisini çaresiz bırakan zehre direnmek için iradesinin her bir parçasına seslendi. Karşı koymaya çalıştı. Çığlık atmaya çalıştı. Işık’ın gücünü kullanmaya çalıştı. Xe’ra’ya haykırmaya çalıştı. Tek bir ses dahi çıkartamadı. Tek bir parmağını bile oynatamadı.

Suikastçı pis bir kıkırdamayla işini yapmaya koyuldu.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)