Y’Shaarj’ın kalbini güvenle kilit altına aldığına inanan Ra, anubisat ve tol’vir takipçileri ile birlikte o dönemde oldukça sulak ve ormanlık bir arazi olan Uldum bölgesine vardılar ve Köken Ocağı’nın inşasına başladılar. Bu yapının ikincil bir özelliği daha vardı: Eğer Azeroth toprakları ve üzerindeki canlılar kontrolden çıkacak kadar yozlaşmaya başlarlarsa aktif hale getirilecek ve tüm yaşayanları yok ederek düzenin baştan kurulmasını sağlayacaktı. Mekanizma kurulup beklendiği gibi çalışmaya başladığında Ra, dünyanın iki ucunda yer alan düzeneklerin uyum içinde hareket ettiğini hissederek rahatladı ve beraberindeki ırkların da yardımıyla Köken Ocağı’nın çevresine büyük bir kale inşa etti.
Tol’virlerin ve anubisatların bir kısmını Köken Ocağı’nı gözetmeleri için geride bırakan Ra, buradan kuzeybatıya doğru ilerleyerek Eski Tanrı C’Thun’un hapishanesinin bulunduğu ve sonraları Silithus olarak adlandırılacak topraklara adım attı. Hapishaneyi genişleterek Ahn’Qiraj adını alacak olan kaleyi inşa eden Ra, beraberinde getirdiği diğer tol’vir ve anubisatları da buraya konuşlandırdı. Görevini yerine getirdiğine inanan Bekçi, bundan sonra güney topraklarında devriye gezecek ve hem yapıları hem de bu yapıları korumaları için bıraktığı titan-yapımlarını düzenli aralıklarla kontrol edecekti.
Azeroth’un iki ucunda bulunan mekanizmaların kurulmasının ardından Bekçiler, toprakları ve canlıları şekillendirme çalışmalarına başladılar. Bu görevlerinde yalnız da değillerdi zira İradeler Ocağı sayesinde can verdikleri diğer ırklar da kendilerine yardımcı oluyordu. Earthen ırkı, dağları şekillendirmek ve toprağın derinliklerini kazmakla yükümlüydü; Mimiron tarafından bizzat yaratılan robotumsu görünümleriyle mekagnomlar, Bekçiler’in yaptıkları icatları ve düzenekleri koruyup geliştirmekten sorumlulardı; mogu ırkı, Azeroth’un nehirlerini ve akarsularını düzenlemekteydi; vrykul, tol’vir ve anubisatlar ise Bekçiler’in inşa ettikleri yapıları korumayı görev biliyorlardı. Yeryüzündeki coğrafî yapıyı şekillendirmek ise toprak ve su devlerinin işiydi.
Titan-yapımları görevlerini hakkıyla yerine getirirken Bekçi Freya ise Azeroth’un bitki ve hayvanlarına can vermeye başladı. Doğal yaşamı düzenleyebilmek için çalışan Freya, Zümrüt Rüya adındaki farklı bir düzlemi kullanıyordu. Zümrüt Rüya, Azeroth’un coğrafî yapısının, üzerinde herhangi bir bilinçli canlı bulunmayan saf haliydi. Kimilerine göre Freya bu düzlemi özellikle kendisi yaratmıştı, kimilerine göre ise zaten var olan bir yerdi ve henüz doğmamış olan Azeroth’un rüyalarından var olmuştu; hatta Freya’nın burayı dilediğince şekillendirdiği ve Azeroth ile iletişime geçebilmek için kullandığı bile söyleniyordu. Neden ve nasıl var olduğu söylentilerin ötesine gitmese de Zümrüt Rüya, zamanın bilinen anlamda işlemediği bir rüya âlemiydi.
Dünya üzerinde dolaşmaya başlayan Freya, Zümrüt Rüya üzerinden güçlerini kullanarak bitki örtüsünü ve doğal hayatı şekillendirmeye başladı. Ebediyet Pınarı’nın enerjilerinin yoğunlaştığı, gelecekte Un’Goro Krateri, Sholazar Havzası ve Ebedî Çiçekler Vadisi olarak adlandırılacak bölgeler ise gerçek anlamda birer cennet vadediyordu. Bu üç bölgenin doğal yaşamı hayat bulurken ortaya çıkan enerjilerden, Freya’nın hayran kaldığı ve kendi çocuklarıymış gibi derin bir sevgi beslediği ulu varlıklar doğdu: Yaban Tanrılar. Azeroth topraklarını beraber gezmeye başlayan Freya ve Yaban Tanrılar’ın en çok ziyaret ettikleri bölge ise ormanlarla kaplı bir dağ zirvesi olan Hyjal’dı -ki bir süre sonra Freya, bu yüce varlıklarının ruhlarını Hyjal üzerinden Zümrüt Rüya’ya bağladı. Böylece bedenleri yok olsa bile ruhları Rüya içerisinde yaşamaya devam edebilecek, hatta dünyayı tehdit eden vahim durumlarda fiziksel olarak geri dönebileceklerdi.
Bekçiler’in yoğun çabaları ve çalışmaları en sonunda tamamlandığında Azeroth’un ana kıtası doğal yaşamla dolup taşıyordu ve düzen sağlanmıştı. Titan-yapımları, sayısız emeklerinin geçtiği bu topraklara kendi dillerinde “Ebedî Yıldız Işığının Diyarı” anlamına gelen Kalimdor ismini verdiler. Panteon ise yarattıkları ırkların yaptıkları işlerden oldukça memnun kalmıştı. Artık evrendeki diğer dünyaları da keşfetmeye çıkma vaktinin geldiğine inanan titanlar arasından Aman’thul, Azeroth’u gözlemlemesi için bir konstelar olan Algalon’u görevlendirdi. Bekçiler Loken ve Mimiron ise Norgannon’un Diskleri adındaki büyülü eşyaları yarattılar, böylece dünyada olup biten her şeyi kayıt altına alınacak ve herhangi bir kaos ortamı oluşursa neyin ters gittiğine bakılabilecekti.
Titanların Azeroth üzerindeki görevleri sona ermişti. Artık dünya-özünün gün gelip uyanmasını beklemekten başka bir işi kalmayan Panteon, böylece Azeroth’u terk etti.