Asil doğanlar ve kraliçeleri Azshara’nın Azeroth üzerinde tam hakimiyet kurma hayalleri ve bu hayallerine ulaşmak için açgözlülükle yaptıkları hareketlerin sonucunda yaşanan Kadimler Savaşı sonrasında Kalimdor parçalanarak birçok kıtaya bölünmüştü. Kraliçe Azshara ve takipçileri, Ebediyet Pınarı’nın kendi içine çökmesiyle birlikte dünyanın ortasında oluşan Girdap’ın içine çekilmiş ve okyanusun dibini boylamışlardı. Sargeras ve Yakan Lejyon’un Azeroth’a gelişini engelleyen diğer ırklar ise ağır kayıplar vermiş ve sonucunda da evleri bildikleri bu toprakların iyileşmeyecek bir şekilde yaralanışına şahit olmuşlardı. Bu yeni düzende yaşayabilecekleri uygun diyarları aramaktan başka çaresi kalmayan ırkların birbirleriyle ve kendi içlerinde yaşadıkları çatışmalar ise son bulacak gibi gözükmüyordu.
Büyük Bölünme’den bir şekilde kurtulmuş olan gece elfleri, Malfurion, Tyrande ve Cenarius’un önderliğinde kendilerine yeni bir ev bulabilmek için hâlâ Kalimdor adıyla anılsa da artık sadece dünyanın batısındaki bir kıtadan ibaret olan topraklardaki Külvadi bölgesine doğru yolculuğa çıktılar. Malfurion’un ikiz kardeşi Illidan ise farklı planlar peşindeydi. Külvadi’nin kuzeyinde yer alan Hyjal Dağı’nın tepelerinde arayışa başlayan Illidan, burada kendi hâlinde küçük bir göl buldu. Olağanüstü büyü güçlerine yeniden sahip olmanın hayalini kuran gece elfi, Kadimler Savaşı bitmeden önce Ebediyet Pınarı’ndan almayı başardığı yedi küçük şişe sudan üç tanesini bu göle boşalttı. İçine katılan büyülü suyun kaotik enerjisiyle çalkalanan ve değişim geçiren bu küçük göl, kısa süre içerisinde ikinci bir Ebediyet Pınarı’na dönüştü. Illidan bu başarısından ötürü mutlu olsa da sevinci çok uzun sürmedi, zira Jarod Shadowsong önderliğindeki gece elfi keşif birliği Hyjal Dağı’na gelmiş ve ikinci Pınar’ın yaratılışına şahit olmuşlardı. Dehşete düşen gece elfleri hemen harekete geçseler de yakalanmak istemeyen Illidan, Kraliçe Azshara’ya son anda sırt çeviren ve direnişe katılan birçok asil doğanın ölmesine, aralarında Dath’Remar Sunstrider ile Jarod’un da bulunduğu bir kısım elfin ise komaya girmesine sebep olacak büyülerle karşılık verdi.
Tyrande, Shandris ve Maiev’in desteğini arkasına alan Malfurion, Illidan’ı yakalamakta gecikmedi. Kardeşinin büyüye olan bağımlılığından ötürü başlarına durmadan sorunlar açtığını ve açmaya devam edeceğini düşünen Malfurion, Illidan’ı bu düşüncesiz davranışından ötürü ihanetle suçladı ve büyünün yanlış bir yol olduğu konusunda onu ikna etmeye çalıştı. Illidan ise tam tersini düşünüyordu: Eğer Yakan Lejyon bir kez daha dünyalarını işgal etmeye gelirse büyüye ihtiyaç duyacaklarına inanıyordu. Illidan’ın büyünün kapanına kısılmış ve olanlar karşısında hiçbir pişmanlık duymayan biri olduğuna kanaat getiren ve kardeşinin asıl amaçları hakkında hiçbir fikri olmayan Malfurion, Ebediyet Pınarı’nın suyunun bulunduğu diğer şişeleri elinden aldığı ikizinin dünyaya daha fazla zarar vermesini engellemek için hapsedilmesine karar verdi.
Malfurion, Hyjal Dağı’nın içerisinde yer alan ve Höyük Mağaraları olarak adlandırılan büyük bir yeraltı tünel yapısına hapsettiği kardeşi Illidan’a göz kulak olması için Cenarius’un kanından gelen ve bir Koru Muhafızı olan Califax ile kardeşi Jarod’un yaralanmasına sebep olmasından ötürü elfe karşı kişisel bir nefret duymaya başlayan Maiev Shadowsong’u görevlendirdi. Planlarına göre Maiev ve önderliğinde kurulan yeni bir birlik olan Gardiyanlar gözetimindeki Illidan, burada sonsuza kadar zincirlenmiş bir şekilde hapis kalacak ve bir daha hiç kimseye zarar veremeyecekti.
İlk Ebediyet Pınarı’nın yok oluşu ile gerçekleşen felaketin yaraları henüz tazeyken ikinci bir Pınar ile ne yapacaklarını bilemeyen Malfurion ve Tyrande, gölü yok etmeye çalışırlarsa nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalacaklarını kestiremiyor, bir yandan da bu gölün enerjisinin Sargeras’ın dikkatini çekmesi olasılığı karşısında gerçekleşebilecek yeni bir Lejyon istilasından da korkuyorlardı. En sonunda Pınar’ı yok etmenin nasıl bir sonuca varacağını kestiremeyen Malfurion, ejdersürüsü liderlerinden yardım istedi. Bu çağrıya hemen cevap veren Alexstrazsa, Ysera ve Nozdormu, Hyjal’a vardıklarında ikinci Ebediyet Pınarı’nı ve beraberinde de gece elflerini korumaları gerektiğine karar verdiler.
Ana Ağaç G’Hanir ölmeden önce alınmış olan büyülü bir meşe palamudunu Pınar’ın hemen yakınına diken Alexstrazsa, güçlerini kullanarak burada büyük bir ağacın yetişmesini sağladı. Dünya Ağacı ya da “Göklerin Tacı” anlamına gelen adıyla Nordrassil olarak anılan bu ağaç, gölü çevreleyecek ve üzerinde metrelerce yükselecek şekilde büyürken Nozdormu da kendi güçlerini kullanarak bu ağaç var oldukça gece elflerinin ölümsüz yaşamlara sahip olmalarını sağladı. Ysera ise Nordrassil’i Zümrüt Rüya’ya bağlayarak druidlerin bu ruhsal diyara rahatlıkla girebilmelerinin önünü açtı. Yeşil ejderha, Nordrassil sayesinde Azeroth’u da yeniden inşa edecek ve elinden geldiğince yaralarını saracaktı ama bunu yapabilmesi ve aynı zamanda Zümrüt Rüya’yı da düzgün şekilde muhafaza edebilmesi için Rüya’nın içerisinde rahatlıkla dolaşabilmeliydi. Bunu gerçekleştirebilmek için bir şartı vardı: Zümrüt Rüya’yı ayakta tutabilmesi için tüm druidlerin yüzyıllar sürecek uykuya dalmaları gerekiyordu. Cenarius’un öğretileriyle gittikçe güçlenen ve ilk Başdruid olan Malfurion, Tyrande ile birlikte halkının Külvadi bölgesine tam anlamıyla yerleşmesine yardım ettikten sonra kabul ettiği üzere uykuya daldıysa da uyanması uzun sürmeyecekti.
Gece elfleri Külvadi bölgesindeki yaşamlarını bir düzene oturtmaya çalışırken onlara Tyrande liderlik ediyordu. Elune rahibelerini gece elflerinin hem yönetim hem de askerî kollarının başına getiren Tyrande, aynı zamanda “Gözcüler” adı verilen yeni bir savaşçı birliği de kurdu. Bu birlik yalnızca sadık, istekli ve dövüş konusunda eğitimli kadın savaşçılardan oluşuyordu. Külvadi topraklarını koruyan bu grubun ihtiyaç anında destek isteyebilecekleri müttefikleri de vardı: Cenarius, her an yardıma hazır bulunurken bu yarı-tanrının oğullarından oluşan Koru Muhafızları ile kızlarından oluşan dryad ırkı da varlıklarını sürdürüyorlardı. Ancak druidlerin uzun süren uykulara dalmaları da hem Gözcüler’i hem de Tyrande’yi derinden etkiliyordu; zira tam da medeniyetlerini baştan kurma yolunda ilerlerken druidlerin böylesine uzak durmalarından ve kendi işleriyle ilgilenmelerinden pek de memnun değillerdi.