Khadgar odanın merkezine doğru yürüdü, adımlarının sesini gizleme gereği duymuyordu. Oda gerçekten de devasaydı. Sıra sıra sütunlar karanlığın içine doğru uzanıyor, yarı-aktif olmuş rünlerin soluk ışığıyla parlıyordu. Gul’dan’ın saklanmış olabileceği yerlerin sonu yok gibi gözüküyordu. Onu gölgeler arasında avlamaktansa açığa çekmek çok daha kolay olacaktı.
“Korktun mu yoksa, Gul’dan?” Cevap yoktu. Khadgar her bir sözün, her bir adımın fel büyücünün gururuna saplanan hançerler olmasını umuyordu; Gul’dan geri çekilme emrini uygulamaktan memnun kalmış gibi durmuyordu. Yakan Lejyon onu bu kadar sıkı mı yönlendiriyor? Khadgar sesini neşeli tuttu. “Bugüne kadar hiç hazırlıklı bir düşmanı kendin bizzat yendin mi? Senin ne olduğunu tam olarak bilen birini? Diğer Gul’dan’ın yenmediği belli. Draenor’dan Azeroth’a geldiğinde koca şehirleri yıktı ama onun pis işlerini yapan birileri hep vardı. İşini kendin halletmek zorunda kalmak senin için çok rahatsız edici olmalı.”
Hafif bir hışırtı. Tenin kumaşa değerken çıkarttığı bir ses. Khadgar’ın tek uyarısı bu oldu. Gul’dan ellerini havaya kaldırmıştı.
Gürleyen bir yeşil ateş duvarı Khadgar’ın açıktaki sırtına doğru akın etti. Khadgar kendini savunmak için bir şey yapmadı. Alevin ensesini yaladığını hissettiğinde ise çok basit bir hareket yaptı. Mistik büyü etrafındaki havayı dondurdu ve başbüyücüyü bir buz bariyeriyle sardı.
Gul’dan’ın alevleri sadece birkaç damla eritebildi. Gul’dan hırlayarak gölgelerin arasına geri kaçtı. Khadgar gülümsedi. Ufak bir hareketle bariyeri binlerce ufak parçaya ayırdı; buzlar yere düşerken müzikal bir şekilde çınladı. Khadgar ani ürpertiyi üzerinden attı ve yerde oluşan buz birikintilerini ezerek odayı adımlamaya devam etti. “Neredeyse haklıyordun beni,” dedi.
Bastırılmaya çalışmış acıyla dolu bir inleme odada yankılandı.
Khadgar kendini gülmekten alıkoyamadı. “Bana saldırmak için iznin mi yoktu? Lejyon’un cezaları nasıl hissettiriyor, Gul’dan? Uslu bir köle olmaya hazır mısın şimdi?”
Orkun sesi bastırmaya çalıştığı öfkeyle neredeyse çatlamıştı. “Kadere inanır mısın, insan?” diye sordu.
Garip bir soru. “Senin kaderini biliyorum,” dedi Khadgar.
“Peki ya kefarete inanır mısın?”
“Kefaret mi? Senin için mi? Hayır,” diye küçümsedi Khadgar.
“Hayır, benim için değil,” diye hemfikir oldu Gul’dan. “Senin kastettiğin türden kefaret beni sıkıyor. Duyduğum kadarıyla Hellscream’in oğlunu da sıkmış hatta.”
Söylediklerinde doğruluk payı vardı. “Ne istiyorsun? Kukla olmanın sana çekici geldiğini hayal dahi edemiyorum.”
“Düşmanlarımın yanmasını istiyorum,” dedi Gul’dan.
“Ne kadar güzel,” dedi Khadgar. Gölgelerden başka bir saldırı gelmemişti. Gul’dan oyalamaya çalışıyordu.
Khadgar odayı inceledi. Yakındaki kaidelerden birinin ışıldaması dikkatini çekti. Üzerindeki rünleri gerçekten de tanımıştı. Kadim Asil Doğanlar’ın işiydi. Kadimler Savaşı sırasında Lejyon burada bir geçit açmaya çalışmıştı –eğer başarılı olsalardı burada bir çeşit ikinci cephe yaratacaktı- ve burayı mühürlemek ciddi anlamda büyük bir büyülü çaba gerektirmişti. Baktığı şey de tam olarak buydu: beş büyülü mühürden bir tanesi. Bunu zamanında yaptığı araştırmalardan biliyordu. Daha yakından incelemek için kaidenin üzerine eğildi. İnanılmaz bir işti, alelacele yapılmış olsa bile çok keskin detaylara sahipti. Hâlâ aktifti ve menekşe rengi bir ışıkla dalgalanıyordu—
Bir gürültü geldi. Mühür yeşil bir şekilde parladı ve sonra da karanlığa gömüldü. Khadgar bakakaldı. Bir an sonra kesif bir duman yükseldiyse de ışığı tamamen sönmüştü.
Mühür yok olmuş, gözleri önünde kırılmıştı. Khadgar zihnin bir köşesinde karıncalanma hissetti. Gul’dan. Gizlenmiş olduğu gölgeler arasından bile mühürleri kırmaya başlamıştı.
Peki ya tüm mühürler kırıldığında? Lejyon kazanacak. Khadgar daha fazla beklemeyi göze alamazdı. Omuz hizasında damla şekilli bir enerji oluşturdu ve onu mistik güçle doldurmaya başladı. İki yanında birer tane kol belirdi ve mistik elemental gözlerini açtı. “Emrindeyim,” dedi.
Khadgar gölgeleri işaret etti. “Birileri gizlenmeye çalışıyor. Gidip onu dışarı çıkartana kadar kayaları falan tekmele,” dedi.
“Emredersin,” dedi elemental. Gerçek anlamda herhangi bir şeyi tekmeleyemezdi –çünkü bacakları yoktu- ancak daha fazla soru sormadan doğu köşesine doğru süzüldü. Bu iyiydi, zira elementaller bazen söylenenleri fazlasıyla literal, fazlasıyla düz algılayabiliyorlardı.
Eninde sonunda bir şekilde Gul’dan’a rast gelecekti. Ancak neden bir taneyle yetinsindi ki? Khadgar daha fazlasını çağırdı. Fel büyücüyü ciddi bir baskı altına sokmanın zamanı gelmişti.
Ve tabii umuyorum ki efendilerini de, diye düşündü Khadgar. Birden aklına yeni bir fikir geldi. Dikkat dağıtmayı birden fazla yolla yapabilirdi ne de olsa.
“Peki, Gul’dan,” dedi, “Bunu mutlaka sormam lazım –Lejyon sana nasıl öldüğünü anlattı mı?”