“Bu katili dışarı mı salacaksın?” T-Bone, Marduke’a bakarken kaşlarını çattı. “Neler yaptığını biliyorsun, değil mi?”
“Ben varım,” dedi Rodney. “Hem de ne biçim! Ben varım. Indio’ya gitmemek için bir şans mı? Kesinlikle. Varım.”
“Kaybedecek neyim var ki? Peki… Peki madem.” T-Bone gülümsedi.
“Peki ya sen, koca adam?”
Marduke somurttu. “Sözüne güvenmem gerekecek, öyle mi?”
“Aynen öyle.”
“Niye güveneyim ki?”
“Çünkü bu hayatta bir adamın sahip olduğu tek şey sözünün güvenirliğidir, Marduke. Ben de sana söz veriyorum.” Raynor katille göz temasını korudu. “Bana güvenebilirsin diyorsam bana güvenebilirsin.”
“Bana daha önce kaç kişi sözünü verdi, biliyor musun, Raynor? Hiçbiri de tutmadı… Eh, tutmuş olsalar çok daha başka bir hayatım olurdu. Bir adama güvendim, tutup ebeveynlerimi öldürdü. Bir adama güvendim, bana hayatımda kullandığım ilk stimbarı getirdi. Bir adama güvendim, beni katiller ve mahkûmlarla dolu bir aileye dâhil etti. İnandığım adamların sözleri beni olduğum yere getirdi, Şerif. Verilen sözün kutsal olduğu bir dünyaya inanmak isterdim.”
“Ben yine de sözümü veriyorum.” Raynor biraz daha teşvik etmeye çalıştı. “İkinci bir şansın olsun istemiyor musun yani?”
“Benim gibi adamlar için ikinci şans olduğunu sanmıyorum.”
“Bir zamanlar ben de öyle düşünüyordum,” dedi Raynor. “Başka nasıl teklif edebilirim, bilmiyorum. Asıl soru, sen kabul etmeye niyetli misin?”
Marduke başını eğdi. Düşünmeye daldı, kafasında iyice tartıyordu. Sonunda ağzını açtı. “Sözüne güveneceğim, Raynor. Eğer bozarsan… Eh, şaşırmam doğrusu. Yine de… Tamam be. Kabul. Köle tüccarlarını hiç sevmem zaten.”
“O zaman durdurmamız gereken bazı köle tüccarları var, çocuklar!” Raynor kol bandındaki iki tuşa bastı ve parmaklıklardaki parıltı yavaşça söndü. Bir tuşa daha bastı ve kafesin arkasındaki parmaklıklar kalkmaya başladı. Vulture’ın bir bölmesini açtı ve Konfederasyon çıkışlı silahları dışarı çıkartmaya başladı. Bir dartatar, kurşunatar ve gauss. Altlarında yeşil bir kasa dolusu örümcek mayını vardı.
“Ne şirinler, di mi?” diye şakıdı T-Bone. “Büyük olanı alayım. Şu gauss’u.”
“Yok ya, o bana daha uygun.” Marduke tereddüt bile etmeden gauss’u kaptı.
“Bir planım var,” dedi Raynor.
Dört adam sessizce ilerlediler; adım adım en güneydeki ikmal deposuna doğru yaklaştılar. Dışarıda Mazor’un çetesinden iki kişinin depo konteynerlerini karıştırıp yağmalayacak güzel mal aradıklarını ve geriye kalan ikmalleri çöl zeminine fırlattıklarını görebiliyorlardı. İkisi de canlı, parlak renkte saçlara ve küpelere sahipti ve simsiyah giyinmişlerdi. Saçlarının şekline bakılırsa tıraş olma fikrine çok uzun zamandır karşılardı.
Raynor ve mahkûmlar, ikmal deposunun arka tarafına doğru yaslandılar. Jim eliyle bir sinyal verdi ve Marduke ile T-Bone diğer taraftan arkalarına dolaştılar. Raynor ve Rodney ise önden ilerlediler. Rodney ne yapacağına karar verene kadar Raynor çoktan tüfeğinin kabzasını havaya kaldırıp haydutlara doğru depara kalkmıştı bile. Haydutlar onu fark edene kadar silahının kabzasını bir tanesinin kaşına sertçe geçirdi; çıkan ses aynı mineral-kazıcı hidrolik motorun cevher kazarken çıkarttığı boş çarpma sesi gibiydi.
Köle tüccarı, kanı gayzer gibi fışkırırken geriye doğru tökezledi. Diğer haydut silahına davranıp hâlâ diğerlerine yetişmeye çalışan Rodney’e doğrulttu. Ancak tetiği çekemeden Marduke köşeden döndü ve haydudu sağ koluyla kafakola alıp sol eliyle de ağzını kapattı.
“Onu arkaya getir.” Raynor bayılmış haydudu ayağından tutup ikmal deposunun gölge ve siperine doğru çekerken Marduke da diğer haydudu tutuyordu. Adam ne kadar çırpınırsa çırpınsın, devasa mahkûm onu sıkıca kavramıştı. Binanın arkasına vardıklarında Marduke köle tüccarını yere bıraktı ve hipersonik bir hızda çenesine sağlam bir kroşe çaktı; adam yere kapaklandı ve bir miktar kan tükürdü. Raynor yere çömeldi ve adamın suratını çenesinden tutarak kaldırdı.
“Çocukları ve diğerlerini nereye götürecekler?”
Adamın kafası bilyalı rulman üzerinde süzülüyormuş gibi sola yuvarlandı. Sonra gülümsedi ve bir soytarının kırmızıyla boyanmış sırıtışını gösterdi.
“Bir Konfederasyon Şerifi. Senden güzel ödül olur ha. İyi para edersin.”
BAAAMMM! Bu sefer haydudun suratında patlayan Raynor’ın yumruğuydu. Raynor daha önce sürüsüne bereket adamı konuşturmuştu; bu belli ki öncekilerden çok daha kolay olmayacaktı. Tüfeğini adamın şakağına dayadı.
“Tüfeği susturucu moduna aldım. Buralarda dilediğim gibi adalet dağıtma yetkisine sahip olduğumun farkındasın, değil mi?”
“Fark etmez ki. Çocukları açık arttırmaya götürüyorlar… Bilim insanlarınıysa… eh, mezara.”
“Bilim insanları çocuklar kadar para etmiyor,” dedi T-Bone tükürürken.
“Yardımcının hakkı var,” dedi haydut. Sonra Rodney’e döndü ve sırıtışı daha da büyüdü. “Şu elemanı gördün mü bak? Zayıf halkanız o işte.”
Haydut bir anda ayağa fırlayıp Rodney’in silahına davrandı. Ancak eli kabzayı ancak kavramıştı ki Marduke kafasında gauss ile koca bir delik açtı.
“Kahretsin. Bunu duymuşlardır,” diye panikledi Rodney.
“O zaman derhâl harekete geçiyoruz. Marduke, sen ve Smalls çocukların peşinden gidin. Doğuya giden izleri takip edin, henüz kampın dışına çıkmış olamazlar. Rodney, sen benimle gel; infazı durduracağız. Ve unutmayın, çocuklar, o bileğinizdeki aletlerin sinyali uzun mesafede etkili.”
“Ne kadar da güvensizsin.” T-Bone sırıttı, sonra dönüp Marduke’a seslendi. “Gel bakalım, seni koca hayvan. Gidip çocukları kurtaralım.”
Jim ve Rodney, ikmal deposu duvarlarına olabildiğince yakın şekilde siper alarak kamp yerinin arka tarafına doğru ilerlediler. İkişer sıra hâlinde ilerleyen kurbanlar ve onları zapt edenlere ait uzun ve tozlu ayak izlerini takip ediyorlardı. Az ileride komuta merkezinin ardından gelen sesleri duyabiliyorlardı; yakındılar. Büyükçe bir sonar çanağın gölgesinde koştular ve yavaşça arkasına baktılar.
“Hay lanet,” diye mırıldandı ve Rodney’i yakasından tutup yere çekti. “Yerde kal. Onlara… Onlara kendi mezarlarını kazdırıyorlar.”