KISA HİKÂYE – STARCRAFT: LANET KAVŞAĞI

“Peki ya o paralarını arakladığın insanlara ne oldu?” dedi Raynor.

“Sen söyle. Senin zarar verdiğin insanlara ne oldu, Raynor? Yüksek yerlerde dostların var diye parmaklıkların diğer tarafında kendini bizden üstün görüyorsun. Sistem adil değil. Sistem benim gibi kötü adamları kendi eliyle yaratıyor.” Marduke geriye yaslandı. “Ve senin gibi şanslı hergeleleri de.”

Bu sözlerin ardından bir süre hep birlikte sessizlik içinde oturdular, ta ki Raynor tek kelime bile etmeden kendi sığınağına girip uyumaya gidene kadar.


Raynor bağırışların ahenksizliğine uyandı ve barınağından dışarı, sabah ayazına doğru koşturdu. Kafeste Marduke havaya kaldırdığı T-Bone’u elektrikli parmaklıklara doğru tutuyordu. Vücutlarının etrafında statik yük merhametsizce cızırdadı.

“Seni koca orosp—beni yere indir!”

Raynor tereddüt dahi etmedi. Kol bandına hızlıca bastı, Marduke’un bilekliğinin ışıkları yandı ve dalga dalga acı, direkt sinir uyarıcılar sayesinde vücuduna yayıldı. Yaşattığı hissiyat bir dişçinin diş çukuruna çentikli ve paslı bir enstrümanla haşince dalmasına benziyordu, tabii bu durumda acı bütün vücuduna birden dağılıyordu. Vahşi adam çığlıklar atarak kafesin tabanına kapaklandı. Smalls tam tepesinde duruyordu, ellerini kenetleyip saldırmaya hazır bir şekilde havaya kaldırdı.

“Sakın deneyeyim deme!” Raynor’ın parmakları kol bandının üzerinde duruyordu.

“Şerif, hadi ama. Şöyle güzel bir tane geçireyim.” T-Bone’un suratından aşağı kanlar damlıyordu.

“Katiyen olmaz.” Raynor bunu derken Smalls ellerini salıp geriye çekildi. “Anlatın bakalım, burada ne halt dönüyor?”

“Ağzını çok fazla açıyor ve içinden vaktimize değecek bir şey çıkmıyor.” Marduke tatmin olmuş bir bakışla Raynor’a gülümsedi. “O kadar da abartmayacaktım… Sadece birazcık. Aklını başına toplaması için biraz kafasına vurmak iyi gelirdi.”

“Bunu bir daha tekrarlamayacaksınız. Ben kampı topluyorum ve sonra siz çocukların kaydını yaptırdığımız otele gidiyoruz.”

Marduke, T-Bone’a doğru bir öpücük yolladı. Bugüne kadar yollanmış en tehditkâr öpücüktü. T-Bone karşısındaki adamın meydan okuyuşuna gülümsedi. Marduke’un yerinde olsa o da aynısını yapardı. Rodney ise Raynor’a koştu. “Gördün mü!” diye bağırdı. “Bak, Şerif, ben… Ben buraya göre değilim. Lütfen, Indio’ya gidemem. Onlar gibi değilim.”

Otuz dakika sonra vulture motoru bir kez daha kanyonların arasında kükrüyordu. Sıcak yine bunaltıcı şekilde dönmüştü. Soluk bile aldırmayan ve bedeninin, hatta kemiklerinin bile içine işleyen kuru, keskin bir sıcaktı.

Yassı havzadan fırlamış ve tepelerin kendisi kadar büyük minerallerin olduğu derin bir koyak olan Adalet Kanyonu’nu geçtiler. Raynor, altlarındaki kara gedikten sakınarak mavi cevher yataklarına doğru tırmanmaya devam etti. Tepeye ulaştığında on altı kilometre kadar kuzeyde, gökyüzünde asılı duran koca duman sütununu görebiliyordu. Böylesi ıssız bir bölge için pek de alışıldık bir manzara değildi doğrusu. Jim motoru durdurdu ve dürbününü çıkarttı.

Lenslerden bakınca dumanı daha net görebiliyordu. Görüntüyü yakınlardaki bir patlamanın bir nakliye aracının gövdesini yalayan alevlerini net bir şekilde görecek kadar yakınlaştırdı. Kendi kendine “Kahretsin,” diye mırıldandı. Tam da görevini tamamlamaya bu kadar yakınken ve Liddy’nin evde onun en sevdiği yemekleri pişirdiğini biliyorken böyle bir şeyle karşılaşmak da anca onun başına gelirdi zaten.

“Yine niye duruyoruz, Şerif?” diye sordu Rodney.

“On altı kilometre ileride nakliye aracını vurmuşlar.”

“Eee, n’olmuş?” diye ekledi T-Bone.

“Olan şu: Gidip ne olup bittiğine bakacağız.”

“Hadi ama, Şerif. Senin görevin değil ki bu,” diye devam etti T-Bone. “Bugün Indio’ya ulaşmamız gerekiyor.”

“Yapma, Şerif,” diye yalvardı Rodney.

“Kesin şunu.” Raynor kontağı çevirip motoru ateşledi ve nakliye aracına doğru fırladı.

Onlar yaklaştıkça kalın kara bulutlar şeklinde yayılan dumanın nakliye aracının iskeletsi enkazının üzerine kara bir pus gibi çöken gölgesini gördüler. Alevler arada iskeletten dışarı taşıyor, dokunduğunu yakıp kömür siyahına çeviriyordu. Patlamadan dolayı etrafa dağılmış parçalar vardı –ki bir tahminde bulunmak gerekirse aracı devirip parçaları kum dolu zemine saçan bir roket atarın elinden çıkmışa benziyordu. Raynor bu tarz yıkımı daha önce de görmüştü: Savaş zamanında. Aynı zamanda haydutluk zamanlarında nakil araçlarına çarpan roketlerin yaratacağı tarzda hasarlara da aşinaydı. Tychus’un bir seferinde bir banka kamyonunda bir delik açarak ters çevirdiği araçtaki herkesin az daha ölmesine sebebiyet verişini hatırladı. Araçtan zar zor çıkan korumaların Tychus’la çalmaya çalıştıkları kredilerle birlikte nasıl kaçıştıklarını ve kül olmamak için çabaladıklarında yaşadığı suçluluk duygusunu hatırladı.

Raynor, vulture motorunu durdurdu. Erimiş lastik ve sert kimyasalların kokusu burnunu tıkamıştı. Delik deşik olmuş bedenler kuma saçılmıştı, kanları düştükleri noktaları çamura çeviriyordu. Bilim insanı olmalıydılar, her birinin koruma kıyafeti vardı. Lanet Kavşağı’nda kurumsal araştırma yapanlara rastlamak alışıldık bir şeydi. Bölgedeki mineraller sektördeki en zengin kaynaklardandı ve bütün tehlikelerine rağmen bilim insanları ve madenciler, Mar Sara (ve hatta Chau) gibi bölgelerden gelip bu kaynaklardan yararlanmak istiyorlardı. Tarsonis temelli büyük holdingler,  gerekirse bir iki uzuvlarını ve hatta hayatlarını tehlikeye atsınlar ama bölgedeki minerallerin yoğunluğunu test etsinler ve daha iyisini kendilerinin sentezleyebilecekleri numuneler getirsinler diye bilim insanlarına sağlam ödeme yaparlardı. Sektördeki bunca gezegenin arasında neden en kaynak zengini minerallerin burada yetiştiğine dair hararetli tartışmalar dönüyordu ve bunun sebebini keşfedebilen ilk firma muhtemelen müthiş bir zenginliğe kavuşacaktı.

Tam bu sırada gözü sağ tarafında bir hareketlenme yakaladı. Elini yavaşça silahının kılıfına götürdü. Daha ufakça minerallerden birinin arkasından birisinin başının tepesini görebiliyordu.

“Tamam, çıkabilirsin. Sorun istemiyorum.” Raynor motorundan indi ve arkasına çömeldi; silahını çıkarttı ve yanıt bekledi. Yanıt gelmeyince yavaşça doğruldu.

“Ne halt yiyorsun, Şerif? Sipere girsene!” diye kafesten bağırdı Rodney. Raynor silahını kılıfına geri soktu.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)