Odaklan, Jim. Tavşan deliğine dalıp da aklını kaybetme sakın. Haydut tehdidi, Lanet Kavşağı için gayet gerçek bir problemdi. Yağmacılar, korsanlar ve diğer çivi gibi sert olup başkaları ya da yaşayan herhangi bir şeye değer vermeyen piçler her an karşılarına çıkabilirdi. Her biri birer katildi. Etrafındaki bölgeye dikkat etmediği için yanlış bir gruba çatmak şu anda yapmayı göze alabileceği son şeydi. O anılara dalıp da kendini sorgulamaya başladı diye Liddy’nin dul bir anne olmasına izin vermeyecekti. McAaron’dan öylesine nefret ediyordu ki…
Öğleden sonrası yerini çökmekte olan akşama bırakır ve çorak topraklar alacalı renklere boyanırken keskin mavilere karışan kırmızı ışık hüzmeleri günün son nefesinin güzelliğini ortaya çıkarıyordu. Çöl bu saatlerde farklı gözüküyordu; kaleydoskoptan bir göğün sonsuza kadar devam ettiği ve sert kumların siyah bir okyanus gibi karardığı mistik bir rüya alemiymiş gibiydi. Tenha çalılık gecenin içinde eridi ve gündüzün cehennem sıcağı yerini kış ürpertisine bıraktı.
Raynor, vulture farlarının aydınlattığının ötesini göremeyecek duruma geldiğinde gazı kesti ve yavaşlayarak kamp yapabileceği bir alan bakınmaya başladı. 1,600 km’yi geri gitmişti bile; geriye gidilmesi gereken 800 km daha kalmıştı sadece.
Raynor kargo kompartmanını karıştırmak için motorunun arka tarafına doğru ilerlerken “Neden duruyoruz?” diye bağırdı Rodney. “Durmasak daha iyi… Hadi ama, Şerif. Buralarda nelerin kol gezdiğini sen de çok iyi biliyorsun.”
“Kapa çeneni,” dedi T-Bone. “İşeme molası verdin, di mi Şerif?”
“Hayır vermedim; en azından henüz. Yapacağımız kamp için hazırlık yapıyorum.”
“N’apmak için?” Rodney’in sesi birkaç oktav birden yükseldi.
“İzleme sistemleri ve yol verileriyle bile olsa bu karanlıkta yolumu tayin etmeye çalışmaya niyetim yok. Yılın bu vakitleri anomaliler de coşuyor zaten. Siz çocuklar gideceğiniz yere tek parça olarak varmak istersiniz herhâlde, değil mi?”
“Kesinlikle isteriz, Şerif. O yüzden neden duruyoruz?” Smalls yüzünü elektrikli parmaklıkların yakınına getirdi.
“Sizi bu kadar endişelendiren ne ki zaten?” diye sordu Jim sığınağını kurmaya başlarken. Yüzüne kızıl bir ışıltı yayan infraışığı açtı.
“Köle tüccarları… Eşkiyalar… Ama çoğunlukla köle tüccarları. Birinin satılmış uşağı olacağıma mahkûm olmayı yeğlerim.” Rodney iyiden iyiye gerilmişti.
“Eğer yola devam edersek bizi bulmaları daha olası. Bu karanlıkta hareket hâlinde olmak seni daha çok korkutmalı. Sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkacağız.”
“Gerçekten de köle tüccarları var mı bu civarda?” diye sordu Marduke sessizliğini bozarak.
“Mazor çetesi,” diye ekledi Smalls. “Son bir senedir filan Lanet Kavşağı üzerindeki gezginleri ya da mineral sahalarını incelemeye gelen bilim adamlarını kaçırmakla ünlendiler.”
“Köle tüccarlarından nefret ediyorum,” dedi Marduke ciddi bir ifadeyle.
“Onları hiç gördün mü, Şerif?” diye sordu Rodney.
“Görmedim. Niyetim de yok.”
Raynor kampı kurmayı bitirdikten sonra kendine biraz kumanya çıkartıp hazırlamaya başladı, kenara üç tane de fazladan ayırdı. Mahkûmlar paketlenmiş yiyeceklere büyük bir iştahla bakarken parmaklıklara yaklaştılar.
“Tek bir adam için o yemek fazla,” diye Şerif’i azarladı Smalls.
“Hepsi benim değil, çocuklar. Formumu korumaya çalışıyorum. Sizin de canınız çekmiştir diye varsaydım; o size verilen gıda enjeksiyonları pek de karın doyurmuyor. Daha önce bana da yapmışlardı. Ordu günlerinde…” Raynor üç paketi kafese doğru getirdi ve eklenti kompartımanını açtı. Çarklar döndü ve yemekler güvenle kafesin diğer tarafına geçip içeri çekildi. “Aranızda adil bir şekilde bölüşün onları bakalım.” Raynor, McAaron’un kendisine verdiği kol bandını kaldırdı. “O minik, şirin bileklikleriniz ciddi bir acıya sebep olmasın.”
“Niye bana bakıyorsun?” diye sordu Marduke.
“En acıkmış duran sensin, koca adam.”
Mahkûmlar kumanyaları bölüşüp yemeye giriştiler; muhtemelen onlarca yıl önceden ses dalgalarıyla kurutulmuş skalet etinin körili yapışkan sosunu parmaklarıyla avuçladılar. Raynor da aynısını yaptı ama çatal kullanarak. Liddy’nin ev yemekleri sağ olsun, bu tarz hazır gıda yeme alışkanlıklarından kurtulmuştu. Mahkûmlarsa yemekleri adeta gurme sunumlarmış gibi mideye indirmekle meşgullerdi.
“Pekâlâ, Şerif, bize biraz haydutluk günlerini anlatmak ister misin?” diye sordu Smalls yemeğini bitirdikten sonra.
“Adam bize daha şimdi yemek verdi,” diye karşı çıktı Rodney. “Biraz yakasından düşmemizi hak ediyor bence.”
“Bana ne yapacağımı söyleme, tıfıl herif!” Smalls yıldırım hızıyla Rodney’e döndü ve Raynor’ın kolunu havaya kaldırıp kol bandını işaret etmesine neden oldu.
“Merak etme, Şerif.” Marduke’un sesi buz gibiydi. “Yemeğimi piç edecek bir şey yaparlarsa senin bir şey yapmana gerek kalmayacak.”
“O zaman sadece seni durdurmam gerekecek, değil mi?”
“Kesinlikle.”
“Benim tren soyduğum günleri mi öğrenmek istiyorsunuz?” diye nihayet razı oldu Raynor. “Gidecek bir yeri olmayan aptal bir çocuktum. Ailesini sahte bir savaş sebebiyle hasta, fakir ve parçalanmış bırakan sisteme kızmış bir baş belasıydım. Tarsonis’tekiler için zenginliğin anahtarı, bizim gibiler içinse sırtımızı büken bir oyundu. İyi kalpli adamların bir hiç uğruna ölmesiydi. Bir isyankâr ve hergele miydim? Evet, tabii ki öyleydim. Peki yaptıklarımdan gurur duyuyor muyum? Hayır, duymuyorum.”
“Eh, ben kesinlikle duyuyorum. Heh, hiçbir yere varamayacağı hâlde didinip duran bir fakir Konfederasyon madencisi olmaktan iyidir,” diye güldü T-Bone. “O aziz ayaklarını benden duymayı bekleme. Sarhoştum, aptallık ettim ve yakalandım. Bana benzemiyormuş numarası yapmak istiyorsun, Şerif. Belki hoşuna gitmedi, belki de benden daha iyi birisindir. Pekâlâ, öyleymiş gibi yap sen. Ama bu sana inanmak zorunda olduğumuz anlamına gelmiyor.”
“Peki ya sen?” diye Rodney’e bakarak sordu Raynor. “Sen buraya nasıl düştüğünü anlatmak ister misin?”
“A…Aç gözlü davrandım, sanırım. Yani b-bunlar gibi değilim… Yani biraz aç gözlü davrandım. Bir kere beni ele geçirince duramadım. Krediler akmaya başladı; bir de baktım ki tek yaptığım şey bu olmuş.”