Raynor, Marduke’un gözünün içine baktı. Marduke da bu bakışlara karşılık verdi; Raynor’a McAaron’ın yaptığı gibi kaba bir karşılık vermesi için meydan okuyor gibiydi. “Eh, o kadar da kötü değil be, Şef. Tatlı bir ayıcık aslında kendisi. Di mi, Saul? Sen bana iyi davran ki ben de sana iyi davranayım. Bu kadar basit.”
Marduke içten bir şekilde güldü. “Ah, adeta bir melek olacağım Şerif. Nezaketsiz davranmak istemem. Sadece lüks konaklamamıza kavuşacağım için heyecanlandım.”
“Lütfen, Şerif, lütfen beni El Indio’ya götürme. Lütfen, efendim, aslında hepsi büyük bir yanlış anlamaydı.” Kafesin gerisinden kum sarısı saçlara ve yumuşak hatlara sahip bir mahkum ileri çıktı. Turuncu tulumu sırım gibi bedenine fazlasıyla büyük geliyordu. Tarsonis şehrinin finans sektöründe para yönetimiyle uğraşmaya daha uygun gibiydi ancak çöl sıcağı ve mahkûm kıyafetleriyle ortama gayet abes kaçıyordu.
“Bu da Rodney Oseen. Çoğunlukla ufak tefek suçları var. Beyaz yaka dedikleri türden hani… Mar Sara hükümetinin sermayesini korsan virüslerle soyup soğana çevirmiş. Tatlı çocuk, di mi? El Indio’da bi’ gün bile dayanmaz.” McAaron yine kahkahayı patlattı.
“Tanıştığıma sevindim, Rodney.” Raynor gülümsedi. “Bir şey olmaz, merak etme.”
“Nasıl olmaz, efendim? Indio’da ne yaptıklarını biliyorsunuz. Ben katil değilim. Bunların hepsi bir yanlış anlama, Konfederasyon hakimlerinden birinin kişisel garezi. Hapishane bana göre değil.”
“Cezanı çekemeyeceksen suçu da işlemeyeceksin. Di mi ama, Raynor? Ah, pardon, sen ne bileceksin ki…”
“Seni duymuştum, Şerif Jim Raynor.” Bu sefer ileri çıkan üçüncü mahkûmdu.
“T-Bone Smalls. Shiloh’un bu tarafındaki en büyük tren soyguncusu. İkinizin çok ortak yanı var.” McAaron küçümseyerek gülümsedi.
“Öyle sahiden de. Sanırım namını senden aldım, değil mi?” diye devam etti T-Bone. Raynor adamı şöyle bir süzdü. Tanıdık gözüküyordu; Jim’inkine benzer bir sakalı vardı, yara izi yüzünü çevreliyordu. Genç ve kibirliydi. “Savaştan sonra Tychus Findlay ile beraber yaptığınız işlerin hepsini biliyorum. Kurulduğumuzda benim ve çetemin en büyük ilham kaynaklarıydınız.”
Jim’in midesi düğümlendi. Tychus Findlay adını duymayalı yıllar olmuştu ve öyle olmasından da memnundu. Eski suç ortağını ya da kenara itmek için bunca zahmete girdiği o eski hayatı düşünmemek, yeni bir hayata başlamasına ve kefareti için uğraşmasına olanak sağlamıştı. Liddy sayesinde kurtulduğu ve arkasında bıraktığı bir hayattı o.
“Fakat anlayamadığım şey, benim gibi tren soyguncularının gıptayla baktığı bir kanun kaçağının nasıl böyle şerif olup çıktığı. Belki bana açıklayabilirsin.” T-Bone öne eğildi. Jim, Marduke’un bu yeni bilgiyi hazmederken diktiği soğuk bakışlarını hissedebiliyordu. Katilin kendisini yargıladığı ortadaydı.
“Görüyorsunuz ya, çocuklar, şerifin yüksek mevkilerde dostları var.” McAaron, Jim’e bakıp sırıttı. “Bir sulh hakimi.”
“Bu kadar saçmalık yeter, McAaron,” dedi Raynor dikleşerek.
“Hayatımda hiç kimseyi öldürmedim, şerif. Sadece dürüst bir işle alacağım maaş beni tatmin etmedi,” diye devam etti T-Bone. “Sana ikinci şans verilmesi ve bana verilmemesi adil mi şimdi?”
“Hayat zaten adil değildir. Şerif bunun sadece bir başka örneği,” dedi Marduke soğuk bir tavırla. “Artık gidebilir miyiz?”
Raynor gözlerini McAaron’a dikti. “Bu tip bir saçmalığı tekrarlarsan, sana iki çift laf etmekten çok daha fazlasını yaparım, Şef. Anladın mı?”
McAaron’ın kanı buz kesti. Alaycı gülüşü yüzünden silindi. Şef, Raynor geldiğinden beri ilk defa Jim’in cevabındaki keskinliği hissetti ve eski haydut yanının yüzeye ne kadar yakın olduğunu fark etti. McAaron bacağına bağlı bir keseyi yoklayıp içinden dijital bir kol bandı çıkartırken Raynor’ın gözlerinin çakmak çakmak yandığını görebiliyordu. “Bu, merkezden verdikleri yeni bir oyuncak. Şunların bileklerini kontrol et. Şu tuşa bastın mı, bum! Bacağı havaya uçurur. Buradakine basarsan da bzzzt! Acı içinde yere kapaklanırlar. Anladın?”
Raynor kol bandını aldı. Kafesin içindeki mahkûmların her birinin bileğine büyük metalden bir kelepenin sıkıca bağlanmış olduğunu görebiliyordu.
McAaron devam etti. “Bana sorarsan dışarıya çıkmalarına izin vermeni tavsiye etmem. Kafeste yeterince su var ve hepsine iki gün yetecek kadar besin implantı da verildi. Bağırsaklarını ve tuvalet ihtiyaçlarını falan da kontrol ediyor hem. Mahkûmların hapishaneye girmeden önce kaçmaya çalıştığı ya da kavga çıkarttığı oluyor, o yüzden sonradan üzüleceğine güvende olmak daha iyi.”
“Bu benim ilk rodeom değil.” Jim gidip mahkûmların kafesini vulture motoruna bağlayacak olan metalik kabloyla uğraşmaya başladı. Harcayacak daha fazla sözü yoktu. Kablo, nakil aracı ile kafes arasında sağlam bir kilit oluşturacak şekilde tasarlanmıştı. Eriyip karışmış alaşımlar ve elmastan daha katı yüzeye sahip katalizör elementlerden yapılmış bir maddeydi.
“Görüşürüz, Şef. Sıkı tutunun, çocuklar. Arada bir sarsıntı olabilir.” Raynor cevap bile beklemeden motorun hızlandırıcısına asıldı ve önünde uzanan çorak çöle doğru fırladı.
Jim’in düşünceleri oradan oraya sıçrıyordu. Eski günlerin, Tychus Findlay ile birlikte kötü nam salmış haydutlar oldukları günlerin, anı yaşadıkları ve harcayabildikleri kadar çaldıkları günlerin hatıraları bir anda aklından esip geçti. Alkol etkisinde zamparalık yaptıkları, dünyadaki hiçbir şeyi umursamadıkları ya da dürtüleri dışında bir şeyin peşinde koşmadıkları bir dönemdi. Neredeyse Jim’in ölümüne sebep olmuş, hatta daha da kötüsü, yaşamının değeri konusundaki inancını öldürmeye ramak kalmış bir dönemdi. Bu tarz düşünceler içerisine düşmeyi beklememişti; hele ki şimdi, yolda bebek varken ve doğmamış çocuğunun kendisininkinden çok daha iyi bir geleceğe sahip olacağının hayalini kurarken. Saatte 320 kilometre hızla kanyonu yakarak ilerlerken çocuğunun bir gün zihnini kavuran bu gerçekleri öğrenip öğrenmeyeceğini merak etti. Eğer öğrenirse ne karşılık vereceğini düşündü. Kendisi düzeltebileceğinin de ötesinde tonla yanlış yapmışken ona gerçekten de doğruyla yanlış arasındaki farkı anlatan nutuklar atabilir miydi?