Kraliçe Azshara, halkı tarafından oldukça sevilen bir lider ve olağanüstü güzellikte bir elfti. Kendisi de büyük bir büyü gücüne sahip olan Azshara, artık gece elfi yaşamının ayrılmaz bir parçası haline gelen bu gücü kullanarak Ebediyet Pınarı’nın kıyısına bir saray inşa etti; hem taştan hem de çevresindeki ormandan tek parça halinde oluşturulan saray, göz alıcı bir mimari güzelliğe sahipti. Zeka, güç, yetenek ve maddi anlamda daha ileri seviyede olan soylu elf ailelerinin en kudretli olanları da Kraliçe ile birlikte yaşamak için saraya taşındılar. Bu üstün özellikleri sayesinde hükümdarlarına daha yakın bir pozisyon elde edebiliyorlar ve bu yüzden diğer kesimler tarafından gizli bir kıskançlıkla karşılanıyorlardı. Söz konusu büyü olunca oldukça yetenekli ve hırslı olan bu soylu elfler, zaman içerisinde “asil doğanlar” anlamına gelen “Quel’dorei” ismiyle anılmaya başlandılar.
Asil doğanlar arasında Kraliçe’nin kişisel hizmetçisi Leydi Vashj ile güvenilir danışmanı Lord Xavius da bulunuyordu. Sarayın en yüksek kulesinde en yetenekli asil doğanlar, aynı zamanda Quel’dorei büyücülerinin lideri olan Xavius’un önderliğinde mistik gölün gizemlerini çözebilmek için Ebediyet Pınarı üzerinde çalışmalar yapmaya başladılar. Büyüye karşı olan doğal yeteneklerini en üst seviyeye taşımak isteyen ve Pınar’ın güçlerine kolaylıkla erişim sağlayabilen asil doğanlar ise çocukları için sadece kendi sosyal sınıflarından olan aileler ile birliktelik anlaşması yaparak gelecek nesillerin olabildiğince safkan büyü kullanıcıları olarak doğmaları için uğraşıyorlardı. Bu dönemde başkenti dış tehditlerden korumak amacıyla bir grup büyü kullanıcısı tarafından Ay Muhafızları birliği oluşturuldu.
Her ne kadar Azhsara ve beraberindeki asil doğanlar kendilerini diğer tüm elflerden üstün görüyor ve onları “düşük sınıf” olarak adlandırıyor olsalar da Kraliçe’nin kendisi tüm elf sosyal sınıfları tarafından oldukça seviliyordu. Öyle ki kudretli liderleri Azshara’yı onurlandırmak isteyen elfler, başkentlerinin ismini de “Azshara’nın Görkemi” anlamına gelen “Zin-Azshari” olarak değiştirdiler. Azshara’nın yönetimi altındaki gece elfi medeniyeti gelişti, güçlendi ve bir imparatorluk halini alarak Kalimdor’un dört bir yanına yayıldı.
Kraliçe’nin emriyle dünyanın her yanına keşif heyetleri gönderildi; böylece bir yandan imparatorluğun sınırları genişletilirken diğer yandan da Azeroth üzerinde yaşayan canlılar ile doğal yaşam hakkında bilgiler ediniliyordu. Keşif heyetleri aynı zamanda kendi kentlerini de inşa ediyorlardı. Bunlar arasında kuzeydeki Ayezgisi ormanları içerisinde kurulan Shandaral, kıtanın orta kesimlerine yakın ormanlık alanda kurulan Then’Ralore ile Feralas’ta kurulan Eldre’Thalas özellikle öne çıkan yerleşimlerdi. Gece elfi şehirleri arasında en büyüklerinden biri olan Suramar’da yer alan Antik Eserler Kubbesi ise dünya üzerinde bulunmuş en güçlü artefaktların ve kadim arkeolojik kalıntıların toplandığı bir depo görevi görüyordu. Kraliçe Azshara bir süre sonra bizzat denetlediği bir tapınak inşası emri de verdi. Elune’a adanan bu yeni tapınak, kendisini çevreleyen olağanüstü güzellikteki göller ve bu gölleri sarmalayan, değerli taşlarla kaplı köprülerle Kalimdor’un batı kıyısını süslüyordu; tamamlandığında ise Kraliçe tarafından “Gökyüzü Makamı” anlamına gelen “Lathar’Lazal” ismi verildi.
Gece elfleri yüzyıllar içerisinde mogu imparatorluğunun yanına bile yaklaşamayacağı muazzam bir güce kavuşmuşlardı. Ancak Azshara’nın özellikle uzak durduğu bir yer vardı: Hyjal Dağı. Kraliçe’ye göre bu bölge, elde etmek istediği her şeyin tam tersi gibiydi: Doğal büyülerle sarmalanmış vahşi ancak bir o kadar da durağan topraklardı. Azshara bu bölgeye yaklaşmamasının ardındaki gerekçeyi anlatırken halkına Hyjal’ın gece elflerinin geçmişiyle olan bağına duyduğu saygıdan bahsediyor olsa da aslen dağın temsil ettiği uyum ve düzenden nefret ediyordu. Cenarius ise Azshara’nın gerçek düşüncelerinin farkındaydı ve gece elfi medeniyetinin gittiği yoldan hiç hoşnut değildi. Elflerin büyük bir kısmı hâlâ doğayla iç içe yaşıyor ve eski âdetlerini devam ettiriyor olsa da Kraliçe’nin ve yakın takipçilerinin gün geçtikçe artan küstahlığı kendisini oldukça rahatsız ediyordu. Ancak yine de elfler arasından doğanın öğretilerine gönülden bağlı olanlar da vardı.