Sargeras’ın bu dönemde henüz bilmediği bir şey vardı: İblisler yalnızca Çarpık Düzlem ve Çarpık Düzlem’in uzayda yayıldığı bölgelerde gerçek anlamda öldürülebiliyorlardı. Bu bölgeler dışında “öldürülen” iblislerin ruhları Çarpık Düzlem’e geri dönüyor ve bir süre sonra tekrar vücut buluyordu. Bu bilgiden yoksun olan titan, alt ettiği iblislerin tekrar doğuşlarını engellemek amacıyla Mardum adındaki gezegeni yarattı; yani diğer adıyla “Sürgün Düzlemi”ni. Savaşıp yendiği iblisleri bu gezegene sürgün eden Sargeras, böylece onların Çarpık Düzlem’e kaçışlarını da engelleyerek sonsuza kadar hapsolmalarını sağladı. Zaman içerisinde Mardum, içerisinde hapsedilen iblisler ve onların fel enerjileriyle dolup taştı; öyle ki bir süre sonra barındırdığı enerjiyle uzayın derinliklerinde yanan bir yıldız gibi parlamaya başladı. Ancak titanın planı işe yaramıştı. İblislerin sayıları ve beraberinde saldırıları da azaldı.
Evrendeki karanlığa karşı olan mücadelelerine ilk başlarda beraber devam eden Sargeras ve Aggramar, sonraları daha fazla iblisi alt etmek amacıyla ayrı ayrı savaşmaya karar verdiler. İşte bu dönemde Sargeras, Hiçlik Efendileri’nin korkunç planlarının gerçek yüzünü öğreneceği bir olay yaşadı. Uzayın uzak bir köşesine giden Sargeras, burada bulunan ve Hiçlik enerjileri ile kararıp kurumuş bir gezegenler karşılaştı. Ürkütücü derecede büyük ve karanlık varlıklar gezegene yerleşmiş ve dokunaçlarını da dünyanın derinliklerine gömmüşlerdi. Bunlar, Eski Tanrılar’dı.
Sargeras’ın dehşete düşmesine sebep olan ise bu gezegenin henüz doğmamış bir titanın dünya-özünü barındırıyor olmasıydı. Sargeras, titanın rüyalarının birer kâbusa dönüşmüş olduğunu ve ruhunun da Hiçlik’in karanlık gücüyle yozlaştırıldığını fark etti. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi iblis ırkları arasında en kurnaz ve zekileri olarak bilinen nathrezimlerden bir grup da bu dünyaya yerleşmiş ve Eski Tanrılar’ın güçlerini kullanmayı öğrenmişlerdi. Nathrezimleri ele geçirip sorgulayan Sargeras, Eski Tanrılar ve amaçlarıyla ilgili çeşitli bilgiler öğrendi: Eğer henüz doğmamış bir titanın dünya-özü yeterince yozlaştırılırsa olağanüstü derecede dehşetengiz bir varlık doğacak ve Panteon da dahil olmak üzere evrendeki hiçbir canlı bu güce karşı koyamayacaktı; öyle ki yozlaşmış olarak doğacak bu titan, tüm yaşamı ve enerjiyi tüketip evreni Hiçlik Efendileri’nin iradelerinin kölesi haline getirecekti.
Tüm bu bilgileri edinen Sargeras, titanların yenilmez şampiyonu, gerçek anlamda ilk defa korkunun ne demek olduğunu öğrendi. Sorguladığı iblisleri anında yok eden Sargeras, dikkatini karanlık dünyaya yöneltti. Her ne kadar büyük bir üzüntü duysa da Eski Tanrılar’ı yok etmenin ve titanın doğumunu durdurmanın tek bir yolu olduğunu biliyordu. Hiç tereddüt etmeden harekete geçen Sargeras, kılıcıyla dünyayı ikiye ayırdı. Oluşan patlama, Eski Tanrılar’ı ve karanlık enerjilerini yok etmişti ancak bir bedeli vardı: Beraberinde doğmamış olan titan da ölmüştü.
Bu yeni gelişmeler ışığında hemen Panteon’un yanına giden ve Aggramar’ı da çağıran Sargeras, olan biteni diğer titanlara anlattı. Her ne kadar gerçekleri anlattıysa da diğer titanlar, kendi “kardeşlerinden” birinin bu şekilde öldürülmüş olmasını hiç de hoş karşılamadılar. Sargeras’ın kendilerine neden haber vermediğini sorgulayan titanlar, eğer bilselerdi yardım edebileceklerini iddia ettiler. Ancak Sargeras, gerçeği biliyordu. Onun gözünde yozlaşmış bir evren var olacağına yaşamın tamamen yok edilip düzenin tekrar en baştan sağlanması çok daha mantıklıydı. Aggramar dışında diğer hiçbir titan, Hiçlik’in güçleri hakkında bilgi sahibi değildi; ancak Aggramar bile Sargeras’ın fikirlerine karşı çıktı.
İhanete uğradığını ve gerçeği hepsinden daha iyi bildiği halde diğer titanlar tarafından anlaşılmadığını hisseden Sargeras, Panteon’a sırt dönerek gitti. Öyle ki bu, diğer titanların Sargeras’ı “kendilerinden” biri olarak gördükleri son an olacaktı.