Işık’ın Ordusu kendilerini izliyor olmalıydı. Suikastçıyı öldürmelerinin üstünden bir saat bile geçmemişti ki parlak Işık, Alleria ile Turalyon’u sessizce karşıladı. Işık’ın görkemiyle çevrelenmişlerdi; zihinleri ise farklı bir yaradılış düzlemine yükseldi.
Turalyon aralarında başka bir varlığın mevcudiyetini hissetti; öylesine engin bir kudrete sahipti ki tüm Işık adeta bu varlıktan akıp yayılıyor gibiydi. Alleria’nın nefesinin hayretle kesildiğini duydu. Işık’ın bu huzurlu gücünü daha önce hiç deneyimlememişti.
Turalyon bile daha önce böylesine yoğun bir şekilde hissetmemişti.
Zarif, nazik ancak sarsılmaz bir ses onlarla konuşmaya başladı. Bu, Işık’ın Annesi’ydi.
Azeroth’un iki evladı. Alleria. Turalyon. Ben Xe’ra. Zarar görmemiş olmanıza memnun oldum ancak yine de katlanmak zorunda kaldıklarınız için gözyaşı döküyorum.
Karşılık veren Alleria oldu. “Bizim için üzülmeyin. Dünyamızı kurtarmak adına savaşa gittik. Azeroth güvende.”
İşte tam da bu yüzden üzülüyorum. Fâni yaşamın yalnızca bir hayal olduğu Başlangıç’ta oradaydım. Böylesine korkunç tehlikelerle yüzleşmek için sizin gibi varlıkların yardıma çağrılacağını düşünmek… Bu bana acı veriyor. Eğer diğerleri başarısız olmasalardı, eğer ben başarısız olmasaydım, bu yükü taşımak zorunda kalmayacaktınız.
“Yine de bunu memnuniyetle taşıyoruz çünkü yapmak zorundayız,” dedi Turalyon. “Burada neler oluyor? İblis kaderin üzerimizde izini bıraktığını söyledi.”
Siz ikiniz, içinizde evrenin umudunu taşıyorsunuz.
Turalyon, Xe’ra’nın formunu görmeye başladı. Adeta kutsal gücün kudretiyle bir arada duran ve ışık saçan canlı kristallerden oluşuyordu. Daha önce gördüğü hiçbir varlığa benzemiyordu. Ancak yine de…sanki onu hep tanıyormuş gibiydi. Işık’ın yolunu kullanarak gerçek doğasını algılayabiliyordu; tıpkı Xe’ra’nın da onun doğasını algıladığı gibi. “Lothraxion yıldızlar ötesindeki bir savaştan bahsetti. Bu savaşta bizim nasıl yardımcı olabileceğimizi anlamıyorum.”
Savaş çok önceleri kaybedildi. Yakan Lejyon, evrenin kaderini değiştirdi. Şimdiyse tüm hayatlar hızla kayboluşa doğru gidiyorlar. Bu yüzden…bir umut aradık. Büyük Karanlık’a bakarak parıldayan ışıklar bulmaya çalıştık. Binlerce ölü dünyanın viranesinin ardında hâlâ yaşayan ve gelişip büyüyen topraklar var.
“Azeroth,” diye fısıldadı Alleria.
Aralarındaki en parlak ışık o. Lejyon’un on bin yıl önce dünyanıza gelmesine sebep olan da buydu. Halklarınızın cesareti ve iblislerin kibri sayesinde Lejyon ilk defa mağlubiyeti tattı. Ancak hatalarından ders çıkarıyorlar. Draenor’daki orklar yeni stratejilerinde kullandıkları piyonlardı. Onlara karşı koydunuz ve Lejyon bundan da ders çıkaracak. Azeroth’a bir sonraki saldırılarının ne zaman olacağını kestiremiyorum; ancak çok yakın zamanda gerçekleşeceğini söyleyebilirim.
Alleria kesin konuştu. “O zaman Azeroth’a geri dönmeliyiz. Tüm ulusları savaş için bir araya getiririz.”
Yeterli olmayacaktır.
“Olacaktır.”
Kutlu varlığın sesi kederle yankılandı.
Yeterli olmayacak. Lejyon dünyanıza karşı Yakan Sefer’i başlatmaya hazır bile. Yalnızca bir yola ihtiyacı var. Orda bunu neredeyse onlara sağlayacaktı.
Bir görü belirdi. Kamburlaşmış ve şekli bozulmuş bir ork fel büyücüsü Orda’dan uzaklara yelken açmıştı. Turalyon kim olduğunu anladı: Gul’dan adını verdikleri orktu.
Aşırı kibri onun sonu oldu. Eğer başarılı olsaydı her şey kaybedilecekti. Ancak Orda Azeroth’tan kaçalı ne kadar zaman geçti? Dünyanızın zaman anlayışıyla kaç yıl oldu?
“Üç yıldan biraz az,” dedi Turalyon.
Lejyon’un yeni savaş yolları bulabileceği onlarca yılı vardı.
“Anlamıyorum.”
Zamanın örgüsü her daim ileriye doğru akar; ancak Çarpık Düzlem’in enerjileri önceden kestirilemez. Bakın.
Başka bir görü belirdi. Ortaya kocaman bir okyanus çıktı ve Alleria ile Turalyon, suyu altüst eden muazzam bir anaforla karşılaştılar. Anafor iki ağaç dalı taşıyordu; bunlardan biri suların sakin olduğu kenardaydı, diğeri ise merkezine yakındı. Kenardaki dal yavaşça, adeta miskince sürükleniyordu. Merkeze yakın olan ise şiddetle savruluyor, anaforun içinde sayısız kez dönüp duruyordu. Fırtınalar suları bulandırıyor, akıntıları sarsıyor, mevcut düzeni daha da kaotik hâle getiriyordu.
Turalyon yavaş yavaş anlamaya başladı. Aynı okyanustu, aynı sulardı; ancak benzer güçler tarafından farklı şekillerde etkileniyordu. Azeroth, evrenin daha çalkantılı kısımlarına nazaran çok daha yavaş hareket ediyordu.
Yakan Lejyon savaşa hazırlanmak için dilediği kadar vakte sahip. Kurbanlarının ise neredeyse hiç vakti yok. Sizin dünyanız parıldayan ışıklarla dolu bir yer; ancak henüz hazır değil.
Görü değişti. Yer altındaki bir höyük hapishanesi belirdi. Bir hücrede tek başına duran bir elf göründü. Yüzü duygusuz ve donuktu. Turalyon bu elfin ruhundaki nefreti ve kararlılığı hissedebiliyordu.
Işık bir gün bu canlının dertli kalbini iyileştirecek ve o, en kudretli şampiyonumuz olacak. Yakan Lejyon’u yok edecek.
Turalyon’un zihni sorularla çalkalanıyordu. “Öyleyse… Lejyon neden bizden korkuyor?”
Dünyanızı arkanızda bıraktığınızda kaderin uçsuz bucaksız enginliklerinde yeni olasılıklar dalgalanmaya başladı. Gelecek, çağlar ardından ilk defa bir umut parıltısına tutundu. Işıklarınız evren boyunca birlikte hareket etti. Başka bir şeye ulaşana kadar yolculuk ettiniz. Yeni bir şeye… Görmemem gerektiğini düşündüğüm bir şeye. Bir zümrüt yıldız. Bir anlığına oradaydı, sonrasında ise kayboldu.
“O neydi peki?”
Bilmiyorum. Lejyon’un tüm meraklı gözlerden sakladığı bir şey. Oraya ulaştığınızda Yakan Lejyon’u nasıl alt edeceğimizi sonunda öğrenmiş olacağımıza inanıyorum. İblisler de bunu biliyorlar. Bu yüzden sizden kurtulmak için bir suikastçı gönderdiler.
Alleria hafifçe güldü. “Onun için pek iyi sonuçlanmadı. Yok oldu.”
O iblis ölmedi.
“Maalesef aynı görüşte değilim.”
Sadece onu taşıyan bedeni yok ettin. İblisin ruhu Çarpık Düzlem’e geri döndü. Zaman içerisinde yeniden hayat bulacak ve efendilerinin kendisine verdiği görevi tamamlamak için kaldığı yerden devam edecek: İki parlak ışığın umudunu söndürmek için.
Alleria alçak sesle bir lanet okudu. İblis Arator’u tehdit etmişti ve her an geri dönebilirdi. Alleria’nın ses tonu sertti. “Bir oğlumuz var.”
Biliyorum. Akıl almaz bir fedakârlık yapmanızı istiyorum.
“Anlamıyorsunuz. Eğer ikimiz de burada ölseydik Arator yetim büyüyecekti. Yine de onu ardımızda bıraktık. Yüreğime bak. Neden yaptığımızı gör.”
Saf ve kusursuz bir sevgi görüyorum.
Turalyon’un eli Alleria’nınkini buldu ve sıkıca tuttu. Alleria da onun elini sıktı. “Arator’u, halkımı ve dünyamı korumak için her şeyi yaparım. Eğer dünyamı yok etme peşinde koşan düşmanlar varsa durup dinlenemem. Gerekirse canımı feda ederim. Ama oğlumu tekrar göreceğimi biliyorum. Azeroth’u terk etme kararı aldığımdan beri bunu biliyordum.”
Memnun oldum. Henüz Işık’ı gerçekten bilmiyor olsan da seninle çoktan konuşmaya başlamış.
“İttifak Seferi’nin geri kalanını bulmalıyız. Eğer Lejyon biz ikimizden korkuyorsa hep birlikte hareket ettiğimizde karşımızda titreyecektir,” dedi Turalyon.
Onların kendi yazgıları var. Siz yokken dünyanızda -ve bu dünyada- daha birçok savaş yaşanacak. Azeroth’un zaman içerisinde onların yardımına ihtiyacı olacak.
Konuşmaları saatler boyunca devam etti. En sonunda Alleria ile Turalyon bir karara vardılar. Korkunç, imkânsız bir karardı.
Verilmesi gereken bir karardı.
Görüler yavaşça solup kayboldular. Alleria ile Turalyon yine Draenor’daki ormanın ortasındalardı. Yakınlarında bir geçit yarığı açıldı. Parlak Işık içinden taşıyor, parçalanmış dünyayı aydınlatıyordu.
“Oğlumuzu tekrar göreceğiz,” dedi Alleria.
“Işık’ın izniyle.”
Yarıktan içeri adım attılar.
Diğer tarafta birçok varlık onları karşılamak için bekliyordu. Lothraxion, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle oradaydı. Xe’ra hemen üstlerinde havada süzülüyordu; varlığı, kendisine çokça ihtiyaç duyan bir evrende umudun yol göstericisi gibiydi.
Hoş geldiniz, Alleria ve Turalyon. Işık’ın Ordusu’na hoş geldiniz.
Evinize hoş geldiniz.
Kaynak: A Thousand Years of War – Audio Drama