SAVAŞLA GEÇEN BİN YIL – BÖLÜM 1: İKİ PARLAK IŞIK

Turalyon tek başına hareket etmeden duruyordu; sessizlik içinde bir dünyanın ölümüne şahit oluyordu.

Kara Geçit’in kapatılmasının ardından sadece birkaç saat geçmişti. Draenor toprakları paramparça olmuştu. Kıtalar yarılmıştı. Okyanuslar kaynamış, kabarıp buharlaşmıştı. Kocaman toprak parçaları göğe fırlamış, öylece duruyorlardı; havada asılı hâlde kendi etraflarında yavaş yavaş dönüyorlar ve adeta yeryüzüne inmeyi reddediyorlardı. Gerçekliğin örgüsü çözülüyor gibiydi.

Turalyon sakindi. Korkmuyordu. Işık onunlaydı. Burada, bu tuhaf yerde bile…

Burası Draenor değildi.

Draenor gibi gözüküyordu, evet; ancak kendisi gerçekten orada değildi. Cehennem Ateşi Yarımadası’nın çatlamış kızıl toprakları ayaklarının altında uzanıyordu, evet; ancak kendisi gerçekten orada değildi. Uzakta İttifak’ın aceleyle inşa edilmiş olan geçici üssü Onur Kalesi’nin depremlere ve sarsıntılara karşı inatla ayakta kaldığını görebiliyordu.

Ancak kendisi gerçekten orada değildi.

Turalyon orada bulunmuştu tabii ki. Yalnızca birkaç saat önce orada ölüm kalım savaşı vermişti. Cehennem Ateşi Yarımadası orklarla, İttifak askerleriyle, parçalanmış savaş makineleriyle, düşenlerin cansız bedenleriyle, bir kenara atılmış silahlarla ve savaşın diğer tüm enkazlarıyla dolmuştu.

Şimdiyse bunların hiçbirini görmüyordu. Bir savaş yaşandığına dair herhangi bir emare yoktu. Yalnızca boş, ölü toprak onu çevreliyordu. Kendisine Draenor’un yok oluşunu izleme talihsizliği sunulmuştu… ancak hayır, gerçekten orada değildi.

Bilmediği başka bir düzlemdeydi. Gökyüzü karanlıktı, girdap gibi dönüyordu ve birbirine zıt, tuhaf güçlerle doluydu. Uzakta gökte asılıymışçasına duran birçok farklı dünya görebiliyordu; uzansa dokunabilecekmiş kadar yakın ancak hayal edilemeyecek kadar uzaktalardı. Işık’ın ve Gölge’nin birbirine karıştığını hissediyordu. En temel ve kontrol edilemez güçler olan kaos ile düzenin, yaşam ile ölümün burada çarpıştığını da.

Bulunduğu yeri hiç bilmiyordu. Oradan nasıl kaçabileceğini de… Tanıdık bir sima görebilmek için bekliyordu. Khadgar. Danath. Kurdran. Alleria. Herhangi birinin hayatta kalıp kalmadığını merak etti.

Açıklıkta öylece durup Işık’ın bedeninden akıp yayılmasına izin verdi. Sabredecekti. Orada bulunan her kim olursa olsun ona yol gösterici olacaktı.

Vakit geçti. Karşısına hiçbir şey çıkmadı.

Ancak bu, orada hiçbir şey olmadığı anlamına gelmiyordu. Turalyon doğudan kendisini izleyen bir çift göz olduğunu hissetti. Karanlık amaçları olan bir çift göz. Saatler akıp gidiyor olsa da avına kilitlenmiş bakışların verdiği rahatsız edici his geçmedi. Oradaki her ne ise kana susamıştı.

Turalyon, suskunluğu bozmak için yükses sesle konuştu. “Varsın, gelsin. Varsın Işık’ın kudreti neymiş, görsün.”

Hemen arkasından, batı yönünden bir ses yükseldi. Tanıdık bir ses. Tekrar duyabilmek için yalvardığı bir ses.

“Turalyon!”

Gülümseyerek döndü. Onu bulmuştu. “Alleria! Işık’a şükürler ol-”

Nefesi düğümlendi. Kadının yayı gerilmiş, kirişine bir ok yerleştirilmişti. Kalbini hedef alıyordu.

Kadın oku attı. Yayın salınma sesinin ardından tek bir kelime söyledi:

“Sol!”

Turalyon tereddüt dahi etmedi. Hemen başını sol tarafına doğru eğerek savruldu. Okun yanından hızla geçip giderken yarattığı o hafif esintiyi ensesinde hissetti. Kavisle ilerleyen ok, yüzlerce adım ötede yere saplandı. Turalyon, okun kızıl toprağın üstünde tüyleri titreşerek dimdik durduğunu görebiliyordu.

Alleria Windrunner yeni bir ok çekerken yavaş adımlarla yaklaştı. Yayı toprağa bakacak şekilde alçakta tutuyordu. Başı dönüp duruyor, gözleri oradan oraya bakıyor ve bir hedef arıyordu. “Özür dilerim. Benim solumu kastetmiştim, seninkini değil.”

Turalyon uzaktaki oka şöyle bir bakış attı. “Reflekslerimi mi deniyorsun, yoksa bir şey mi gördün?”

“Bir şey gördüm.”

“Tüh. Ben de senin reflekslerini denemekten mutluluk duyardım. Söylemen yeter, kalkanımı sana doğru fırlatırım.”

Alleria’nın dudakları bir anlığına hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı. “Belki daha sonra.” Birkaç dakika önce Turalyon’un durduğu yerde duruyor ve yeri inceliyordu. “İzler.” Az ilerilerini işaret etti.

Turalyon kuru toprakta kendi botlarının bıraktığı izleri görebiliyordu. Ancak bir adım ötesinde belli belirsiz üçüncü bir iz daha vardı. Bir şey arkasında durmuştu – hayır, son anda diğer tarafa döndüğü hesaba katılırsa bir şey tam karşısında durmuştu ve Turalyon onu görmemişti. “Neydi o?”

Alleria gözleriyle önündeki manzarayı taramaya devam etti. “Titreşerek parıldayan bir şey gördüm. Sen dönünce bir şekle girdi. Ne olduğunu bilmiyorum. Okum onu vurmadan kaçtı.”

“Bir orktur belki? Ner’zhul’un fel büyücüleri buraya gelmiş olabilirler.”

“Ork değildi,” dedi Alleria kendinden emin bir şekilde.

“Okunu geri almalı mıyız?”

Alleria ona baktı. “Burası Draenor değil. Nasıl çıkacağımızı biliyor musun?”

“Hayır, değil ve bilmiyorum,” dedi Turalyon.

“O zaman kaynaklarımızı muhafaza etmeliyiz.”

Oku yaklaşık iki yüz adım öteye düşmüştü. Beraber oraya doğru yürüdüler. Aradaki mesafe boyunca tek kelime etmediler.

Turalyon çekicini elinde taşıyordu ancak oldukça keyifliydi -Alleria onu bulmuştu. Kara Geçit’teki savaş daha önce yaşadıklarına hiç benzemeyecek kadar vahşiceydi. Orda ile iki farklı dünyada çarpışmıştı ancak onları hiç bu kadar çaresiz görmemişti. Savaşşefleri olan Ner’zhul, Kara Tapınak’ta yeni dünyalara köprüler açabilmek için Azeroth’tan edindikleri güçlü nesneleri kullanmıştı. Fakat büyüleri kontrolden çıkmıştı. Draenor üzerinde sayısız geçit yarığı açılıp kapanmaya başlamış, varoluşun örgüsünü parçalamıştı. Kaçılabilecek tek yer Azeroth’tu.

Ancak kontrolden çıkmış olan bu yıkım, Kara Geçit üzerinden Azeroth’a akmaya ve gezegeni tehdit etmeye başlamıştı.

İttifak Seferi, dünyalarını korumak için hemen harekete geçmişti. Alleria ile Turalyon, iki dünya arasındaki geçidi kapatmaya çalışan Khadgar’a yeterince zaman kazandırabilmek adına dehşete kapılmış orklar dalgalarını tutabilmek için sırt sırta savaşmışlardı; üstelik kendilerinin de ölmekte olan Draenor’da kısılı kalacaklarını biliyorlardı. Tüm bu kaosun ortasında, hemen yakınlarında bir geçit yarığı daha açılmıştı. Tereddüt etmeden bu yarıktan geçmişlerdi zira oldukları yerde durmaktansa evrendeki herhangi bir yere gitmenin çok daha güvenli olduğunu düşünmüşlerdi. Fakat bu sırada birbirlerinden ayrı düşmüşlerdi.

İttifak Seferi’nin geri kalanının nerede olabileceğini tahmin etmek mümkün değildi. Belki de hâlâ Draenor’da bulunuyorlardı. Belki de burada, bu tuhaf düzlemdelerdi. Belki de evrenin çok uzak bir köşesine kaçmışlardı. Turalyon’un hiçbir fikri yoktu.

Yine de en azından Işık, Alleria’yı ona geri getirmişti.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)