SAVAŞLA GEÇEN BİN YIL – BÖLÜM 1: İKİ PARLAK IŞIK

Üç gün boyunca konuştular. Kısa bir süre sonra Lothraxion tedirgin olmaya başladı; özellikle de Alleria ve Turalyon’u adım adım takip eden görünmez düşmanın varlığını öğrendikten sonra.

“Lejyon’a karşı binlerce yıl savaştım -ki binlerce yıl da Lejyon’un bir parçasıydım- ve Çarpık Düzlem’de o şekilde hareket edebilen bir canlının varlığını hiç duymadım.” Lothraxion’un korkutucu bir çıkarım yapması gecikmedi. “Eğer onu sen bile göremediysen, Turalyon… bu tedirgin edici bir durum. İblislerin Işık’ın nazarından o şekilde kaçamamaları lazım.”

Diğer düzlemde -ki adı Çarpık Düzlem’di ve Alleria bunu hep hatırlayacaktı- geçirdikleri zaman içerisinde başlarına gelenleri dinleyen Lothraxion, peşlerindeki yaratığın Lejyon’un ender rastlanır suikastçılarından biri olduğuna kanaat getirdi. Kil’jaeden, önemli düşmanları öldürmek veya ele geçirmek için özel olarak seçilen birkaç kişiyi bizzat eğitmişti. Eğer ikisini takip etmeye devam ediyorsa onlarla işini bitirene kadar vazgeçmeyecekti.

Bu da Alleria ve Turalyon’un bulundukları yerde bile güvende olmadıkları anlamına geliyordu.

Ah evet, geçen üç gün boyunca üzerine tartışacakları çok şey olmuştu. Bulundukları dünya hakkında; Lejyon ve Orda’nın Azeroth’a saldırısının aslen iblisler tarafından planlandığı hakkında; Işık ve Gölge’nin hayat verdiği evrenlerin birbirine karıştığı kaotik yer olan Çarpık Düzlem hakkında; bu düzlemin nasıl olup da Draenor gibi gerçek dünyaların tuhaf yansımalarını yaratabildiği hakkında konuştular.

Daha da önemlisi, Lothraxion onlara Işık’ın Ordusu’ndan ve Yakan Lejyon’a karşı verdikleri imkânsız savaştan bahsetti. Işık’ın Alleria ve Turalyon’un yardımına ihtiyaç duyduğunu anlattı.

Ancak tüm bu anlatılanlar beklemeliydi. “O yaratığı farkında olmadan sığınağımıza götürme riskini göze alamayız,” dedi Lothraxion. “Öldürülene kadar burada sizinle kalacağım.”

Turalyon böylesine bir yardımı kabul etmeye hazırdı. Ancak Alleria değildi. “Lothraxion, gitmen gerek. Biz kendimizi koruyabiliriz.”

“Bu suikastçının gerçekten ne kadar tehlikeli olduğunu anladığınızı sanmıyorum.”

“Lejyon için hangisi daha büyük bir ödül olur? İki acemi mi, yoksa bir kumandan mı?” Alleria bir anlığına direkt Turalyon’un gözlerinin içine baktı. Lothraxion’a söyleyeceği sözleri dikkatle seçiyordu. “Gittiğinde seni takip edecek. Ona bir tuzak hazırlamalısın. Öldüğünde bize geri dön.”

Lothraxion itiraz eder gibi oldu ancak Turalyon sözünü kesti. “Tehlikenin farkındayız, Lothraxion. Oldukça iyi anlıyoruz.” Alleria’yı başıyla onayladı. “Burada bekleyeceğiz.”

Lothraxion’un gözleri kısıldı. Sessizce ikisini de ölçüp biçti. “Pekâlâ. Ancak sizi savunmasız bırakmayacağım.”

Gitmeden önce Turalyon’a birkaç saat boyunca Işık’ın yolunu nasıl kullanabileceğine dair bilgi verdi. Evet, Turalyon bir paladindi; ancak insanlar bu kutsal gücü savaş meydanlarında kullanmaya başlayalı çok olmamıştı. Lothraxion ise bunu binlerce yıldır yapıyordu. O gittikten sonra Turalyon ışık saçmaya başladı. Kelimenin gerçek anlamıyla parlıyordu.

Alleria için bu durum, güneşin batmasıyla birlikte büyüsünü kaybetti.

“Lütfen durur musun? Gece görüşümü mahvediyorsun,” dedi tatlı bir dille.

Turalyon oldukça eğleniyordu. “İhtişamım seni rahatsız mı ediyor? Adalet ve umudun dizginlenemeyen gücüne fazla derinlemesine mi daldım?”

“O ihtişamın seni uyurken öldürmek isteyecek birini engelleyebilecek mi?”

“Aslında engelleyebilir,” dedi Turalyon. Yine de pes etti. Zırhını ve çekicini saran Işık yavaşça söndü. “Yeni dostumuz hakkında ne düşünüyorsun? Gerçek niyetini Işık’ın gücünü kullanarak hissedemediğini biliyorum.”

Alleria, oklarının uçlarını düz bir taşa sürterek bilemeye başladı. “Anlatacak çok şeyi vardı. Hiçbiri yalanmış gibi gelmedi.”

Turalyon yere baktı, sesi bir fısıltıdan az daha yüksek çıkıyordu. “Peki bizden istediğiyle ilgili ne düşünüyorsun?”

Yalnızca metalin taşa sürtünme sesinin böldüğü uzun bir sessizlik oldu. Bu durgunluk ikisinin de üzerine yük gibi çökmüştü. Uzaklarda hâlâ devam eden sarsıntılarla huzursuzlaşmış Draenor vahşi yaşamının bağırışlarını duyabiliyorlardı.

Alleria sonunda taşı yere koydu. “Işık’ın Annesi bizi Çarpık Düzlem’den kurtardı. Eğer bizim burada birkaç gün daha beklememizi istiyorsa sorun değil. Fakat… başka bir savaşa katılmamızı istemesi…”

Cümlesini bitirmedi. Gerek de yoktu. Turalyon sadece başıyla onayladı. “Eğer Işık bizi önce Azeroth’a götürebilirse onun için bir ordu hazırlarız. Sadece ikimizden çok daha işe yarar bir güç olur.”

“Kesinlikle.” Ve böylece gecenin geri kalanında konuşmaya devam ettiler.

Gökyüzü ağarmaya başladığında sırayla uykuya daldılar. Öğle vakti geldiğinde ikisi de yeterince dinlenmişti. Şimdi yapmaları gereken tek şey öldürülmesi gereken iblisi beklemekti. Alleria, Lothraxion’un kendisinden ne istediklerini anladığından emin değildi; ancak en azından yardımcı olmayı kabul etmişti. Ne kadar süreceğini kestirmek imkânsızdı. Haftalarca ya da aylarca beklemeleri gerekecekse kaynaklarını dikkatli kullanmaları gerektiği konusundaki uyarısı hâlâ geçerli sayılırdı.

Yiyecek ve su stokları azalıyordu. Turalyon bir nehir bulmak için kamptan ayrıldı. Alleria ise yakındaki ormana birkaç kapan yerleştirdi. Turalyon geri döndüğünde kamp alanının sınırında geziniyor, dikkatlice toprağı inceliyordu. Başını kaldırıp kaşlarını çatmış bir şekilde adama baktı. “Su nerede?”

Turalyon başını iki yana salladı. “Su bekleyebilir. Kalktığımdan beri aklımda olan bir şey var. Tüm geceyi savaştan konuşarak geçirdik ama oğlumuz hakkında tek kelime etmedik.”

“Mathain hakkında daha sonra da konuşabiliriz.”

“Eğer birimiz savaşa gidecekse diğerimiz onunla kalmalı.” Kadının yanına yaklaştı. “Onu yetim bırakma riskini göze almak doğru değil. Özellikle de buraya gelerek çoktan bunu yaptığımızı düşününce.”

Alleria bakışlarına gözlerini kırpmadan karşılık verdi. “O güvende olacak. Söz veriyorum.” Eli adamın çenesine uzandı.

Fışk.

Hançeri adamın boynuna kolayca girdi.

Turalyon’un gözleri hayretle açıldı. Geriye doğru sendeledi, eliyle boğazını tutup hızla akan kanı durdurmak için boş yere çabaladı. Hançer kabzasına kadar saplanmıştı.

Alleria tek bir acıma belirtisi olmadan izledi. “Oğlumun adı Arator, iblis.”

Turalyon gibi görünen yaratık öfkeyle kükredi ve kadına doğru sendeleyerek iki adım attı. Bir elinden yeşil alevler fışkırırken diğerinde bir hançer belirdi. Alleria suikastçının yanına doğru kaçarak saldırısından korundu, yaratığın dirseğini kavradı ve etrafında döndü. Yaratık, bir kolu olmaması gereken bir açıyla bükülmüş şekilde yere çakıldı; elindeki hançer yere düşüp buharlaşarak kayboldu. Acı ve öfkenin gürüldeyen feryatları ağaçlardan yankılandı.

Alleria yayını ve oklarını alırken yaratığın avazı çıktığı kadar bağırmasına izin verdi. Birkaç adım ötesinde çalılar hışırdadı ve Turalyon -gerçek Turalyon- çekicini elinde tutar bir şekilde açıklığa adım attı. Alev alev yanan Işık adeta duman gibi üstünde tütüyordu. “İyi iş çıkardın,” dedi amansızca.

“Sabırsızdı. Ben olsam birkaç gün daha beklerdim. Her yere de izimi bırakmazdım.” Alleria bir ok çekti. “Hangisi daha değerli? Bir kumandan mı, yoksa iki acemi mi? Görünen o ki iki acemi daha değerli. Enteresan. Bunun hakkında konuşmalıyız.”

Suikastçı hırladı ve ayağa kalkmaya çabaladı. Turalyon’un çekici onu olduğu yere geri mıhladı. Hem de oldukça sertçe. Turalyon’un birkaç el hareketi ile birlikte yaratığın girdiği kılık aniden yok oldu ve gerçek formu gözler önüne çıktı: yüzü acıyla burulmuş uzun, zayıf bir iblisti. Lothraxion haklıydı. Bu, alışılmadık bir eredardı. Kararmış ölü gözlerinden siyah dumanlar çıkıyordu.

Alleria yanında dikildi, yayı direkt onu hedef alıyordu. “Sen Yakan Lejyon’un hizmetkârlarından birisin, değil mi?”

İblis kadına doğru gülümsedi. “Ben sonu gelmez bir ordunun küçük bir parçasıyım. Bitmek bilmez bir gücün ucundaki mızrağ—-AAAHHHH!” Salınan ok yerini bulmuştu. Alleria hemen bir tane daha çekip aynı acıyı verecek farklı bir noktaya yöneltti. Sorusunu tekrar sormadı. İblis tükürüp lanet etti. “Evet, ben Yakan Lejyon’un bir parçasıyım, seni solucan! Seni ten-lanetli fâni budala! Küstah pislik, Lejyon’un görkemli efendisinin karşısında pisliğin içinde sürünmeye mahkums-” İkinci ok da yerini bulurken yaratık acıyla uludu.

Alleria başını salladı. “Bizi günlerce takip ettin. Neden yaptığını anlat.”

İblis kıkırdadı. Acı onu neredeyse deliliğin eşiğine getirmişti. “Kader etrafınızda ağlarını örüyor. Bunu hissedebiliyorum. Bunu görebiliyorum. Bunu bu dünyanın her yerinde gördüm. Sonra heeepsi patladı, bir sürü küçük parlak ışık söndü. Siz ikinizinki hariç. Siz hayatta kaldınız. Bu da kaderin planları olduğu anlamına geliyor…” Yaratık bir anda aklını yitirmişçesine kahkahaya boğuldu.

Turalyon kalkanını kaldırdı. “Belki de haklısındır. Ama bunun gerçekleştiğini görecek kadar yaşamayacaksın.”

İblisin gözleri alev alev yanan öfkeyle dolup taşmıştı. “Tekrar karşılaşmayacağımızı mı düşünüyorsun? Sizi bulacağım. İkinizi de. Ruhlarınızı adeta bir gerdanlık gibi boynuma asıp taşıyacağım ve siz sonsuza kadar acı çekeceksiniz. Ve sonrasında oğlunuzu, Arator’u da bulup onun Sargeras’ın önünde diz çökmesini sağlayacağım ki efendimizin görkemiyle yanarken izlemek zorunda kalasınız. Kazandığınızı mı sanıyorsunuz? Gerçekten-”

Alleria yayını saldı. Oku iblisin kafatasının içine gömüldü.

İblisin dudakları herhangi bir ses çıkarmadan bir süre oynamaya devam etti. Yaratık birkaç kere seğirdi. Sonrasında ise hareketsiz kaldı.

Alleria, Turalyon’a özür dilermişçesine omuz silkti. “Üzgünüm. İşin bitti mi diye sormam gerekirdi.”

“Arator’un ismini söylemesinden ben de hiç hoşlanmadım.”

İblisin bedeni için için yanarak toza dönüştü; esintiyle birlikte havaya karışıp kayboldu. Geride hiçbir şey kalmamıştı.

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)