Alleria okunu yerden aldı ve sadağına geri koydu. “İzlendiğimizi düşünüyorum.” Yüzünü ekşitti. “Yanılıyor da olabilirim. İçgüdülerim burada pek bir şey ifade etmiyor.”
“Benim için çok şey ifade ediyor.” Turalyon Lordaeron’dayken spor olsun diye avlanıyordu ancak Alleria, Silvermoon’un korucu-komutanıydı. Bir avcı gibi düşünmek onun doğasıydı. “Yaklaştığı zaman hissetmem gerekirdi. Burada serbestçe dolaşan çok fazla enerji var… Daha dikkatli olmalıyım.”
“Burası onun bölgesi. Burada avlanıyor. Asıl tuhaf olan henüz işimizi bitirmemiş olması. Ben olsam çoktan yapardım.” Alleria yayını bir yanına yasladı. “Burayı hiç anlayabilmiş değilim.”
“Ben de,” dedi Turalyon. “Ama beni buldun. Şimdilik bu kadarı yeterli.”
Alleria ona baktı. Gülümsedi.
Sonra bir anda ona sarıldı. Turalyon da onu sıkıca göğsüne bastırdı. “Oğlumuzu tekrar göreceğiz,” diye fısıldadı Alleria.
“Işık’ın izniyle.”
“Işık’ın canı cehenneme. İttifak Seferi geri dönüşü olmayan bir adımdı. Hepimiz bunu biliyorduk. Ancak yine de kalbimin derinliklerinde Arator’u tekrar göreceğimizi hissettim.”
Sevgisi alev alev yanıyor, sözlerini fevrileştiriyor ve Turalyon’un kalbini ısıtıyordu. Fakat kadının duyduğu güveni paylaşmıyordu. “Azeroth’a dönüş yolculuğu uzun sürebilir,” dedi.
“Vaktimiz var.”
“Senin vaktin var.”
Duydukları Alleria’nın başını kaldırmasına sebep oldu. Turalyon da kadının bakışlarına kaçınmadan karşılık verdi. Kendisini anladığını biliyordu: İnsan ömrü kısaydı. Silvermoon elfleri ise Güneş Pınarı’na sahiplerdi ve böylece neredeyse ölümsüzlükle eş değer yaşam süreleri vardı.
“Eğer Işık senin burada yaşlanıp ölmene izin verirse ona çok ama çok sinirlenirim,” dedi Alleria.
Turalyon gülümsememek için zor direndi. “Kendisine söylerim.”
“İyi. Anlaştık o zaman.” Etrafındaki gölgemsi düzleme göz gezdirirken geriye doğru bir adım attı. “Diğerleri de burada sıkışıp kalmış olabilirler. Onları bulmalıyız.”
Turalyon doğudaki Kara Geçit’e doğru işaret etti. “Savaşın en amansız geçtiği yer orasıydı.”
Yola koyuldular. Draenor -ya da en azından bu karanlık yansıması- hâlâ parçalanmaya devam ediyordu. Dünyayı sallayan sarsıntılar onlara bulundukları düzlemde etki etmiyordu. Okyanuslar tamamen buharlaşmış ve geriye yalnızca uzay boşluğu bırakmışlardı. Uzaklarda sıradağlar gökyüzünde süzülüyorlardı.
Alleria’nın da Turalyon’un da düşüncelerini sesli dile getirmelerine gerek yoktu: Eğer başarısız olsalardı Azeroth’un kaderi de aynı olacaktı.
Fakat vakit geçtikçe yıkımın ritmi yavaşlamaya başladı. Draenor’un merkez kıtası bir arada kalmayı başarıyor gibiydi. İttifak Seferi’nin ne kadarı hayatta kalmıştı? Orda’nın ne kadarı?
Yarımadanın doğu sınırına vardılar. Kara Geçit tepeden onlara bakıyordu. Görünürde yaşayan hiçbir canlı yoktu. İttifak yoktu. Orda yoktu.
“Bir başımızayız,” diye karar verdi Turalyon.
Alleria iç çekti. “Bir fikrin var mı?”
Turalyon sırtını Kara Geçit’e vererek bağdaş kurup oturdu. Ağır zırhı, o rahat bir pozisyon bulmaya çalışırken takırdadı. “Hayır. Bizi buradan çıkartabilecek hiçbir şey yapamam. O yüzden Işık’a güvenerek hareket edeceğim.” Parlak bir çember etrafında ışık yaymaya başladı. Gözlerini kapadı ve kutsal gücün içinden akmasına izin verdi. “Kader bizi diğerlerinden öteye sürükledi. Nedenini öğrenmeye hazırım.”
“Pekâlâ. İyice dinlen, Turalyon. Ben nöbet tutacağım.”
Turalyon gözlerini hafifçe araladı. “Yeni dostumuz hâlâ bizi takip ediyor mu?”
“Ediyor.”
“Onu yine gördün mü?”
Alleria duraksadı. “Şu anda bizi kuzey yönünden izlediğini hissediyorum. Sen hissetmiyor musun?”
“Sanırım hissediyorum. Kara Geçit yakınlarında mı?”
“Evet.”
Turalyon, kuzey yönündeki tehlikenin yarattığı dalgaların çalkantısını gerçekten hissetmişti. Mesafesini koruyordu; bu yüzden gözlerini tekrar kapadı. “Peki, bir kamp ateşi hazırlayıp misafirimizi davet et. Belki sadece yalnız ve-”
Armonik bir ses etraflarında gürledi. Turalyon ayaklarının üstüne sıçradı ve çekicini zırhında asılı olduğu kayıştan çekip aldı. Alleria aniden döndü; yayı çoktan çekilmiş, kirişine bir ok yerleştirilmişti. Işık, birkaç adım ötelerinde havada kör edici şekilde parlıyordu.
Bu bir geçit yarığıydı. Turalyon’un bulunduğu düzleme geçit yaparken kullandığının tıpatıp aynısıydı. Bir ses onlara haykırdı. “Bu taraftan, çabuk!”
Turalyon’un şok ifadesi bir anda kayboldu. Yarığın kendisi de, ardındaki varlık da Işık yayıyordu. “Ona güvenebiliriz,” dedi Alleria’ya.
Alleria ona şöyle bir bakış attıktan sonra yayını indirdi. “Pekâlâ.” Yarıktan içeri adım attı. Turalyon da onu takip etti.
Yarı-ölü ağaçlarla çevrili bir ormanın içerisindeki bir açıklığa adım attılar. Geçit yarığı arkalarında kapandı. Yaşadığı kıyametle gümbürdemeye devam eden dünyaya, Draenor’a geri gelmişlerdi. Gökyüzü… Tek bir bakış Turalyon’un nefesinin kesilmesine sebep oldu. Gökyüzü yarılmış, parçalara ayrılmıştı. Göğün geriye kalan maviliklerinin arasında girdap gibi dönen karanlık enerjinin tanıdık görüntüsü yer alıyordu.
Draenor ve diğer düzlem birbirlerinin içine akıyorlardı.
“Siz ikinizi uzun zamandır arıyordum.”
Onları buraya getiren diğer varlık genişçe gülümsüyordu. Sivri dişleri ve uzun, siyah pençeleri vardı; ancak çevresine Kutsal Işık halesi yayıyordu. Alleria aylak bir hareketle yayının bir yayına hafifçe vuruyor, şüphesiz tekrar bir ok çekip çekmemesi gerektiğini tartıyordu.
“Sen de kimsin?” diye sordu Turalyon.
“Ben bir kumandanım. Işık’ın savaşçısıyım. Ve bugün de kaderin elçilerinden biriyim. Adım Lothraxion. Işık’ın Annesi, siz ikinizin tüm yaşayan canlıların kurtuluşunu sağlayacağınızı ön gördü. Sizi kurtarmam için beni gönderdi. Gelin. Oturun. Tartışacağımız çok şey var.”