Kil’jaeden öne doğru eğildi. Hava bile titriyordu adeta.
—BAŞINDAN BERİ BÜYÜK BİR GÜCE LAYIK OLDUĞUNA İNANDIN. ÖYLESİN DE. KENDİ KENDİNİN EFENDİSİ OLMANIN KADERİN OLDUĞUNA DA İNANDIN.—
Sonraki sözlerinde gümbürdeyen bir kesinlik vardı.
—İŞTE O ASLA OLMAYACAK.—
“Öyle mi?” dedi Gul’dan hafifçe. “Koşullara şöyle bir bakarsak—”
—BÜTÜN CANLILAR BİR EFENDİYE HİZMET EDER. BEN BİLE. HER CANLININ YAPTIĞI SEÇİM BUDUR: YA BAŞKASINA HİZMET ET YA DA YALNIZ ÖL.—
Gul’dan etkilenmemişti. “Belki de bir gün bana boyun eğersin, Hilekâr.” dedi.
—NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN? KAÇ DÜNYAYA HÜKMEDEBİLİRSİN? ELİNDE TUTTUĞUN GÜÇ SONSUZA DEK YETMEYECEK. LEJYON KARŞISINDA SEN BİR HİÇSİN.—
“Göreceğiz.”
—HİZMET ETMEK ESARET DEMEK DEĞİLDİR. BANA HİZMET EDECEKSİN. BAŞKALARI DA SANA EDECEK. BİRÇOĞUNUN EFENDİSİ OLACAKSIN. EMRİN ALTINDAKİ LEJYON SAFLARINI HAYAL ET. BİZİM İÇİN NELERİ YAKABİLECEĞİNİ DÜŞÜN.—
Gul’dan dikkatle Kil’jaeden’ı süzdü. Bütün o güç. Bütün o gazap. Yine de beni itaat etmeye zorlayamıyor artık, diye düşündü. Boş vaatlerine artık ihtiyacım yok.
Kil’jaeden aralarındaki mesafenin açıldığını hissetmiş gibiydi.
—YETER, GUL’DAN. SEÇİMİNİ YAP. SADIK OLDUĞUNU KANITLAYABİLİRSİN. GÜCÜ GEÇİDE GERİ VERİP YOLU AÇABİLİRSİN. YA DA BİZE BİR KEZ DAHA İHANET EDEBİLİRSİN. SENİ YOK ETMEMİZDEN ÖNCE TATMİN OLACAĞIN TEK ŞEY DEĞERSİZ ÖLÜMLÜLERDEN ALACAĞIN ANLAMSIZ İNTİKAM OLUR.—
Eredar, Gul’dan’a düşünmesi için son bir şey daha bıraktı.
—ŞUNU BİLMENİ İSTERİM: BANA “HİLEKÂR” DİYEBİLİRSİN ANCAK SANA HİÇ YALAN SÖYLEMEDİM. BİR KEZ BİLE. NE BU DÜNYADA NE DE SENİN DÜNYANDA.—
Bununla birlikte Gul’dan’ı zihninden itti.
Oda sessizdi ve Gul’dan nihayet yalnızdı. Kil’jaeden buradan çok çok uzaktaydı.
Tek sıkıntı ufak bir sarsıntıydı. Khadgar içeri girmek için kendini paralıyordu. Gereksiz bir çabaydı.
Yakan Lejyon’a gelirsek… Çok da zor bir seçim değildi. Gul’dan’ın birilerine hizmet ettiği günler geride kalmıştı. Onu durdurabilecek kimse yoktu. Kimse efendisi olmayacaktı.
Derken bir şüphe kırıntısı içine düştü. Yüzünü buruşturup damarlarında akan gücün o şüpheyi eritmesini bekletti. Ancak şüphe gitmedi.
Gul’dan sinirlenmeye başlamıştı. Belki de bu ölümlülerin asla aşılamayacak zayıflıklarından biriydi: Özgüven sorunu. Hislerini inceledi. Elinde tuttuğu güçten gayet emindi. Bu şüphe nereden çıkmıştı?
Zemin bir kez daha titredi. Khadgar. Ve artık yalnız da değildi. Gul’dan, Maiev Shadowsong’un varlığını da hissedebiliyordu. Geri gelmişti. İşte bu beklenmedikti. Gul’dan onları daha önce gözlemlediğinde aralarında düşmanlık vardı. O düşmanlığı aşmaları rahatsızlık verici derecede hızlı gerçekleşmişti. Şimdiyse birlikte çalışıyorlardı.
İçeri mi girmek istiyorlardı? Şahane. Ölümlerine doğru koşmaları işine gelirdi. Onları öldürmek Gul’dan’ın kafasını biraz rahatlatırdı.
Ve sonra Azeroth üzerinde Gul’dan’a karşı gelecek kimse kalmazdı.
Tabii eğer…
İşte. Duyduğu şüphe buydu.
Khadgar nihai bir şekilde yenilmişti ama vazgeçmeye yanaşmıyordu. Shadowsong başbüyücünün varlığına bile karşı çıkmışken şimdi hayatını ona yardım etmek için bir kenara atıyordu. Sadece iki kişilerdi. Onlar gibi başkaları da vardı.
Ve o başkaları…
Beraberce… Demir Orda’yla yüzleşip kazanmışlardı.
Beraberce… Savaşa koşup yozlaşmış Orda’yı dağıtmışlardı. Archimonde’u yenmişlerdi. Gul’dan’dan da korkmuyorlarsa başka hiçbir şeyden kaçmazlardı.
Saf korku Gul’dan’ın zihnini ele geçirdi. Özgün bir gezegende, başbüyücüden bile inatçı canlıların olduğu bir dünyadaydı. Gul’dan’ın hepsiyle karşı karşıya gelmesi gerekecekti.
Tek başına.
Cevap verecek bir efendisi olmadan.
Fakat tek başına.
Gul’dan’ın kazandığı bu yeni gücü ölçebileceği bir şey yoktu ancak diğerlerinin gücünün boyutunu biliyordu. Mezarda uzun bir süre öylece durdu. Düşünüyordu. Hesap yapıyordu.
Derken odanın içine taşlar döküldü. Khadgar deliği genişletti ve kendini içeri çekti. Maiev de arkasından, ay kılıcıyla saldırmaya hazır şekilde içeri girdi.
Beraberce ona doğru koştular. Gul’dan sadece izledi. Saldırdılar. Parmağını bile kaldırmadan onları kenara itti; odanın diğer köşesine doğru uçtular. Maiev havada döndü ve muntazam bir incelikle duvara sindi; Khadgar ise havadan yere doğru ışınlandı ve kolay bir iniş yaptı. Bir kez daha denediler. Bu sefer Gul’dan’ın hareket etmesi gerekti zira Maiev’in silahı boğazını kıl payı ıskaladı. Khadgar tepesine buz yağdırdı. Gul’dan ellerini çırptı. Yeşil alevden duvarlar başbüyücünün üstüne kapandı. Khadgar’ın bir böcek gibi ezilmesi gerekirdi ancak serbest bir şekilde geri zıpladı. Ve Gardiyan Shadowsong tekrar orku kesmeyi denedi. Gul’dan Gardiyan’ye doğru uzandı, ruhunu bedeninden sökmeye niyetliydi. Ancak Khadgar’ın gücü aman vermedi, Gul’dan’ın kendi gücünü ona karşı kullanıp Maiev’e kaçma fırsatı kazandırdı.
“Anlamama yardımcı olun.” Gul’dan’ın sesi garip bir şekilde sakin çıktı; kendi bile şaşırmıştı. “Neden savaşmaya inat ediyorsunuz? Burada yapabileceğiniz hiçbir şey yok, ölmek dışında.”
“Öldür o zaman, yapabiliyorsan tabii,” diye dalaştı Khadgar. Shadowsong ayağını yere sabitledi ve başbüyücüyü sözsüz bir şekilde desteklercesine silahıyla sütuna iki kere vurdu.
Gul’dan’ın ikisini de öldürebileceğine dair şüphesi yoktu. Ancak zaten ölmüş olmaları gerekiyordu. İnatçı direnişleri bu dünyada tekrar ve tekrar karşılaşacağı durumun bir yansımasıydı. Khadgar ve Shadowsong, kendileri gibi nicesinin ilki olacaklardı.
Hepsini tek başıma yenemem.
Gul’dan bu ikisini öldürebilirdi. Ya da Yakan Lejyon’a itaat edebilirdi.
Gözlerini kapadı. İnleyerek bu muazzam gücün avuçlarından kayıp gitmesine izin verdi. Kil’jaeden akan gücü yakaladı ve doğrudan mezara yolladı. Duvarlar gün ortasındaki bir güneşi aratmayacak şekilde git gide daha parlak bir şekilde ışıldadı.
Gul’dan keskin bir kayıp hissi yaşadı. Bütün o güç elinden kayıp gitmişti. Mezar gücü sadece kullanmıyordu, emip tüketiyordu da. Korkunç sesler, muazzam sesler, sağır edici seslerle iki dünya arasındaki köprünün bağlanışını müjdelediler. Bir anda yol açılmıştı. Başka bir varoluş düzleminden gelen hava, odaya bir fırtına gibi gürleyerek doluştu. Khadgar ve Maiev yere düştüler ve bir şeylere tutundular.
Derken tanıdık bir ses geldi.
—İYİ İŞ ÇIKARDIN, GUL’DAN. TAŞIDIĞINI UMDUĞUM ÖNGÖRÜYE GERÇEKTEN DE SAHİPMİŞSİN.—
Kil’jaeden’ın sözleri artık kafasının içinde zangırdamıyordu. Gerek yoktu. Gul’dan Yakan Lejyon’dan yeni bir duygu hissetti: Güven. Baş döndürücü bir hissiyattı.
“Şimdi ne yapmalıyım?” diye sordu Gul’dan.
—İZLE. NEYİ DEVRALACAĞINI GÖR.—
Kil’jaeden, Lejyon’un bütün görkemine şahitlik etsin diye Gul’dan’ı mezardan çekip çıkarttı.
Sonsuz gölgeye damlayan ışık, görüş hizasının çok dışına taşan ordunun çehresini aydınlattı. Hazırdılar. Her zaman hazır olmuşlardı. Ancak hiçbir zaman böylesi temiz bir yola sahip değillerdi. Bu şekilde değil. Dönüp duran güç onları başka bir dünyaya çağırıyordu, onlar da seve seve itaat ettiler.
“Bu hayallerimin bile ötesinde,” diye fısıldadı Gul’dan.
—BU AZEROTH’UN SONUNUN BAŞLANGICI.—
Ve işte oradaydı: Azeroth. Gul’dan, Yakan Lejyon’un güçleri ileri doğru atılırken kenara çekilip yol verdi. Yakında onlara katılacaktı. Ancak bir hizmetkâr olarak değil.
Liderleri olarak.