–ONLAR ÖNEMSİZ. AYRIL BURADAN.–
“Hepsini öldürebilirim.”
–BURAYA ONLAR İÇİN GELMEDİN. İTAAT ET, GUL’DAN.–
Khadgar hemen oradaydı. Savunmasızdı.
O anda Gul’dan, ihanet etmeyi düşündü. Yakan Lejyon’a bağlılık yemini etmenin, karşılığında hizmet etmesi gerektiği anlamına geldiğini biliyordu. Bunu kabullenmişti. Ve karşılığında da muazzam bir güç elde etmişti.
Ancak anlaşmayı bir kukla olmak için yapmamıştı.
Başkalarını sorgulamadan itaat edecek hâle getirmişti -ve eğer Grommash Hellscream’in ahmak oğlu araya girmeseydi daha fazlasını da getirecekti-; ancak Gul’dan’ın kaderi bu değildi. Yo. Onun kaderi Lejyon adına dünyalara hükmetmekti. Hizmetti, kölelik değil. Eğer Lejyon aynı fikirde değilse, anlaşma çoktan bozulmuş demektir, diye düşündü Gul’dan.
Ancak o anda ihanet, ölüm demekti. Düşmanları her yerdeydi. Bu dünya farklı ve ona karşı birleşmiş durumdaydı. Gul’dan, Lejyon’un ele geçirmesini istediği gücün ne olduğunu bile bilmiyordu. Kil’jaeden onun dizginlerini elinde tutuyordu. İsyan edemeyeceği kadar sıkı bir şekilde hem de.
Gul’dan şimdilik itaatkâr zavallıyı oynayacaktı. “Emrindeyim, Kil’jaeden.” Yavaşça geri çekildi.
–İSTİKAMETİN DOĞUYA DOĞRU. KOYU GEÇMENİN BİR YOLUNU BUL. ARTIK SURAMAR’IN ETRAFINDAN DOLAŞACAK VAKTİN YOK.–
Gul’dan’ın bu konuda bir fikri vardı. Khadgar ve Gardiyanlar’ı ardında bırakıp doğudaki sahil şeridine geri döndü. Orada, İttifak nişanlarıyla bezenmiş bir geminin enkazının üzerinde küçük bir sandal vardı. Gemiye yalnızca çürümekte olan bir halat ile bağlıydı. Tüm gücüyle halata tek sefer asılmasıyla sandalın sakin dalgaların üzerine inmesi bir oldu. Daha önce hiç kürek çekmemişti ancak öğrenmesi kolaydı ve yolu uzun değildi. Kısa süre sonra sahil –ve Khadgar- ile arasına yeterince mesafe koyduğunda kürekleri bıraktı ve ilerlemek için daha tatmin edici bir yöntem kullanmaya başladı. Geminin ilerlerken suda bıraktığı izler koyu yeşile boyandı. Ara sıra ölmüş bir balığın bedeni su yüzüne çıkıyordu.
Kil’jaeden onu doğru yola yönlendiriyordu ve bir saat geçmemişti ki Gul’dan’ın hedefi ufukta yükselmeye başladı. Ada dümdüzdü ancak üzerindeki tuhaf bir yapı göğü delip geçiyor gibiydi. Yakınlaştığında gölgesi Gul’dan’ın üzerine düştü. Bir anıt. Bir vaat. Kuleleri ve sarp duvarları, mekanın ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi gibiydi. Şimdi her ne durumda olursa olsun bir zamanlar tam anlamıyla bir kale olduğu belliydi. Onu delip geçebilmek için Demir Orda’nın bu dünya için planladığı istilanın kat be kat fazlası gerekirdi.
Böylesine bir yer neden terk edilmişti? Belki de vakti dolmuştu. Ancak Kil’jaeden’ın onu buraya getirmek için sebepleri vardı. Bu sebeplerin ne olduğunu bilmemek Gul’dan’ı çileden çıkartıyordu.
Yaklaştıkça kendini tedirgin hissetmeye başladı. Ada gerçekten tanıdıktı. Görüntüsünden dolayı değildi. Mekanda yankılanan bir şey vardı. Kendi gücünün –diğer Gul’dan’ın gücünün- onyıllar öncesinden kalma izleri duruyordu. Gul’dan daha önce burada bulunduğuna dair duyduğu şüphelerden arındı.
Sandalın çürümüş gövdesi, Gul’dan’ın onu ürkütücü sahil kıyısına çekmesiyle birlikte parçalandı. Gizemli kabre giden yolun kalanını yürüdü; girişi her kim tarafından mühürlenmişse ondan kalan ve yabancısı olduğu büyü gücünü hissetti. Taştan ve efsunlanmış metalden oluşan fiziksel bariyerlerin yanı sıra gizlenmiş mistik kilitler ve geçitler dizisi de vardı. Çözmesi basit bir sorundu. Gul’dan fel büyüsünü karmaşık desenli bir ağ gibi örerek her engeli kolaylıkla ortadan kaldırdı.
“İçeride ne var? Muhafızlar? Tuzaklar?” diye sordu Gul’dan.
–ASIL AMACIN.–
Gul’dan bir an durdu. Beklediği yanıt bu değildi. “Ne yapmamı istiyorsun?”
–BİZİM İÇİN YOLU AÇACAKSIN.–
Gul’dan anlamamıştı. “Dediğini Draenor’da denedik.” Hatırı sayılır derecede efor da sarfetmişlerdi. Hepsi boşa gitmişti.
–ORADA YOLU TEMİZLEMEK İÇİN TEK BAŞINA UĞRAŞTIN. BURADA YALNIZCA ANAHTARI ÇEVİRECEKSİN. GERÇEK GÜCÜMÜZÜ ASIL O ZAMAN GÖRECEKSİN.–
Başka bir bariyer daha düştü. Beraberinde bir de tuzak vardı. Ateş ve mistik güçlerle yaratılmış düzinelerce mızrak Gul’dan’a doğru fırladı. O ise bir elini kayıtsızca salladı ve hepsi yok oldu. Düşünceleri başka yerdeydi. “Diğer Gul’dan’ın yapması gereken de buydu. Ne oldu?”
–AMACINDAN SAPTIN.-
“O ben değildim,” diye hırıldadı.
–GÖRECEĞİZ.–
“Nasıl başarısız oldu?”
–İTAATSİZLİĞİNDEN.–
Gul’dan, Hilekâr’ın dediği hiçbir şeye inanmıyordu. Belki de burada da, aynı Draenor’da olduğu gibi başarısız olan Lejyon’un ta kendisiydi.
Ama beni buraya iki defa getirmelerinin bir sebebi olmalı. İçerideki şey her ne ise öylesine güçlüydü ki ölümün kendisi bile Gul’dan’ın kaderini değiştirememişti. Belki de bu kader, efendisinin planlarıyla örtüşüyordu. Ya da belki de örtüşmüyordu.
Bu düşünce Gul’dan’ın gülümsemesine sebep oldu.
Kabrin girişindeki son koruma da parçalanmıştı. Gul’dan, kapıyı gümbürdeyen bir patlamayla infilak ettirdi. Artık hızlı hareket etmeliydi; çıkan ses kesinlikle dikkatleri üzerine çekecekti.
“Bana yol göster, Kil’jaeden,” dedi Gul’dan. “Başaracağım.”
Sargeras’ın Kabri’nin karanlığına adım attı. Mekanın heybeti gözler önündeydi, sayısız koridor yer altının derinliklerine iniyordu. Binlerce yıllık büyülerin ağırlığı ve bu dünyanın ruhlarının kaderleri üzerine çöktü. Ayaklarını sürerek hızlıca ilerledi. Kil’jaeden’ın artık onu teşvik etmesine gerek yoktu. Gul’dan bu kabrin sırlarını ortaya çıkarmak için çoktan heveslenmişti. İçeride saklı güç her ne ise kısa süre sonra onun eline geçmiş olacaktı.
Lejyon’un değil. Kendisinin.