Tam da o anda bulundukları bölge ölümcül bir sessizlikle kaplandı. Akbabalar uzaklaştı. Kemirgenler deliklerine kaçıştı.
Birileri geliyordu. Gul’dan durdu. Dinledi. Kendisini dikkatlice, çok dikkatlice fel güçle kaplayarak gizledi. Basit bir numaraydı ama oldukça işe yarıyordu. İki adımdan daha uzakta olan herkes için görünmez olmuştu. Daha da yakına gelen olursa da o noktadan sonra görecek bir şeyi kalmayacaktı zaten.
Gözlerini herhangi bir hareket için açık tutsa da zihni karmakarışıktı. “Sargeras’ın Kabri mi? Ölmüş müydü ki?” diye fısıldadı.
–HİÇBİR ŞEY ANLAMIYORSUN.–
Kil’jaeden bu cevabı Gul’dan’ın birçok sorusu için vermişti. Orkun sabrı bunu her duyduğunda biraz daha tükeniyordu.
Birileri kayaların arasında ilerliyordu. Gul’dan bunu daha görmeden önce hissetti.
Ani bir hareket dikkatini çekti. Yalnız figür sessiz adımlarla ilerlerken tek bir çakıl taşı bile yerinden oynamıyordu. Kadın, aydınlık alana çıktı. Kavisli silahları ve zümrüt rengi zırhı parıldarken yaptığı her hareketten kendine güven ve kararlılık akıyordu. Miğferinin altından teninin tek bir parçası bile gözükmüyordu ancak yine de çevresini tamamiyle gözlemlemekte hiçbir sorun yaşamıyor gibiydi.
Gul’dan gülümsedi. Cordana Felsong da benzer şeyler giyiyordu. Bir Gardiyan? Hem de burada? Çok enteresan.
Kadını pusuya düşürme fikri cezbediciydi ancak kuzeye ilerliyordu. Takip etti. Eğer bir tanesi buradaysa muhtemelen yakınlarda daha fazlası da var demekti. Geceye Düşenler zayıflardı ve yaşam özleri Gul’dan’a çok az güç vermişti. Gardiyanlar’ın ruhları ise kesinlikle ayıracağı zamana değerdi.
Kil’jaeden onu durdurmak için hiçbir şey söylemedi. Gul’dan’ın gururu ise yanıyor, ah evet, hatta kavruluyordu; acaba efendisi bu kısa özgürlüğü yaşamasına izin verecek miydi, merak ediyordu.
Gul’dan’ın büyüsü, Gardiyan’ı aceleyle takip ederken gizlenmesini sağladı. Rehberi durmadan yön değiştirdiği için iki defa durmak zorunda kalmıştı; kadın asıl yoluna geri dönmeden önce düzensiz açılarla dolanıp durmuştu. Bir şey arıyordu. Gul’dan’ı mı? Pek muhtemel değildi. Gul’dan’ı yalnız avlayabileceğini düşünmek ahmaklıktı. Khadgar bile önce müttefiklerinin yardımına ihtiyaç duymuştu.
Gardiyan kısa bir süre sonra bir uçurumun kenarından döndü ve düz bir platoya çıktı. Yarım düzine kadar Gardiyan daha oradaydı.
Evet…
Gul’dan gölgede bekledi; takip ettiği Gardiyan diğerlerine katılırken gücünü topladı. Konuşmalarından yalnızca kısa parçalar duyabiliyordu.
“…Ölmüş Geceye Düşenler bulduk…”
“…Ufukta batırılmış bir gemi var…”
“…Nasıl emrederseniz, Gardiyan Shadowsong.”
Gul’dan onlara dikkatle baktı. İsim çok tanıdıktı. Nerede duymuş olabilir…? Ah, tabii ya. Maiev Shadowsong. Cordana’nın lideriydi ve ismi korkuyla anılmıştı. Eğer ihanetimi öğrenirse, demişti Cordana, Illidan’ın sonu kadar kolay bir sonum olması için yalvarmam gerekecektir.
Eğer Gul’dan Maiev’i hemen orada öldürebilirse bu, endişe etmesi gereken tehditlerden birinin azalması demekti.
Şiddetli bir ölüm kasırgasını andıran saldırısını hazırladı. Hiç şansları yoktu. Onun orada olabileceğinden bile şüphelenmemişlerdi. Ellerini kaldırdı ve-
–SAKLAN.–
Kil’jaeden’ın sesi zihninde gümbürdedi. Gul’dan sesin yalın gücüyle neredeyse yere yığıldı. Ellerini geri indirdi, planladığı pusuyu bir an unutmuştu. “Ne…?”
Sonra onu duydu.
Platonun sessizliğini delip geçen bir kuzgunun çığlığını.
Gul’dan saldırı büyüsünü hemen dağıttı ve çaresizce hissedilmemiş olmasını umdu. Yukarı baktı. Kuzgun hızla iniyordu. Bir anlığına da olsa Gul’dan fark edildiğini düşündü.
Ancak kuzgun yalnızca platonun üzerinde iki defa döndü ve sonrasında Gardiyanlar’a doğru pike yaptı. Onlar ise kuzgunun gelişini izliyorlardı. Kuzgun, göz açıp kapayıncaya kadar şekil değiştirdi. Dönüştüğü adam kendinden emin ve uzun adımlarla yürüyordu.
Gul’dan’ın gözleri alev alev yandı. Çenesi öylesine sıkılmıştı ki ağrıyordu.
“Merhaba, Maiev,” dedi Khadgar, omzunda kalmış olan bir tüyü silkelerken.
“Seni çağırdığımı hatırlamıyorum, Başbüyücü,” dedi lider soğukça.
“Efsanevi cazibenden hiçbir şey kaybetmemişsin,” diye cevapladı Khadgar. Ardından kadının yanına gitti ve duyulmayacak kadar kısık sesle bir şeyler söyledi.
Gul’dan sessizce küfretti. “Bu ahmağın işini derhâl bitirmeliyim,” dedi.