Vakit neredeyse gelmişti.
Önceden bir saldırı planı üzerine anlaşmışlardı. Eğer Bolvar derhâl teslim olup Miğfer’i çıkarmazsa Acherus tüm saflarını bombardımana tutacak, Dört Atlı’nın doğrudan Liç Kral’ın kendisine yapacağı saldırı için yolu açacaktı. Sonrasında olacaklar için aralarından kaçının Liç Kral’ın kontrolüne direnebileceğine bağlıydı. Tabii herhangi biri dinerebilirse.
Ancak Varlık o anda değişmişti. Bolvar’ın etkisini daha fazla hissedebilecek kadar yakınlardı. Buztacı Hisarı’na muhtemelen daha bir saatlik yolları vardı, Donmuş Taht’ı kendi gözleriyle görmekten çok uzaklardı ancak gökyüzündeki bulutlar tehditkâr silüetini seçebilecek kadar açılmıştı.
Ve şimdiyse zihinlerinde bir şeyler görüyorlardı.
İlk Mograine fark etti. Tuhaf bir sahne zihninde belirdi: Bolvar’ın Musibeti’nden biri yere düştü, bedeninde kara dumanla çevrilmiş bir ok saplıydı. Birkaç dakika sonra Donmuş Taht’ın önünde dağılmış düzinelerce Musibet vardı. Ardından düzinelerce dahası…
Buztacı’nda bir çarpışma dönüyordu. Varlık üzerinden bunu görebiliyorlardı. Hayır – Bolvar onlara gösteriyordu. Dört Atlı sessizde Acherus’ta durup uzaktaki kuleyi izliyorlardı. Dakikalar geçerken görüntüler daha berrak bir hâl aldı.
Whitemane bir an nefesini tuttu. “Windrunner. Bolvar, Sylvanas Windrunner ile çarpışıyor.”
Bunu dediği anda Mograine de görmeye başladı. Parlayan gözlerini. Yüzündeki taze yarayı. Gerçekten Sylvanas’tı. Miğfer için gelmişti.
Ve o anda Mograine anladı.
“Yalnızca dördünüz birken Miğfer’in hükümdarını öldürme şansınız olacak,” demişti Bolvar.
Hükümdarı öldürmek demişti. Beni öldürün değil. Zira belki de Miğfer artık ona ait olmayacaktı.
Onun geleceğini biliyordu, diye fark etti Mograine. Bolvar, Windrunner’ın Miğfer için ona meydan okuyacağını tahmin etmişti. Ve Miğfer’i onu durdurmak için kullanmayı planlamıştı çünkü Sylvanas, Liç Kral’ın gücünü sırf etkisiz hâle getirmek için ele geçirmeyecekti.
Fakat Bolvar bunun sonuçları olacağını da biliyor olmalıydı. Miğfer’i kullanmanın yalnızca tek bir sonu vardı: ölü bir dünya. Onun gücünü teslim aldıktan sonra yozlaştırmasına bir ay, bir hafta ya da bir dakika karşı koymanın bir önemi yoktu. Her şekilde aynı sonuçlanacaktı. Azeroth düşecekti.
Tabii Azeroth’u savunmaya yemin etmiş dört şövalye onu Windrunner ile yaptığı savaştan sonra zayıflamış hâliyle durduramazsa. Windrunner kazansa bile Miğfer’in gücü karşısında acemi olacaktı. Kısa bir süreliğine dahi olsa savunmasız kalacaktı.
Bolvar, Mograine’i ve Dört Atlı’nın geri kalanını tam da saltanatının sona ereceği anda gelip öldürmeleri için kışkırtmıştı. Ve hepsini –tüm yeni ölüm şövalyeleri de dâhil- elinden geldiğince kontrolünden uzaklaştırmıştı. Böylece kim kazanırsa kazansın Dört Atlı’nın bir şansı olacaktı.
Trollbane, gözlerini Mograine’e kenetledi. “Bu bizim için bir şey değiştirir mi?” diye sordu.
Mograine diğerlerine döndü. “Hayır. Bu hiçbir şey değiştirmez. Görevimiz aynı.” Sonra Buztacı’na geri baktı. “Bolvar bu günün geleceğini biliyordu. Ya o kazanacak ya da yeni bir Liç Kral olacak.”
“Kraliçe,” dedi Whitemane.
“Aynen öyle.” Bolvar, keşke bana bunu anlatacak kadar güvenseydin. Ama hayır. Mograine orada olup birlikte Sylvanas’a karşı savaşmak için üstelerdi. Diğerleri de. Donmuş Taht’ın önündeki cesetlere bakılacak olursa dördü de ölürdü. “Bizim bu anda burada olmamızı istedi ki savaş bittikten sonra kazananın işini bitirebilelim. Onun irademize nasıl hükmedeceğini öğrenme şansı olmadan önce.”
Nazgrim bir an bunu düşündü. “Birimizin onun yerini alması gerekecek.”
Bu ifadeden sonra uzun süre sessizlik hüküm sürdü. Whitemane’in gözleri, aralarından herhangi biri bu görevi edinmeye istekli mi diye anlamaya çalışıyormuşçasına bir Atlı’dan diğerine kayıyordu.
Uzaktan gelen, gök gürültüsünü andıran bir ses dikkatlerini tekrar Buztacı’na çevirdi. Varlık titredi. Bolvar’ın soğuk, yozlaşmış kararlılığı şimdi çaresizliğe saplanmıştı.
Mograine zihninin içinde oldukça net bir şekilde Sylvanas’ın kolunu Bolvar’ın başına doğru uzattığını gördü.
Sonrasında acı vardı. Hepsi için acı. Adeta kafataslarına saplanan bir bıçağın ağzı gibi keskindi. Mograine haykırdı ve kendi miğferini Komuta Odası boyunca fırlattı; avuçlarını sanki acıyı söküp çıkarabilecekmiş gibi şakaklarının derinliklerine bastırıyordu ancak diğerlerinin de haykırdığının belli belirsiz farkındaydı.
Birkaç dakika sonra acı öylesine kesin bir şekilde kayboldu ki Mograine, başı hâlâ ellerinin arasındayken rahatlayarak dizleri üstüne çöktü. Herhangi birinin konuşabilmesi zaman aldı.
“Varlık nerede?” diye sordu Nazgrim gerin bir sesle.
Mograine anlamamıştı. Cevap vermedi. Acının yokluğunun keyfini çıkardı. Harika bir histi.
“Bolvar nerede?” diye tekrar sordu ork. “Onu hissedemiyorum.”
Haklıydı. Bolvar’ın Varlığı gitmişti. Hayır, gitmemişti. Bomboş, diye fark etti Mograine. Kontrol aracı hâlâ oradaydı. Ancak… sahipsizdi. Tıpkı Arthas’ın mağlubiyetinde hissettiği gibi.
“Sylvanas, Miğfer’i aldı,” dedi Mograine. Diğerleriyle gözlerini kenetledi. “Şimdi hedefimiz o.”
Whitemane burnundan soludu. “Anlaşıldı.”
“Peki ya Bolvar?” diye gürledi Nazgrim.
Trollbane, Mograine’e baktı. “Onun artık Liç Kral olduğunu düşünmüyorum. Yapabilirsek onu kurtaracağız,” dedi.
“Katılıyorum,” dedi Mograine.
Trollbane’in ötesine, Acherus’un diriölü mürettebatına baktı. Birçoğu hareketsizdi. Aklı başında olanlar sersemlemiş bir şekilde etrafa bakınıyorlardı; bilinçsiz olanlar ise boşluğa bakıyor ve seğiriyorlardı.
Her zaman bir Liç Kral olmalıdır.
Acherus mürettebatının büyük bir kısmı -ve Kuzeyyarı’ndaki Musibet’in geri kalanı- kısa süre sonra akıldan yoksun, kontrolden çıkmış bir şiddete kapılacaktı. Eğer Sylvanas Miğfer’i giyerse Acherus’un yaklaştığını hissedecekti. Dört Atlı’nın niyetini hissedecekti. Mograine onun kendilerini durdurabilmek için iradesi altına almaya çalışacağından şüphesi yoktu. Başarısız olsa bile Musibet’in geri kalanıyla çarpışmamız gerekecek.
Uçan kalenin derinliklerini işaret etti. “Buztacı’ndan Acherus’un mürettebatını kontrol altında tutabilecek kadar uzakta olabiliriz. Onları hazırlayın. Bu tek şansımız olacak-”
Ve sonra durdu, ağzı hâlâ sessizce hareket ediyordu. Zihnindeki Varlık değişiyordu. Bu sefer acı verici değildi. Hem de hiç. Mograine daha önce böylesi bir şeyi hiç ama hiç hissetmemişti. Arthas düştüğünde bile.
Eğer Varlık kontrol ve güç aracıysa sanki bu araç dağılıyormuş gibi hissetti. Parçalara ayrılıyormuş gibi. Mograine anlamadı. Ancak… özgürleştirici bir histi. Adeta zihni önceden zapt edilmiş ve şimdi zincirler bir bir kayıp gidiyormuş gibiydi. Adeta ne kadar sıkı bir şekilde kontrol altında olduğunu daha önce hiç fark etmemiş gibiydi.
Nazgrim bir anda haykırdı. “O ne yapıyor?”
Mograine, tam da gökyüzünün parçalandığını göreceği anda Buztacı’na baktı.
Bir şok dalgası Acherus’a çarptı ve Mograine neredeyse dengesini kaybetti. Uçan kale havada bir ileri bir geri savrulurken Nazgrim onun kolunu kavradı ve onu dengeledi.
“Sabitleyin!” diğer bağırdı Mograine. “Acherus’u sabit tutun!”
Mürettebatın bir kısmı emirlerine karşılık verdi. Yine de kale gökten düşecek gibi hissettirdi. Sonra dengelendi. Eğer bir anlığına rahat bir nefes alabilecek olsalar yaparlardı.
“Mevkimizi koruyun!” diye bağırdı Nazgrim. Eğitimli gözlerle tüm detayları kavrayacak şekilde ufku taradı.
Mograine, Buztacı’na baktı. Üstündeki mavi gökyüzü gitmişti. Parçalara ayrılmıştı. Yalnızca arada şimşek gibi parlayan turuncu-kehribar kor ile aydınlanmış yoğun ve siyah bir sisin boğduğu karanlık bir diyara bakıyordu. Sisin içerisinden çıkan, Buztacı Hisarı’nın hemen üstünde asılı duran başka bir yapı vardı.
Ve Mograine buna bakarken Varlık’ın tamamen gittiğini fark etti. Miğfer yok edilmişti. Ve onun yok edilişiyle birlikte…
“Yaşam ile ölüm arasındaki perde,” diye fısıldadı Mograine. “Onu kırdı.”
Mograine, Bolvar’ın korkunç bir hata yaptığını fark etti. Sylvanas’ın Miğfer’i yok etmek için değil, ona sahip olmak için geldiğini varsaymış olmalıydı. Ama nasıl bilebilirdi? Onu yok etmenin buna sebep olacağını nasıl bilebilirdi?
Mograine, ardında bir kılıcın havayı yararken çıkardığı ıslığı ve ardından ağır bir şeyin yere düşüş sesini duydu.
“Yücelord, silahını çek,” diye seslendi Trollbane.
Mograine hâlâ göğe bakarken silahına davrandı. Bir şey kendisine çarptı ve bir kaşı şaşkınlıkla kalkarken döndü. Acherus mürettebatından biri zırhını tırmalıyor, onu öldürmeye çalışıyordu.
Onu düşünmeden kesti. Etrafında birçok beden yattığını fark etti.
Musibet’in bir Liç Kral’ı yok, diye nihayet anladı Mograine. Işık’ın izniyle bir daha da olmayacak.
Bu düşünce onu tekrar harekete geçirdi. Odadaki mürettebatın yalnızca az bir kısmı bu kadar çabuk vahşileşmişti ve Dört Atlı onların işini hızlıca bitirdi.
Mograine, Komuta Odası’nın geri kalanını gözleriyle taradı ve emirler yağdırmaya başladı. Uzun süre öğrenmişti ki kaosun içinde netlik vardı. Problemleri görmek onların üstesinden gelinebileceği anlamına geliyordu.
Aynı anda sadece tek bir felakete odaklan…
“Sylvanas’ın sonrası için ne planladığını bilmiyorum. Ama Bolvar biliyor olabilir. Ona ihtiyacımız var,” dedi Mograine. “Whitemane. Nazgrim. Hâlâ Buztacı’ndan bir saatlik uzaklıktayız. Oraya vardığımızda ikiniz Bolvar’ı bulacaksınız. Eğer yaşıyorsa onu geri getirin.”
İkili onaylarcasına başlarını salladılar. Mograine ise Trollbane’e doğru başını salladı. “O zamana kadar Acherus’un güven altına alacağız. Kontrol edilebilecekleri hükmümüz altında tutacağız ve kalanları da huzura erdireceğiz. Kurtarabildiğimiz kadarını kurtarmamız lazım… sonrasında bizi ne bekliyorsa onun için.”
“Anlaşıldı,” dedi Trollbane. Beraber kalenin derinliklerine doğru ilerlediler. Kısa bir süre sonra silahları soğuk Kuzeyyarı havasında ıslıklar çalıyordu.
—–
Whitemane, Nazgrim ile birlikte Donmuş Taht’a doğru hızlıca inerken gözlerini makamdan almadı. Yukarısında parçalanmış olan gökyüzünü görmezden geldi. Bu daha sonrasının problemiydi. Dikkatlice Sylvanas’ın hâlâ orada olduğuna dair bir işaret aradı ancak Banshee Kraliçesi çoktan gitmiş gibiydi.
İlk varan, Donmuş Taht’ın harap olmuş kalıntıları üzerine atlayan ork oldu. Whitemane de bir an sonra indi ve düşmüş Musibet cesetlerinden çeviklikle kaçınarak Nazgrim’in yanından hızlıca geçti. Bolvar’ı platformun merkezinde yana yatmış şekilde gördü.
Yüzüne kazınmış şaşkınlık ve dehşet ifadeleriyle yukarıya, gökyüzüne bakıyordu. Whitemane tamamen anlamıştı. Bir eliyle adamın ensesini kavrarken yanında diz çöktü. “Gitti mi?” diye sordu.
Bolvar güçlükle kelimeleri bir araya getirebiliyor gibiydi. Whitemane bunun yaralarından değil, önlemeyi başaramadığı felaketin saf ve anlaşılması güç boyutundan ötürü olduğunu sanıyordu.
“Evet. Sylvanas gitti.” Pişmanlık ve suçluluk sesinden taşıyordu. “Bilmiyordum. Hayal bile edemezdim-”
Şimdi Nazgrim de yanında diz çökmüştü. “Acherus’a geri dönüyoruz,” dedi. “Yapılacak çok şey var.” Whitemane ile birlikte Bolvar’ın ayağa kalkmasına yardım etti.
Bolvar’ın eli Whitemane’in omzundaki zırhı kavradı. “Onun ne yaptığını biliyor musunuz?”
“Hayır. Güvende olduğumuz zaman anlat,” dedi Nazgrim. “Sonrasında ne yapacağımızı da anlatabilirsin.”
“Bolvar ikisine de şaşkınlıkla baktı. “Ben artık Liç Kral değilim,” dedi.
“Yazık.” Whitemane, Bolvar’ın kolunu omzuna atarak ağırlığını destekledi. “Tüm bu yolu Liç Kral’ı öldürmek için gelmiştim. Tam geldiğimde emekliye ayrılman kabalık.”
“Emirlerimi uygulamak zorunda değilsin,” dedi Bolvar.
“Besbelli.” Whitemane dudaklarını kıvırdı.
Nazgrim de gülümsüyordu. “Zaferi garanti altına almak için kendi ölümünü planlamaya çalıştın. Lok-tar ogar, mmm? Silahlarımıza yol gösterirsen biz de riayet ederiz.”
Bolvar bir anlığına gözlerini kapadı. Geri açtığında Whitemane, onlarda kararlılığı gördü. Harikulade, diye düşündü.
Bolvar, Hüküm Miğferi’nin parçalanmış kalıntılarını işaret etti. “O zaman şunları topla. Dikkatlice. Onlara ihtiyaç duyulacak,” dedi.
Nazgrim parçaları toplarken Whitemane de Bolvar’ın tüm ağırlığını yüklendi. “Peki sonra, Yücelord?”
Bolvar bir kez daha gökyüzüne baktı. “Bulabildiğimiz kadar çok müttefike ihtiyacımız olacak. Ve sonra Ölüm’ün karanlık kalbine hücum edeceğiz.”
“Güzel,” dedi Whitemane. “Bunun kolay bir iş olabileceğinden endişeleniyordum.”
* Blizzard tarafından yayınlanan, Robert Brooks’un World of Warcraft için yazdığı We Ride Forth öyküsünün çevirisidir.