Fâni olarak Cennet’te yaşamaya çalışmak Tyrael için zordu. Meleklerin de dinlenmeye çekildiği, kendilerini dengeledikleri daha sakin zamanlar olsa da uyumak gibi bir ihtiyaçları yoktu ve bu yüzden Tyrael’ın ölümlü bedeninin dinlenebileceği bir yatak bulunmuyordu. Bütün Cennet’in Kristal Kemer’den yayılan ışıkların içinde yıkanması eskiden huzur ve dinginlik verirken artık gözlerini acıtıyordu. Rahatlayıp dinlenebildiği çok nadir zamanlarda ise rüyaları Baş Habis’in yozlaştırıcı gücünün her şeyi boğduğu kâbuslarla süslüydü. Kısacası bir zamanlar bir başmelek olarak ona doğal gelen her şey artık ona burada bir yabancı olduğunu hissettiriyordu. Daha da kötüsü diğer meleklerin tavırları da bu hissi pekiştiriyordu. Özellikle de Imperius ve onun özel birliği olan Luminarei’nin kumandanı Balzael, Tyrael’ın bu yeni formunu açıktan açığa hor görüyor, artık bir melek olmadığını sıkça yüzüne vuruyorlardı. Bu negatif duygularından arınmak ve biraz olsun huzur bulmak isteyen Tyrael, Auriel ile görüşmek için Umut Bahçeleri’ne gitti. Auriel’in bile onunla görüşmeyi kibarca reddederek Tyrael’ı geri çevirmesi, eski başmelek için onur kırıcıydı. Lakin Tyrael bu sırada fâni gözleriyle diğer meleklerin fark edemediği bir şey fark etti: Bahçedeki ağaçların ışığının içine gizlenmiş ahenksizlik ve yozlaşmayı. Bu durumu Angiris Konseyi’nin toplantılarında dile getirdiyse de Imperius konuyu her seferinde Tyrael’ın fâni bedenine ve kanatlarını feda edişine getirerek uyarıları ciddiye almadı.
Cennet’in geneline yayılmakta olan ahenksizlik, kendini en çok da bu konsey toplantılarında göstermeye başlamıştı. Başmelekler Kara Ruhtaşı’nın kaderini uzun uzadıya tartışsalar da ne yapacakları konusunda bir türlü hemfikir olamıyorlardı. Imperius taşın daha önceki ruhtaşlarında olduğu gibi Cehennem Ocağı’nda parçalanması gerektiğini savunuyordu. Auriel ve Ithereal bu taşın diğerlerinden farklı olması yüzünden bu hareketin sonuçlarının öngörülemeyeceğini ve çok riskli olduğunu söylüyordu. Tyrael ise daha önce de Sığınak’ta ruhtaşlarını sakladığını söyleyerek taşı Cennet ve Cehennem’in ulaşamayacağı bir yerde saklamalarını önerdi. Bu öneriye Auriel bile karşı çıktı ve ruhtaşlarının nihayetinde her seferinde gizlendikleri yerdeki insanları yozlaştırdığını hatırlattı. Konsey içindeki gerilim artarken Imperius, Tyrael’ı hâlâ Bilgelik Kasesi Chalad’ar’ı kullanmamış ve bir cevap aramamış olmakla suçladı; Tyrael ise Imperius’u gururu ve inatçılığı yüzünden önlerindeki tehlikeyi göremeyecek kadar kör olmakla… Imperius’un kanatları bu sözler üzerine öfkeyle parladı ve Tyrael’a saldırmak için öne çıktı; ancak Tyrael geçen sefer olanların tekrarlanmasını istemiyordu ve Imperius’la savaşmayacağını açıkça belirtti. Onun yerine sözlerine değer vermedikleri sürece Bilgelik olarak görevini yapamayacağını söyledi ve Auriel’in itirazları arasında konsey salonunu terk etti.
Diğer meleklerin baskısını üzerinde hisseden Tyrael, Bilgelik Havuzları’na inerek Chalad’ar’ı kullanmayı denedi. Ancak Chalad’ar’ın etkisi ölümlü bedenler için fazlaydı; Tyrael kaseden evrendeki her noktanın birbirine bağlanış şeklini görebiliyor olsa da bunun onu tükettiğini ve daha fazlasına aç hâle getirdiğini fark etti. Yine de kase tüm olumsuz yanlarına rağmen hislerini ve duyularını da keskinleştirmişti. Kristal Kemer’den yeni bir meleğin doğuşunu müjdeleyen Işıkezgisi sırasında bu keskinleşen duyularıyla ruhtaşının yeni doğan melekleri de etkisi altına almış olduğunu fark etti; aynı zamanda melekken ona huzur ve huşu veren tören, ölümlü bedenini acı içerisinde bırakmıştı. Tören sırasında karşılaştığı Balzael onun bu durumuyla her zamanki gibi dalga geçti ve diğer tüm meleklerin önünde konseyin ertesi gün onsuz toplanıp Tyrael hakkında nihai kararı vereceğini, onu yargılayacaklarını söyledi. Elindeki seçeneklerin hızla daraldığını fark eden Tyrael, böylece çok umutsuz ve fazlasıyla riskli bir plan kurmaya başladı.
Tyrael, Kara Ruhtaşı’nın gerçekten de melekleri yozlaştırdığına ve Cennet’te kaldığı sürece tehlike yaratmaya devam edeceğine emin olunca büyük bir risk almaya karar verdi. Kara Ruhtaşı Luminarei tarafından çok sıkı bir şekilde korunuyordu ve taşı tek başına, konseyin izni olmadan alması imkânsızdı. Taşı çalmak için Diablo’yu yenen nefalemlerin yardımını almayı düşündü; ancak batı topraklarına dağılmış olan kahramanlar hâlâ Adria’nın izini sürdüklerinden tam olarak nerede olduklarını bulmak imkânsıza yakındı. İkinci bir fikir olarak Horadrim organizasyonunu yardıma çağırmak aklına geldi fakat Deckard Cain’in ölümüyle birlikte organizasyondan geriye kimse kalmamıştı. Cain’in yazmalarını incelemeye devam ettiğinde bunun tam olarak doğru olmadığını gördü. Garreth Rau adındaki bir kâtip, Horadrim’i taklit eden “İlk Olanlar” adında bir oluşum kurmuştu; ancak amaçları ve yolları zamanla çarpıklaştığı için Deckard Cain, Leah ve onlara yardım eden Mikulov adında bir keşiş tarafından çökertilmişti. Cain’in yazıtlarında bu tarikattan geriye kalan kâtiplerin Gea Kul’da orijinal Horadrim öğretilerini benimseyecek şekilde reforma gittiğini öğrendi. Mikulov’a ek olarak Cain’in yazıtlarında adları geçen Cullen ve Thomas adlı kâtiplerin de ona arayışında yardımcı olabileceğinde karar kıldı. Aklına gelen bir diğer grup, Arreat Dağı’nın patlayışının ardından El’druin’e sahip çıkan büyücü Shanar ve savaşçı Jacob oldu. Tyrael’ın yokluğunda El’druin’i adalet sağlamak için kullanan ve Jacob’ın kasabasını kırıp geçiren bir öfke vebasıyla başa çıkan ikiliye Gynvir adında bir de barbar eşlik etmişti. Son olarak daha önce güçlü bir iblisle başa çıkabilmiş, kendisi de güçlü bir nekromans olan Zayl’ı (ve ona eşlik eden kuru kafa Humbart’ı) seçti. Her birine Tristram’daki katedrale gelmeleri için gizemli bir çağrı yollayıp bu neredeyse bir intihar ile eş değer görevi kabul edeceklerini umarak Cennet’i arkasında bıraktı ve Sığınak’a indi.
Grup umduğu gibi eksiksiz hâlde katedrale gelmiş olsa da Tyrael’ın hâlâ derin şüpheleri vardı. Bilhassa katı bir ön yargıya ve batıl inançlara sahip olan Gynvir, ölülerle konuşup onları diriltebilme yetisine sahip Zayl’a karşı gardını indirmeyi reddetmişti. Tyrael gruba neyle karşı karşıya olduklarını ve görevlerinin önemini anlatsa da grubun uyumsuzluğu gün gibi aşikârdı. Zayl ve Mikulov, Bramwell’de Borad Nahr isimli demircinin kendilerine yardım edebileceğine dair istihbaratları olduğunu söylediler; lakin bunu tartışmaya vakit bulamadan bir grup tarikatçı ve yaratığın saldırısına uğradılar. İlk saldırı dalgasını püskürttükten sonra yaralarını sarmak ve dinlenip durumu tartışmak için Yeni Tristram’a doğru kaçmak zorunda kaldılar.
Tyrael geçmişte de Üçlü İçin Av sırasında ölümlü insanlara güvenmişti ve bu sefer de güvenebileceğini düşünmüştü ancak grubun durumu çok da iç açıcı gözükmüyordu. Birbirlerinin sırtlarını kollamaları gerekirken kopuk ve bağımsız bir şekilde hareket ediyorlardı. Özellikle Jacob, El’druin’i kaybettikten sonra hayatında oluşan boşluğu bir türlü dolduramamıştı ve Shanar’a kendini kanıtlamaya çalışırken az daha canından oluyordu. Diğerleri Katledilmiş Buzağı Hanı’nda dinlenip yaralarını sararken Jacob kendini içmeye vurdu ve yanına gelip ona destek olmak isteyen Tyrael’a çatıp uyumaya gideceğini söyleyerek hanı terk etti. Dışarıda etrafı gözetlemeye çıkan Zayl, bu sırada tayfımsı, kara kanatları olan gizemli varlıkların yaklaştığını hissedip diğerlerini uyardı. Grup bir kez daha kaçmak zorunda kalırken yaratıklardan birinin Jacob’a saldırdığını ve boynunda bir iz bıraktığını gördüler. Bu gizemli varlıkların kendi peşlerinde olduğunu anladıktan sonra Yeni Tristram halkını daha fazla riske atmamak için Bramwell’e doğru yola koyulmaya karar verdiler.