Üçlü İçin Av sonucunda Baş Habisler’i ruhtaşlarının içine hapsetmeyi başaran Horadrim, taşları Travincal, Aranoch Çölü ve Tristram’a gizlemişti. Liderleri Tal Rasha’nın yokluğunda onun yerini devralmış olan Jered Cain, Tristram manastırını gözetmek ve korumak için kasabaya yerleşirken Baş Habisler’in yozlaştıran etkisinin bu sefer çok daha sinsi bir şekilde çoktan yayılmaya başladığından habersizdi. Mephisto, Travincal’ın dehlizlerindeki hapishanesinden Zakarum rahiplerini avucunun içine almıştı bile; Baal, Tal Rasha’nın bedenini kontrol edebilmek için onunla sürekli bir mücadele içerisindeydi; Diablo ise şimdilik sessizdi lakin bu da onun planının bir parçasıydı. Tristram’da gözle görülür herhangi bir problemle karşılaşmayan Horadrim, böylece sakin geçen yıllar içerisinde rehavete kapıldı. Baş Habisler’e karşı bizzat savaşmış olan neslin uyku kaçıran anıları, zamanla çocuklara anlatılan uyku vakti masallarına dönüştü. Aradan geçen nispeten sakin iki yüz yıl içerisinde Tristram, Khanduras’ın sıradan bir kasabası hâline geldi.
Ancak Tristram’ın altındaki korkunç gölgeler tetikteydi ve Zakarum Kilisesi adına Khanduras’a ayak basan Leoric’in gelişiyle birlikte tekrar heyecanla kıpırdanmaya başladılar. Başpiskopos Lazarus’un yoğun ısrarları üzerine Talsande Nehri’nin kıyısındaki Tristram’a yerleşmeyi seçen Leoric, bölgenin eski sahiplerinden kalma bakımsız manastırı da Zakarum’un bütün ihtişamını yanıstacak görkemli bir katedral olarak tekrar inşa ettirdi. Khanduras kralı bu ilk yıllarında bilge ve adil bir yönetici olarak hüküm sürse de Sığınak’ı tekrar avucuna alacak karanlık günler gitgide yaklaşıyordu.
Başpiskopos Lazarus, Mephisto’nun pençesindeki Zakarum üst konseyinin emriyle bu bölgeye yerleşmeleri için ısrar etmişti ve bölgeye varır varmaz Dehşetin Efendisi Diablo’nun kuklası hâline gelmişti bile. Herkesten gizlice katedralin derinliklerine inerek orada hapis olan Diablo’nun ruhtaşını yok etmeye çalıştı ancak Dünyataşı’ndan yontulmuş taş sıradan yöntemlerle yok edilemeyecek kadar kuvvetliydi; o yüzden bütün çabalarına rağmen taşı sadece çatlatıp zayıflatabildi. Fakat bu bile Diablo için yeterliydi. Katedralin altından etki alanını genişleten Diablo, Leoric’in aklına nüfuz ederek ona dehşet ve delilikten doğan bir paranoya beslemeye başladı. İlk başta kralın yersiz ve garip istekleriyle başlayan bu karanlık günler, hızla çok daha büyük ve korkunç bir hâl aldı. Khanduras’ın sınır komşularından ve en büyük müttefiklerinden olan Westmarch’ın kendilerini fethetme hazırlığında olduğuna kanaat getiren Leoric, tebaasından gelen bütün itirazlara rağmen ordularını toplayarak Westmarch üzerine savaşa yolladı. Leoric’in deliliğini pekiştirip paranoyasını körükleyen Lazarus, çok geçmeden onun güvendiği tek kişi hâline geldi ve bir sonraki adım olarak da kralın yakınında planlarına engel olabilecek kişileri aradan çıkartmaya başladı. Önce Leoric’in büyük oğlu Aidan’ı orduların başına geçirip Westmarch seferine göndermeye ikna etti, ardından da Kraliçe Asylla’nın onun arkasından komplo kurduğu söylentilerini yayarak sorgulamak adına tutsak alınmasını sağladı. Artık mantıklı düşüneme yetisini yitirip Diablo ve Lazarus’un kuklası hâline gelmiş olan Leoric, böylece sevgili eşini “suçlarını itiraf etmediği için” idam ettirdi.
Sadece kısa bir süre önce halkı tarafından sevilen ve sayılan bir kral olan Leoric, küçük oğlu Prens Albrecht’in ortadan kayboluşuyla akıl sağlığının son kırıntılarını da kaybederek iyice karanlığa battı. Prensin kayboluşunun sorumlusu olarak kasaba halkını gören kral, bu sefer de halkı cezalandırmaya başladı ve oğlunun yerini söylemeye yanaşmayanları diğerlerine ders olsun diye idam ettirdi. Tristram sokakları kan ve karanlığa boğulurken Prens Albrecht aslında katedralin altındaki mağaralarda Diablo’nun yeni bedeni olmak üzere dönüşüm geçirmekteydi. Lazarus, genç prensi gizlice kaçırmış ve Diablo’nun ruhtaşını Albrecht’in alnına saplamıştı. Her şey Dehşetin Efendisi’nin umduğu gibi ilerliyordu – ta ki feci bir yenilgi olan Westmarch seferinden geriye kalan askerler yavaş yavaş Tristram’a dönmeye başlayana kadar…
Leoric’in şövalyelerinin yüzbaşı olan Lachdanan, eve döndüğünde karşılaştığı manzara ve çok sevgili kralının yaptıkları karşısında büyük şoka uğradı. Artık “Deli Kral” olarak anılan Leoric’in daha da yozlaşmasına göz yummamak ve acısına son vermek için kendisine sadık olan askerleri topladı ve kılıcını Leoric’in kararmış kalbine sapladı. Ancak ölüm bile Leoric’i Diablo’nun pençesinden kurtaramadı. Lachdanan ve askerleri Leoric’in bedenini katedralin altında son istirahatine uğurlamak üzereyken Diablo kralın bedenini çarpık bir şekilde diriltti. İskelet Kral Leoric, Lachdanan’ın yanındakileri katletti ve yüzbaşını da lanetleyerek karanlığın bir kölesi hâline getirdi. Böylece katedralin altındaki mabedi koruyan lanetli ordu daha da güçlenmiş oldu.
Kraliyet ailesini tamamen kaybetmiş, ordularını yok yere savaşta harap etmiş Tristram halkı iyiden iyiye çaresiz kalmıştı. Kasabada durumlar daha da kötüye gidiyordu; gittikçe daha fazla kişi bir anda sırra kadem basmaya, çiftlik hayvanları gizemli ve vahşi şekillerde katledilmeye başlamıştı. Kimi köylüler tanık oldukları dehşeti Doğan Güneş Meyhanesi’nde boğmaya çalışırken kâbuslardan fırlamışçasına korkunç yaratıklar gördüklerine yeminler ediyorlardı. Kimse onların söylediklerine inanmak istemese de her gece katedralin derinliklerinden yükselen çığlıklar bu hikâyeleri destekliyordu. Derken bir gün Başpiskopos Lazarus’un kendisi katedralin derinliklerinden sarsılmış ve perişan bir şekilde çıkıp akıl almaz bir kötülüğe şahitlik ettiğini söylediğinde kimsenin bu şeytani varlıklardan şüphesi kalmadı. Lakin Lazarus, Prens Albrecht’in hâlâ hayatta olduğunu inanıyordu; bu yüzden de mabedin derinliklerine inecek kadar cesur (ve aptal) olan köylüleri, hatta civardaki maceracıları katedrale yönlendirerek Diablo’nun iblis ve yaratıklardan oluşan ordusunu beslemeye devam etti. Ta ki evinden fazlaca uzak kalmış olan Prens Aidan kasabaya ayak basana dek.
Westmarch’taki yıkıcı savaşın ve yitirdiklerinin acısıyla yıpranmış olan Aidan, yokluğunda Tristram’ın başına gelenleri öğrendiğinde dehşete düştü. Yanında Jazreth adındaki bir Vizjerei sahiri ve Moreina adında Görmeyen Gözün Kızkardeşliği’ne mensup bir okçuyla birlikte Albrecht’i kurtarmak için katedralin altına, diğer deneyenlerin beceremediği kadar derine indiler. Kendi babasının iskelet formu da dâhil olmak üzere karşısına çıkan bütün engellerin icabına bakan Aidan, çok geçmeden her şeyi efendisi Diablo için organize etmiş olan Lazarus’un kendisiyle de karşı karşıya geldi. Cehennem’i andıran çukurun en dibinde ise henüz hâlâ tam gücüne ulaşamamış olan Diablo’yu buldular.
Dehşetin Efendisi Diablo, üç maceracının en derin korkularını onlara karşı kullanarak dövüştü. Jazreth ve Moreina geçici olarak saf dışı kalsalar da kaybedecek çok az şeyi kalmış olan Prens Aidan korkularıyla yüzleşti ve Diablo’nun fiziksel bedenini öldüren darbeyi indirdi. İblisin bedeni gözleri önünde kuruyup toza dönüştü ve Prens Albrecht’in küçük, kırılgan çehresini gözler önüne serdi. Aidan, Tristram’ı yüzlerce yıldır saran karanlık perdesini aralamayı başarmıştı ancak bunun bedeli küçük kardeşinin hayatı olmuştu. Lakin Diablo bunca zamandır ince ince planladığı her şeyin boşa gitmesine izin vermeyecekti. Ruhtaşına çekilen ruhu, hiç vakit kaybetmeden her şeyini kaybetmiş olan Aidan’a fısıldamaya başladı: Bu büyük habisi birisi kontrol altında tutup bu olayların tekrarlanmasını engellemeliydi. Bunun için onu öldürmeyi başaran kişiden daha iyi kim olabilirdi ki? Fısıltıların yalanlarına kanan Aidan, ruhtaşını kardeşininin alnından söküp aldı ve kendi alnına sapladı.
Başlarda Diablo’yu kontrol altında tutabileceğine inanan Aidan çok geçmeden bu savaşı kaybetmesinin kaçınılmaz olduğunu anladı. Tristram’ın hemen dışında kulübesi olan Cadı Adria’dan yardım isteyen genç prens, onun da gizlice Diablo’ya hizmet ettiğinden hiç şüphe dahi duymadı. Adria, efendisinin varlığını çoktan hissetmiş ve Aidan’ı baştan çıkartarak ondan hamile kalmıştı. Böylece Aidan bir şekilde direnmeyi başarsa bile efendisinin özü ve geleceği, karnındaki çocukla garantiye alınmıştı.
Amma velakin karanlığın pençesine düşen tek kahraman Aidan değildi. Moreina ve Jazreth de Diablo ile yaşadıkları yüzleşmenin ardından bir daha asla eskisi gibi olamadılar. Moreina, Tristram’ın doğusundaki dağların ötesindeki birliğinin yanına döndü. Jazreth ise Lut Gholein’e giderek Sultan Jerhyn’in hareminin altındaki geçitten Horazon’un efsanevi Mistik Sığınak’ına geçti. İkisini de için için yiyen karanlık anılar eninde sonunda akıl sağlıklarını tüketti…