Windwalker – Fists of the Heavens
Gök Kubbenin Yumrukları
Azeroth’un en son ihtiyacı olan şey, sanki tüm diğer sorunları yetmiyormuş gibi, başka bir element istilası. Typhinius’u çabucak alt etmen iyi oldu. Eğer ona engel olacak kimse çıkmasaydı, bu silahları ustalıkla kullanmayı öğrenip gerçekten durdurulamayacak hâle gelebilirdi.
Fakat Gök Kubbenin Yumrukları artık senin ellerinde. Dengeyi bilen bir yüreğin var; her şeyde ahenk arıyorsun. Bu güç kasırgasını Azeroth üzerinde senden daha layık bir şekilde taşıyacak muhtemelen başka hiçbir canlı yok.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Bir
Uldum’un kapılarını dünyaya açmasının üzerinden çok zaman geçmedi; ve tam da bu yüzden tol’virlerin tarihiyle ilgili birçok detay hâlâ gizemini koruyor. Ancak yine de açıklığa kavuşan bir şey varsa o da Gök Kubbenin Yumrukları’nın, bu toplumun yaratabileceği en mükemmel silahlardan olduklarıdır. Aynı zamanda bu dünyanın gördüğü en tehlikeli artefaktlardan oldukları da…
Tol’virler arasında eşi benzeri görülmemiş bir yeteneğe sahip kadim bir silah yapımcısı hakkında hikâyeler bulunmaktadır. Adı Irmaat olan bir demirci. Hâlâ hayatta olan tol’virler arasında adı Uldum’da yaşamış en olağanüstü zekâya sahip bireylerden biri olarak anılmaya devam etmektedir…aynı zamanda uyarı niteliğinde bir ders olarak da varlığını sürdürmektedir. Irmaat sıra dışı çalışmalar yapmak için azimle çalışıyordu ancak gururu, onun sonunu getirmişti.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm İki
Titanlar tol’virleri, Azeroth’un önemli bölgelerini korumaları için yaratmışlardı. Ardından gelen bin yıllık dönemde bir kısmı, karanlık güçlerin eline düştü. Ancak Uldum, çok uzun bir süre boyunca direndi. Silah yapımcısı olan Irmaat, yoldaşlarını var olan en iyi teçhizat ile donatmak için yorulmak nedir bilmeden çalıştı.
Irmaat’a göre işi, yalnızca bir görevden ibaret değildi. Bu onun meslek aşkıydı. Ellerini titanların iradesinin birer uzantısı olarak görüyordu ve hayatta en çok istediği şey, yaratımlarına var olan kaosa bir düzen getirebilme yetisini verebilmekti. Kendisine ilham kaynağı olan farklı kaynakları kullanarak silahlarını büyüyle donatmaya başladı.
Havanın gücü, onun için farklı bir ilgi alanıydı. Gizliden gizliye Elemental Düzlem’de havanın diyarı olan Gökduvar’ı izlemeye başladı; oraya ait canlıların nasıl yaşadıklarını ve savaştıklarını inceledi. Irmaat, dört sıra dışı cin efendi için onları ayrı ayrı simgeleyen dört pala dövdü. Ve ardından cesaretiyle tol’virleri sersemleten bir ritüel yaparak bu dört cin efendiyi çağıran Irmaat, onları bu silahlara bağlayıp hapsetti.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Üç
Irmaat’ın dört palası, tol’vir savaşçıları arasında derin bir gıpta ile bakılan silahlar hâline geldi. Taşıdıkları güç ile ilgili hikâyeler hızla yayıldı; diğer birçok tol’vir yerleşkesinden gelen ulaklar, bu harika yapımlardan daha fazla üretmesi için Irmaat’a yalvardılar.
Ancak silah yapımcısının memnuniyeti uzun sürmedi. Muhteşem bir iş çıkarmıştı ancak mükemmel değillerdi. Irmaat, Gökduvar’ın gerçek elemental gücünü bizzat görmüştü. Dört cinin ele geçirilen kudreti, bu diyarın esas gücünün yanında hafifçe esen bir meltem gibiydi.
Irmaat büyük bir dikkatle iki silah dövdü. Ancak bu sefer pala yapmadı. Çok daha küçük, her biri bir ele geçirilerek kullanılacak silahlardı. Onlara Al’burq ve Alra’ed isimlerini verdi; doğası gereği terbiye edilemeyecek bir gücü taşımalarını hedefliyordu.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Dört
Silahlarının yapımını tamamladıktan sonra Irmaat, onların en başarılı işleri olduğunu iddia etti. Bu “gök kubbenin yumrukları,” rüzgârın kendisine hükmedebilecekti. Geriye kalan tek şey, Gökduvar’ın esas gücünü ele geçirmekti: element efendisi Al’Akir.
Irmaat ritüelin hazırlıklarına yavaş yavaş başladı zira Rüzgâr Efendisi’nin planlarını öğrenmesini istemiyordu. Gereken hazırlıkları yapması haftalar sürdü ancak vakit geldiğinde her şey bir anda olup bitti. Silah yapımcısı, Gökduvar’a bir geçit açacak ve Al’Akir’in özünü hapsedecek bir büyü yaptı. Muazzam bir ışık patlaması ve aniden esen güçlü bir rüzgârın ardından her şey tamamlanmıştı. Irmaat, silahları olan Al’burq ve Alra’ed’in elemental güçle titreştiğini hissedebiliyordu.
Amacına ulaştığına inanmıştı. İmkansızı başardığını düşünüyordu. Ölümüne sebep olan da işte bu kendine olan güveniydi.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Beş
Al’Akir, element efendileri arasında en zekisi olarak biliniyordu. Rüzgâr Efendisi, Irmaat en değer verdiği dört yardımcısını ele geçirdiğinde öfkeyle dolmuştu; ancak intikamını alabileceği bir fırsatın doğacağını da fark etmişti. Irmaat’ın gururunun onu daha fazlasını yapmaya iteceğine inanıyordu.
Büyüsü tamamlandığında Irmaat, Al’Akir’in gücünün titreştiğini hissetmişti. Ancak aslında bu, element efendisinin ruhu değildi, Al’Akir’in tuzağıydı. Irmaat iki silahını birden kaldırıp içlerindeki gücü denemek istediğinde kontrol altına alınması imkânsız bir öfke dışarı taştı.
Silah yapımcısı, ocağı ve Uldum içerisindeki birkaç yapı, ortaya çıkan kudretli kasırgayla yok oldu. Silahların kendisi millerce öteye savruldu. Onları geri getirmeye çalışan ilk şanssız tol’virler de aynı kaderi paylaştılar. Al’Akir, Irmaat’ın en büyük eserlerini hiç kimsenin kontrol etmeyi ümit bile edemeyeceği bir güçle doldurmuş ve onları kullanılamaz hâle getirmişti.
Tol’virler silahları büyük bir ihtiyatla derinlere gömüp kilit altına aldılar. Bin yıl boyunca hiç kimse onlara dokunmaya veya Irmaat’ın ahmaklığını tekrar etmeye cesaret edemedi.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Altı
Afet’in yaşattığı olaylar, Azeroth’u sonsuza kadar değiştirmişti.Uldum, dünyanın geri kalanının gözleri önüne serilmişti. Yaşayan son tol’virler saldırıya maruz kalmışlardı. Al’Akir ve bir başka element efendisi, Azeroth’un kahramanları tarafından öldürülmüşlerdi.
Bu olayların yarattığı dalgalanmanın etkisini henüz yeni yeni hissetmeye başladık. Al’Akir’in ölümünün hava elementalleri arasında bir iktidar boşluğu yarattığını biliyoruz. Hayatta kalan astları, Gökduvar’ın hakimiyetini elde edebilmek için birbirleri ile savaşmaya başladılar. Hiçbiri belirli bir üstünlük elde edemedi, hiçbiri efendileri kadar güçlü veya zeki değildi.
Ancak Typhinius adındaki bir cin, Al’Akir’in gücünün kalıntılarının hâlâ var olduğunu hissetmişti. Gök Kubbenin Yumrukları artık daha fazla gömülü kalmayacaklardı.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Yedi
Gökduvar’da oluşan yarıklar, Typhinius’un sessizce oradan ayrılmasına ve onu ırkdaşlarının arasında yüceltecek bir şeyi aramasına olanak sağladı. Hislerinin kendisine rehberlik etmesine izin verdi ve böylece Uldum’un dışındaki çölün boş, alelade bir kısmına vardı. Kumu kazdığında, tol’virlerin bir zamanlar gömdüklerini buldu: Irmaat’ın son yaratımı olan Gök Kubbenin Yumrukları’nı.
Typhinius, Al’Akir ölmüş olmasına rağmen silahların içindeki elemental kaosun varlığını sürdürdüğünü fark etti. Ancak az, çok çok az da olsa Rizgâr Efendisi’nin hayatta olduğu dönemden daha dengeli gibi görünüyordu. Yine de cin silahları eline aldığında ortaya çıkan güç patlaması, neredeyse ölümüne sebep oluyordu.
Fakat Typhinius acele etmeden ve gizlilikle çalışarak eski efendisinin gücünü nasıl kontrol altına alacağını öğrendi.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Sekiz
Typhinius elinde Gök Kubbenin Yumrukları ile Gökduvar’a döndüğünde hiç vakit kaybetmeden hava elementallerinin arasında yaşanan iç savaşa son vermek için harekete geçti. Onları bastıran şey, yalnızca cinin kendi saf gücü değildi. Eski efendilerinin özünü hissetmişlerdi ve bu da onları itaat etmeye mecbur bırakmıştı.
Tabii ki direnenler de oldu. Diğer cinler bir araya gelerek Typhinius’un ödünç aldığı gücü alt edebileceklerine inanıyorlardı. Yaşanan korkunç savaş, Anafor Doruğu’nu neredeyse paramparça edecekti; Asaad’ın Tapınağı’nda yaşanan şiddetli çatışma, iki tarafın da büyük kayıplar vermesine sebep oldu.
Nihayetinde Typhinius en zekileri değildi. Sadece en güçlüleriydi ve böylece düşmanlarını etkisiz hâle getirdi. Kendisine karşı çıkanların ruhlarını diğer elementlerin diyarlarına savurdu. O diyarlarda tek başlarınayken mutlak düşmanlarının kendilerini yavaşça ve acı çektirerek yok etmelerini engelleyemezlerdi.
Typhinius, kendisinin Al’Akir’in hakiki varisi olduğunu ilan etti. Rüzgâr Efendisi’nin başlattığı işi bitirecekti.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm Dokuz
Gökduvar’daki savaş, Typhinius’un beklediğinden çok daha fazla zarara sebep olmuştu. Hava elementallerinin güçlerini geri kazanmaları ve gerçek anlamda bir saldırıya hazırlanmaları zaman alacaktı.
Typhinius’un ise beklemek gibi bir niyeti yoktu. Yakan Lejyon’un Azeroth’u işgal etmeye geldiğini hissettiği an, dünyanın fâni kahramanlarının oldukça meşgul olacaklarını anlamıştı. Hizmetkârlarına bundan daha iyi bir zaman bulamayacaklarını söyledi.
Uldum’a yapılan baskınlar vakit kaybetmeden başlatılmıştı. Gök Kubbenin Yumrukları, ilk direniş hatlarını kırıp geçti.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm On
Typhinius’un Uldum’a yaptığı saldırı, ciddi anlamda bir stratejik hataydı. İç savaşın üstünden çok vakit geçmemişti ve hava elementallerinin saldırı gücü, birkaç ay sonra olabileceğinden çok daha güçsüzdü.
Tek avantajları Al’burq ve Alma’ed isimli silahlarıydı ancak Typhinius bile henüz gerçek potansiyellerini kullanmak konusunda ustalaşmamıştı. Bir katliama sebep olabiliyordu, evet; ancak harcadığı eforun büyük bir kısmını, Al’Akir’in gücünün kendisini yok etmemesine odaklanmak için kullanıyordu.
Typhinius’un gururu Azeroth için hayırlı bir olguydu. Hırsı dikkatleri üzerine çekti ve böylece planları da keşfedilmiş oldu. Savaşını çok erken başlatmıştı ve silahları bile onu kurtarmaya yetmeyecekti.
Gök Kubbenin Yumrukları, Bölüm On Bir
Bu silahların tarihi gururla damgalanmıştır. İçlerindeki güç ancak dengeyi bulmuş bir zihin ve ahenk dolu bir ruh ile kontrol altına alınabilir. Herhangi bir kibir, herhangi bir ukalalık kırıntısı bile onu taşıyanın kaçınılmaz sonunu getirecektir.
Ancak esen rüzgârla birlikte yürümeye alışkınsanız…Gök Kubbenin Yumrukları, nihayet onları gerçekten birer efsaneye dönüştürecek bir efendiye sahip olacak demektir.