Draenor topraklarında bolca bulunan Ruh elementi, birçok hayvan türünün hayat bulmasına sebep olmuştu. Ebedinebat ve Nebathöyük saldırıları sebebiyle bu hayvanların neredeyse hepsinin soyu tükenmişti. Ancak Aggramar’ın yaratısı Grond’un soyundan gelen devdağlar, kendilerini feda ederek son Nebathöyük olan Botaan’ı öldürmüş ve Ebedinebat’ın sonunu getirmişlerdi. Botaan’dan yayılan sporların taşıdığı Hayat Ruhu enerjisiyle oluşan ormanlarda yeniden görülmeye başlayan hayvanlar, kendilerini avlayan meşum bitkiler olmadan nihayet gelişip büyüme şansı yakaladılar.
Ortaya çıkan ilk hayvanlar oldukça iri ve Draenor topraklarında rahatlıkla hüküm sürebilen canlılardı. Bir kısmı botaniler gibi doğanın güçlerini kullanabiliyor, bir kısmı ise elementlerin enerjilerine hükmedebiliyorlardı. Varoluşlarının ötesine ulaşıp Işık’ın ve Hiçlik’in güçlerine sahip olanlar bile vardı; ancak söz konusu Draenor gibi yaşaması oldukça zor topraklar olunca her şey toz pembe değildi. Bu canlılar yalnızca birbirleriyle bitmek bilmez bir çekişme içerisinde değillerdi; botaniler tarafından ilkellerin hizmetkârları olabilmeleri için köleleştiriliyor veya kırıcılar soyundan gelen gronn ile ogronlar tarafından avlanıyorlardı.
Böylesine acımasız bir ortamda diğer hayvanları geride bırakıp evrimleşme şansını yakalayanlar ise tüm tehditlerden uzakta yaşayabilen kanatlı canlılardı.
Draenor’un uçabilen sakinleri genel olarak kıtanın güneyinde bulunan ve tek bir dağın adeta bir kule gibi yükseldiği Arak bölgesinde konuşlanmışlardı. Zaman içerisinde bu canlılar arasından üç tanesi ilahi denebilecek kudrete erişip ön plana çıktılar: Dişi bir ateş kuşu olan ve Işık’ın güçlerini kullanabilen Rukhmar, bir yel ejderi olan ve Hiçlik’in güçlerini kullanabilen Sethe ile büyük bir kuzgun olan ve mistik büyü güçlerini kullanabilen Anzu.
Rukhmar aralarından en görkemli görünüşe sahip olandı; Işık’ın gücü, iri bedenini büyülü alevlerle sarmalıyordu ve Rukhmar bu gücü dilediği zaman yaşamı yok etmek veya onu canlandırmak için kullanabiliyordu. Sethe, Rukhmar ile kıyaslandırıldığında daha kısa kanatlara sahipti ve bu yüzden onun kadar yüksekte uçamıyordu. Anzu ise aralarında en ufak olandı ancak bu fiziksel eksikliğini oldukça ileri zekâsıyla kapatıyordu.
Bu üç yüce yaratık uzun yıllar boyunca kendi kendilerine her şeyden uzak bir hayat sürdüler; ancak Anzu, diğer kanatlı canlıların da iyi bir geleceğe ve rahat bir hayata sahip olmasını arzuluyordu. Bu yüzden Rukhmar ve Sethe ile görüştü ve Arak’ı tüm kuşların refah içerisinde yaşayabilecekleri bir bölgeye dönüştürme planlarını anlattı. Bu amaçla harekete geçen üçlü, öncelikle bölgeyi tüm kırıcılardan ve ilkellerden temizleyerek Arak’ın koruyucuları olarak liderlik etmeye başladılar.
Ne kadar görkemli olduğunun farkında olan Rukhmar, kibirli bir varlıktı; kendisini güzelliğin ve zarafetin beden bulmuş hâli olarak görüyordu. Bu yüzden de toprağa asla ayak basmıyor, yere yakın yaşayan canlılara tiksintiyle bakıyordu. Rukhmar, en güzel kuşlar olduğuna inandığı kalirilerle yakın bağlar kurmuştu; onlara kendi çocuklarıymış gibi davranıyordu ve zamanının çoğunu Arak’ın dağının en tepe kısmında onlarla beraber geçiriyordu.
Anzu genel olarak kuzgunlarla yakın ilişkiler içerisindeydi ve Arak’ı saran orman örtüsünün çevresinde yaşamayı tercih ediyordu. Acımasız ve talepkâr bir efendi olarak hükmeden Sethe ise yel ejderlerine liderlik ediyor ve Arak dağının en dibinde yer alan karanlık köşelerde yaşıyordu.
İlk başlarda her şey oldukça iyi ilerlese de zaman içerisinde Sethe, Rukhmar’ı kıskanmaya başladı. Kendi kanatları Rukhmar’ınkiler gibi tüyden değil, deriden yaratılmıştı ve daha kısa olmalarının getirdiği etkiyle onun kadar yüksekte uçamıyordu. Ona göre sonsuza dek Rukhmar’ın gölgesinde yaşamak zorundaydı ve bu durum kendisini gittikçe daha fazla rahatsız eder oldu. En sonunda harekete geçmesi gerektiğine karar veren Sethe, Rukhmar’ı öldürüp güçlerini çalma planları yapmaya başladı; ancak bu planı tek başına gerçekleştiremezdi, bu yüzden de Rukhmar’ın gücünü kıskandığına inandığı Anzu ile iletişime geçti.
Sethe maalesef bu konuda yanılmıştı. Anzu ne Rukhmar’ı kıskanıyor ne de ondan nefret ediyordu; tam tersine ona derin bir sevgi besliyordu fakat kendisini asla eş olarak kabul etmeyeceğini düşündüğünden duygularını açıklama cesareti bulamamıştı. Sethe’nin planlarını duyduğunda vakit kaybetmeden Rukhmar’a haber veren Anzu, ona tehlikede olduğunu söyledi. Rukhmar böylesine bir ihaneti göz ardı edemeyeceğinin bilinciyle Anzu ile birlikte hareket etmeye karar verdi; böylece Sethe saldırıya geçtiğinde hazır olacaklardı.
Nitekim Sethe nihayet saldırdığında Işık ile olan bağını kullanarak karşı saldırıya geçen Rukhmar, yel ejderinin kanatlarını yakarak onun orman zeminine çakılmasına sebep oldu. Bunu fırsat bilen Anzu ise Sethe’nin gözlerini oyarak onu kör etti. Yel ejderi ölmek üzere olduğunun farkındaydı ancak böylesine acınası bir şekilde can vermek istemiyordu; bu yüzden son nefesiyle intikam almaya karar verdi: Kendi bedenini, kanını ve hükmettiği Hiçlik güçlerini kullanarak bir lanet fısıldadı.
Sethe’nin Laneti bedeninden fışkırarak etrafındaki toprağı etkilemeye başladığında dehşete kapılan Anzu, tüm Arak’ın bu meşum illetin pençesine düşmesini engellemek amacıyla yel ejderini tek seferde yuttu. Acı tüm vücudunu sararken kendi içerisine hapsettiği lanet de Anzu’nun değişim geçirmesine sebep oldu. Kuzgunun bedeni çarpıklaşıp büzüştü ve böylece uçma yeteneğini kaybedip lanetli bir canlı olarak hayatına devam etmek zorunda kaldı. Bu hâliyle Rukhmar’ın karşısına çıkamazdı; muazzam güzelliğiyle övünen ateş kuşunun bedeninin nasıl bozulduğunu görünce kendisinden tiksineceğine inanan Anzu, ormanın derinliklerine çekildi ve bir daha asla Rukhmar’ın çağrısına cevap vermedi. Sethe’yi yutmak ona farklı özellikler de kazandırmıştı: Hiçlik’in güçlerini ve karanlık büyüleri kullanabilir hâle gelmişti. Böylece zaman içerisinde kendisini tamamen gölgelerden oluşan bir diyarla çevreleyen Anzu, gözlerden ırak bir yaşam sürmeye başladı.Anzu’nun bu fedakârlığı sayesinde Sethe’nin Laneti Arak’ı etkisi altına alma fırsatı bulamadı. Yalnızca düştüğü yerde bulunan bir miktar kan hâlâ bu laneti taşıyordu ancak o bölgenin dışına yayılmamıştı. Bu dehşetengiz yere daha sonraları Sethekk Çukuru adı verilecekti.