Diablo’nun bende çok özel bir yeri var. Hatta o kadar ki bugün çeşitli oyunlar hakkında yazılar yazıyor olmamı ve kariyerimi dolaylı da olsa Diablo’ya borçluyum diyebilirim. Zira Diablo’yla hiç tanışmamış olsam belki de ne Blizzard oyunlarına bu kadar meraklı olacaktım ne de tutup da Diablo için rehber yazma bahanesiyle yazarlık kariyerine atılacaktım. İşte o söz konusu Diablo’nun üzerinden tamı tamına 20 yıl geçmiş durumda an itibariyle. İnanabiliyor musunuz? 20 yıl. Ben yüksek sesle söyledikçe inanmakta biraz zorlanıyorum zira Diablo 1 daha dün oynamışım gibi zihnime kazınmış durumda başından sonuna kadar.
Şu gitar tınısını duyduğunuzda eğer içinizde bir şeyler ürperiyorsa muhtemelen siz de benimle benzer bir yoldan geçmişsinizdir. Diablo serisi benim hayatıma bu kadar dokunmuşken serinin 20. yılını kutluyor oluşunu boş geçmek istemedim doğrusu. O yüzden de Diablo serisinin tarihini anlatacak bu yazıyı hazırlamaya koyuldum.
DIABLO I
Diablo serisinin yaratıcısı David Brevik, Diablo 1’i ilk tasarladığında kafasındaki oyun şu an bildiğimiz Diablo’dan oldukça farklıydı. Her şeyden önce eski SSI RPGleri ve Ultimalar, Might and Magicler gibi parti bazlı ve sıra tabanlı oynanan bir rol yapma oyunu olarak düşünmüştü Diablo’yu Brevik; daha lisedeyken, okulunun olduğu Kaliforniya bölgesindeki Diablo Dağı’nın isminden esinlenip bir gün hayata geçirmeyi kafaya koymuştu bu oyunu. Yanına Erich ve Max Schaefer kardeşleri de alıp Condor Games’i kurduğundaysa bu hayale bir adım daha yaklaştı. Ancak oyun yapımı basit bir iş değildi haliyle; Condor’un öncelikle hayallerinin peşinde koşacak bir bütçeye ve biraz tecrübeye ihtiyacı vardı. Bu iki ihtiyacı NFL lisanslı spor oyunları ve Justice League: Task Force gibi ara projelerle desteklemeye karar verdiler o yüzden. Şanslarına Condor’un Sega Genesis konsolu için yaptığı Justice League: Task Force’un ayrıca bir de Super NES versiyonu geliştirilmişti. Bir fuarda oyunun iki farklı versiyonu olduğunu görmelerine kadar diğer versiyonu geliştiren bir takımın varlığından haberleri olmayan Brevik ve ekibi, kaderin bu hoş sürprizi sayesinde o zamanlar hâlâ Chaos Studios adını taşıyan Blizzard’la tanışmış oldu.
Bu tanışmadan kısa bir süre sonra Blizzard Entertainment adını alan firmayla karşılaşmaları, iki taraf için de şanslı bir tesadüftü. Zira Blizzard’ın arkasında finansal açıdan büyük destek sağlayan Davidson & Associates adında bir yazılım firması vardı; hâliyle Condor’a göre çok daha fazla bütçe ve olanağa sahiplerdi. Blizzard ise firmanın adını tarihe kazıyacak üç evrenden birini kendilerine bağlamak üzereydi. David Brevik kafasındaki “Diablo” projesini anlattığında projeyi oldukça beğenen Blizzard, vakit kaybetmeden Condor’a 300,000$’lık bir kontrat teklif etmişti. David Brevik’in daha sonraları sıkça söyleyeceği gibi oyunu yapmak için fazla hevesli olan Condor da çekteki paraya kafa yormadan hemen kabul etmiş bu teklifi.
Bu noktada Diablo’nun konsepti biraz daha somut bir form almaya başlarken genlerine işleyen diğer oyunlardan bahsetmekte de fayda var. Oyunun her seferinde farklı bir bölüm inşa edecek olması en başından beri planları arasındaydı. Bunu bilgisayarın “kare kare” çizeceği odalar ve yaratacağı zindanlar şeklinde planlayan Brevik’in ilk hareketiyse orijinal X-Com’un bir ekran görüntüsünü alıp o görüntüdeki karelerden birini kesip taban olarak kullanmak olmuş. Diablo 1’de gördüğünüz zemin aslında birebir ilk X-Com’un bir ekran görüntüsünden alınma anlayacağınız. Bunun dışında eski rol yapma oyunları, Rogue ve Roguelike türü oyunlar oyunun baş ilham kaynakları arasında geliyor. Bir noktada oyunun “Claymation” yani “kilden yapılmış gibi” karakter modellerine sahip olması düşünülmüş; hatta bunu o dönemin Primal Rage adındaki bir dövüş oyunundan esinlenmişler ancak bu tarz bir sistemin animasyonlarını yapmanın ne kadar zor olduğunu fark ettiklerinde bu fikirden vazgeçmişler. Bunun dışında basit ama etkili arayüz için Doom’dan, otomatik ve şeffaf harita için Kyle Katarnlı Star Wars macerası Dark Forces’tan ilham almış Condor ekibi. Çizerler de oyunun gotik ve karanlık temasını yeterince yansıtabilmek için de bolca Avrupa kilisesi ve katedrali gezmişler.
Her şey yerine oturmuş ve oyun şekillenmeye başlamışken ilk başta üzerine çok da düşünülmeden imza atılan o kontratla ilgili sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı; ya da daha basitçe özetleyecek olursak Condor’un parası bitiyordu. Projeyi tamamlamak için gereken parayı 3DO’nun yeni tasarladığı ve çok yakında piyasaya sürmeyi planladığı M2 konsoluna yine NFL lisanslı bir oyun yaparak çıkartmayı planladılar. Böylece Diablo’nun yanında bir de NFL oyunu geliştirmeye başladılar ancak 3DO konsolu çıkartamadan Matsushita’ya satınca Condor’un bu oyunu da ancak demo aşamasında kaldı. Son çare olarak Blizzard’dan daha çok bütçe istemeye karar kılan Condor, bu sırada beklediklerinin ötesinde bir karşı teklifle karşılaştı: Blizzard, Condor Games’i satın almak istiyordu. Aynı anda NFL için yaptıkları işten çok memnun kalan ve firmayı kendi bünyesine katmak isteyen 3DO ise Blizzard’ın teklif ettiği paranın iki katını teklif ederek işi bir yarışa soktu. Bilmedikleri şey ise Brevik ve ekibinin paranın değil, hayallerinin peşinde koştuğuydu. Condor, 3DO’nun teklifini böylece reddetti ve “Blizzard North” adını alarak Blizzard çatısı altına girdi.