[UYARI: BUNDAN SONRASI FİLM HAKKINDA CİDDİ SPOILER İÇERMEKTEDİR!]
Biz bize miyiz? Güzel. Çünkü bundan sonrasında spoiler konusunda elimi korkak alıştırmayacağım. O yüzden spoilera alerjiniz varsa bunu son uyarım sayın, uyarmadı demeyin.
Film, ilk açılış sahnesinden sonra Durotan ve Draka’ya geçiyor demiştim, değil mi? Draenor’da geçen bu sahneler oldukça kısa sürüyor ve çoğunlukla da zaten fragmanlarda gördüklerimizden ibaret. Orkların iblis kanı içme mevzusunu komple atlamışlar, her şey “fel” ve onun getirdiği etkiye bağlanmış. Açıkçası asıl lore’dan sapmış olsalar da izlerken çok yadırgamadım. Portal’ın açılışında Gul’dan’ın kafeslerdeki draeneilerin ruhlarını çekişi gayet iyi ve etkileyici bir sahneydi. Üstüne üstlük draeneiler da hiç fena olmamıştı hani… Portal’ın Azeroth tarafına geçtiğimizde Thrall’ın ölü doğması ve Gul’dan’ın yakındaki bir geyiğin yaşam enerjisini çekerek Thrall’ı hayata döndürmesi… İlginçti. Ne yalan söyleyeyim, o sahneyi hiç beklemiyordum. Minik Go’el doğuştan “fel”lenmiş oldu böylece, bunun sonuçlarını ileride bir şekilde yansıtırlar mı, merak içerisindeyim.
Alliance tarafında önceki sayfada da dediğim gibi Ironforge birebir yansıtılmıştı ve güzeldi. Magni’nin Lothar’a “boomstick” vermesi ve bu tabancanın da ileride Blackhand’in elinde patlıyor oluşu güzel bağlanmıştı. Zaten genel olarak cücelerin o hediyesi, Stormwind askerlerine ciddi bir üstünlük sağladı film boyunca. Stormwind de yine “neredeyse” birebirdi. Film İkinci Savaş öncesinde geçtiği için henüz yıkılıp baştan inşa edilmemiş hali ne de olsa daha. Katedral ve kale kısımlarının yeri dışında bayağı şu anki haline yakın yine de. Bir yandan da filmin bu kısımları biz oyuncular için biraz “fan service” haline bürünmeye başlamıştı. “Goldshire’a gidelim” denmesiyle Lion’s Pride hanına girmeleri bir oluyor zaten. Ve oyunda birçok oyuncunun ilk durak noktalarından biri olan o hanı oyuna gayet sadık bir şekilde görmek bile insanı mutlu ediyor. Zaten “filmi ne kadar seveceğiniz Warcraft’ı ne kadar bilip önemsediğinize bağlı” dememin sebebi de bu yüzden. Bu gibi minik minik detaylarla dolu film: Bir sahnede geçiş yapılırken murloc çıkıyor, Khadgar nöbetçinin birine polymorph atıp kuzuya çeviriyor, Medivh büyü yaparken Atiesh’i eline tutuşturunca Khadgar asaya hayran hayran bakakalıyor, ırklar farklı dil konuştuğu için arada Garona tercümanlık yapıyor ya da Llane savaşa giderken minik Varian’a “krallığa sahip çık” konuşması yapıyor… (Bu noktada “Aman oğlum, sakın hafızanı kaybedip gladyatör falan olup krallığı boş bırakma” esprisi yaptığımı utanmazca itiraf ediyorum.)
İşin Medivh tarafına geldiğimizde Karazhan hatırladığımızdan daha bir “klasik büyücü kulesi” tadında. Bitmek bilmeyen merdivenler, uçsuz bucaksız kitaplar falan biraz fazla klasik fantezi klişesine kaçıyor ancak rahatsız etmiyor. Açıkçası bu noktada Medivh’in kilden bir heykel üzerinde çalıştığını gördüğüm an “Oha, adam golem yapıyor!” nidası attım, daha sonrasında da yanılmadığımı görmek güzeldi. Lakin Medivh’in sürekli “Şarjım bitiyor, ben bir şarj olayım” diye girip durduğu havuzdan çok fena kıllanmış durumdayım. Suyun belli ki büyülü özellikleri olması aklıma suyun Ebediyet Pınarı’ndan alınmış olabileceği teorisini getirdi. Eğer öyleyse enteresan bir durum gerçekten de. Özellikle de en son o suyun “fel”le kirlendiği düşünülürse… Bir de Alodi mevzusu var ki, normalde yarı-elf bir erkek olması gereken Alodi’nin, filmde fel etkisinde kalmış bir kadın büyücü olması ilginç bir değişiklik olmuş. Sanki fel etkisini genel olarak Guardian olanları etkileyen bir büyü türüymüş gibi yansıtmışlar ancak normalde Medivh’in delirmesi ve orklara geçidi açmasının asıl sebebi bizzat Sargeras’ın etkisiydi. Zaten Medivh’in “iblis” formu da Sargeras’tan çok sıradan bir satyr’e benzediğinden Sargeras mevzusunda da filmin farklı bir yol izleyebileceği hissine kapıldım. Bu noktada çok kişisel bir not olacak ama The Last Guardian -ya da dilimize çevrildiği ismiyle Son Bekçi- kitabını okuduğumdan beri o hikâyeyi sinemada izlemek isteyen biri olarak Khadgar ve Medivh arasındaki o usta-çırak ilişkisini çok görememek biraz hayalkırıklığı yaşattırdı. Hele ki filmin sonunda Medivh’in Khadgar’ı yaşlandırmamış olmasını başta çok yadırgadım. Sanırım Duncan Jones, seriye genç Khadgar’la devam etmeye niyetli; zaten film boyunca da “Sen Gardiyan değilsin. En azından henüz” diye diye bir sonraki gardiyanın Khadgar olacağını iyice gözümüze sokmuş oldular. (Bu arada Khadgar’ın Medivh’le olan son mücadelesinde level atladığı da gözümden kaçmadı.)
Lothar, önceki sayfada da dediğim gibi alıştığımız Lothar’dan farklıydı ama bu halini de benimsedim izlerken. Oğluyla olan ilişkisinin trajik sonu ilk andan itibaren fazla tahmin edilebilirdi. Adeta “Bakın ben birazdan ölüp babama karakter gelişimi yapacağım” diye haykırıyordu. Ama en azından figüran orklara kurban gitmedi; bayağı (filmde hiç repliği olmasa da) elinde Gorehowl’uyla dikilen Grommash Hellscream’e meydan okudu , Blackhand’in “eliyle” de rahmetli oldu. Sonrasında gelen Lothar ve Garona ilişkisi biraz “E hadi romantizm de olsun filmde” kokusu taşısa da neyse ki çok uzayıp sündürülmedi. Fragmanlarda gördüğünüzden bir sahne falan fazlası var sadece.
Ancak beni asıl üzen ve “Hollywood klişesi” yüzünden suratımı buruşturmama sebep olan sahne en sonda, Dark Portal’ın önündeki sahneydi. Tamam, filmin kendi mantığı içerisinde etrafı sarılmış ve ölümünün kaçınılmaz olacağını bilen Llane’in “Ben nasıl olsa öleceğim, bari sen öldür de halkın arasında kahraman olursun” yapması bir nebze kabullenilebilir ama fazlasıyla Hollywood-vari bir hareketti. Kaldı ki orijinalinde Garona’nın Gul’dan’ın zihin kontrolü yüzünden kendi isteği dışında dostu bildiği Llane’i öldürmüş olması (ve hatta bunun minik Varian’ın gözleri önünde gerçekleşmiş olması) çok daha vurucuydu. Üstelik de o çaresizlikten kaynaklı pişmanlık hissi de Garona’nın karakter gelişiminde de büyük yere sahipti. Burada Llane’in zorlamasıyla “E öldüreyim bari” yapmasının çok da hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. (Ben de buna ayrı sinir olmuş durumdayım. Daha Variancığıma çocukluk travması yaşatacaktık fakat? – Ezgi)
Son olarak da film bittikten sonra çıkan ekstra sahneye değineceğim. Açıkçası nehirde sürüklenen Go’el’i gördüğüm anda “Aha, Lord of Clans geliyor!” diye heyecan yaptım. Nitekim yanılmadım da… Filmin son sahnesi, bebek Thrall’ın Aedelas Blackmoore’un adamları tarafından bulunmasıyla bitti ve sonraki filmlere ardına kadar açık bir kapı bıraktı. İkinci Savaş ve Thrall’ın orkları özgürlüğüne kavuşturma hikâyesi şu an ikinci film için yerini garantilemiş diyebiliriz yani…
Warcraft: The Beginning ya da Türkiye’de vizyona girdiği isimle “Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması” (Başlangıç diye çevirmek zor geldi sanırım) aldığı bütün eleştirilere rağmen iyi bir başlangıç aslında. Warcraft’a çok da hakim olmayanlar için filmin eksik kaldığı ve hızlı geçtiği kısımlar eğer yönetmen Duncan Jones hâlihazırda kesilmiş olan 40 dakikalık sahneleri yayınlamaya karar verirse muhtemelen daha bir yerine oturacaktır. Ancak öyle ya da böyle, Azeroth’u büyük ekranda, kanlı canlı görmek de çok güzel be!