Kezzig Klackwhistle büyük, yeşil ellerini beline dayayıp adeta on yıldır öylece duruyormuşçasına diz çöktüğü yerden doğrulurken eklemlerinden ardı arkası kesilmeden gelen çıtırtı seslerine yüzünü buruşturdu. Kurumuş dudaklarını yaladı ve kör edici güneş ışığına karşı gözlerini kısıp üzerinde biriken terden kaskatı kesilmiş mendiliyle kel başını silerken etrafına baktı. Sağda solda sıkıca kümelenmiş, havada dönüp duran böcek sürüleri bulunuyordu. Ve tabii ki her yerde kum vardı; büyük bir kısmı aynen bir önceki gün olduğu gibi muhtemelen iç çamaşırına doluşacaktı.
Silithus berbat bir yerdi.
“Jixil?” diye seslendi Spekt-o-Matik 4000 ile süzülen bir kayayı inceleyen yoldaşına.
“Evet?” Yoldaşı göstergedeki değerlere baktı, başını salladı ve tekrar denedi.
“Buradan nefret ediyorum.”
“Gerçekten mi? Hah. O ise seni övüp duruyor.” Daha küçük ve tıknaz olan bu goblin ekipmanına baktı ve eliyle bir şaplak indirdi.
“Ha ha, çok komik,” diye homurdandı Kezzig. “Çok ciddiyim.”
Jixil iç geçirdi, zor bela başka bir kayaya doğru gitti ve taramaya başladı. “Hepimiz buradan nefret ediyoruz, Kezzig.”
“Yo, ben bunu derken gerçekten kastediyorum. Böylesine bir çevre koşulu için uygun değilim. Winterspring’de çalışıyordum. Kar seven, ateşin kenarına sokulan, soğukla mutlu olan bir goblinim.”
Jixil ona bozulmuşçasına baktı. “Orada beni rahatsız etmeden kalmak yerine seni buraya getiren şey ne oldu peki?”
Kezzig ensesini ovalarken yüzünü buruşturdu. “Küçük Lunnix Sprocketslip Hanımefendi oldu. Onun maden tedarik dükkanında çalışıyordum işte. Arada bir ufak, sıcacık kasabamız Everlook’a gelen ziyaretçilere rehberlik ederdim. Lunny ve ben biraz… Şey… İşte…” Bir anlığına özlem dolu bir şekilde gülümsedi, sonra ise kaşlarını çattı. “Sonra gitti ve benim Gogo ile takıldığımı görünce ayağımı kaydırdı.”
“Gogo,” diye tekrar etti Jixil donuk bir sesle. “Vay canına. Lunnix’in neden sen GoGo adındaki bir hatunla takılıyorsun diye üzülmüş olabileceğini aklım almıyor.”
“Nedeninin farkındayım! Hiç üstüme gelme. O kadar kuzeyde gerçekten soğuk oluyor. Bir erkeğin arada sırada ateşin başında birilerine sokulması lazım, yoksa donup kalır; haksız mıyım? Her neyse, o gün orası bir anda buradaki öğle havasından daha sıcak hâle geldi.”
İç çeken Kizzig koca ekipman yığınını kaldırdı, rahatlıkla omuzlarına astı ve Jixil’in hâlâ pozitif sonuçlar almayı umduğu noktaya taşıdı. Yığını, içindeki hassas ekipman parçalarının oldukça tehlikeli biçimde çarpıştığına dair sesler çıkartacak şekilde yere bıraktı.
“Kumdan nefret ediyorum,” diyerek konuşmasına devam etti. “Güneşten nefret ediyorum. Ve böceklerden gerçekten ama gerçekten nefret ediyorum. Küçük böceklerden nefret ediyorum çünkü kulaklarına tırmanmak ve burnunun içine girmekten haz alıyorlar. Büyük böceklerden nefret ediyorum çünkü…eh, çünkü büyükler. Demek istediğim kim böylesine bir şeyden nefret etmez ki? Bir nevi evrensel bir nefret gibi. Ama benim kişisel nefretim adeta binlerce güneşin ışığı gibi yakıyor.”
“Güneşlerden nefret ettiğini sanıyordum.”
“Ediyorum ama-”
Jixil bir anda doğruldu. Spekt-o-Matik’e bakan galibarda rengi gözleri kocaman açıldı.
“Demek istediğim-”
“Kes sesini, ahmak herif!” diye tersledi Jixil. Artık Kezzig de ekipmana bakıyordu.
Ekipman balataları yakmış gibiydi.
Üzerindeki küçük ibre bir ileri bir geri gidiyordu. Tepesindeki küçük ışık, acil ikaz anlamına gelen kırmızı renkte yanmıştı.
İki goblin birbirlerine baktılar. “Bunun ne demek olduğunu biliyor musun?” diye sordu Jixil titreyen bir sesle.
Kezzig’in dudakları pis bir sırıtışa dönüşecek, sivri ve sarı dişlerinin neredeyse tamamını ortaya çıkartacak şekilde kıvrıldı. Bir elini yumruk yapacak şekilde sıktı ve diğer elinin avuç içine yapıştırdı.
“Bu demek oluyor ki rekabeti ortadan kaldırmalıyız,” dedi.