Mezarın girişi harap olmuş, tamamen yok edilmişti. Khadgar daireler çizerek yere doğru indi; tüyleri deriye ve gümüşi saçlara dönüşürken esnek ve tünemeye müsait pençeleri ise yumuşak tabanlı botlarının içini doldurdu. Dönüşüm her zaman olduğu gibi göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti. Ustasından öğrendiği numaralar arasında bu kesinlikle favorisiydi. Ayağı yere değer değmez kollarını genişçe açtı ve asılı kalmış duman ile toza dönüşmüş taşları savurarak temizledi. Mezarı dış dünyaya karşı mühürleyen bütün fiziksel ve büyüsel korumalar kırılmıştı. Geriye sadece fel büyüsünün kalıntıları kalmıştı. Bunun Gul’dan’ın mahareti olduğuna şüphe yoktu.
Khadgar olduğu yerde durdu. Dinledi. Hissetti. Fel büyüsünün o belli belirsiz karıncalanmasını buradan fark edebiliyordu. Gul’dan çoktan içeri girmişti ve vakit kaybetmiyordu.
İçeri tek başına körlemesine dalmak oldukça riskliydi ve mezarı koridor koridor araştırmak da çok vakit alırdı. İçerisi bir labirent gibiydi. Gul’dan’ın adımlarını izlemenin kolay bir yolu yoktu.
Tabii eğer…
Yok. Bu çok ahmakça olurdu.
Khadgar derin bir nefes aldı. Bıraktı. Hâlâ aptalca bir fikirdi. Ancak aklına daha iyisi gelmiyordu.
“Peki o zaman,” dedi kasvetle. İşe koyulalım madem.
Khadgar içeri doğru koşmaya başladı ve neredeyse anında acıyla ödüllendirildi. Ayağının altında kara bir havuz açılmıştı. Başka bir varoluş düzleminden gelen, inleyen hiçlikyürüyenler bacaklarına yapıştı; dokunuşlarının soğuk ısırışları yakarken kavrayışlarının gücü kemikleri toz edebilecek kadar sertti. Khadgar, mistik bir patlamayı şekilsiz suratlarında infilak ettirdikten sonra serbest kaldı.
Gul’dan’ın tuzağı başarısız olmuştu. İlk tuzağı. Ancak dahasının olduğuna şüphe yoktu. “Eh, bu da güzel,” diye mırıldandı Khadgar. Dallanıp budaklanan koridorlara açılan bir odaya geldiğinde her tünele enerji akımları yolladı.
Soldaki tünelde bir alev patlaması oldu. Mükemmel.
Khadgar sola döndü ve alevlerin arasından hızla geçti. Yüz metre kadar ileride başka bir kavşağa vardı. Bu sefer kuzeydeki tünel parıldadı. Khadgar tuzağı yarıp geçerken yavaşlamadı bile.
Gul’dan’ın dizginleri birilerinin elindeydi; yönlendiriyordu. Bu çok açıktı. Sahte izler bırakacak vakti yoktu. Khadgar koşmaya devam etti. Gul’dan’ın tuzaklarını takip edebiliyordu. Anlaşılan çok da fena bir plan değildi.
Khadgar koridor koridor, geçit geçit koşmaya devam etti. Gul’dan’ın tuzakları uyduruk, alelacele yaratılmış şeylerdi ve Khadgar bu yüzden hızını kesmeye hiç niyetli değildi. Bir noktada bu, hiç beklemediği bir yönden devasa bir büyü dalgası üzerine geldiğinde hayatını bile kurtardı. Eğer Khadgar bir adım daha geride olsaydı, dönerek gelen yeşil alev mızrağı pelerini yerine kalbini delip geçebilirdi.
Mezarın derinliklerine doğru koşarken duvarlara kazınmış olan zarif bazı şekiller dikkatini çekti. Mistik rünler? Eğer öyleyse onlar için oldukça garip bir yerdi. Tanıdık gelmiyorlardı ve Khadgar’ın bugüne kadar gördüğü her şeyden daha gelişmişlerdi. Bu can sıkıcıydı. Üstelik bazısı parlıyordu –ki bu daha bile can sıkıcıydı. Gul’dan’ın mistik büyüyle hiç alakası yoktu.
Ya da yok muydu? Khadgar’ın düşünceleri zihninde yarışıyordu. Neler oluyor? Bu mezar, yaşamış en güçlü Muhafız olan Aegwynn tarafından çağlar önce büyüyle güçlendirilmişti. Aegwynn burada her ne yaptıysa Khadgar’ın yeteneklerinin çok ötesindeydi.
Üstelik bunları yaparken Sargeras’ın etkisi altındaydı.
Bu düşünce Khadgar’ı bir anlığına duraksattı. Birkaç adım ötede başka bir tuzak titreşerek patladı. Khadgar canı sıkılmış bir şekilde homurdanarak kendini korudu ve bir şey hissetmedi. Rünlerden bir tanesi koridorun tavanına kazınmıştı. Dikkatlice inceledi. Evet, böylesini daha önce hiç görmemişti fakat açılarının kavisli yapısı ve enerjiyi yoğunlaştırışı –tanıdık bir amacı var gibiydi.
Bu tarz bir rün genelde mühürlerde kullanılırdı.
Mühür değil, diye dehşetle farkına vardı Khadgar. Bu rün bir anahtarın ufak bir parçasıydı. Büyük, gizli ve mezarın yapısının içine katmanlar halinde işlenmiş bir anahtarın. Rünün karmaşıklığı ise… kozmik derecedeydi. Khadgar’ın aklına başka bir sözcük gelmemişti. Bu tek ründen yola çıkarak anahtarın tamamını incelemeye çalışmak, tek bir su damlasından bütün okyanusu incelemeye çalışmakla aynı şeydi.
“Işık yardımcımız olsun,” derken tuttuğu nefesi verdi. Bu anahtarın neyi açtığına dair herhangi bir gizem yoktu. Yakan Lejyon çok ama çok uzun zaman önce burada bir geçit açmaya çalışmıştı. Başaramamışlardı. Lejyon’un gücü etkisiz hâle getirilmişti. Bütün Kirin Tor âlimleri bu konuda hemfikirdi.
Yakan Lejyon senin bilmediğin bir şeyler biliyor, yoksa kuklası burada olmazdı, diye kendine hatırlattı Khadgar.
Aegwynn bu anahtarı bilinçli olarak mı yaratmıştı? Yoksa Sargeras onun hareketlerini fark ettirmeden çarpıtarak kendi amaçları için mi yontmuştu? Khadgar bilmiyordu. Bütün bunlardan tek çıkartabildiği şey bu rünün kasıtlı bir amaç için yaratılmış olmasıydı. Rünü kurcalayacak olursa muhtemelen korumalar kendi gücünü de bloklardı. Ya da büyüsü geri tepebilirdi. Bu tarz şeyler genellikle biraz ölümcül olabiliyordu.
Tekrar koşmaya başladı. Gul’dan yakınlardaydı. Eğer Khadgar Lejyon’un adadaki tek piyonunu aradan çıkartabilirse iblislerin planı suya düşerdi.
Bir süre sonra koridorlar aynı yöne doğru kavislenmeye başladı. Khadgar yolun kendisini iç taraflara, fel patlamaların parladığı yöne doğru götürmesine izin verdi. Yolda daha fazla tuzak yoktu.
Dar ve işlemeli bir koridor, Khadgar’ı devasa bir odaya götürdü; tavanı gölgelerin arasında kayboluyordu. Ve işte orada, tam merkezde, avı duruyordu.
Gul’dan yere eğilmiş, parlayan bir yer kaplamasının üzerinde belirsiz hareketler yapıyordu. Kafası döndü ve Khadgar’ı gördüğünde kırmızı gözleri şaşkınlıkla genişledi.
Khadgar tereddüt dahi etmeden ilerlemeye devam etti. “Uzun zaman oldu, eski dostum.” Ölümcül enerjiler başbüyücünün ellerinde belirdi. “Bu anın gelişini hevesle bekliyordum.”
Gul’dan hırladı. “Demek öyle?”
Yeşil alev, menekşe rengi güçle çarpıştı.
Sargeras’ın Kabri titredi. Dövüş başlamıştı.