Mantid bölgesinden çıkan Maymun Kral, dostu Shaohao’ya dönerek bir ordu toplamasını ve mantidleri yok etmesini söyledi. Ancak Shaohao çok daha büyük bir kötülüğün gelmekte olduğunu biliyordu ve eğer bir ordu toplayabilir ise bunu yaklaşmakta olan karanlıkla savaşmak için kullanacağını dile getirdi. Böylece iki arkadaş, Kun-Lai Zirvesi’ne doğru yola çıktılar çünkü pandarenlerin en yetenekli savaşçıları, gücün ruhu Ak Kaplan Xuen’in tapınağında eğitim görüyorlardı. Xuen’in yanına giden Shaohao, bir orduya ihtiyacı olduğunu ve askerlerini götürmek istediğini dile getirse de Aziz Semavi, imparatorun yanlış bir amaç için savaşmak istediğini hissetmişti. Ak Kaplan’ın gözünde düşmanlarını alt etmek için savaşmak doğru bir seçenek değildi ve bu yüzden imparatoru sınamaya karar verdi: Eğer Shaohao, birebir dövüşte Xuen’in savaşçılarından birine bile dokunabilirse tüm ordu onun olacaktı. Kaplan tarafından kendisine verilen asayı kullanarak savaşçılarla dövüşe başlayan Shaohao ne kadar uğraşsa da yakınlarına bile gidemiyordu. Gittikçe vahşileşen ve içi öfkeyle dolan imparatorun ardında bir anda üç korkunç figür belirdi: Öfke Shası, Nefret Shası ve Şiddet Shası. Üçü aynı anda savunmasız imparatora doğru saldırıya geçseler de Xuen’in savaşçılarından biri araya girerek Shaohao’nun hayatını kurtardı. Ancak kudretli savaşçı ölmüştü. Bunu gören imparatorun içi hüzünle doldu ve hatasını anladı: Düşmanlarını yok etmek için değil, sevdiklerini korumak ve barışı sağlamak için savaşmalıydı. Dersini alan Shaohao, önce süregelen sha sorununu kontrol altında tutmaları ve halkını korumaları için Shado-Pan adındaki özel birliği kurdu, sonra da Maymum Kral’ı da yanına alarak kararmaya başlayan göğün altında Ebedi Çiçekler Vadisi’ne doğru yola çıktı.
Vadi’ye vardığında karşılaştığı manzara dehşet vericiydi. Gökten yeşil alevler yağmaya başlamıştı ve vadinin ağaçları yanmakta, halkı telaş ve korku içerisinde koşturmaktaydı. Shaohao onları yatıştırmaya çalıştıysa da başarılı olamadı zira hepsi, kendisinin kısa bir süre önce taşıdığı derin hisler ile bir iç savaş veriyordu. İmparator uğursuz gökyüzüne baktı ve halkının kendisiyle aynı yolları aşıp aynı dersleri öğrenecek vakti olmadığını fark etti. Zaman… Halkının ihtiyacı olan şey zamandı. Tüm bu düşüncelerin ardından Shaohao kararını verdi: Pandaren İmparatorluğu’nu Kalimdor topraklarından ayıracaktı.
Bu gayeyle harekete geçen imparator ne kadar uğraşsa da toprakları bir türlü ana kıtadan ayıramıyordu. Buna neyin sebep olduğuna anlam veremeyen Shaohao’nun yardımına Yu’lon koştu. Yeşim Ejder, Pandarya’nın sadece Pandaren İmparatorluğu’ndan ibaret olmadığını, her ne kadar düşman olsalar da mantidlerin de bu toprakların bir parçası olduğunu ve onlar olmadan bütünlüğün sağlanamayacağını dile getirdi. Shaohao sonunda anlamıştı: Zor zamanlarında Pandarya kendisine yardım etmiş olsa da aradığı cevapları hep kendi içinde bulduğunu fark eden imparator, bu toprakları paylaştıkları mantidleri de yanına almalıydı. Pandarya’nın Kalbini bulmasına gerek yoktu çünkü o, ta kendisiydi.
Aydınlığa kavuşan Shaohao halkına döndü. Onlara yaklaşan karanlığa bir çare bulamayacağını ancak gelecekte hazır olmaları için gereken zamanı vereceğini söyledi. Böylece İmparator Shaohao kendini feda ederek son nefesini yaşadığı diyarla bir olmak için verdi. Halkına güvenen, onlarla gurur duyan, istedikleri her şeyi başarabileceklerine ve onların dünyanın geri kalanından daha üstün olduklarına inanan Shaohao’nun son nefesi, Pandarya’yı çevreleyen yoğun bir sise dönüştü ve Kalimdor, Ebediyet Pınarı’nın çöküşüyle parçalandığında bu topraklar çoktan okyanusun huzurlu sularına yelken açmıştı.
Shaohao’nun kendisini feda edişinden sonra pandarenlerin bir daha imparatoru olmadı. Zaman içerisinde tüm pandaren halkı, Shaohao’nun gittiği yoldan ilerleyerek aynı dersleri aldı ve kendi iç huzurları ile yaşamayı öğrendi. Ancak alt edemedikleri bir başka duyguları olduğunu çok sonraları fark edeceklerdi: Gurur. Onbinlerce yıl boyunca, ta ki sisler ortadan kalkıp diğer ırklar topraklarına ayak basarak Gurur Shası’nı uyandırana kadar pandaren halkı, tüm diğer ırklardan ve savaşlardan uzakta, dünyanın karmaşasından bihaber yaşamaya devam etti.