The Banner Saga… Birçoğunuz ismini mutlaka duymuşsunuzdur. 2014 yılı içerisinde ödüllere boğulan oyunun yapımcılarının eski Bioware çalışanlarının oluşturduğu indie oyun firması Stoic olduğunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Peki yüksek puanlar ve ödüller alan bu oyun neden “hakkı yenmişler” listesinde? Onu kısaca irdeleyelim.
Her ne kadar oldukça iyi eleştiriler almış bir oyun olsa da hak ettiğinden daha az ilgi gördüğünü düşünmeden edemiyorum. Birçok kişi bu oyunu edinmiş olsa bile muhtemelen Steam dosyaları arasında öylece duruyordur. Bunun önde gelen sebeplerini, bir süre sonra kendini tekrar ediyormuş hissi veren tur-tabanlı bir oyun oluşu, hikâyenin bazı noktalarında belirsizlikler ve açıklanmayan noktalarla doluşu, ilerledikçe sanki sonunu getirmek için fazla hızlı gitmeye başlıyormuş gibi hissettirişi ve maalesef son zamanlarda bazı oyuncularda oluşan grafik takıntısına yenik düşecek sunumu ile karakter kişiselleştirmesinin yeterince var olmayışı olarak sıralayabilirim.
Peki The Banner Saga’yı oynanmaya değer kılan ve birçok oyun inceleme sitesi tarafından yüksek puanlar almasına sebep olan özellikleri neler? Öncelikle eğer detaylara dikkat etmeyi seven bir oyuncuysanız ne kadar geniş ve detaylı bir geçmişe sahip bir dünyada oynadığınız farkına varmanız uzun sürmeyecektir. Viking temalı bir hikâyede, insanlardan nefret eden Dredge adındaki bir ırk ile olan mücadeleniz yetmiyormuş gibi bir de gelen çetin kış şartları altında hayatta kalmaya çalıştığınız bu yolculukta birçok farklı karakterler tanışıyor ve bir süre sonra gerçekten onlara değer vermeye başlıyorsunuz. Şahsen oynadığım süre boyunca kime ne olduğunu yakından takip ettiğimi belirtmem gerek. Ayrıca zorlu kararlar aldığınızı ve bu kararların oyunun gidişatını ciddi şekilde etkilediğini de eklemem gerek. Karakterler arasından kendi seçiminize göre bir grup oluşturarak çeşitli çatışmalarda yer aldığınız ve perde arkasında oldukça karanlık olan bu dünyada herkesi kurtaramayacağınızı anlamanız da diğer karakterlerle oluşan iletişiminize hüzünlü bir yön de katıyor. Oyunun çizimlerinin ve müziklerinin de gerçekten çok güzel olduğunu ayrıca not edeyim.
Bir üçleme olarak planlanan oyunun ikinci bölümü “The Banner Saga 2” de Nisan ayı itibarıyla çıkmışken bence kısa zamanda edinin ve oynayın derim. Neden övülen bir oyun olduğunu anlamanız uzun sürmeyecek, harcadığınız paraya ve zamana değermiş diyeceksiniz.
METRO 2033
(Artorias – Ilgar Kayı Akyüz)
Metro 2033 ger ne kadar 10/10 mükemmelliğinde bir oyun olmasa da Fallout’un atmosferine, BioShock’un hikâye anlatımına ve bir FPS oyunu için oldukça başarılı oynanış mekaniklerine sahip gizli bir cevher. Oyunda bol bol unutulmayacak duygusal sahneler olmasıyla birlikte oldukça başarılı tasarlanmış bölümler her oynayışta zevk veren türden. Oyundaki tercihlerimiz de hikâye gidişatını oldukça etkiliyor ve sadece oyunun sonunu değil, oyun boyunca durduğumuz istasyonlardaki olayları ve bölümlerin gelişimini de değiştirebiliyor. Metro 2033 bize bir hikâye anlatmaya çalışırken gerçekçiliğe yer vermeyi de es geçmiyor. Düşmanlar gerçekte olacağı gibi birkaç vuruşta ölürken biz de bir o kadar kırılganız ve türün diğer örneklerinin aksine süper asker gibi hissetmiyoruz.
Oyun, kıyamet sonrası Rusya’da geçiyor ve biz de hayatta kalmayı başaran 20 yaşındaki Artyom adlı karakterin yaşadığı olayları yönlendiriyoruz. Oyun başladığında Avcı adında elit bir askerden metronun Karaderililer olarak hitap edilen yaratıklar tarafından tehdit edildiğini öğreniyoruz. Avcı tek başına tünellere çıkıyor ve çıkmadan önce bize eğer geri dönmezse metronun merkezi sayılan Polis adlı istasyona gidip olanları anlatmamızı söylüyor. Avcı’nın bir süre geri dönmemesinin üzerine metro tünellerinde bilinmezliklerle dolu bir yola koyuluyoruz.
Metro 2033, türünün diğer örneklerine kıyasla oynanıştan ve aksiyondan ziyade hikâye anlatımına ve atmosfere önem veren nadir FPS oyunlarından birisidir. Aynı zamanda bir kitap veya filmden uyarlama oyunların kalanının aksine hikâyeye güzel parçalar da eklemektedir. Oyun boyunca bize atmosferle olsun, etrafta bulduğumuz notlar ve günlükler olsun “aslında orada olsak nasıl olurdu” hissi veren oyun, bu çabası sırasında da asıl hikâyeyi kesinlikle es geçmiyor. Aksiyonun diğer oyunlara kıyasla çok az olması, belki de oyunun gerçekten hak ettiği övgüyü ve rağbeti görememesine yol açan nedenlerin başında geliyor.
BULLETSTORM
(Umutterol – Umut Tunç Erol)
Karşınıza sizi etkileyen bir FPS çıkmayalı ne kadar zaman oldu acaba? Her sene aynı Call of Duty ve Battlefield varyasyonlarından bıkıp FPS türüne tümden küsmeye yüz tuttuğunuzu hissettiniz mi siz de? İşte tam öyle bir zamanda buldu beni Bulletstorm. Döneminde tamamen tekdüzeye bağlamış ve orijinallikten çok uzak olarak gördüğüm bir türe tekrar parlayan gözlerle bakmamı sağlamıştı. En azından oyun bitene kadar…
Oyunun hikâyesi her ne kadar en orijinal hikâye ödülünü alacak gibi durmasa da işlenişi ve oyunun mekaniklerine güzelce yedirilmesi benden geçer oyu almasını sağlamıştı. Oyunun baş karakteri ve eski bir konfederasyon askeri olan Grayson Hunt, savaş sonrasındaki dönemde askerlikten kopup kanun dışı işlere karışan klişe tip modelini sergiliyor. Hakkı yenmişlik konusunda hikâye kısmına pek katılamasam da esas değinmek istediğim nokta mekanikler. Oyunun başlarında başınızdan geçen birkaç olay sonucunda uzak bir gezegene, yanınızda asabi bir yarı-android arkadaşla düşüyorsunuz ve peşinizde koca bir konfedarasyon ordusu var. Siz de yapılacak en güzel şeyi yapıp onların sahip olduğu en son teknolojiyi ele geçirip ortalığı kan gölüne çevirmeye başlıyorsunuz. The Leash, son teknoloji ürünü bir savaş değerlendirme aracı ve aynı zamanda da… bir kamçı tabii ki. Leash üzerindeki yapay zekâ, sizin savaşma şeklinizi yaratcılığınıza göre değerlendirip puan veriyor ve siz de bu puanları gezegenin farklı noktalarında bulunan podlarda mühimmat ve farklı geliştirmeler satın almak için kullanıyorsunuz.
Peki nasıl bir değerlendirme bu? Bir düşmanı kamçı ile yakalayıp kendinize çekerken aynı zamanda ateş edebilirsiniz veya biraz daha yaratıcı olup düşmanı önünüzde duran kazıklara kamçınız ile çekebilirsiniz ki bu size daha çok puan kazandıracaktır. Düşmanları vurduğunuz yerler, vuruş şekliniz, patlattığınız variller, tekmeleyerek duvarda düşman kanı ile yaptığınız grafitiler; hepsi size yol-su-elektirik olarak geri gelecektir. Ayağınızı korkak alıştırmayın!
Bu tek mekanik bile oyuna ve FPS türüne benim için tamamen yeni bir soluk getirmişti o dönemde. Her düşmanı farklı şekilde öldürmeye çalışmak, en yüksek puanı almaya çalışmak, çoklu oyuncu seçeneğinde arkadaşlarınla yarışmak, her bölümü tekrar tekrar oynayıp o bölümde yapabileceğim en yüksek puanı kazanmaya uğraşmak bile beni birkaç ay oyalamaya yetmişti. Şimdi ise bilgisayarımdan hiç silmeyeceğim az sayıdaki FPS oyunu arasına girmiş, arada sırada girip stress atıp deşarj olduğum, eğlendiğim ve keyifli dakikalar geçirdiğim nadide bir yapım. Birçok insan tarafından hakkı yenmiş olsa da siz ona bir şans verin bence, pişman olmazsınız.