“Ne ilginç bir grupla maceraya atılmışım! Udunu yanından ayırmayan bir şair bozuntusu; arsız ve yabani bir yarı-dryad yarı-kadın; dünyadaki beşinci yüzyılını kutlayacak bir vampir; ve Nilfgaardlı olmadığını iddia eden lanet bir Nilfgaardlı!” Regis Geralt’ın sözlerini sakince tamamladı: “…Ve gruba liderlik eden bir de Witcher; sürekli sızlayan vicdanından, kadınlara olan nefsini kontrol edememekten ve kararsızlıktan muzdarip.”
Kadim vampirler, daha doğrusu gerçek kadim vampirler son derece eşsizdirler ve nadiren görülürler. Çoğu kitapta gerçek kadim vampir tanımı yoktur; daha düşük seviyeli akranları olan kadim vampirler ile bir tutulurlar. Ancak gerçek kadim vampirler aynı bir insan gibi gözükürler, hareket ederler ve konuşurlar. İnsan formlarının inandırıcılığı o kadar iyidir ki Witcher madalyonları bile onları sezemez; bir metre yakınındaki gerçek kadim vampirin kudreti karşısında donakalır, titreyemezler. Gerçek kadim vampirlerin hayatta kalmak için kan dahi içmesine gerek yoktur. Onlar için kan içmek bir eğlence aracı, günlük hayatın stresinin atıldığı bir içki, yani alkol tüketmeye eş değerdir. Ancak kanın tadı da alkol kadar şevhetli olsa gerek ki bazı gerçek yüce vampirleri tiryakisi yapmış ve bağımlılık kıskaçlarını çok derinlere geçirmiştir. Öyle ki bazı gerçek yüce vampirler hayatlarını devam ettirmek için gerekli olmayan bu yoğun, sıcak ve kırmızı sıvıyı tüketmeden yaşayamaz olmuşlardır.
Emiel Regis Rohellec Terzieff-Godefroy, kısaca Regis, Witcher evreninin tanınmış güçlü gerçek yüce vampirlerinden biridir. Onu bizim için özel kılan şey ise kahramanımız Geralt ile yollarının kesişmesi ve bu ikilinin kurdukları arkadaşlıktır. Bir Witcher ile bir vampirin nasıl arkadaş olduğundan bahsetmeden önce Regis’in geçmişine bir göz atmak şart gibi. Zira Regis’i tanımlayan, biricik karakterine şekil veren hadise henüz Geralt dünyaya adımlarını atıp tüm yaratıklara korku salmadan önce gerçekleşmiştir…
Dillengen şehrinde kendini berber ve cerrah olarak yetiştiren Regis, birçok konu hakkında sahip olduğu ansiklopedik bilgilerle nam salmıştı. Lakin tüm maharetlerinden ziyade Regis’i vampir akranları arasında ünlü yapan özelliği kana olan aşırı düşkünlüğüydü. Gençlik yıllarında akranları ile daha sağlam bağlar kurabilmek ve dışarı itilmemek adına tabiri caizse su içer gibi kan tüketmeye başlayan Regis, yavaş yavaş bu bağımlılığa kendini tamamen teslim etmişti. Tek bir kan damlası bile tüm kontrolünü yitirmesine sebep olurken, bazı günler gözü dönmüş şekilde kan kaynağı aramaktan uyuyup dinlenmek üzerine mezarına dönmediği zamanlar zamanlar olurdu. Tam bu sıralarda romantik ilişkisinde de çalkantılı dönemler yaşamaya başlayan Regis, terk edilmesiyle beraber kontrolden iyice çıktı. Bir gece kanın verdiği sarhoşlukla uçarken, bir insandan gelen kan kokusuyla kontrolünü iyice kaybetti. Kurbanına doğru bir karga gibi dalışa geçtiğinde dengesini tamamen yitirdi ve kafasını sert bir biçimde köyün kuyusuna çarptı.
Gözlerini açtığında kendisini bir çukurda bulan Regis, kürek tıngırtıları eşliğinde üzerine bir yağmur gibi yağan kum tanelerinin acısıyla biraz olsun kendisine geldi. Onu tam manasıyla ayıltansa kafasının vücudundan ayrı olduğunu fark etmesi oldu. Tam korku çığlıklarını basmak üzereyken, Regis’in açık gözlerini gören köylüler ondan önce davranarak kutsal su yardımıyla Regis’in işini bu sefer tamamen, mezarının içerisindeyken bitirmek istediler. “Aptallar” diye düşündü Regis köylülerin basit alet ve edevatlarıyla bir kadim vampir öldürmenin imkansız olduğunu hatırlayınca kendisini bir anlık da olsa kutsal hissederek. Ancak kutsal suyun vücuduna tesir etmesiyle, bu sefer acıdan dolayı kendinden geçen Regis bilincini tamamen kaybetmeden hemen önce de kendisine bir söz verdi. Bu söz kendini rejenere ettiği elli yıl süresince bir anda dönüşüp sonra da bir yemin halini aldı:
“Ben Emiel Regis Rohellec Terzieff-Godefroy, bir daha ağzıma asla kan sürmeyeceğime yemin ediyorum.”
Elli yıl boyunca yerin altında acele etmeden bekledi Regis; kendisini rejenere etti ve düşündü… bolca! İnsan formu mükemmeliyetine ulaşınca tekrar temiz hava solumak istedi. Ancak dışarıda bulduğu tek şey yaklaşan savaşın gergin havasıydı. İnsanların işlerine burnunu sokmak istemeyen Regis kendine gözlerden ırak, kimsenin adımını atmak dahi istemeyeceği bir yer aradı. Sodden’in eteklerinde bir elf mezarlığı bulduğuna sevinen Regis, mezarlığın çevresinde yetişen mandrake bitkilerini de görünce adeta sevinçten kendinden geçti. Dillengen’in berber-cerrahı zehirli bitkiler hakkında da uzman seviyede bilgiye sahipti. Kendisi içmese bile maharetlerini mandrake gibi son derece zehirli bir bitkiden alkolik bir içecek yapmaya adadı. Elf mezarlığının mayhoş sessizliğinde, mandrake kokularıyla keyfi yerindeydi Regis’in. Kırık dökük bir evi restore etti, içerisine alkol damıtma alet edevatlarını taşıdı; bir kütüphane bile inşa etti. Mutluydu. Ancak herkesin görünce yolunu değiştirdiği bu mezarlık, dikkat çekmek istemeyen bir Witcher ve onun arkadaşları için de mükemmel bir dinlenme yeriydi…
Mezarlığa adımını atmasıyla birlikte gümüş kılıcını kınından çıkaran Geralt, gruba onu takip etmesini söylerek yavaş yavaş mezarlığın içlerine doğru ilerledi. Bu tür terkedilmiş mezarlıkların gulların yuvası haline dönüştüğüne birçok sefer şahit olmuştu. Ancak Geralt’ın olabildiğince duyarlı burnu ne gul kokusu alıyordu ne de herhangi bir leş. Aldığı kokuyu bitkisel bir koku olarak tanımladı ilk seferde. Uzun süredir mandrake kokusunu duymamıştı zira mandrake zehirli olduğu kadar nadir de bulunan bi bitkiydi. Ardından kedi gözleri bir hareket sezinledi ve boşta olan elini yumruk haline getirdi. Arkasından onu sessizce takip eden grup donakaldı. Beyaz saçlı Witcher arkasını döndü ve çatallı sesiyle “Burada bekleyin!” diye buyurdu. Burnuyla Regis’in arkasında bıraktığı mandrake esansını takip etmeye başladı. Attığı her adımla yoğunlaşan kokuyu ciğerlerine çeken Geralt, bu bitkisel parfümün de kimliğini tekrar hatırladı: Mandrake. Gullar ve diğer canavarlar bu bitkiden özellikle uzak dururlar, zehrinden korkarlardı. Bu da demek oluyordu ki kendisinden saklanan her ne ise bir canavar değildi. Ay ışığında ışıl ışıl parlayan kılıcını bir oyuğun ağzına doğru uzattı Geralt: “Oyuktan kendin mi çıkarsın yoksa kılıcımı sokmam mı gerekli?”
İstemeye istemeye saklandığı oyuktan çıkaran Regis, kendisini Dillenger’lı bir cerrah olarak tanıttı ve savaştan kaçtığını söyledi. Geralt kendini tanıtırken grubunun geri kalanının da kendini göstermesiyle tanışma merasimi yarıda kesildi. Her ne kadar Zoltan Chivay, Milva ve Dandelion Regis’in görünüşünden ve dilinin seçkinliğinden ona anında ısınsalar da Geralt’ın kafasında henüz cevaplandıramadığı soruları vardı. Havadan sudan konuşmaları bir bıçak gibi kesercesine “Neden mandrake?” diye sordu Witcher.
“Neden mandrake gibi zehirli bir bitkinin kokusunu tercih ettin? Daha tehlikesiz kokularla da gul ve tayflardan saklanabilirdin.”
“Gullar artık buralarda gezmiyor, efendi Witcher. Bu mezarlığın yaşı belki yarım asırdan bile fazla. Cesetlerde ne kemirecek et ne de çalınabilecek değerli bir eşya kaldı. Mandrake ise tamamen bir hobi diyebiliriz. Her yaz buradaki kulübeme gelir ve mandrake içkisi hazırlarım. Üstüme sinmiş olmalı.”
Mezarlık hakkındaki geniş bilgilerinin yanı sıra mandrakeden içki hazırlaması Witcher’ın dikkatini çekti ancak ses etmedi. Mandrakeden içki hazırlamak Novigrad’da sanat sayılırdı; bu zehri zevke dönüştürebilen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Ancak Dillengerlı cerrah henüz sırrını açıklamak istemiyordu. Bir Witcher karşısında insanların daha da kabuklarına çekilmesini doğal karşılıyordu Geralt. Onları kim suçlayabilirdi ki?
Sessizliği Zoltan bozdu. Regis’in bir cerrah olması fazlasıyla hoşuna gitmişti zira gruba bir cerrah dahil olması çok da işlerine yarardı. Cücelerin cana yakın, o dostane tavrıyla Regis’i kamp ateşinde at eti yemeğe davet etti.
“Peki ya sıcak bir kulübeye ne dersiniz? Bu soğuk havada soğuk at eti yemekten çok daha iyidir, sizi temin ederim.”
Regis’in arkasından yürürlerken Zoltan’ın aklında anlık bile olsa tilkiler dolaşmaya başladı. Regis’in kampı reddetmesi, mezarlıkta yaşaması… Acaba Regis bir mezar soyguncusu muydu? Veya deli bir bilim adamı? Mandrake konusundaki bilgileri de bu teoriyi destekliyordu. Ancak cücenin tüm endişeleri hayatında tattığı en güzel alkol ile ağzını ıslattığında (diğer tüm dertleri gibi) kayboldu. Regis’in hazırladığı karışım gibisini ömrü hayatında içmemişti! Cücelerin geniş içki yelpazelerinde dahi bu tada rakip olabilecek bir karışım yoktu.
Grup ve Regis iyice kaynaşmışa benziyordu ancak Geralt için bu duraksama yalnızca bir dinlenme molasıydı. Yaraları henüz tam iyileşmemişti ama elflerin ilaçları işe yarıyor gibiydi. Kolundaki yarayı tekrar sarmak üzereyken Regis yeni bir kokuyla tanışan bir kedi gibi hemen Geralt’a döndü. Ve havayı sakince kokladı:
“Brokilon’dan geliyor olmalısınız efendi Witcher. Siz sormadan söyleyeyim, elflerin ilaçları her ne kadar görünmez derecede şeffaf olsalar da kullandıkları bitkiler ve baharatlar kokularını ter yoluyla dışarı atarlar. Merakımı mazur görün ancak savaştan kaçmak isteyenler ve göründüğü üzere elflerin dostları olanlar Brokilon’dan neden ayrılsın ki? Bu yetenekli grubun alelacele yolculuğu nereye?”
Dandelion ağzını açar gibi oldu ancak Geralt onu keskin bir bakışla susturdu. Zoltan ayağa kalktı, Witcher ile göz göze geldi. Bakışlar aracılığıyla yaşanan kısa bir tartışmadan sonra Zoltan sessizce “..Mahakam” dedi. Geralt derin bir nefes verdi ancak Zoltan mandrake içkisinden bir yudum daha aldı ve daha yüksek bir sesle:
“Nilgaard topraklarına gidiyoruz sevgili cerrah dostum. Savaştan kaçmaya çalışarak, savaşın göbeğine gidiyoruz. Çünkü bir kızı arıyoruz, bizim için çok önemli bir kızı.”
Kısa bir sessizlik daha çöktü. Zoltan, mandrake içkisini bitirdi, ağzından damlayanları koluyla bir güzel sildi. Midesinden yükselen gazı zorla tuttu. Ve tüm duygularını tek bir kelimeye sıkıştırarak kızın ismini söyleyiverdi: