23 Ekim 2077. Artık kimsenin unutmayacağı bir tarihti bu. Sıradan ve mütevazi bir cumartesi olarak başlamasına rağmen, beraberinde yaşanan olayların üzerinde bulunduğumuz gezegeni – gerek sosyal gerekse ekolojik bağlamda – yüzyıllar boyunca altüst edecek bir değişime sokması aşağı yukarı iki saat kadar sürmüştü. Kulakları sağır eden tiz siren sesleri, bir gürültüyle patlayan füzelerin kaçacak yer arayan milyonları muazzam radyoaktif toz kütlelerine çevirmeleri… Aynısını başka bir yere yapacak olan ve sözüm ona bu taraftaki insanları korumakla görevli, ufukta belli belirsiz yükselen bir diğer füze… Sonuçlar çoğluğun düşündüğünden de kötüydü.
Söz konusu değişimin gerekliliği bir gecede oluşan bir şey değildi elbet. Uzun yıllar boyunca bitmek tükenmek bilmeyen açgözlülük, hırs, sinsilik ve hepsinin doğurduğu nihai aptallığın meyvesiydi bu yıkım. Amansızca başlayan ve neredeyse başladığı gibi biten, tarihin en kısa süren savaşlarından biri olan Büyük Savaş, insanoğlunun – ve en nihayetinde gezegenin – kaderini hiçbir yönüyle doğal (daha doğrusu yararlı) olmayan bir değişime zorlamış, onun yan etkilerini yüzyıllarca hissetmesi için elinden geleni ardına koymamıştı. Ardında bıraktığı yıkım sonucu Doğa Ana, adeta intikam peşindeymiş gibi davranıyordu.
Tabii bu ne insanoğlunun ne de anlatılan hikayenin sonuydu. Hâlâ hayattaydık. Kasti uygulanmış olan bu engin yıkım, hikayenin dönüm noktasıydı sadece. Bu yazının ana konusu ise tam da bu kitlesel imhanın insanoğlunu tamamen yok etmesinden alıkoyan yegane organizasyondan ve onun bu çaba doğrultusunda neler başardıklarından bahsedecek. Daha açık söylemek gerekirse: Söz konusu organizasyonun adı Vault-Tec Şirketi, çabaları ise Güvence Projesi olarak bilinir.
Vault-Tec Şirketi
Vault-Tec Şirketi, savaştan önce özellikle Birleşik Devletler hükümetine belli başlı deneysel, gelişmiş ve gizli projelerde yardım eden bir şirketti. Öyle ki artık bir noktadan sonra Pentagon’un ne kadar gizli projesi varsa en az bir bölümünde (çoğunlukla tamamında) Vault-Tec ismi geçtiğinden, şirket adeta devletin yeni bir departmanı haline gelmişti. Elbette ki kendi halinde özel sektör olmaya devam etse de Birleşik Devletler ile olan sağlam ilişkilerinden dolayı şirketin kayda değer üyelerinin, az önce Güvence Projesi olarak da bahsettiğimiz Vault-Tec’in asıl var olma sebebinden ve öncelikli planlarından haberdar olmaları gerekiyordu.
Vault-Tec’in en büyük ve en çok bilinen mirası, Güvence Projesi ve onun Sığınaklarıdır – yani Amerika’nın ve en nihayetinde insanlığın geleceğini kurtaracağı söylenip duran, hiçbir zaman yeterli olduğu düşünülmemiş yeraltı yapıları. Vault-Tec’in bu Sığınaklara insanları katmakta ne tür bir yol izlediği hakkında pek bir şey bilinmese de bir nevi çekiliş sistemi kullanıldığı hakkında çeşitli kanıtlar mevcut. Aynı zamanda bazı önemli halk figürlerini de (savaş kahramanları, kayda değer devlet memurları, ulusa hizmeti büyük bireyler vb) bu Sığınaklara dahil ettikleri de yaygınca görülen ve duyulan bir durum.
2054’te Güvence Projesi’nin yürürlüğe girmesiyle inşa edilen ilk Sığınak Los Angeles şehrinin altındaydı. Her ne kadar bir Sığınak için gerekli hemen hemen tüm özellikleri içinde barındırmış olsa da aslen Vault-Tec ve onun becerilerini tanıtmak amaçlı tasarlanmıştı. Dolayısıyla, Los Angeles Sığınağı adıyla anılan bu sofistike yapıt, Güvence Projesi ve onun belirlenmiş özelliklerini taşımıyordu. Arada istisnai bazı örnekleri olsa da 2063 yılına kadar Vault-Tec’in üstlendiği neredeyse tüm sığınakların inşaatı tamamlanmıştı. 2074’te son Sığınağın da inşaatının bitmesiyle Güvence Projesi ve onun ebeveyni Vault-Tec artık olası sonuçlara hazırdı: Dünyanın sonuna.
Güvence Projesi ve Toplumsal Muhafaza Programı
Bahsedildiği gibi Vault-Tec’in en gözde projesi elbette ki herkesin aşina olduğu Güvence Projesi’nin yegane ürünü olan Sığınaklardır. Resmi anlamda bu bahsi geçen Sığınaklar, Amerikan halkını belli-başlı kitlesel tehlikelerden korumak için tasarlanmış son teknoloji ürünü yeraltı yapılar olarak tanımlanır. Olayın hiç açıklanmamış tarafı, yani buz dağının görünmeyen kısmı ise Vault-Tec’in bu Sığınakları kullanarak çevirdiği sinsi dolaplardır. Bu da bizi Toplumsal Muhafaza Programı’na getiriyor.
Bunun en bariz kanıtı da muhtemelen bu Sığınakların sayısıdır. Her Sığınak’ın yaklaşık olarak 1000 kişiyi barındırabilecek kapasitede olduğu düşünülürse 2070’lerde 400 milyon nüfusa sahip Birleşik Devletler’in en azından 400,000 kadar Sığınak’a sahip olması gerekirdi. Lakin işin aslı bundan fazlasıyla uzak, zira kayıtlarda bulunan toplam Sığınak sayısı 100’ün sadece biraz daha üzerindedir.
Bahsi geçen bu Sığınakların asıl amacı ise Amerikan hükümetinin önceden belirlenmiş ve bu Sığınaklarda yaşamaya aday gösterilmiş sınırlı sayıdaki vatandaşını çeşitli sosyal deneylere (çoğunlukla onların haberi olmaksızın) süresiz bir şekilde tabi tutmaktı. Böylece adeta bütün ülkeyi bir laboratuvar düzeneğine çevirmiş bu seçilmiş kişiler, sorumluluğunu üstlendiği deneylerle insanların çeşitli koşullarda ve olaylarda ne tür tepkiler vereceğini (veya neye dönüşeceğini) test ederek bunun korkunç sonuçlarından derslerini alacak, zamanı gelince yüzeye geri çıkıp kendi cesur yeni dünyalarını kuracak, en nihayetinde ise yıldızlara ulaşacaklardı.
Bununla birlikte bahsi geçen bu deneylerin neredeyse hepsi etik olmayan nitelikler taşıdığından bu Sığınakların ömürleri de bir hayli kısaydı. Sığınakların ömrü derken aslen içinde yaşayan insanların ömürlerinden (ve akıl sağlıklarından) bahsediyoruz tabii. Sığınakların kimisi 50 ila 60 yıl dayanmasına rağmen bu deneylere tabi çoğu Sığınak, ilk 5-10 yıl içinde (bakımsızlıktan dolayı) çoktan çürümeye başlamıştı. Bu denli sonuçlara sebep olan deneyler ise elbette ki sığınaktan sığınağa farklılık gösteriyordu: Bunlardan birkaçına örnek verecek olursak: Korkunç derecede mutasyona sebep olan genetiği değiştirilmiş virüslerin (Evrim Tetikleyici Virüs) deneklerin farkında olmaksızın onlara bulaştırılması, biyolojik anlamda üstün askerlerin yaratılması, her bir Sığınak sakininin silah taşımasına izin verilmesi, koca bir nüfusun klonlarla değiştirilmesi veya aslen yüzey yaşanılabilir hale geldiğinde bile Sığınak’ın kapalı kalması… Hatta, içinde 999 erkek ve 1 kadın veya 999 kadın ve 1 erkek olan Sığınaklar bile mevcuttu.
Bu projelerin sorumlusunun Amerikan hükümeti olması sonradan öğrenilen ve Teşkilat‘ın ortaya çıkarttığı bir bilgiydi. Teşkilat, Birleşik Devletler‘in derin devlet üyeleri ve Vault-Tec’in kayda değer personelinden oluşan ve özellikle Büyük Savaş’tan sonra muazzam bir güç kazanan (aynı zamanda bu deneylerden sorumlu olan) bir örgüttü. Teşkilat, savaş öncesinden beri kendini yaratılacak yeni dünya düzeninin baş sakinleri olarak görüyordu. Bu bakış açısı onları özellikle de Büyük Savaş’tan sonra kendilerinden olmayan herkesi düşman olarak göz önünde bulundurmaları için yeterli bir sebepti. 23 Ekim’in yıkımından beri planlar üstüne planlar yapan Teşkilat, üstünlük komplekslerinin bir sonucu olarak kendilerine Vault-Tec sığınak sistemlerinden kopuk, tamamen izole bir Sığınak inşa etmekle meşguldü. Vault-Tec Sığınakları ve özellikle beraberinde gelen deneyleri ise Teşkilat’ın gezegeni yeniden kolonileştirme ya da bu planın başarısız olması durumunda başka bir gezegende yeni bir başlangıç yapma girişimine yardım eden bir unsurdan başka bir şey değildi.
Sığınaklarda yürütülen bu deneyler, farklı tesislerde bulunan Vault-Tec araştırmacıları tarafından gözlemleniyordu. Deneylere tabi tutulan Sığınakların yöneticileri ise bu deneylerden genellikle bihaberlerdi. Ancak tabii ki bu durumda da çeşitli istisnalara rastlamak mümkündü.
Deneylerin hemen hepsinin (en azından onları yürütenlerin gözünde) başarıyla sonuçlandığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Evet, belki Sığınaklarda bulunan onca insan ölmüştü ama yönetimin gözünde o ölümlerin getirdiği belli başlı veriler önem teşkil eden tek şeydi. Kim bilir belki de kendilerini onca insanın Sığınaklar olmasaydı çoktan öleceği fikriyle avutup duruyorlardı ki uyguladıkları canavarca girişimlerin sonucu olarak vicdan azabı çekmesinler…
Sığınaklar, özünde uzun bir süre dayanmaları için tasarlanmış olsa da birçoğu zamanla ciddi arızalarla karşı karşıya kalmıştı ve yetersiz kaynaklara sahipti. Hayatta kalanların bütün ihtiyaçlarını karşılaması gereken bu yapıların özellikle bu sıklıkta hata ve problem çıkartmalarının tasarım hatası mı yoksa deney amaçlı yapılmış kasti bir düzen mi olduğu konusuysa hâlâ gizemini koruyor. Yine de Vault-Tec şirketinin bu Sığınakları inşa etmekteki amacının aslen Toplumsal Muhafaza Programı’nın deneyleri olduğu göz önünde bulundurulursa Sığınakların uzun vadedeki ömürleri konusunda pek bir çaba sarf etmemeleri çok da şaşılacak bir şey gibi görünmüyor. Örneğin su çipleri gibi küçük ama önemli cihazlarda yaşanılan sık sorunlar bu durumdan kaynaklı olabilirdi ya da sadece aradan geçen yıllar sonucu kullanılan teknolojinin belki de artık vakti dolmuştu... O ya da bu şekilde, Sığınakların yaşanılabilirliği gerçekten de bu denli küçük çaptaki arızalarla bile değişebiliyordu. Ancak bütün bu aksiliklere rağmen Çorak Topraklar‘da hala çalışır ve işlevsel durumda olan Sığınaklar (sayıları artık bir elin parmağını geçmiyor olsa da) hâlâ mevcuttur.
Vault-Tec Şirketi, tıpkı zamanında bulunan diğer gruplar gibi kendi amaçları doğrultusunda insanları nasıl idare ve kontrol edeceğini, korkularını, endişelerini ve değer verdiği şeyleri koruma dürtülerini onlara karşı nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Yine de inşa ettikleri bu Sığınaklarda barınan insanların hayatlarını tam da onların kaçmak istediği türden bir cehenneme çevirmiş olan Vault-Tec, aynı zamanda onlardan bazılarının yaşamasını (belki de kazara) sağlayarak insanoğlunun kendi kendini tamamen yok etmesini önlemede öncü bir rol oynamıştı. Ve artık her şeyin sona ereceğini fark eden bunca insan, hiç de iyi niyetle tasarlanmamış olan bu Sığınaklara doğru arkalarına bile bakmadan koşarken hayatlarının hiç de beklemediği bir yönde değişeceğinden bihaber olsalar da adları gibi bildikleri bir şey vardı ki o da onları bu kapanlarda yaşamaya zorlamış olan savaş, savaş hiç değişmiyordu…