Bir süredir ekip olarak genel yoğunluğumuz nedeniyle ara vermek durmunda kaldığımız Writer’s Blog serimiz üçüncü bölümüyle birlikte nihayet karşınızda! Bu seferki konumuz devamı gelmediği için bizi boynu bükük bırakan, bir umut belki bir gün gelir diye yolunu gözlediğimiz oyunlar. Her Writer’s Blog bölümünde olduğu gibi bu sefer de baştan belirtelim: Bu liste tamamen şahsi görüşleri içermekte olup, kesinlikle objektif değildir! Ancak yine de sizin de devamının gelmesini beklediğiniz oyunları merak ettiğimiz için, sizin şahsi fikirlerinizi de yorumlar kısmında görmeyi çok isteriz! Eh, hadi buyrun o zaman: Bakalım Lorekeeper ekibinin devamını en çok görmek istediği oyunlar nelermiş?
THE LOST VIKINGS
(Reywyn – Emre İnal)
Bazı oyunlar vardır, bir oyun türüne çok iyi uydukları için ve taklit edilebilme potansiyelleri yüksek olmasına rağmen benzerleri yoktur. Nedendir bilinmez, taklit edilmeye çalışılsa da başarılı olunmaz; dönüp dolaşır aynı oyunu oynarsın sırf o türü oynamak için. The Lost Vikings benim için öyle bir şey.
Erik, Olaf ve Baleog ile tanıştığımda daha 4 yaşında falandım sanırım. O zamanlarda her bir bölüm başlı başına bir bölüm sonu canavarıydı adeta, bazı yerleri geçmesi insani şartlarda imkansızdı! Şimdi ise seneler boyunca -2 oyunu da- defalarca baştan bitirmiş birisi olarak çerez niyetine arada açıp bölüm bitiriyorum.
Oyun aslında çok basit: 3 farklı karakter, üçünün de spesifik özellikleri var; bu özellikleri doğru şekillerde kullanarak bölümün çıkışına ulaşmaya çalışıyoruz. Taklidinin çok kolay yapılabilmesi lazım gibi gözüküyor değil mi? Trine bunu denedi mesela ama oyunun içinde çözülmesi gereken bulmacalar değil, aşılması gereken engeller vardı sadece. Karakterlerin hepsi belli noktalarda kesişebiliyor üstelik; The Lost Vikings’in sınırları netti hâlbuki.
İkinci oyun yapıldı, yeni karakterler eklediler: Fang ve Scorch. Ana karakterler çok hoş güncellemeler aldı ama yeni karakterler yalnızca farklı şekilde zıplayabilen ve saldırabilen karakterlerdi. Evet, ilk oyunda yapılamayacak farklı bölüm tasarımlarına olanak sağlamış olsalar da tıkanmaya başladıkları belliydi.
Senelerdir düşünür dururum, böyle bir oyunda başka ne tür özellikler olabilir vikingleri taklit etmeden diye. Cevabı biraz zor ya da oyunun bulmacaları o kadar içime işlemiş ki bu kalıbın dışında düşünmekte zorlanıyorum. Devamı yapılsın diye bekliyorum yıllardır, Heroes of the Storm’a çıkartılmalarıyla hâlâ umudumu kaybetmiş sayılmam. En kötü bir ara kalkıp ben yapacağım 3. oyunu kendim oynamak için!
S.T.A.L.K.E.R.
(Terran – Burak M. Kılıç)
Ne diyebilirim ki? S.T.A.L.K.E.R. gibi bir oyunun bir üçleme olarak bırakılmaması gerektiğini ve serinin neden ve nasıl çok, çok daha fazlasına ihtiyacı olduğunu ancak ve ancak oyuna aşina olanlar anlar. Öyle ki S.T.A.L.K.E.R. gibi bir serinin ardında bıraktığı yetersizlik hissini “Eh, zirvede bıraktı” gibi bir bahane bile avutamıyor.
26 Nisan 1986’da Chernobyl Nükleer Reaktörü’nde yaşanan kazayı hemen herkes bilir. S.T.A.L.K.E.R. serisi, bizi bu kazanın yaşandığı Bölge‘ye götürüyor. Hikâyeye göre 2006 yılında söz konusu Bölge’de nedeni bilinmeyen bir sebepten ötürü ikinci bir kaza yaşanıyor; ki bahsi geçen bu ikinci kaza yalnızca 1986’da yaşanan kazanın etki bölgesinin büyümesine yol açmıyor, aynı zamanda içinde bir takım açıklanamayan fenomenler doğuruyor. Zamanla hükümet bölgeyi karantina altına alıp kimsenin içeri girmemesini sağlamaya çalışıyor; fakat bölgenin içindeki değerli ıvır-zıvırlar, gizemli olaylar ve bilimsel araştırmalar derken insanlar, kimisi yasal yollardan ama çoğu izinsiz olarak akın etmeye başlıyor. Ve zamanla bu söz konusu insanlar Stalker olarak anılıyor. Bütün bu anlattıklarım konunun en üstünkörü özeti tabi, bundan daha fazlasını anlatırsam bir hayli spoiler sayılabileceği için pek de derine inmiyorum. O kadarını artık oynadıkça, keşfettikçe (oynayın, keşfedin tabii) öğrenirsiniz.
Hatta S.T.A.L.K.E.R. gibi bir hikâyenin neden devam etmesi gerektiğini anlamak için böylesine bir yazıya bile ihtiyacınız yok! Gidin, edinin oyunu! Oynayın. Azıcık keşfedin; sonra onca S.T.A.L.K.E.R. delisinin ne demek istediğini anlayacaksınız. Ha, yok ben illa çok şahane bir sebep istiyorum diyorsanız; S.T.A.L.K.E.R. serisi, 20. yüzyılın Sovyet bilim kurgu edebiyatını bilgisayar oyunu sektörüne yansıtan belki de en başarılı seridir. Neden mi böyle dedim? Çünkü gerek ismini gerek karakter tasarımını, çeşitli elementlerini ve elbette ki temel aldığı felsefesini, Andrei Tarkovsky’nin aynı isimle (noktalar olmaksızın) anılan Stalker adlı eserinden alır. Tarkovsky’nin Stalker’ı da aslen Arkady & Boris Strugatsky’nin Uzayda Piknik eserinden esinlendiği düşünülürse… Eh, Uzayda Piknik’in de tüm zamanların en başarılı Sovyet bilim kurgu hikâyelerinden sayılması durumu da var… Siz durumu anladınız. Koşun oynayın bunu.
WARHAMMER ONLINE
(Agmand – Altuğ Can Onat)
World of Warcraft’ın geride bıraktığı yıllar boyunca harcadığı birçok MMO oldu. Warhammer Online da maalesef bu furyada yer alan MMO’lardan biriydi. Hatta WoW’un sıkı rakipleri arasında en çok kaybeden Warhammer Online oldu denebilir çünkü birçok MMO bedava yapılarak veya yeni içerikler sunularak sürdürülürken Warhammer Online sunucularını tamamen kapatıp yarıştan çekildi.
Warhammer Online, yine savaşan iki tarafın olduğu hikâye anlatımı, ırklara özel sınıf seçimi ve hâlâ dengi yapılamayan PvP sistemiyle en çok keyif aldığım MMO’lardan biriydi. Özellikle benzer özellikteki sınıfların ırka, hatta cinsiyete göre farklı konseptlerle sunulması çok orijinal bir özellikti. PvP sistemi oyunda sürekli world pvp yaşamaya imkan veriyordu, ki bu piyasaya hakim MMO’ların hâlen tam olarak çözemediği bir konu bana kalırsa. PvE sisteminin önemli bir parçası olan public questler ise o dönemde hiçbir MMO’da bulunmuyordu ve bir grupta olmayı gerektirmeden aynı bölgede aşamalı görevler yapabilmeyi sağlıyordu.
Bu ilginç niteliklerle birlikte birçok MMO’da bulunan benzer özelliklerin de çoğuna sahip olan Warhammer Online’ın rakipleri karşısında yenilerek çekilmesi gerçekten üzücü bir durum. Sonuçta WoW piyasadaki tek MMO değil ve ikinciliği kesin olarak elinde tutan bir MMO bulunmuyor. Zaten Warhammer Online çıktığında “World of Warcraft MMO’ların kralıysa, Warhammer Online MMO’ların prensidir” deniyordu. Warhammer Online’ın bu iddiasını sürdürüp yeni expansionlarla grafiklerini geliştirmesini ve hikâyesini ilerletmesini beklerdim. Özellikle WoW’un genişleme paketleri arası verdiği uzun aralarda çekilen MMO eksikliğini harika bir şekilde doldurabilir ve ikincilik tahtına oturabilirdi.
Oldukça köklü olan Warhammer markasının çeşitli kulvarlarda yoluna devam ettiği düşünülürse bu hâlâ mümkün olabilir. Geçmişteki hatalardan ders alıp günümüze uygun grafikler ve üyelik olmayan bir ödeme yöntemiyle çıkacak yeni nesil bir Warhammer MMO’su piyasada kendine sağlam bir yer bulacaktır. Legion’ın çıktığı şu dönem bu atılım için uygun zaman olmasa da WoW’un ölü olduğu dönemlerde geri dönecek yeni bir Warhammer Online tüm MMO severleri sevindirecektir.