Burada genellikle tarihçeler, arşivler falan derken hazırladığımız yazıların birçoğunu yazmak günler hatta bazen haftalar sürebiliyor. (Bazı durumlarda ön göremediğimiz yoğunluklar nedeniyle aylar yıllar süren bile var, farkındayız, vurmayın!) O araları doldurmak için arada eğlenceli ve daha “çerezlik” ancak Lorekeeper’da her şeyden üstün tuttuğumuz prensiplerin dışına da çıkmamaya özen gösteren içeriklere biraz ağırlık vermeye karar verdik. Bunun ilk örneği de yazar ekibi olarak bir araya gelip ortak hazırladığımız bu “Writer’s Blog” yazı dizisi oldu. İlk bölümün konusuysa hakkının yendiğini düşündüğümüz oyunlar. Ancak baştan belirtelim: Bu liste kesinlikle “Bunların hakkı en çok yenmiştir, çünkü biz öyle diyoruz!” gibi bir çıkarım barındırmamakta ve yalnızca yazan kişilerin şahsi görüşlerini içermektedir. Yine de “Ah, şu oyunun da hakkı ne yenmişti, onu da yazsaydınız keşke!” dediğiniz oyunlar varsa yorumlara yazmayı unutmayın. Bakarsınız bir sonraki bölümde onlara da değiniriz… 🙂
Sözü daha fazla uzatmadan sizleri Writer’s Bloc… ehm, pardon, Blog dizimizin ilk yazısını okumaya davet edelim.
ELDER SCROLLS ONLINE
(Agmand – Altuğ Can Onat)
SANITARIUM
(Egzolinas – Mirac M. Kocatürk)
Her zaman söylerim: Bir macera oyununu macera oyunu yapan grafikleri veya bulmacaları değil, oyunu bitirdikten sonra oyuncuya verdiği o hazdır aslında. Bittikten sonra ekranın başında şöyle bir bakakalmasıdır. O uğraş verdiği, akıl yürüttüğü bulmacaları tamamlarken hikâyenin oyuncuyu sürüklemesi ve hikâyeyle birlikte kahramanın hisleri ile duygularını yaşamasıdır önemli olan.
İşte böyle oyunlar, oyunu oynadıktan yıllar sonra bile adı anıldığında yüzünüzde bir gülümseme oluşturur. Bu gülümseme, yaşadığınız o eşsiz deneyimin verdiği doygunluk hissinin tercümesidir adeta. Son zamanlarda oynadığımız oyunlarda bizi derinden etkileyen (Heavy Rain, Beyond Two Souls, Vanishing of Ethan Carter gibi) adventure oyunlarının hakkını veriyoruz. Özellikle grafik ve atmosfer açısından birer baş yapıt olan bu oyunların belki atası, belki de fikir babalarından birinin hiçbir zaman yeteri kadar yüceltilmediğini düşünüyorum ben. O oyunun adı Sanitarium.
1998 yılında DreamForge Entertainment tarafından geliştirilen Sanitarium’un üzerinden neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen hâlâ bize yaşattığı o deneyimi unutabilmemiz mümkün değil. Bir trafik kazası sonrası bilincini yitirip adını bile hatırlayamayacak duruma gelen kahramanımızı oynadığımız bu oyunda gözlerimizi kelimenin tam anlamıyla bir tımarhanede açıyor oluşumuz, maceramızın daha ilk dakikasından itibaren bize verdiği o merak duygusunu hiç köreltmeden oyunun sonuna kadar götürüyor.
Bir çırpıda oynanıp biten oyunlar arasında yer alacak kadar oyuncuyu hikâyeye ve atmosfere bağlayan oyunun yarattığı deneyim o kadar yüksek ki duygusal anlamda ciddi kırılmalar yaşıyorsunuz. Yüzünün yarısı yanmış ve erimiş bir kız çocuğunun yanına gidip “Yüzüne ne oldu senin öyle?” dediğimizde “Annem yaptı bunu bana. Daha güzel olmam için. Daha güzel olmuşum değil mi?” diye sorduğunda hangi birimizin boğazına bir yumru oturmadı ki? Ya da küçük kız kardeşinin istediği oyuncak ayıyı bulup da ona verdiğimizde hangimiz göz yaşlarımızı zor tuttuk?
Karakterin hafızasının yavaş yavaş yerine gelmesi ile aslında geçmişteki iç hesaplaşmalarının bilinçaltında dışa vurumunu yaşadığımızı anladığımız o sahneler! İnanılmaz bir atmosfer ve inanılmaz bir deneyim oluşturuyor adeta. Oyunu bitirdikten sonra oluşan duygu yoğunluğu ile neler döndüğünü kavradığımızda başa dönüp bir de o gözle görerek oyunun vermek istediği mesajları bir daha almak da çok keyifli bir deneyim sunuyor.
Oyunun grafikleri tabi ki dönemine göre iyi ama şimdiki teknolojinin yanından bile geçemeyeceği ölçüde basit olmasına rağmen kimi detayların oyuncunun zihnine bırakılmış olması hayal gücünüzle da ayrı bir hava katıyordu atmosfere. Zaten bir oyunda grafiğin önemli olmadığının, önemli olanın hikâye ve atmosfer olduğunun en önemli kanıtlarından biriydi bu oyun benim için.
O yüzden hakkı yendiğini düşündüğüm oyunlardan biridir Sanitarium. En azından hakkıyla yâd edemediğimizi söyleyebiliriz.
The Talos Principle… İşte hakkı yenmiş desek yeterli olmayan, anlatmaya çalışsak kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir oyun! Son üç gündür hakkında iki paragraf yazacağım diye nice kağıtlar büküp (lafın gelişi) köşeye fırlattığım The Talos Principle, tanımlaması cidden zor bir oyun! Ama sırf oyuna dair bir şeyler yazılsın namına şu kadarını ekleyebilirim: Hakkı yenmiş demenin hafif kaldığı bu şahane oyun, Serious Sam’in yapımcıları Croteam tarafından yapılmıştır – yani olur da oynamaya niyetlenirseniz, başta Serious Sam olmak üzere türünün örneği (bulmaca bazlı RYO) yığınla oyun hakkında bir sürü referanslar bekleyin.
Tarihin kayda değer bir kısmı genellikle yaratılışın nasıl ortaya çıktığı hakkında çeşitli yazıtlar ve mitolojilerle doludur: Antik Mısır zamanından şamanizme, oradan günümüz İbrahimî dinlerine kadar doğanın ve evrenin yaratılışını hep mistik ve ilahî bir tanımla açıklamaya kalkarlar. The Talos Principle’ın bize sunduğu ise birçok yönüyle bu mitolojilerden çok da ayrı bir noktada değildir; ancak tek bir büyük farkla: The Talos Principle’ın bize sunduğu mitoloji, sentetik bir mitolojidir ve merkeze aldığı kültürün sahipleri ise Androidler, nam-ı diğer yapay zekalardır!
Kısaca toparlamak gerekirse The Talos Principle, insanı strese sokmayan müzik ve atmosferiyle şahane bir görsel şölen, başta bariz olmayan hikâyesi ve olay örgüsüyle fazlasıyla başarılı bir oyun, sizden açığa çıkarmanızı istediği korkunç gizemleriyle eşsiz bir tecrübedir. Ve ne yazık ki bir çok oyuncu farkında bile olmadan bu eşsiz tecrübenin yanından elini kolunu sallayarak geçmektedir… Siz öyle yapmayın, bu tecrübeyi bizzat deneyimleyin!