NUMENERA TARİHÇELERİ: DOKUZUNCU DÜNYA’YA HOŞ GELDİNİZ!

Çağlar boyunca gece göğündeki yıldızların ve yıldız takımlarının yerini yenileri aldığından Dokuzuncu Dünya’nın gökyüzü, bizim görmeye alışık olduğumuzdan bir hayli farklı durumdadır. Bir milyar yıl içerisinde yörüngesi git gide büyümüş olan Ay, artık daha ufak görünmekle birlikte yalnız da değildir. Dünya’nın birçok bölgesinde bulutsuz gecelerde çeşitli renklerde ve şekillerdeki başka aylar da astronomiye meraklı olanlar tarafından gözlemlenebilmektedir. Bu ayların tam olarak ne oldukları bilinmemekle birlikte eski dünyalardan kalmış uydular, uzay araçları ya da yörüngede başıboş süzülen çeşitli atıklar olabileceğine dair teoriler bulunmaktadır. Ayın etrafında arada bir görülen yeşil çizgi ise daha da büyük bir gizemin konusudur: Kimisi bunun ayı cezalandırmak için etrafını saran bir ejderha olduğunu düşünürken kimisiyse bunun ayın yüzeyine sızmakta olan deniz suyu olduğunu savunur. Dyeunos olarak bilinen ve Ay’a tapınan bir grup, Ay’ın kendisi ve etrafındaki cisimler ile bunların sebep oldukları gelgitleri inceleyen detaylı kayıtlar tutmaktadır.

Ay ve Güneş dışında şu an günümüzde bilinen ve güneş sistemimizin içinde yer alan diğer gezegenler de zaman içinde çeşitli inanışlarla bağdaştırılmıştır. Venüs’ün Güneş’in hizmetkârı olduğuna dair bir inanç yaygındır ve insan yaşamına elverişli gözüken mavi-yeşil Mars’ın Dünya’nın şeytani ikizi olduğuna inanılır. Satürn, halkaları sebebiyle başında tacıyla dikilen bir imparatoriçeye benzetilir ve özellikle sanat eserlerinde sıkça boy gösterir; Jüpiter’in ise Satürn’ün muhafızlığını yaptığı iddia edilir. Neptün artık çıplak gözle görülemediğinden ötürü gizlilik ve kandırmaca gibi özelliklerle bağdaştırılmıştır. Bunun yanında “Lurker”  olarak anılan Uranüs’ün de gezegenin kendisi değil de kendi atmosferine sahip gri-beyaz metalden bir cisim olduğu düşünülmektedir; ancak bunu kanıtlayacak kesin bir bilgi de mevcut değildir.

Dokuzuncu Dünya’nın kendi etrafında bir tur dönüşü 28 saate denk gelir. Çağ Rahipleri’nin oluşturduğu takvime göre bir yıl 313 gün sürmektedir ve her biri 31 gün süren 10 aya bölünmüştür. Geriye kalan üç gün yılın sonu ve sonraki yılın başı arasında bölüştürülür; yılın son günü “Sığınak” olarak adlandırılır ve bütün borçların, kusurların affedildiği bir gün olarak kutlanır. 52 haftalık takvim çoğu toplum tarafından benimsenmiş olsa da liderlerinin doğum gününü yılbaşı kabul eden ve her lider değişikliğinde tüm takvim sistemleri karmakarışık olan bazı topluluklar da mevcuttur.

DEĞİŞEN TANRI VE NUMENERA’NIN AKINTILARI

lorekeeper-torment-ton-08

Değişen Tanrı

Bahsettiğimiz bunca uygarlığın gölgesinde kişilerin genellikle pek bir önemi olmasa da bahsetmeye değer bir adam bulunmaktadır: Değişen Tanrı. Bir zamanlar sıradan bir ölümlü nano olan Değişen Tanrı, kendinden geriye daha kalıcı bir miras, bir iz bırakma uğruna yaptığı araştırmalarda bulduğu kadim bir makinenin yardımıyla ölümsüzlüğe giden yolu keşfetmiştir. Kendi tasarladığı bedenlere bilincini aktarmayı başaran bu adam, böylece başka bedenler içerisinde yaşamaya devam eder. İlk bedenleri pek de kusursuz değildir ancak ona deneylerini sürdürmek ve mükemmele yaklaşmak için ihtiyacı olan zamanı kazandırır. Her bir bedeni bir öncekinden daha kusursuz, güçlü ve dayanıklı yapmaya devam eden bu adam, zaman içinde bedeninin sürekli değişmesi ve elinde tuttuğu bilgelik ve gücün artması nedeniyle Değişen Tanrı olarak bilinmeye başlanır. Ancak çok geçmeden keşfettiği bir başka gerçek de vardır: Bilinci bir bedeni terk edip başka bir tanesine geçtiğinde, terk ettiği vücut boş bir kabuk olarak kalmak yerine kendine ait yeni bir bilinçle canlanmaktadır.

Değişen Tanrı, ilk başta kendilerine “Kabuk” diyen bu bireyleri sahiplenmeyi dener ancak ölümsüzlük insanların yolu değildir ve yaşadığı sayısız hayat kendisini yozlaştırdığında Kabuklara karşı mesafeli olmaya başlamıştır. Zamanla Kabukları sadece kendi amaçları için kullandığı birer araç olarak görmeye başlayan Değişen Tanrı, böylece onlara karşı ilgisini tamamen yitirir. Ancak doğal olanın dengesini bozması, bedenden bedene yaşadığı hayatlar çok daha kadim başka bir varlığı uyandırıp ilgisini çeker. Sorrow olarak bilinen bu varlığın tek bir amacı mevcuttur: Ölümü aldatan bu sözde tanrıyı ve onun kenara attığı bedenleri bulup ortadan kaldırmak ve yaşamın doğal düzenini geri sağlamak. Böylece Değişen Tanrı’nın kenara attığı nihai beden doğar: Son Kabuk. Ancak onun hikâyesini başka bir zaman anlatacağız.

Değişen Tanrı, yaşadığı sayısız hayatlar ve yaptığı deneyler sırasında birçok önemli keşifte de bulundu. Numeneraların asıl gücüne erişim sağlayan “Akıntılar” da bunlardan biriydi. Akıntılar aslında insanlığın duygu ve dürtülerinin toplu bir yansımasıydı ve beş farklı renkle ifade edilirlerdi: Mavi, Altın, Çivit, Kırmızı ve Gümüş. Değişen Tanrı’dan önceki kadim uygarlıklar da bu Akıntıları ve güçlerini keşfetmişler ve kullanmaya çalışmışlardı ancak sonuçları pek de iyi olmamıştı. Bütün insanlar bu duygu ve dürtülere bağlı olduğundan manipülasyona açıktı ve sonuçları deliliğe varan boyutlarda olabilirdi. Her bir renk ise belli bir harekete, düşünce şekline bağlanıyordu:

Mavi Akıntı – Mantık, bilgelik, aydınlanma ve mistisizmin rengiydi. Bu renge meyilli insanlar genellikle filozoflar, bilim adamları ve hatta delileri içerirdi. Bir bilginin yok oluşuna en çok bu renk akıntının insanları üzülürdü.

Altın Akıntı – Empati, hayırseverlik, merhamet ve fedakârlığı gösterirdi. Bu renge yatkın olanlar başkalarına yardım etmeye hevesliydi. Gerçek ya da sahte azizler, filantroplar ve hatta toplumlarını önemseyen suçlular bu akıntıya dahillerdi.

Çivit Akıntı – Adalet, eşitlik, uzlaşma ve çoğunluğun iyiliğini düşünen hükümdarlar, haydutlar ve hatta tiranlar genellikle bu renkte akıntıyla bağdaştırılır. Çivit Akıntı’ya bağlı olanlar her türlü yaşamın kaybını (eğer olumlu bir etkisi yoksa) trajik bir kayıp olarak görürlerdi.

Kırmızı Akıntı – İhtiras, duygu, eylem, acıma ve şevk gibi duygular bu akıntıya bağlıydı. Kalbini izlemek isteyenler, anı yaşayanlar ve hayatı sonuna kadar tecrübe etmek isteyenleri içerirdi. Sanatçılar, devrimciler, yobazlar ve zevk ile sefa düşkünleri genellikle kırmızı akıntıya aitti ve herhangi bir konuda kısıtlanmak bu kişilerin başına gelebilecek en kötü şeydi.

Gümüş Akıntı – Takdir, güç ve şöhret hırsının rengiydi. Tarihte iz bırakmaya ya da başkalarını etkilemeye çalışan insanlar genellikle bu renge meyilliydi.

Peki bu durumda Son Kabuk kendini hangi akıntıda bulacaktı? Bunu da hep birlikte göreceğiz…

Kategoriler
Yazarlardan İnciler
“Çünkü klasiklerin klasik olmasının bir sebebi vardır. Özellikle de üzerine tüm hasar modifikasyonlarını bastığınızda.”
-Burcu (Amansızca Horizon: Zero Dawn överken)