Bölüm 5: Sosyal Ortam
Nasıl gidileceği, nerede kalınacağına dair konuştuk, böylece az çok kafanızda canlandırdığımıza göre yaptığım şeylere ve etkinliklere geçebilirim. Ama önce biraz ortamı anlatayım!
Her şeyden önce tavsiyem topluluğun parçası olmaya çalışmanız. BlizzCon topluluk için yapılan bir etkinlik ve bugün her ne kadar oldukça büyümüş olsa da işin özü değişmiş değil. İnternette böyle herkesin başka bir şeyden şikayet ettiği, herkesin birbirine laf sokma peşinde olduğu ortamı tamamen unutun arkadaşlar. Harika bir arkadaşlık ve destek ortamı var. Avrupa bölgesinden gelmeme ve oraya tek başına gitmiş olmama rağmen bile kesinlikle hiç yalnızlık hissine girmedim. BlizzCon parties, BlizzCon events falan diye biraz aratıp Facebook gruplarında gezip etkinlikler buldum… ki macera da burada başladı. İlk boş günüm Çarşamba’ydı ve ne yapacağıma dair fikrim yoktu. O sırada BrewCon’dan haberim oldu: Topluluktan bir grup butik barları gezeceklermiş. Başlamasına saatler kala discord kanallarına girdim, kimsin nesin demeden atla gel dediler. Hatta telefonuma internet almam uzadı, beklediler, bir kişi de surat yapmadı. Normalde Lyft için çalışan birisi, o sene BlizzCon’a gidemeyecek olmasına rağmen bizimle takıldı ve ücretsiz olarak taşıyabildiği kadar kişiyi taşıdı. Araba süreceği için içmiyor da öyle hiçbir getirisi hiçbir beklentisi yok. Ortam böyle bir ortam. Ponçiklik üst seviye.
BrewCon keyifliydi, öyle herkes kafasına göre birbiriyle konuşuyordu. Sonra zaten etkinliği düzenleyenlerle de konuştum, amaçları bu kaynaşmayı sağlamakmış. Gerçekten de o günkü tecrübem sayesinde BlizzCon’daki ortama çok daha hızlı uyum sağladım. BrewCon’a mutlaka bakın, bakmasanız da o rahatlığa kafanızı alıştırın. Etkinlik boyu kimin yanına gittiysem en ufak ters tepki almadım. Benim gibi muhabbete girme konusunda gerilen arkadaşlar için demem gerekir ki özel bir şey yapmadım. Katılabilir miyim diyip insanların arasına girdim. Sonra o ponçiklik bana da sıçradı zaten. Mesela 2. gün bir şeyler yemeyi düşünüyordum. Hangi büfeye gitsem derken benzer durumda birini gördüm, daha gergin görünüyordu. Bir şeyler yemeyi mi düşünüyorsun, beraber yiyelim mi diye yaklaştım, sohbet ede ede sırada bekledik. Sonra orada tek başına yiyen birini gördük, dedim gel, beraber o kişinin yanına oturduk. Üç çekingen insan (ben aralarında en aktifi kaldım) tatlı tatlı sohbet ettik. Derken elinde iki şarap kadehiyle bir hanım oturdu, o da katıldı. Geyik yaparak başladık, sonra derin konulara girdik. İşte bir “anne” olarak hayatını yönlendirme konusundan çekincelerinden bahsetti, başka biri kendi güvensizliklerine değindi, hani derin muhabbetlere girdik. Sonra öğrendik eşi Blizzard’da yüksek seviye kişilerden biriymiş, bu arada yanına oturduğumuz kişinin Almanya’daki dövmecisinin numarasını falan aldı, hani böyle… nasıl bir ortam bu ya, ne güzel bir ortam bu hisleriyle dağıldık sonra.
Başka bir sefer katıldığım bir masada EA’den bir oyun tasarımcısı vardı, tüm masa hepimiz sırayla hayalimizdeki oyun konseptlerini anlattık, sonra tasarım kısımlarını tartıştık. Başka bir sefer de telefonu şarj etmek için duvar kenarına oturmuştum, yanımda bir Medivh cosplayer’ı vardı. Medivh naber ya diye lafa girdim, iyi ama benim çırak hayırsız biraz falan diye geyiğe vurdu, sonra yarı geyik yarı roleplay muhabbet ettik. Başka bir sefer birisiyle Diablo videosu konusunda ABİ ÇOK ACAYİP DEĞİL MİYDİ HUAAA diye karşılıklı gazlandık, sonra öğrendim adam WoW’da 3D modelciymiş, BfA zırhları üstüne falan çalışmış. Ben böyle ABİ ÇOK İYİYDİ AMA BEN ÇOK MEMNUNUM ŞU AN ROGUE‘UMUN TİPİNDEN!! SÜPERSİNİZ YEA diye gazlandım, adam böyle çok mutluluk ve gururla doldu falan. Başka bir sefer Terran Gregory bize Chris Metzen’in seslendirme öncesi kendini nasıl hazırladığını gösterdi… Kabaca bir süre orc sesiyle son seviye bağırarak…
Ne bileyim işte rastgele yerlerde birbirine For the Horde! diye bağıranlar… Bir sefer birisi erkekler tuvaletine girdi, For the Alliance! diye bağırdı, içerideki herkes aynı anda “nope” dedik, sonra hepimiz güldük eğlendik. Böyle kostümlerle gezen çocuklardan tutun da tahminen 60 yaşlarında çiftler; Amerika’nın ve dünyanın dört bir yanından insanlar… Cidden ayrı bir tecrübeydi. Üstteki kısmı nefessiz yazdım zira bu anılar (ki çok daha fazlası var) Lilith heykelini görmekten, heşteg bilizkooon diye selfie çekmekten kat kat daha önemli ve keyifli. Benim gibi internet olumsuzluklarından sıkılan, oyunlardan keyif almayı amaçlayan, firmaların fanı olmayı kötü görmeyen biriyseniz çok daha fazla eğleneceğinizi garanti ediyorum.
Benim genel stratejim şuydu: Ana panellere gitmek yerine ufak panellere ve diğer şeylere odaklanmak. Bu kararı aldığıma da çok memnunum. Evet, Diablo 4 sistemlerini o sırada öğrenmek, belki bir de soru sormak ilginç olabilirdi ama o ana salona giden sıraya girip saatlerimi Diablo ve WoW panellerine vermektense gezmek, insanlarla konuşmak, yan etkinlikleri yakalamak beni çok daha memnun etti. O panelleri zaten sanal bilet üstünden izledim. Nelere gittiğimi anlatayım!
Bölüm 6: Etkinlikler
Tabii ki önce açılış seremonisine katıldım. Mythic Stage’e gitmeye çalıştım ama yetişemedim, hemen yandaki WoW sahnesine geçtim. Orada içecek bir şey için sırada beklerken Ion’cığıma denk gelip bir fotoğrafa çektirdim. Böyle olması da iyi oldu galiba çünkü ana salonda teknik bir sıkıntı yaşanmış, bazı salonlarda zaten “çocuklara uygun” gösteriler yapıldı. Biz hem büyük sahnedeydik hem de herşeyi izledik ve kesinlikle Con’un en unutulmaz kısımlarından biriydi.
Yani bir tarafta Diablo 4’ün açıklanmasına şahit olmak falan gibi bir durum var ama galiba en güzel kısmı o harika videoları dev bir ekranda, yüzlerce kişiyle izlemekti. Hani D4 videosunda herkesin birbirine bakıp “…abi Blizzard mı bu, ne izliyoruz şu an, NELER OLUYOR??” bakışları atması ya da Lich King Sylvanas’ın kafasına DAĞ?? atınca hep beraber yükselmek, sonra Sylvanas’ın zincirleri, miğferi alması, giyeceğini düşündürmesi, parçalamaya başlaması ve başarıp göğü yarması sırasında gittikçe herkesin gittikçe daha da delirmesi, Overwatch videosunda herkesin duygulanması (hayır canım, HİÇBİRİMİZİN gözü falan dolmadı, ne alakası var??)… Evde izlemekten çok daha heyecan vericiydi kesinlikle!
Profesyonel tarafım için kariyer ve şirket kültürü paneline gittim. Bu paneller her zaman keyifli oluyor. Blizzard’da çalışan insanların da girmeden önce endişeler yaşamış olmaları, neredeyse hepsinin en az bir defa reddedilmiş olması gibi şeyleri duymak insana şevk veriyor. Hani Blizzard’da çalışmayı düşünmeseniz bile “Blizzard’da çalışmayı başarmış insanlar bile zorluk yaşadıysa ben de yaşarım” diye motivasyon kazanmak mümkün. Hepsinin çok mütevazı olması da ayrı hoştu, mutlaka her ortamda egolu insanlar olur ama genel ortamın güzelliğini görmek hâlihazırdaki şirketinde bunu bulamayan bir profesyonel olarak bana ümit verdi.
Pek sevdiğim Carbot’un paneline maalesef geç kaldım ama yetişmeyi başardım yine de. Carbot panelinde çok fazla genç vardı o dikkatimi çekti. Belki on beş yaşında arkadaşlar animasyon teknikleri üzerine sorular sordular, notlar aldılar. Ben de sonrasında gidip Carbot’la fotoğraf çektirdim işte. Bu arada Carbot gerçek hayatta, orada görüldüğünden DAHA DA minnoş bir adammış. Eşi de kendisi de pek eğlencelilerdi.
En az seremoni kadar etkileyici bir panel de Warcraft ses aktörleri paneliydi. Merak eden arkadaşlar görmüştür belki, standart muhabbetlerin üstüne yaptıkları çalışmalara girdiler ve tiyatro seviyesi çalışmalar yaptıklarını gördük. Üstüne Thrall ve Saurfang ses aktörleri arasındaki böyle bir çalışmanın kaydını izledik. Hem genel olarak çok ilginçti hem de Metzen’i o modda görmek çok keyifliydi. Sonra utanmadan gidip sahnede birkaç videoyu tiyatro gibi oynadılar! Bunu canlı izlemiş olduğuma gerçekten çok memnunum!
Bu ana etkinliklerin yanında bahsettiğim ufak tefek şeylere katılmak (Joeyray’s Bar gibi) açıkçası paneller kadar keyifliydi. İşte bir yerde Lego’dan bir Overwatch mozaiği vardı. Dev bir mozaik düşünün, karelere ayrılmış. Her kare 4 renk. İçeri giriyorsunuz, elinize yatay, ince, 4×4 çıkıntılı bir Lego veriyorlar. Sonra orada Lego kutuları var, oradan yine ince, 2×2 parçalar var. Doğru 4 rengi bulup takıyorsunuz elinizdeki parçaya, sonra oradaki görevlilere veriyorsunuz, takıyorlar doğru yere. Saçma gelebilir ama o Lego parçalarını alırken karşılıklı “Off acaba 4 doğru rengi bulabilir miyiz arkadaşlar? Bence yaparız”, “Gerçek Overwatch proluğu budur” geyikleri ve bir parçasını da sizin yapmış olmanız falan işi çok keyifli kılıyor.
Onun dışında imza alınabilecek bir dizi kişi vardı. Christie Golden, Samwise gibi efsanelerle tanışıp imza atarken iki laflayabilmek falan çok hoştu. Yine ortamın nasıl olduğunu anlatmak için bir örnek vereyim: O imza kuyruklarının olduğu yerde aynı zamanda kitap satışı da vardı. Birisinin sırası geldi ama kitabı oradan alacağını düşünmüş. Görevli, çocuğu (çocuk diyorum ama genç işte) sıradan çıkarıp kitap almaya yollamak yerine rafta öyle gösteriş amaçlı duran kitabın birini açtı, çocuğa verip “Ben bunu sana vereyim, çıkışta ödemesini yaparsan sevinirim” diye bıraktı. Bir kere de arkasından bakmadı, kimseye kaş göz yapmadı.
Bölüm 7: İstiklal Marşı ve Kapanış
Yani arkadaşlar, “özetle” harika bir tecrübeydi. Açılış seremonisi gibi önemli kısmından tutun da yemek kuyruğunda yapılan muhabbete kadar her anından ayrı keyif aldım. Bir daha normal şartlarda yolumun kesişmeyeceği bir dizi insanla tanıştım ama başka bir yerde karşılaşırsam 10 yıllık arkadaş gibi sarılıp merhabalaşacağız muhtemelen. Internetin toksik ortamı olmadan insanlarla oyun konuşabilmek, bir şeylerin “fanı” olmanın ne anlama geldiğini anlayan ve prim yapmaya değil de birbirine güzel bir ortam yaratmaya çalışan insanlarla bir araya gelmek, üstüne bunun hepsini Blizz çatısı altında yapmak gerçekten inanılmazdı. Blizzard fanıyım diyen herkese -eğer maddi durumunuz izin verirse- hayatınızda bir kere yapmayı kesinlikle tavsiye ediyorum. Bunun gibi üç tane yazı yazsam da unutacağım ya da gerçek hislerini anlatamayacağım şeyler olacaktır. Gidin, görün, yaşayın. Giderseniz bana da haber verin, kim bilir belki orada karşılaşırız!
Bu yazı bir nevi Blizz fanlığına adanmış olduğuna göre, yazıyı gelmiş geçmiş en sevdiğim oyundan bir sözle kapatıyorum.
En Taro Adun, okuyucular!