Bir zamanlar bir hiçken kimisinin korktuğu ve kimisinin de eskiden Yor’a baktıkları gibi baktıkğı bir insan hâline geldim. Bazıları için bir tanrı, bazıları içinse bir böcektim… Şu ana kadar. İnsanların benim hikâyemi dinlemeleri gereken vakit geldi.
Bilhassa da senin.
Her zaman başına bir şeyler gelen, sağa sola sürüklenen kişiler olduk. Gezgin geldiğinde ilk kutsananlardan biri değildik ama Karanlık geldiğinde ilk hedef bizdik. En azından bana anlatılan hikâyelerde sürekli dinlediğim buydu.
Karanlık Çağ’ın neredeyse sonunda doğdum ama Şehir Çağı’na giremeden insanlığın düşmanları benim içimdeki umut ışığını öldürmeyi çoktan hedef edinmişlerdi.Çok küçüktüm. Açık konuşmak gerekirse ailemin yüzünü bile zar zor hatırladığımı söyleyebilirim. Unutmadığım tek şey o hırs dolu, vahşi yaratıkların ailemi öldürdüğüydü. Günümüzde hâlâ var olan bu tehdide “Işıksız” diyorlardı ve ailemi benden kopartıp almışlardı.
Ailemle birlikte iyi bir yaşam ihtimalini de benden söküp aldılar… Işıksızların sürekli saldırıları sonucu insanlar kaçmaya başladı; bilindik son hedeflerinden biri de ben, ailem ve yaşadığımız yer olunca içinde bulunduğumuz topluluk daha güvenli bir yere doğru göç etmeye çabaladı. İnsanların kulağına Gezgin’in hemen altında insanlar ile dirilenlerin toplandığı bir yerleşim kurulduğu ve gittikçe genişlediği, güçlendiği bilgisi gelmişti.
Benim de o insanları takip etmekten başka bir çarem yoktu. Hem bir çocuk böyle bir şoktayken başka ne yapabilirdi ki? Göçmenler arasından bir adam beni sahiplendi. Belki yasal yollarla gidip kağıtları imzalayarak velayetimi almadı ama beni önemsemesi yeterliydi. Böyle bir dünyada, böyle bir durumda ailesi olmayan bir çocuğun en çok ihtiyaç duyduğu şey belki de buydu. Tabii sahiplenmek ve yemek vermek dışında umudun sadece rüzgârsız bir ortamda ölmekte olan bir ateş olduğu yaşamlarda sevgi benim için en önemlisiydi. O beni çocuğu gibi seviyordu ve ben de zaman geçtikçe ona baba diyebilecek kadar yaklaşmıştım belki de.
Göçmen grubu olarak Son Şehir‘e yakınlaştığımız sırada Palamon adında, güvenliği normal köylerden daha yüksek bir yer gördük. Herkesin üstüne çöken yorgunluk ve açlık bizi bitirmişti. Daha fazla devam etmek yerine bir süre orada barınmak en mantıklısıydı. Başlarda ara ara ilerlemek ve yola devam etmek hakkında konuşmalar yapıldı; bir süre sonraysa bu konuda kimse ağzını bile açmamaya başladı. Palamon, alışabileceğimiz bir ev olarak harika fırsatlar sunmuştu ve belli ki kimsenin de daha ileri gidecek azmi kalmamıştı. Hem kar ve kışın av aradığı bir dağda böylesine bir yer bulmuşken daha fazla riske girmeyi kim isterdi ki?
Palamon’da hayat normal diyebileceğimiz bir düzeye dönüşmüştü. Şehrin polis ve yargı kısımlarıyla ilgilenen, şehrin “yöneticisi” diyebileceğimiz Loken adında bir adam vardı. Bana sorarsanız hiç bir zaman kötü bir niyeti olmadı; iyi bir insandı. İyiliğini dışarı yansıtmak için fazla yorulmuş ve yıpranmış birisiydi sadece. Yine de insanların güvenliğini önemseyip kolluyordu. Her ne kadar ulaşması zor bir yerde ve Son Şehir’e nispeten yakında da olsak Işıksızlar’ın bizi tacizi sürüyordu.
Tam da işler ciddileşmeye başladığı sırada halkın ana giriş kapısı etrafında toplanmaya başladığını gördük. Biz de ne olup bittiğini merak ederek beni sahiplenen babamla birlikte kapıda toplananlara katıldık. Şehre gelenler sıradan ziyaretçiler değildi; Son Şehir’den yollanan özel kişilerdi! Hatta aralarında bize hikâyelerde bahsedilen, övülen, asla kötülük yapmayan ve her zaman doğrunun yanında yer alan üç tane “Dirilen” de vardı; kendilerine artık “Gardiyan” diyorlardı.
Çok heyecanlanmıştım! Anlarsınız ya, böyle bir hayat yaşayan bir genç heyecanını nasıl saklayabilirdi ki? Üvey babamın beni sıkıca tutan kollarından kurtulup bir tanesinin yanına koştum. Silahı çok güzeldi! Sebebini sonradan öğrensem de o zamanlar bilmiyordum… Silahıyla aramda sanki özel bir bağ kurulmuş gibiydi. O sırada Gardiyan’a ait olan küçük, garip bir cisim bana bakıp duruyordu ama silah o kadar ilgimi çekmişti ki etraftaki hiçbir şey umurumda değildi. Gardiyan silahı bana uzattı… Kalbim neredeyse duracak gibiydi. Heyecanla önce üvey babama, sonra da etrafımdakilere baktım. Herkes gözlerinde kurtulmuş olmanın rahatlığıyla bana bakıyor ve adeta “Hadi, al bakalım!” diyorlardı. Büyük bir istekle silahı elime aldım; çok ağırdı. Barış ve refahın bedelinin de bu kadar ağır olacağını o zamanlar düşünememiştim.
Gardiyanlar geldikten sonra her şey daha da normale döndü. Işıksız saldırıları Gardiyanların etkisiyle durmuştu ve herkes kendini yine güvende hissediyordu. Palamon artık güvende olmasına rağmen Gardiyanlar kendi şehirlerine dönmek yerine burada kalma kararı aldılar. Şehirde var olan suç oranı azaldı ve ben, bana silahını uzatan Gardiyan ile zaman içinde çok yakın arkadaş oldum.
İsmi Jaren’dı; Jaren Ward. Bana uzattığı silahın bir efsane olduğunu ve sadece adaletin ne olduğunu bilen birisi tarafından tutulabileceğini söyledi. O an her şeyi aşabileceğimi düşünmüştüm; her şeyden güçlü olduğumu.
Jaren değişik bir insandı. Palamon’da her çeşit insan vardı; herhangi başka bir yerde de olduğu üzere iyi ve kötünün çeşitli tonlarında bir sürü insan vardı ama o bu tanımlardakinden daha bir farklıydı. Herkes ona öyle güveniyordu ki sanki bu adam doğruluğun vücut bulmuş hâliydi. Adaleti kendi ellerine almıştı. Bu durum herkesi mutlu etmedi tabii… Loken işlerin kendi yoluyla işlemesine çok alışmıştı. Bir gün dışarıda bağrışmalar ve çığlıklar duyunca üvey babamla birlikte bakmaya gittik. Loken yanına birkaç adamını almış, Jaren’ı kenara sıkıştırmıştı. Hepsinin silahı Jaren’a doğrultulmuş iken adamlarının gözünde yanlış bir şey yaptıklarını bildikleri adeta parlıyordu. “Burası benim şehrim; senin değil, Gardiyan!” diye gürledi Loken. Sonra bir silah sesi yankılandı. Jaren, kimse kılını bile kıpırdatamadan “Son Söz”ü çekmiş ve Loken’i tam alnının ortasından vurmuştu. Loken’in adamları çekildi. İçlerinde bir yerde zaten Jaren’ın haklı olduğunu biliyorlardı. Jaren, gerçekten de konu hakkındaki “Son Söz”ü söylemişti. Adalet, doğruluk… Bunlar tek bir kişinin eline kalan ve yönetilmesi gereken kavramlar değildi; zaten vardılar ve bize düşen görev bunları korumaktı. O yüzden “Gardiyan” kavramını Jaren herkesten daha çok özümsemişti.
Bu noktadan sonra Jaren, Palamon bölgesinin koruyuculuğunu üstlendi. Palamon yakınlarında birkaç Işıksız kampı keşfeden geyik avcılarının getirdiği haberler üzerine Palamon’daki en iyi üç avcıyı alıp araştırmaya gitti. Jaren uzakta bu Işıksızlar’la ilgilenirken Palamon’u yeni bir Gardiyan ziyaret etti. En az Jaren’ın geldiği günkü kadar heyecanlanmıştım. Bu kadar güçlü varlıkların dikkatini üzerine çeken Palamon belki de sandığımızdan çok daha önemli bir yer olacaktı! Tek bir sorun vardı: bu Gardiyan diğerleri gibi değildi; çok daha soğuk ve mesafeli birisiydi. Diğer Gardiyanlar etraflarına ışık saçarken… bu adam çevresine sanki karanlık saçıyordu!
O ilk izlenimimin ne kadar doğru olduğunu çok geçmeden anladım. Yerli halkla Gardiyan arasında çıkan bir tartışma sonucu adam herkesi acımasızca katletmeye başladı. Ona ateş edenleri ve etmeyenleri, masumları ve suçluları, çocukları ve aileleri gözünü kırpmadan katletti. Üvey babam da bunların arasına dâhildi. Sanki Gardiyanlar insanları korumak için var olmuşken bu yaratık onları yok etmek için yaratılmış gibiydi…
Yor adındaki adam işini bitirdiğinde yanıma geldi. Beni öldüreceğinden o kadar emindim ve öldürmesini o kadar çok istiyordum ki… Ama o sadece gülümsedi ve yoluna devam etti.
Jaren ve ekibi avdan geri döndüklerinde Palamon’un hâlini gördüler. Hemen yanlarına koşup olan biteni, gördüğüm dehşeti anlattım. İlk şok ve korkuyu atlattıktan sonra ne yapacağımız konusunda konuştuk. Daha doğrusu onlar konuştu. Son sözü tabii ki Jaren söyledi. Yor adındaki Gardiyan’ı araştırıp bulacak ve adaletin yerini bulduğundan emin olacaktık. Palamon’da yaşanan olaydan sağ kurtulan bir avuç kişi, avcılar ve Jaren’la birlikte yola çıktık. Yolumuz uzundu…
Yıllarca süren eğitim sonrası hepimiz kendi başının çaresine bakabilen savaşçılar olmuştuk; ne de olsa bir Gardiyan tarafından eğitilmiştik… Jaren benim sadece öğretmenim değil aynı zamanda akıl hocam da olmuştu. Onca yıl sonra hayatımdan iki tane baba figürü gelip geçmiş olmasına rağmen benim bir “baba” idealine en yakın bulduğum kişi oydu. Sadece bana karşı değil; insanlığa, yanlışa, karanlığa karşı duruşu benim onu hayranlıkla izlemem ve takip etmem için yeterliydi.
Etrafına karanlık yayan Gardiyan’ın izini sürdük, bulabildiğimiz tüm ipuçlarını topladık ve nihayet aradığımız sonuca ulaştık: Palamon’daki katliamın sorumlusu “Dredgen Yor” ismini kullanmaktaydı. Eskiden Rezyl Azzir olarak bilinen ve ilk Dirilenler’e ait bir kişiydi. Işık tarafından kutsanmış, onun yolunda savaşan birinin nasıl böyle bir katliam yapabileceğine inanamasak da gerçek buydu ve bizim inanmak istemeyişimizin bu gerçek karşısında bir değeri yoktu. O sırada bilmediğimiz asıl önemli detay ise bulduğumuz izin, peşindeki avcıları fark etmiş olan Yor tarafından kasti olarak bırakılmış olduğuydu. Yor bizi gafil avladı ve grubumuzdan Brevin, Trenn ve Mel’i o tiksinç, deforme silahıyla öldürüp kaçmayı başardı.
Bu pusu grubumuzun moralini çok ağır bir şekilde bozguna uğrattı. İçinde bulunduğumuz bu karanlık ruh hâlindeyken bile Jaren bizi bir arada tutmaya ve elde etmeye geldiğimiz adaleti sağlamak için ne kadar sebebimiz olduğunu vurgulamaya devam etti. Jaren, Yor’u gerçekten de adalet sağlamak istediği için avlıyordu; intikam için değil… Bense onun tam tersiydim; intikam istiyordum ve adalet umrumda değildi.
Kendimiz biraz daha toparladıktan sonra Yor’un izini takip etmeye devam ettik. Fakat izler gittikçe azalıyor, eskiyordu. Jaren ise bunun iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Kamp yaptığımız bir alanda Işıksız iskiflerini görünce grubumuzdan Kressler ve Nada panik yaptı. Haksız da sayılmazlardı. Birlikte büyüdüğümüz insanlar dünyanın en azılı seri katili tarafından soğukkanlı bir şekilde öldürülmüştü; kim olsa sarsılırdı. Ama ben değil… Ben korkmak ya da paniklemek yerine Yor’u bulmak için yanıp tutuşuyordum.
Jaren onların endişesini dindirmek için gidip etrafı kolaçan edeceğini söyledi. Ancak gidişi o gidiş oldu… Çok uzun bir sessizlik ve tedirginliğin ardından uzaklardan iki el silah sesi geldi: Birisi kanımızı donduran, Yor’un silahı “Diken“den… diğeri ise Jaren’ın silahı “Son Söz”den.
İzlerin azaldığını gören Jaren, avının kendini gizlemeye çalıştığını anlamış olmalıydı. Yakınlarda olduğundan şüphelenince de etrafı kolaçan etme bahanesini kullanarak bizi korumak için Yor’u uzağa çekmeye çalışmıştı. En azından benim tahminim buydu. Bu düellodan kimin galip geldiğini bilmediğimiz için sessizce beklemeye devam ettik.
Yola devam etmek isteyen diğerleri hâlâ endişeliydi ve bu endişe onları sıklıkla yoldan uzaklaştırıyordu. Öğlen bile olmadan benim bütün ısrarlarıma ve Jaren’ın onlar için yaptıklarına rağmen yola devam etme kararı aldılar. Bugün dönüp baktığımda onları suçlayamıyorum. Ben ise gruptan ayrılıp silah seslerinin geldiği yere doğru gitmeye karar verdim. Ya Yor’u ölü ve Jaren’ı yaralı bulacaktım ya da Jaren’ın cesedini gördükten sonra ben de ona katılacaktım. Kararlı bir şekilde ilerlerken Jaren’ın Hayalet‘i sendeleyerek bana doğru yaklaştı. Yanında Son Söz’ü taşıyordu. Beni Palamon’da, uzun zaman önce ilk incelediği gibi süzdükten sonra bende de Gezgin’in ışığının bulunduğunu ve benim de bir Gardiyan olabileceğimi söyledi. O an düellodan galip ayrılanın Yor olduğunu anladım ve Hayalet’in teklifini gözümü kırpmadan kabul ettim; Son Söz ve Jaren’ın Hayalet’i artık benimdi. İçime dolan ışığa rağmen büyümeye devam eden nefretle birlikte Yor’un peşine düştüm. Çok da uzun süre aramam gerekmedi, sanki o da kasten bulunmak istiyordu.
“-İşte buradasın. Bu gerçekten de bir son…
-Benim değil; senin sonun.”
Shin Malphur ve Dredgen Yor’un son konuşması
Yor, intikam için onun peşine düşeceğime güvendiğini ve etrafımdakileri özellikle bu yüzden öldürdüğünü söyledi. Beni de kendisine benzetip o iğrenç, yozlaşmış “barış” idealine yardım etmem için… Bir anda içimdeki nefret Yor’u neden öldürmeye gittiğim düşüncesiyle birleşti. O ana kadar hiç hissetmediğim bir güç hissettim: Parlıyordum; silahım altına dönüşmüş ve nefretimin alevleriyle güçlenmeye devam ediyordu. Yor daha silahını bile çekemeden öldü. Onun tiksinç cesedi yere düştüğünde her şeyin bittiğini zannetmiştim. Hayattaki amacımı, görevimi yerine getirmiştim. Ama aslında çok yanılıyordum; zira her şey aslında şimdi başlıyordu.
Yor’u öldürmemin üzerinden yıllar geçti. Bazı detaylarını benim bile unutmaya başladığım hikâye ve “Altın Silahlı Adam” efsanesi insanlar arasında anlatılmaya devam ediliyordu hâlâ. Herkes önümüzde başka bir tehdit yokmuş, tehlike sona ermiş gibi davranıyordu ama yanılıyorlardı. Yor’un adımlarını takip eden bir grup ortaya çıkmıştı. Onun gömülü kalması gereken karanlık geçmişini araştıran yeni Gardiyanlar türemişti. Yor’un ideallerini ve güçlerini paylaşan bu yeni grup, benim inandığım her şeyi tehlikeye atıyordu.
“-Peki bu konuda ne yapmayı düşünüyorsun?
-Yapılması gerekeni.”
Shin Malphur ve Hayalet’i arasında geçen bir konuşma.
Böylece çok zor bir karar aldım ve gölgelerin arasına daldım. İsmimi değiştirdim; artık Gardiyanların cirit attığı Son Şehir’deki Kule‘nin koruyucularından biri olan Zyre Orsa olarak biliniyordum. Kendime Yor’un gölgesini takip eden bir kişilik yarattım ve benim gibi Yor’un geçmişiyle ilgilenen başka bir Gardiyan olan Teben Gray ile birleşerek Yor’un Gölgeleri adındaki grubu kurduk. Bu benim Yor’un mirasına çekilen ve onunla aynı ideallari paylaşan kişileri bulup sonlandırmak için oluşturduğum, başka kimsenin bilmediği bir plandı. Endişelerimi Öncü liderlerinden Ikora Rey ile paylaşmayı denemiştim ancak o benim durumu objektif değerlendiremeyecek kadar kişisel aldığımı söyledi. Ben öyle düşünmüyordum. Oluşturduğum bu tarikat içerisinde Yor’un silahı Diken’in karanlıktan temizlediğim bir kopyasını kullanan Gardiyanlar, Kröze‘de diğerleri gibi eğitim amaçlı değil, kana susamışlıklarını dindirmek için savaşıyorlardı. Ancak artık durdurulmaları gerekiyordu.
Tarikat içerisindeki lakabım olan Dredgen Vale olarak Altın Silahlı Adam’ın bizi avlamak için geldiği yalanını yaydım. Böylece tarikat korku içinde dört bir yana dağılacak, iletişimleri azalacak ve benim onları bulup teker teker avlamam çok daha kolay olacaktı. Ancak planım pek de beklediğim gibi gitmedi. Çoğunun izini kaybettim… en azından bir süreliğine.
Kendine Drifter diyen bir dolandırıcıyla tanıştım. Sürekli bir oyun çevirmeye çalışan bu adam karanlıkla çevriliydi ancak içinde ışık da vardı. Ne sıradan bir Gardiyan gibi ışıl ışıldı ne de Yor kadar zifiri karanlığa batmıştı. Kendine has bir içsel denge ve anlayışı vardı. Drifter’dan aldığım bilgilerle tarikatın izine tekrar kavuştum ve en yakın ipucu olan Callum Sol adındaki Gardiyan’ın peşine düştüm. Callum’u bulduğumda kendisini defalarca kurtarıp diriltmiş, biricik yoldaşı olan Hayalet’in gözüne Diken’in bir parçasını saplayarak öldürecek kadar karanlığa sapmıştı. Kendimi açığa çıkarttım ve beni gerçek kimliğimle görmesini sağladım.
“-Size bir şans verdim. HEPİNİZE bir şans verdim. Size onu takip etmeyin dedim!
-Sen ve ben aynıyız. Sadece bazen yanlış şeyleri doğru amaçlar doğrultusunda yapıyoruz.
-Gerçek bir mürit gibi konuştun. Eğer son bir sözün varsa şimdi söylemenin sırası.
-Hepimizi asla öldüremeyeceksin.
-Benim yapmama gerek yok. Siz kendinizi öldürtüyorsunuz zaten.
*Silah Sesi*”
Callum Sol ve Shin Malphur arasında geçen son konuşma.
Callum şansını boşa harcamıştı, kurtarılması mümkün değildi. Beni öldürmeye çalıştı ama Yor’u nasıl öldürdüysem onu da gözümü bile kırpmadan aynı şekilde öldürdüm. Muhtemelen kayaya yapışmış o değersiz gölgesini görmüşsündür. Ondan geriye kalan bir tek o gölge oldu…
“Son Söz” benim olduğu kadar senin de hakkın. Beraber bu karanlığa bir son verip güç için kendisini karanlığa vermiş olan Gardiyanları ortaya çıkartmalı ve haklarından gelmeliyiz. Onlar karanlığın adımlarını izliyorlar… Dredgen Yor’un gölgesi gibi.
Ben, Altın Silahlı Adam’ım; Zyre Orsa’yım; Dredgen Vale’im; tarihteki İlk Silahşör’üm.
Ben Shin Malphur’um.
Ve Son Söz artık sende, Gardiyan.
“Sen ve senin gibi birkaç kişi, Işık ve Karanlık arasında bulunan bu ince çizgide yürüyebilen nadide savaşçılarsınız. Bununla birlikte sana soruyorum: Bu göreve hazır mısın? Yoksa ben onca şeyi efsane olmaya hazır olmayan bir kahraman için mi inşa ettim?”
Shin Malphur, Kızıl Savaş Kahramanı olan Gardiyan’a