Kadimler Savaşı ve ardından yaşanan Büyük Bölünme’nin üzerinden dokuz bin yılı aşkın bir süre geçmişti. Azeroth toprakları bu süre içerisinde gerçekleşen olaylar yüzünden Titanlar’ın bir zamanlar yapmak için uğraştıkları o huzurlu ortama bir türlü kavuşamamıştı.
Vrykul atalarından evrimleşen insanlar, zaman içerisinde Doğu Krallıkları’na yayılmışlar ve güç sahibi olmuşlardı. Ancak özellikle Dalaran şehir devletinin serbest büyü kullanımı konusundaki politikası sebebiyle iblislerin dikkati tekrar Azeroth’a dönmüştü. Bu durum kontrolden çıkmaya öylesine müsaitti ki insanlar, kuzeydeki komşuları asil elflerden yardım istemek zorunda kalmış ve Tirisfal Konseyi adıyla anılan bir topluluk oluşturmuşlardı. Aralarından bir kişiyi “Muhafız” olarak seçen bu topluluk, güçlerini kalıcı olarak bu kişiye aktarmanın yolunu da bulmuştu.
Aradan geçen binlerce yıl boyunca birçok Muhafız görevlendirildi. Geleneğe bağlı kalan bu Muhafızlar, bir yüzyıl boyunca Azeroth topraklarını koruyor ve vakti geldiğinde güçlerini geri veriyorlardı. Böylece yeni bir Muhafız seçiliyor ve yeni bir dönem başlıyordu. Ancak her yüzyılda bir gerçekleşen bu değişim, Kara Geçit’in açılmasından 823 önce farklı bir yola sapacaktı.
Scavell adındaki oldukça zeki bir Muhafız, görevinin son günlerinde kendisinin yerini alacak ve Muhafızlık görevini üstlenecek uygun bir aday bulmakta zorlanıyordu. Tirisfal Konseyi ile sıkı bağları olan bu Muhafız’ın yüzyıllık görev dönemi sona ermek üzereyken kendisine bir teklifle gidildi: Yeni bir Muhafız adayı bulana kadar görevde kalması isteniyordu. Scavell bu durumdan pek hoşnut olmasa da mecburen kabul etmek durumundaydı zira Azeroth’u iblislerden koruyacak birinin atanmaması kabul edilebilir bir şey değildi.
Geçen birkaç yılın ardından Scavell, aralarından seçeceği birinin Muhafız olabileceğini düşündüğü birkaç çırak edinmişti. Sıkı bir eğitim verdiği öğrencileri arasında yalnızca bir tane kadın bulunuyordu. Erkek öğrenciler bu insan kadınıyla durmadan dalga geçiyor ve asla yetenekli bir büyücü olamayacağını söyleyerek onu yeriyorlardı. Ancak büyü konusunda ne kadar yetenekli olduğu gösteren bu kadın, Meitre Parşömenleri adı verilen ve asil elf büyücülerinin bile çıraklıklarının ilk on senesinde okuyamadıkları büyülü yazıtları henüz ilk senesinde kullanmayı başararak Muhafızlık konumuna gelmeyi hak eden öğrenci oldu. Bu kadın Magna Aegwynn’den başkası değildi.
Aegwynn oldukça zeki ancak bir o kadar da inatçı bir kadındı. Büyü kullanımı söz konusu olduğunda eşi benzeri görülmemiş bir yeteneğe sahipti ve Konsey’e göre mistik güçleri kullanmakta üstüne yoktu; ancak Aegwynn, Konsey’in politik konumundan ve yönetimle olan bağından memnun değildi. Ona göre Konsey, iblislerle olan savaşında yeterince aktif davranamıyor ve yeri geldiğinde mevcut yönetimi memnun edebilmek için tartışmalı kararlar vererek Muhafız’ın işine gereğinden fazla karışıyordu. Bu yüzden bazı durumlarda başına buyruk hareket etmeyi tercih ediyordu; ancak oldukça başarılı bir Muhafız’dı ve bu yüzden Konsey, genelde Aegwynn’in kendilerine olan tutumunu görmezden geliyordu.
Aegwynn aynı zamanda o ünlü parşömenleri yazan kudretli Asil Doğan büyücüsü Meitre’ye karşı da bir takıntı besler olmuştu. Meitre daha önce hiçbir büyücünün elde edemediği bir güce sahipti ve mistik büyüyü mümkün olması gerekenden daha fazla kullanabiliyordu. Bu durum Aegwynn’i rahatsız etmiş ve meraklandırmıştı; bu yüzden ortadan kaybolan bu elfin çalışmalarını büyük bir dikkatle inceliyor ve daha fazla sırrını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Nihayetinde çalışmalarının birinde Meitre’nin kaleme aldığı bazı diğer parşömenlere denk geldi. Bu yazılarda Meitre, Aluneth adındaki bir varlıktan söz ediyor ve onun gücünü nasıl çekip kullanabildiğini detaylandırıyordu. Bu varlığın gücünü iblislere karşı kullanabileceğine inanan Aegwynn, yalnızca Meitre’nin anlattığı yöntemleri kullanmakla kalmadı; onu Azeroth’a getirmeyi ve kendi iradesine bağlamayı da başardı. Ancak Aluneth, Aegwynn’in emri altına girmeyi reddediyordu ve bu yüzden bir çıkış yolu bulmaya çalışan insan büyücü, en sonunda bu varlığı bir yüce asaya hapsetti.
Aegwynn’in Konsey’e karşı durmasına sebep olan ilk olaylardan biri, bir iblisle yaşadığı çatışmanın ta kendisiydi. Zmodlor adındaki meşum iblis, bir okuldaki küçük çocukların bedenlerini ele geçiriyor ve onları gerçekleştirilecek bir ritüele hazırlıyordu. Durumu fark eden Aegwynn, vakit kaybetmeden araya girerek iblisi alt etti ve onu Çarpık Düzlem’e geri gönderdi. Ancak Konsey bu hareketten memnun kalmamıştı; onlara göre Zmodlor’un yapmaya çalıştığı şeyin detaylarını öğrenmeye yoğunlaşmak daha mantıklı bir hareketti. Ancak Aegwynn, küçük çocukların bir iblisin elinde kontrolden çıkmalarını ve acı çekmelerini izlemeye niyeti olmadığını belirterek tavrını açık bir şekilde ortaya koydu.
Aegwynn, bir asırlık Muhafızlık döneminin bitmesine az kalmışken Kuzeyyarı topraklarında ters giden bir şeyler olduğunu hissetmeye başladı. Bu karanlık olgunun ne olduğunu bulmak isteyen büyücü, derhâl kuzeydeki kıtaya gitti ve bir grup iblisin bu kıtada yaşayan mavi ejderhaları avlayarak onların mistik büyü gücü üzerinden beslendiğine şahit oldu. Durumun vehametini fark eden Aegwynn, Ejderkonağı Tapınağı’na giderek ejdersürülerinden yardım istedi. Bu yardım talebine ilk karşılık veren ise Kırmızı Ejdersürüsü lideri Alexstrasza’ydı. Diğer ejdersürülerinin desteğini de alan Alexstrasza’nın önderliğinde harekete geçen grup, kadim zamanlarda öldürülmüş olan proto-ejderha Galakrond’un kemiklerinin bulunduğu bölgede iblislere tuzak kurdu ve onları kolayca alt etti. Ancak karşılarına çıkacak olan düşmanı hiçbiri beklemiyordu.
Kuzeyyarı’nın göğü adeta alev almışçasına parlamaya ve ardından kararmaya başladı. Korkunç derecede büyük ve dehşetengiz bir varlık beden bularak Aegwynn’in karşısında dikildi. Bu meşum varlık, Yakan Lejyon’un lideri Kara Titan Sargeras’ın bir avatarıydı. Aegwynn ise kendine gereğinden fazla güveniyordu ve Sargeras’ın bu formunu rahatlıkla alt edebileceğini düşünüyordu. Ancak Kara Titan’ın asıl planlarından hiç haberi yoktu.
İkili Kuzeyyarı göğü altında muazzam bir büyü savaşına tutuldular. Bu çarpışma, Aegwynn’in bu zamana kadar iblislere karşı verdiği savaşların en zoruydu ve Aluneth’in itaatsizliği de işini iyice zorlaştırıyordu. Sargeras’ın Avatarı’nı yok edecek bir mistik büyü fırtınası çağırmak istediği anda Aluneth tarafından reddedilmesi ve büyünün gerçekleşmemesi, neredeyse Muhafız’ın ölümüne sebep oluyordu. En sonunda Aluneth’i bir kenara bırakan Aegwynn, çok daha güvenilir olan başka bir silahı büyüyle kendisine çağırdı: Atiesh. Atiesh’in gücünü kendisininkiyle birleştirerek çarpışmaya devam eden Aegwynn, ejdersürülerinin de yardımıyla Sargeras’ın Avatarı’nı alt edip öldürmeyi başardı…
…ya da öldürdüğünü sanıyordu. Avatarı can vermeden önce harekete geçen Sargeras, ruhunun bir kısmını Aegwynn’in bedenine geçirip sakladı. Böylece gelecek yıllarda Azeroth’un başına gelecek en büyük felaketlerden birine sebep olacak olaylar zincirindeki ilk adımı da atmış oldu. Aegwynn’in ise tüm bu olan bitenlerden haberi yoktu.
Sargeras’ın Avatarı’nın hâlâ karanlık güçler barındırdığını ve bir gün uyanarak tekrar dehşet saçacağını düşünen Aegwynn, vakit kaybetmeden bu cansız bedeni saklayabileceği bir yer aramaya başladı. En sonunda güvenli gördüğü bir yere karar veren Muhafız, avatarı Kadimler Savaşı sırasında Lejyon geçitlerinden biri olarak kullanılan ancak savaş sonunda okyanusun dibine çöken oldukça eski bir Elune tapınağına taşıdı. Kadimler Savaşı sırasında Lejyon’un gelişini engellemek isteyen Yüce Büyühakimi Elisande ile destekçileri tarafından birçok büyülü koruma ve rünlerle çevrelenen bu tapınak, avatarın cansız bedenini saklamak için biçilmiş kaftandı. Aegwynn bu tapınağın hâlihazırda Lejyon büyülerini etkisiz hâle getiren rünlerle çevrili olduğunu bildiğinden avatardaki karanlık güçleri de kontrol altında tutacağına inanıyordu.
Bu olaydan sonra Aegwynn, iyiden iyiye kendine güvenen, ukala bir tavır takınmaya başladı. Ona göre Tirisfal Konseyi yeterince iyi değildi, gerektiğinde atılması gereken adımları atmıyor ve sadece işine gelen politikalarla ilgileniyordu. Kendisi ise Sargeras’ın Avatarı’nı alt etmeyi başarmıştı. Bu yüzden bir sonraki Muhafız’ın kim olacağını Konsey’in değil, kendisinin seçmesi gerektiğine inanmaya başladı. Bilmediği şey ise tam da Sargeras’ın planladığı ve düşüncelerini etkilediği şekilde hareket ettiğiydi.
Muhafız Aegwynn görevine devam ederken dünyanın güneydeki kıtasında yaşayan pandarenler ise tüm ırklardan ve sorunlardan uzak durmaya devam ediyorlardı. Mantidler tarafından yüzyılda bir gerçekleşen düzenli saldırılar dışında Pandarya’da oldukça huzurlu ve barışçıl bir ortamda yaşıyorlardı.
Pandarenler genel olarak topraklarına bağlı canlılardı; maceracı bir ruha sahip değillerdi ve evleri olan Pandarya’dan ayrılmamayı tercih ediyorlardı. Bunun başlıca sebeplerinden biri, tamamen sislerle çevrili olduklarından Azeroth’un geri kalanının Büyük Bölünme ile yok olduğunu düşünmeleriydi. Ancak aralarından nadiren de olsa Pandarya dışındaki dünyaya özlem duyan ve neler olduğunu merak edenler çıkıyordu. Bunlardan biri de Liu Lang idi.
Liu Lang, genç ve meraklı bir pandarendi. Küçüklüğünden beri sislerin ötesinde neler olup bittiğini öğrenmek istemiş ve dünyanın geri kalanının yok olduğuna inanmamıştı. Bir gün cesurca bir adım atmaya karar veren Liu Lang, ırkdaşlarının uyarılarına ve alaycı konuşmalarına aldırmadan adayı terk etmeye karar verdi. Kendisine yetecek kadar erzak toplayan Liu Lang, o zamanlar küçük bir kaplumbağa olan Shen-zin Su’nun sırtına atlayarak okyanusa açıldı.
Genç maceracıdan bir süre haber alamayan pandarenler, onun ölmüş olabileceğini düşünmeye başladılar. Ancak aradan yalnızca beş yıl geçmişti ki Liu Lang, artık biraz daha büyümüş olan Shen-zin Su’nun sırtında Pandarya’ya geri döndü. Pandarenlere dünyanın yok olmadığını söyledi; birçok farklı ırkın ve henüz keşfetmeyi bitirmediği egzotik toprakların varlığından bahsetti. Yine yanına kendisine yetecek kadar erzak alarak yola koyulacaktı ki beklenmedik bir sürprizle karşılaştı: Dişi bir pandaren kendisine eşlik etmek ve bahsettiği yabancı diyarları görmek istiyordu. Teklifi memnuniyetle karşılayan Liu Lang’ın artık ikisine de yetecek kadar yere sahip olan Shen-zin Su’nun sırtına atlayıp tekrar beraber okyanusa açıldığı bu pandaren, daha sonra evleneceği Shinizi’den başkası değildi.
Liu Lang, her beş yılda bir Pandarya’ya geri dönüp erzak yenilemeyi bir âdet hâline getirmişti. Her gelişinde Shen-zin Su daha da büyümüş oluyor ve daha çok pandaren bu macerada kendisine katılmak istiyordu. Aradan geçen onlarca yıl sonunda Shen-zin Su o kadar büyüdü ki üzerinde dağlar oluştu, nehirler aktı ve kasabalar kurulmaya başlandı. Ve zaman içerisinde üzerinde yaşayan pandarenler tarafından kendisine bir isim verildi: Gezgin Ada.
Aradan geçen sayısız yıl sonunda Liu Lang yaşlanmıştı. Son macerasına çıkan bu cesur pandaren, bir daha uyanmayacağı bir uykuya dalarak hayata gözlerini yumdu. Ölümüyle birlikte ruhu Shen-zin Su ile birleşen Liu Lang’in bu hayat dolu meraklı yanı, Gezgin Ada’da yaşayan pandarenler tarafından benimsenen bir öğreti hâlini aldı.
Liu Lang’in okyanusa açılmasının ardından iki asır geçti. Bu sırada elindeki muazzam güçle ömrüne ömür katan Muhafız Aegwynn, hâlâ hem görevini hem de unvanını elinde tutmaya devam ediyordu ve yüzyılda bir gerçekleşen Muhafızlık devretme geleneğini sürdürmeye niyetli değildi. Ona göre Tirisfal Konseyi görevini yerine getiremiyordu ve bu yüzden onların koyduğu herhangi bir kurala ve geliştirdikleri herhangi bir geleneğe uymak zorunda değildi. Bu fikirler ilk baştan beri kendisine aitti ancak giderek daha da inatçı bir yapıya bürünmesinin ve topluluklardan uzaklaşmasının ardında yatan sebep, inançlarını ve düşüncelerini karartıp çarpıklaştıran Sargeras’tı.
Aegwynn, eğer olur da Muhafızlık görevini devrederse Konsey’in yerine daha güçsüz ve rahatça kullanılabilecek birini seçmesinden endişe duymaya başladı. Bu sebeple Konsey’den olabildiğince uzak kalabileceği ve gizlenebileceği bir yer aramaya koyuldu. Ley enerjilerin birleşme noktalarından biri olan Ölüyel Geçidi’ne giden Aegwynn, burada büyü kullanarak Karazhan adı verilen muazzam kuleyi inşa etti. Böylece hem gözlerden ırak olacak hem de dilediği zaman kendi kullanımı için ley enerjilerini rahatlıkla çekebilecekti.
Zaman içerisinde yaşlanıp “emekliye ayrılan” Konsey üyelerinin yerine yenileri geldi. Bu genç üyeler, Aegwynn’e ve elindeki gücü saklayan tutumuna karşı daha sert tepki göstermeyi tercih ettiler. Muhafız’ın Dalaran’ı ziyaret ettiği nadir anlardan birinde kendisiyle görüşen Konsey üyeleri, büyücüden elindeki gücü derhâl bırakmasını istediler ve eğer karşı çıkarsa onu cezalandırmakla tehdit ettiler. Bu tehditleri bir hakaret olarak algılayan Aegwynn, güçlerini geri vermenin Azeroth için bir felakete sebep olmaktan başka bir işe yaramayacağını söyleyerek onları reddetti.
Aegwynn’in cevabından ciddi şekilde rahatsız olan Konsey üyeleri, kendi aralarında bir karara vardılar: Muhafız’ın gücünü zorla ele geçirecekler ve bir tehdit olarak görmeye başladıkları Aegwynn’i yakalayıp yargınlanması için Dalaran’a getireceklerdi. Bu amaçla harekete geçen Konsey, çeşitli büyülü nesneler ve silahlarla donatıp eğitim verecekleri özel bir birlik kurdular: Tirisgarde.
Aegwynn peşine takılan bu Tirisgarde büyücülerinin çoğunu kolaylıkla atlatmış olsa da Karazhan’ın yerini öğrenmelerine engel olamadı. İlk iş olarak Karazhan’ı mühürleyen Muhafız, daha sonra Konsey’in asla bulamayacağı bir yer aramaya başladı ve en nihayetinde Suramar şehrinin denizin dibine batmış olan bir bölümünde saklanabileceğine karar verdi. Asırlar boyunca gizleneceği bu yere daha sonraları Muhafız Sığınağı adı verilecekti.
Muhafız Aegwynn Konsey’den uzak durmaya ve saklanmaya devam ederken Doğu Krallıkları’nda başka bir felaket baş göstermek üzereydi. Yüce Kral olarak taçlandırılmış olan Modimus Anvilmar’ın liderliği altındaki Ironforge cüceleri, refah ve zenginlik içerisinde yaşamlarına devam ediyorlardı. Ancak şehrin bu altın çağının sürdürülmesine destek olan üç klan arasında gizliden gizliye gelişen bir rekabet ve düşmanlık vardı. Bu klanlar Tunçsakal, Yabançekici ve Kara Demir klanlarından başkası değildi.
Tunçsakal klanının başında Madoran Bronzebeard bulunuyordu. Askerî ve ticarî anlamda krallığın belkemiğini oluşturan bu topluluk, üç klan arasında en yüksek nüfusa ve en sağlam mevkiye sahipti.
Yabançekici klanına Khardros Wildhammer liderlik ediyordu. Diğer cücelerden farklı olarak şehrin dışındaki dünyada vakit geçirmeyi tercih eden klan üyeleri, beklendiği üzere dağcılık ve izcilik konusunda ön plana çıkıyorlardı.
Kara Demir klanının lideri ise aynı zamanda bir büyücü olan Thaurissan idi. Bu klanın üyeleri, Ironforge’un en derin bölgelerinde yaşıyor ve liderlerinin önderliğinde karanlık büyüyle uğraşıyorlardı. Aynı zamanda şehrin maden yataklarını ve değerli cevher kaynaklarını da kontrol ettiklerinden oldukça sağlam bir mevkiye sahiplerdi; fakat diğer cüceler tarafından önyargı ve hoşnutsuzlukla karşılanıyorlardı.
Modimus Anvilmar, her klana eşit şekilde yaklaşmaya özen gösteriyor ve aralarında açıkça bir sürtünme yaşanmaması için çabalıyordu. Ancak bu konuda pek de başarılı olmayan Modimus yaşlanıp hayata gözlerini yumduğunda Ironforge için tehlike çanları çalmaya başladı. En büyük oğlu geleneği sürdürerek taç giymeliydi ancak şehrin en büyük üç klanı maalesef aynı fikirde değildi. Kimin ilk darbeyi vurduğu bilinmese de Ironforge, “Üç Çekiçler Savaşı” olarak adlandırılan korkunç bir çarpışmayla çalkalandı. Savaşın gidişatını değiştiren klan ise Tunçsakal oldu; en büyük askerî güce sahip olan Tunçsakal klanı, bu gücü kullanmaktan çekinmedi ve diğer iki klanı Ironforge’dan kovdu. Evlerinden kovulan Yabançekici ve Kara Demir klanları, toprakların farklı uçlarına doğru yol aldılar.
Khardros önderliğinde kuzeye doğru yola çıkan Yabançekici cüceleri, bir süre sonra Yaştopraklar adı verilen bölgenin doğusuna yerleşerek buradaki dağları oydular ve Ironforge ile yarışabilecek güzellikte bir şehir kurdular: Grim Batol. Thaurissan’ın yol gösterdiği cüceler ise güneye inerek Kızılbayır Dağları’na yakın bir bölgeye yerleşerek liderlerinin adını verdikleri bir yer altı şehri inşa ettiler: Thaurissan.
Thaurissan’ın halkı refah dolu bir hayata kavuşmuş olsa da kendisi utanç içinde yaşamaya devam ediyordu. Kara Demir cücelerinin “Yediler” denen en bilge ve en güçlü büyücülerinin desteğini alan Thaurissan’ın tek dileği, diğer cüce klanlarını alt edip Ironforge’u ele geçirmekti. Bu amaçla klanının sürgününü takip eden yıllar boyunca durmak bilmeden çalışan Thaurissan, yalnızca ordusunun askerî anlamda büyümesini sağlamadı; aynı zamanda birçok cüce büyücü de yetiştirilmesine önayak oldu.
Thaurissan’ın eşi Modgud da büyü konusunda oldukça yetenekli olması ve çeşitli artefaktlar üzerine çalışmalar yapmasıyla biliniyordu. Elinin altındaki güçten hiçbir zaman tatmin olmayan Modgud, birçok cüceyi dış dünyaya gönderiyor ve onlardan büyülü nesneler bulmalarını istiyordu. Bu keşif gezilerinden birinde cücelerden biri oldukça karanlık enerjiler taşıyan bir hançer ile geri döndü. Hançerin büyüsüne kapılan Modgud, kendisini günler boyunca arşivlere kapatarak artefaktın gizemini çözmeye çalıştı. Kimi zaman onunla konuştuğu bile iddia edilen bu silah, kadim zamanlarda bir Eski Tanrı’nın kalıntılarından yapılmış meşum Xal’atath, yani diğer adıyla Kara İmparatorluk’un Hançeri’nden başkası değildi.
Thaurissan ordusunun yeterli sayıya ulaştığından ve büyücülerinin yeterli güce kavuştuğundan emin olduktan sonra yıllar boyunca kurduğu planını devreye sokmaya karar verdi. Kendisinin bizzat yönettiği bir güçle Ironforge’a saldıran Kara Demir cücelerinin lideri, savaş golemleri ve mancınıklarla desteklenen bu ordunun saldıracağına dair herhangi bir bilgisi olmayan krallığı gafil avladı. Kara Demir ordusu şehrin neredeyse merkezine kadar ilerlemiş olsa da son anda toparlanan ve güçlerini hizaya sokan Tunçsakal cüceleri tarafından kolaylıkla alt edildi. Bizzat Madoran Bronzebeard tarafından yenilgiye uğratılan Thaurissan, eşinin emrindeki ordunun alt edilmesi durumunda iki cüce klanı arasında kalıp yok olacağından korkarak geri çekilmek zorunda kaldı.
Modgud ise ikinci bir saldırı gücünün başında Grim Batol’a doğru ilerlemekteydi. Hedeflerine vardıklarında tek amacı Yabançekici klanının efsanevi iradesini ve cesaretini kırmak olan Modgud, karanlık bir büyünün sözlerini fısıldamaya başladı. Xal’atath’ı kullanarak elini kesen ve kanını Grim Batol’un zeminine akıtan Modgud, dehşetengiz olayların yaşanmasına sebep oldu. Şehrin tüm gölgeleri bir anda can bularak karşılarına çıkan her şeye saldırmaya ve herkesi öldürmeye başladılar. Bu saldırı sırasında yalnızca Yabançekici klanı değil, Kara Demir klanı da korkunç kayıplar verdi; öyle ki sağ kalan Kara Demir cüceleri lanetlenmişlerdi ve zaman içerisinde Skardyn adı verilecek yaratıklara dönüşeceklerdi.
Khardros Wildhammer’ın ise pes etmek gibi bir amacı yoktu ve bu yüzden son bir saldırıyla Modgud’u ölümcül şekilde yaralamayı başardı. Düşmanlarını şehirden süren Yabançekici cüceleri, hayat bulmuş olan meşum gölgeler yüzünden Grim Batol’un yaşanmayacak bir yere dönüştüğüne karar verdiler ve güneye doğru yol almaya başladılar. Karşılaştıkları şey ise Kara Demir cücelerinin diğer ordusunu kovalamakta olan Tunçsakal birlikleriydi. Birbirlerine olan kırgınlıklarını bir kenara atan iki klan, aynı gaye doğrultusunda hareket ederek düşmanları olan klanı yok etmek için güney topraklarına ilerlediler.
Thaurissan köşeye sıkıştığının farkındaydı ve bir çıkış yolu aramaya, kendi halkını yok etmeye gelen cüceleri alt edebileceği bir yol bulmaya çalıştı. En sonunda Yediler’in bilgeliği ve önerileri ile birlikte bir sonuca vardı: Dünyanın içindeki ateşin gücünü çekerek hem şehrini koruyacak hem de bu gücü bir silah olarak kullanacaktı. Amacına ulaşabilmek için muazzam bir büyünün sözlerini fısıldamaya başlayan Thaurissan, bu işlem sırasında eşinin ölümü, askerlerinin alt edilişi ve sürgüne gönderilmeleri gibi pek çok utanç verici olayı hatırlayınca konsantrasyonu bozuldu. Topraktaki ateşin gücünü çekmek isterken bir anda kendisini Elemental Düzlem’i aşmış olarak bulan Thaurissan, istemeden Ateşin Efendisi Ragnaros’u Azeroth’a geri getirmiş oldu.
Ragnaros’un maddesel düzleme çekilmiş olması bir felakete yol açtı. Thaurissan ve Yediler, daha sonraları Erimiş Çekirdek olarak adlandırılacak yerde hayatlarını kaybederlerken Kızılbayır Dağları’nın bir kısmı hızla parçalanmaya başladı. Birbiri ardına yaşanan patlamalar ve yer sarsıntıları bölgenin coğrafyasını değiştirirken yerden bir anda yükselmeye başlayan bir volkanik dağ, göğü karartacak bir seviyeye ulaştı.
Madoran Bronzebeard, Khardros Wildhammer ve emirleri altındaki ordular, gerçekleşen felaketi uzaktan izlediler. Thaurissan’ın ölmüş ve halkını da lanetlemiş olduğuna inanan iki lider, daha fazla ilerlemenin kendileri için iyi sonuçlar doğurmayacağını düşünerek geri çekilmeye karar verdiler. Böylece Üç Çekiçler Savaşı da sona ermiş oldu.
Kara Demir tehdidi ortadan kalkmıştı ancak Yabançekici cücelerinin yaşayacak bir yerleri yoktu. Bunun farkında olan Madoran Bronzebeard, Khardros’a halkının dilerse Ironforge’a geri dönebileceğini söyledi. Ancak Khardros bu teklifi kabul etmeyerek kuzeye doğru yol aldı ve Grim Batol’da olanlardan sonra artık yer altında yaşamayı istemeyen halkıyla birlikte Hinterlant bölgesine giderek Aşiyan Zirvesi adındaki yerleşim yerini kurdu. Şamanizm yoluyla elementler ile bağ kurma konusunda uzmanlaşan Yabançekici cüceleri, aynı zamanda bölgedeki yarı-aslan, yarı-kartal görünümlü “grifon” adındaki canlılarla da dostluk kurdular. Öyle ki bu klan daha sonraları grifonları eğitmeleri ve onları etkili bir biçimde kullanmaları ile bilineceklerdi.
Tunçsakal ve Yabançekici cüceleri arasında diplomatik ilişkiler de bu noktadan sonra daha sıcak şekilde ilerledi. Dostluklarını pekiştirmek ve yaşam alanları arasında daha kolay seyahat edilmesini sağlamak isteyen cüceler, “Thandol Kemer Yolu” adını verdikleri bir köprü inşa ettiler. Madoran ve Khardros hayata gözlerini yumduktan sonra onları onurlandırmak isteyen evlatları ise Kara Demir topraklarına bakan iki büyük heykel diktiler.
Artık tamamen külle kaplanmış olan Kara Demir toprakları, Yanan Bozkırlar ve Dağlayan Koyak olarak adlandırılacak iki bölgeye ayrılmıştı. Üzerlerinde bir lanet gibi yükselen volkanik dağ ise zaman içerisinde Karakaya Dağı olarak isimlendirilecekti.
Hayatta kalan Kara Demir cüceleri, yaşanan felaketten sonra Ragnaros’un kontrolü altına girdiler ve onun köleleri hâline geldiler. Yer altında “Gölgeocak Şehri” adını verdikleri yeni bir yerleşim yeri kuran bu cücelerin Tunçsakal ve Yabançekici klanlarına karşı duydukları nefret ise asla dinmeyecekti.