Lorekeeper

WAR OF THORNS VE AHLAKİ GRİLİKLER ÜZERİNE

Artık yüzdük yüzdük, kuyruğuna kadar geldik: Battle For Azeroth’un çıkmasına sayılı günler kaldı. Haftalık olarak çıkan görev zincirleriyle birlikte paket öncesi hikâye gelişimi de ilerliyor. İlerliyor ilerlemesine de Legion boyunca omuz omuza savaşmış olan kahramanlar olarak aklımıza takılan, bizi belki de için için yiyen bir soru var: Bir anda ne oldu da topyekûn savaşa gidiyoruz? İşte bu yazıda bu sorunu irdeleyip karakter ve olay analizleri üzerinden yaşanan gelişimi inceleyeceğiz.

Ön bilgi: Bilmeyen okuyucularımız için belirtmem gerekir ki bir WoW oyuncusu olarak iki tarafı da oynamayı, hikâyeyi iki taraftan da deneyimlemeyi seviyorum. Horde veya Alliance yanlısı değilim, tüm ırkların sorunsuz bir arada yaşayabileceği barışçıl yaklaşımı ve “For Azeroth!” mantığını tercih ediyorum. Taurenimle oynarken yaşananların şokuyla ne yapacağımı şaşırarak karakterimin bulunduğu konumdan endişe duyarken insanımla oynarken yaşanan katliamın gölgesinde hem sinirlenip hem hüzünlendim. O yüzden okuyacaklarınız bir tarafa eğilme değil, farklı bir bakış açısı sunma amaçlıdır. Bu biraz daha teorik bir blog yazısı kıvamında olduğundan her şeyi Türkçeleştirmeyeceğimi de belirteyim. Ayrıca BfA ile henüz ilgilenmemiş veya yaşananları takip etmemiş olanlarınız varsa az biraz “spoiler” içerebilir, şimdiden uyaralım.

Legion’ı oynadıysanız veya hikâyeyi takip ediyorsanız Silithus’tan yükselen kılıç zaten yukarıdaki sorumuzun bir kısmını yanıtlayacaktır. Hatırlatmak gerekirse Burning Legion’ın kurucusu ve lideri olan Kara Titan Sargeras, önümüze koyduğu her engeli aşıp diğer titanların yardımını da alarak kendisini hapsetmeye giriştiğimizde (çünkü gerçekçi olalım, Sargeras’a karşı savaşmak gibi hayallere kapılmayalım, imkânı yok!) son bir hamleyle çağırdığı kılıcını Silithus’un derinlerine gömmüş ve böylece Azeroth’u ciddi şekilde yaralamıştı.

Sonrasındaki senaryolar ve olaylar sayesinde öğrendiğimiz üzere bu yaradan (ve darbenin etkisiyle gezegenin birçok yerinden) fışkıran madde, Azeroth’un “yaşam özü” olarak geçen Azerite adındaki materyaldi. Havayla temas ettiğinde kristalleşen ve kullanan kişiye akıl almaz bir güç sağlayan bu maddenin keşfedilişi ise dengeleri değiştiren unsur oldu.

[Burada hemen kısa bir bilgi vermekte de fayda var: Bu maddeyi keşfeden ilk kişi, goblinlerin lideri Jastor Gallywix’tir. Kezan’da yapılan bir kazı sırasında bir parça Azerite bulmuş ve onu değneğinin ucuna sabitlemiştir. Sargeras kılıcını saplamadan önce kırmızı bir taş küreden farkı yoktur.]

Kendisine dokunan bireyin kişiliğiyle bağlantılı olarak neler yapabileceğine dair seziler sunan ve onları karmaşık hislere boğan Azerite, herkeste farklı etki yaratıyordu. Yayınlanan Before the Storm kitabından çevirerek örneklersem daha iyi olacağını düşünüyorum.

ANDUIN WRYNN:

“Acının ağırlığı, adeta kaldırılıp bir kenara atılmış zırh parçasıymışçasına üzerinden kalktı. Yorgunluk kaybolup gitti; yerini dalgalanan ve hatta güçle çatırdayan bir enerjiye ve içgörüye bıraktı. Çeşitli stratejiler hızla zihninde belirdi; her biri oldukça mantıklı ve başarılıydı, tüm algılayışın çehresini değiştirebilecek ve Azeroth’taki her canlının faydasını göreceği ebedî barış ortamını sağlayabilecek yapıdaydı.

Yalnızca zihni değil, bedeni de ani ve şaşırtıcı bir hızla yüceliyor gibiydi; bir anda yeni güç, maharet ve kontrol seviyelerine ulaşmıştı. Anduin yalnızca yüce dağlara tırmanabileceğini hissetmiyordu… onları yerlerinden edebilecek durumdaydı. Savaşı bitirebilirdi, karanlığın hakim olduğu her köşeyi Işık ile aydınlatabilirdi. Yerinde duramıyordu ama bir o kadar da sakindi; üzerinden hızla akıp giden bu enerji ve güç nehrini -hayır, tsunamisini- nasıl kanalize edebileceğinden oldukça emindi. Işık bile onu böylesine etkilememişti. Hissiyat benzerdi ancak kıyaslandığında daha az ruhani, daha çok fiziksel bir yapıdaydı.

Daha ürkütücüydü.

[…]

Bununla neler yapılır! diye düşündü Anduin. Bu kaç kişiyi iyileştirebilir? Kaçını güçlendirebilir, sakinleştirebilir, dinçleştirebilir veya ilhama boğabilir?

Kaçını öldürebilir?

Düşünce adeta karnına yediği bir yumruk gibiydi ve beraberinde kıymetli taşın üzerinde yarattığı coşkunun çekildiğini hissetti.”

SYLVANAS WINDRUNNER:

“Bir zamanlar kendisinden alınan hayatın yasını tutmuştu. Diriölülüğün getirdiği avantajlarla avunmuştu: Ölümcül banshee çığlığı, açlık veya yorgunluk duymaması ve fânileri sınırlandıran diğer zincirlerden kurtulmuş olması bunlardan birkaçıydı. Ancak o an hissettiği, hepsini gölgede bırakıyordu.

Yalnızca güçlü değil, kudretliydi. Yumruğunun içinde bir kafatasını kolaylıkla ezebilecek, tek adımıyla fersahlarca ilerleyebilecek gibiydi. İplerine asılan, kusursuz keskinlik ve güce sahip bir yaratık gibi her bir kası enerjiyle sarılmıştı. Zihninde düşünceler akıp duruyordu ve yalnızca her zamanki ihtiyatıyla, kurnazlığıyla ve zekâsıyla düşündüğü şeyler değildi; aklından geçenler olağanüstü ve korkutucu derecede dahiceydi. Çığır açıcıydı. Yaratıcıydı.

Artık karanlık hanım değildi, bir kraliçe bile değildi. Yok oluşun ve yaratılışın tanrıçasıydı; bu iki kavramın birbiriyle ne kadar bağlantılı olduğunu daha önce anlamamış olmasına şaşırdı. Ordular, şehirler, medeniyetler – hepsini inşa edebilirdi.

Yok edebilirdi de. Stormwind ilk düşenlerden olurdu ve orada yaşayanları kendi halkının sayısını arttırmak için kullanabilirdi.

Öylesine büyük çapta ölüme sebep olabilirdi ki-

Sylvanas, küre adeta kendisini yakmış gibi hissederek onu elinden bıraktı.”

Peki fraksiyonların ana liderleri böyle karmaşık hisler tadarken olay bir anda nasıl gezegen çapında savaşa sürüklendi? Ve oyuncular olarak biz neden her şeyin bir anda “Kardeşlik! Beraber çalışmak! Birlik olmak!” noktasından “Öl, çünkü elfsin sen!” kıvamına geldiğini anlamakta zorlanıyoruz? Gelin, öncesinde yıllardır yaşanan olayların bizi nasıl sürüklediğine bir göz atalım.

Horde tarafından başlamak daha uygun gibi geldiğinden o şekilde ilerleyeceğim. Thrall tarafından kurulan yeni Horde (yani bazı arkadaşların iblis kanı içerek Burning Legion’ın piyonlarına dönüşen orklardan nedense bir türlü ayırt edemediği oluşum), çok daha idealist ve barışçıl ilkelerle hayata geçirildi. Thrall’ın amaçlarından birisi kendisiyle birlik olan orkların o iblis kanı etkisinde iradesini kaybetmiş olan güruhtan farklı olduğunu ve yalnızca Azeroth’ta yaşamak için çabalayan bireylerden oluştuğunu kanıtlamaktı. Ayrıca dışlanmış, farklı oldukları için hor görülmüş, zor durumda kalmış diğer ırkları da yanına kattı; ona göre Horde, terk edilip bir başına bırakılmışların bir araya gelip birlik olduğu bir yerdi. Ancak her Horde üyesi tabii ki böyle düşünmüyordu. Nitekim Cataclysm yaşanıp Thrall koltuğunu bıraktığında yerine geçmesi için seçtiği Garrosh -ki kendisi önceki savaşları görmemiş, Azeroth halklarıyla yaşamamıştı-, sadece orklardan oluşan bir Horde kurmaya ve geriye kalan ırkları dilediğince kullandıktan sonra oluşumdan atmaya karar verdiğinde bu yüzden kendi tarafına çekecek birçok isim buldu. Horde zaten hikâyesel açıdan bakıldığında oldukça fazla sayıda bireyden oluşmuyordu ve Siege of Orgrimmar ile birlikte sayıları iyice azaldı. Üstüne Legion saldırısıyla birlikte Broken Shore’da ciddi sayıda asker kaybedildiği gibi o zamanki Warchief Vol’jin de can verdi. Bütün bunlar yaşanırken Northrend’de Putress’in saldırısıyla hayatını kaybeden binlerce askerin yanında Cataclysm zamanı komploya kurban giden Cairne Bloodhoof ile Orgrimmar’da her ne olursa olsun bağlılık yemininin arkasında duran ve bu yüzden öldürülmek zorunda kalan Nazgrim gibi büyük isimler de silindi gitti. Bu da mı yetmedi? Üstüne Thrall da komple elini eteğini çekerek ortadan kayboldu. Ve nitekim Vol’jin’in son nefesini vermeden önce söylediği üzere “loaların adını fısıldadığı” Sylvanas Windrunner, yeni Warchief oldu.

Thrall’ı savaşırken değil, hayat kurtarırken görmeye alıştık tabii…

Öte yandan Alliance tarafında işler biraz daha düzgün ilerliyordu. Wrathgate saldırısında çok fazla asker can verdiyse de Cataclysm ile birlikte Varian Wrynn bütün fraksiyonun askerî ve yönetimsel liderliğinde getirilip High King ilan edildi. Alliance daha çok birlik ve beraberlik ağırlıklıydı; bu yüzden de bir arada durmayı daha rahat başardı. Garrosh’un Theramore’u bombalaması ve Pandaria’da Prens Anduin Wrynn’i neredeyse öldürmesiyle işler kızışınca iki taraf arasında daha sert çatışmalar başladıysa da olan bitenlerden bütün Horde’un sorumlu tutulmaması gerektiğinin farkında olanlar vardı. Nitekim Vol’jin isyan başlatıp Garrosh’u tahtından edebilmek için yardım istediğinde Alliance bunu kabul etti. En sonunda iki taraf arasında ateşkes ilan edilse de Legion saldırısı gerçekleştiğinde Horde’un (şahsen haklı bulduğum) geri çekilişiyle birlikte olanlar oldu. Bir fel reaver tarafından saldırıya uğrayan Alliance gemisini kurtarmak için kendisini feda eden Varian’ın ölümüyle birlikte oğlu Anduin tahta geçti ve High King titrini edindi.

Peki bunların şu anda olanlarla ne alakası var diyeceksiniz. Eh, geçmişe biraz göz attık ve şu anda Horde ile Alliance’ın başında kimlerin olduğuna kadar geldik ama bu karakterlerin geçmişlerine değinmedik, değil mi? Merak etmeyin, çok aşırı detaya inmeyeceğim.

Anduin, bir ejderha tarafından kaçırılıp (Onyxia, selam!) az daha öldürülmesi dışında aslında hiç de zor bir hayat yaşamadı. Evet, babası bir süre kayıptı ve o dönem stresli zamanlardı ancak nispeten sakin bir çocukluk geçirdi. Babası kendisinin bir savaşçı olmasını istiyordu ancak o Işık’ın yolunu seçmeyi tercih etti. Ürkütücü derecede idealist bir bakış açısı olan Anduin, bir gün tüm Azeroth’ta barışın sağlanacağına inanıyordu. Garrosh’un kendisini neredeyse öldürmesi bile bu inancını bozmadı zira herkesin değişebileceğini düşünüyordu. (Garrosh’un yargılanması sırasında yalnızca Anduin ile birebir görüşmeyi kabul ettiğini de ayrıca ek bilgi olarak geçelim.) Broken Shore’da babasını kaybettiğinde büyük üzüntü duydu ve halkını onun gibi yönetemeyeceğinden endişe etti. Ancak birçok kişinin “yaşından çok daha bilge” olarak dile getirdiği bu genç kral, hiç gerçek bir savaş görmedi. Acıyı tattı belki ama savaş meydanına çıkıp can almadı, can verenlere şahit olmadı, emir vermek zorunda kalmadı. O yüzden ideallerine sıkı sıkı tutunurken danışmanlarının tepkilerine maruz kaldı.

Diğer tarafta ise Sylvanas vardı. Arthas’ın beraberinde Scourge ile birlikte Quel’thalas’ı yıkımın eşiğine getirdiği sıralarda Frostmourne adındaki meşum kılıcın ucunda can vererek bir banshee olarak kaldırıldı. İradesi dışında kendi halkını katletmek, korkunç suçlar işlemek zorunda kaldı. Arthas’ın kontrolü zayıfladığında bedenini geri aldı ve onu öldürmeye girişti. Başarısız olsa da iradesini geri kazanmış diğer undeadler ile birlikte Lordaeron şehrinin yıkıntılarını ele geçirerek yer altında Undercity adındaki şehrin kurulmasını sağladı ve halkını Forsaken olarak adlandırarak başlarına geçti. Sevdiği ve koruduğu her şeyi kaybetmişti, bununla da kalmayıp bir kısmını kendisi bizzat katletmişti; korkunç bir hayatla lanetlenmişti ve eğer tauren Hamuul Runetotem’ın desteğini almasaydı muhtemelen bir başına kalmış bir ırkı yönetecekti. Taurenlerin desteğiyle birlikte Thrall ile görüştü ve Forsaken halkı, Horde’a kabul edildi. Arthas’ın alt edilişinin ardından Icecrown Citadel’ın tepesinden kendisini bırakarak saronite’a saplanıp intihar etti fakat val’kyrler tarafından geri getirildi ve onları kendisine bağladı. Oldukça yetenekli ve deneyimli bir stratejist olmasının yanında ölümü, yaşadıkları ve yaşattıkları, Sylvanas’ın kişiliğini baştan aşağı değiştirdi.

-Demek adın Sylvanas. Anlamı nedir?
-Yazın son gününde Teldrassil’e düşen ilk kıvılcım tanesi…

Bildiğiniz üzere Battle for Azeroth ile birlikte Horde ile Alliance yine boğaz boğaza gelmiş durumdalar. Tüm kıtaları etkisi altına alan bu savaşta saldırgan tarafı oynayan Horde (kızmayın arkadaşlar, durum böyle, sizler de farkındasınız), night elflerin evi bildiği Teldrassil’i yakmaya kadar giden bir ilerleme kaydediyor. Özellikle Teldrassil’in yıkımı birçok oyuncuyu ciddi şekilde şaşırtan, sinirlendiren ve hatta bir kısmının oyundan soğumasına sebep olan bir hareket olarak görülüyor. Peki neden? Sylvanas mı bir anda değişti? Beklenmedik bir hareket mi yaptı? Ne oldu? Biz neden az önce kol kolayken şimdi birbirimizi boğazlıyoruz? Biraz daha irdeleyelim!

Öncelikle bizim Azeroth kahramanları olarak korkunç derecede az sayıda olduğumuzu belirtmem gerek. Şunu unutmayın: Oyunda elinde Ashbringer veya Doomhammer ile koşan birçok kişi görebilirsiniz ama olaya “lore” tarafından baktığımızda bir kişisiniz. Her silahı tek bir isim taşıyor. Evet, “order hall”larınızda takipçileriniz var ama düşünün bakalım, sayıları ne kadar? O yüzden biz her şeye koşturuyor olabiliriz ancak asıl söz sahibi taraf ne yazık ki değiliz. Üstüne üstlük bizim yaptıklarımızın çoğundan bihaber olan Azeroth yaşayanları var. Sıradan halk hâlâ geçmişin yaralarını sarmaya çalışıyor, hâlâ karşı taraftan tiksiniyor, hâlâ savaşmaya ve intikam almaya hazır… Çünkü onlarla birlik olmak nedir, bilmiyor.

Öte yandan Sylvanas hiçbir zaman ama hiçbir zaman iyi bir karakter değildi. “Yaşadığı” dönemde tabii ki böyle bir kişiliği yoktu ancak ölümünden ve banshee olarak kaldırılışından sonra yaptıkları ile yaşadığı acı onu şekillendirdi. Durumunun iyi yanlarını görmeye çalışsa da (bkz. yeme/içme/uyuma gibi gereksinimlerin olmaması, banshee çığlığını kullanarak düşmanlarını kolaylıkla öldürmesi, yorulmaması vb durumlar) için için lanetine sövdüğünü hepimiz biliyoruz. (“What are we if not slaves to this torment?”) Ayrıca Silvermoon’un Undercity’yle pek ilgisi olmadığını hesaba katarsak Horde’un geri kalanından uzakta olduğu için dilediğince hareket edebildiğini de unutmayalım. İşte bu noktada kendisi de “yaşamadığı” için yaşama karşı bir nefret duymaya başladığını söylersek abartmış olmayız.

Sylvanas kendisini ve halkını kurtarabilmek için her şeyi göze alabilecek yapıda biri; bunu öncelikle bir hatırlayalım. Halkı üreyemediği için birçok diğer Azeroth vatandaşı tarafından korkunç olarak nitelendirilebilecek hareketleri oldu. Bu noktada bu zamana kadar yaptığı veya yaptırdığı birçok karanlık şeyden bahsetmekte fayda var. Öncelikle Hillsbrad Foothills ve Plaguelands gibi bölgelerde halkı öldürtmesi veya hâlihazırda ölmüş olan insanların cesetlerini toplatıp Forsaken olarak kaldırtması durumu söz konusu. Diğer yandan Chronicle 3’te de belirtildiği üzere “plague”in hem yaşayanları hem de diriölüleri etkileyecek şekilde geliştirilmesinden de sorumlu. Val’kyrlerini kullanarak ölüleri diriltmesi o zamanki Warchief Garrosh tarafından oldukça sert eleştirilerek yasaklansa da arka planda buna devam etmiş olduğunu da biliyoruz. Ayrıca plague’in kullanılmasının katiyeten yasaklanmasına da aldırış etmeden Cataclysm yüzünden alt üst olan Gilneas Krallığı’na saldırı düzenlemesi ve toprakları yaşanamaz hâle getirmesi gerçeğini de unutmamak gerek. Broken Shore’daki geri çekiliş ise bambaşka bir durum zira Before the Storm kitabından öğrendiğimiz üzere bunu yapmaktan ve özellikle Varian’ın ölümüne şahitlik etmekten pek memnun olmadığını biliyoruz. Ancak sonrasında Stormheim’da Odyn’in yanında yer alan val’kyrleri zor kullanarak kontrol altına almaya çalışması var ki Sylvanas’ın karanlık kişiliğine tuz biber oluyor.

Sylvanas hep kötüydü; çizgiyi aşıp aşmadığı ayrı bir tartışma konusu…

Sylvanas gittikçe kendisini öldüren kişiye daha çok dönüşüyor. Arthas onu öldürüp kurtarmadı, bir banshee’ye dönüştürerek lanetledi. O da şu anda buna benzer bir şeyi başka kişilere uyguluyor ve iradeleri dışında onları undead olarak kaldırıyor/kaldırtıyor. Kendi planları su yüzüne çıkmasın diye bir grup orkun öldürülmesine ön ayak oluyor. Önüne çıkan her fırsatı değerlendiren ve oldukça zekice hareket eden Sylvanas, Warchief olmanın getirdiği askerî ve politik güçle birlikte iyice istediği şekilde ilerleyebileceğinin farkına varmış durumda. Artık dilediğini gerçekleştirmesi için yalnızca gölgelere çekilmesi ve kendi halkıyla ilerlemesi gerekmiyor, emri altında bir ordu var ve bunu kullanmaktan çekinmiyor. Yine Before the Storm kitabından öğrendiğimiz kadarıyla Forsaken halkı dışındaki Horde ırklarını kendi amaçlarına hizmet edecek bir güç olarak görüyor; ancak olaylar öyle bir noktaya geliyor ki halkına özgür irade sağlamış olmanın düşündüğü kadar iyi bir şey olmayabileceğinden şüphe duyduğu anlar oluyor. Nitekim kendi halkı üzerinde tam anlamıyla kontrol sağlayabilmek için birkaç Forsaken’ı öldürmekten bile çekinmiyor. (Bu kısmı bilmiyorsanız Before the Storm kitabını anlattığımız yayınımızın kaydını izlemenizi tavsiye ederim.) Amacına ulaşabilmek için önüne çıkan her engeli yok etmeye hazır bir yapıda olmasının getirdiği bilinçle ilerleyerek bizi Battle for Azeroth’a adım adım yaklaştırıyor.

Yazının başında da belirttiğim üzere Azerite oldukça güçlü bir madde ve bu maddeyi kim ele geçirirse Azeroth’un hakimi, savaşın galibi olacağı oldukça açık. Bu yüzden Gallywix’in de yönlendirmesiyle özellikle goblinler Silithus’ta kazı çalışmalarına başlarken Alliance da Horde’u durdurabilmek için belirli bir güç gönderiyor. Bu noktada olaya Sylvanas’ın gözünden de bakmakta fayda var. Öncelikle Horde’un sayısı ciddi oranda azalmış durumda ve Anduin’in babası kadar söz sahibi olmadığını, diğer Alliance liderlerinin gerekli gördükleri anda Horde’u bitirebilmek için harekete geçeceğini düşünüyor. Oyunculara “Anduin ilk fırsatta bundan silah yapacaktır,” dese de buna kendisi bile inanmıyor aslında zira kralın düşünce yapısını biliyor. Ayrıca Kalimdor’daki Azerite akışını kontrol edecek ve Alliance’a güç sağlayacak ana noktanın, night elflerin başkenti Darnassus olduğunun da bilincinde. İşte bu yüzden hazır Horde içerisinde druidler Silithus’ta Magni Bronzebeard ile birlikte yara sarmakla uğraşırken bir plan yapıyor: Alliance’ı Horde güçlerinin Silithus’a gittiğine dair kandır; Ashenvale üzerinden Darkshore’a git; night elflerin moralini ve inancını sarsmak için Malfurion Stormrage’i aradan çıkar; Darnassus’u ele geçir; hem Kalimdor’daki Alliance gücünü sars hem de Azerite akışını kontrol et; böylece iki taraf da çok fazla kayıp vermeden ana kaynağın sahibi ol.

Sylvanas’ın yaptığı plan aslında oldukça güzel işleyebilecek durumda ve bu planı harekete geçirmek için öncelikle Ashenvale’de birçok yerleşime aynı anda saldırı düzenleniyor. Bu noktada Horde ve Alliance oyuncuları için farklı senaryolar olması biraz üzdü zira Horde tarafındaysanız Astranaar’da siviller ölmesin diye gizlilikle hareket ediyorken Alliance tarafında sivillerin katledildiğini öğreniyorsunuz. Saurfang’in ek birliklerle Felwood üzerinden Darkshore’a gönderilip kuzeyden sürpriz saldırı düzenlemesi de ayrı bir tat katıyor. Saurfang’in sivilleri öldürmeyi reddetmesi ve Malfurion’a arkadan saldırdıktan hemen sonra pişmanlık duyarak onu öldürmemeyi seçmesine şapka çıkarttığımı belirtmem gerek. Birçok kişi “Onurlu bir ork olduğu söyleniyor ama Teldrassil yakılırken sesini çıkartmaması ne kadar onurlu bir hareket?” diye sorguluyor ama şu anda çoğu oyuncunun bilmediği bir detay, Battle for Azeroth Collector’s Edition ile birlikte gelen kısa romanlarda açıklanıyor: Sylvanas emir verdiği anda dehşete düşen Saurfang, mancınıkları hazırlayan orklara durmalarını emrediyor; ancak Warchief’e bu derece yakın bir konumdaki orklar durmuyorlar. Bu kısa roman, Saurfang’in Teldrassil’in yanışını izleyişiyle devam ederken Saurfang tam bu sırada geçmişte Shattrath’ta yapılan katliamı hatırlıyor ve Horde’un artık dönüşü olmayacak bir yola girdiğini düşünerek onurlu bir şekilde öleceği vaktin gelmesini umarak sonlanıyor. Gerçekçi olalım: Bir isyan durumu olacaksa bile bu o anda, o kadar askerin orta yerinde canını tehlikeye atarak yapılmaz. Ayrıca bekleyin, Saurfang’in hikâyesi çok enteresan yerlere gidecek. 🙂

Teldrassil… Ah, Teldrassil… Görevleri iki tarafla da yaptım ve özellikle Darnassus’taki sivillerin hepsini kurtaramayacağımı bilmek beni derinden üzdü. Tyrande’nın Malfurion yaralandıktan sonra Darnassus’un kaybedildiğini söyleyip eşini alarak Stormwind’e “hearthstone” basması ve night elf sivilleri Darnassus’ta bırakması da bir o kadar sorgulanması gereken bir hareket ama bunu belki farklı bir yerde tekrar detaylandırabiliriz.

Peki Sylvanas bu Dünya Ağacı’nı neden yaktı? Sebebi orada yaralı hâliyle konuşan Delaryn Summermoon’a duyduğu kızgınlık filan değildi, sözlerinin gerçekliğiydi. Malfurion’ın ölmediğinin bilincinde olduğunu düşünerek diyorum ki night elflerin umudunu yok edebilecek hareketi yapmayı seçti. Son ana kadar niyeti Teldrassil’i ele geçirmekken hem Kalimdor’un kontrolünü daha kolay sağlayabileceğini hem de Alliance’ın umudunu kıracak oldukça büyük bir darbe vuracağını bildiğini düşünüyorum. O kararı o anda aldı. Evet, kişiliği gereği sinirlendiği veya beklenmedik hareketler yaptığı anlar her zaman oldu ama iş Teldrassil’e geldiğinde gerçekten hiç hesapta olmadığını ve o anlık ilerleyişe göre hareket etmeyi tercih ettiğini kendisi de görev zinciri sonunda dile getiriyor. Nathanos gibi dünyanın en büyük Sylvanas-severinin bile bu kararını bir anlığına sorguladığını da ayrıca belirtmek gerek. Sivillerin bulunduğu bir bölgeye katliam gerçekleştirecek şekilde saldırmış olması şahsım adına beni oldukça rahatsız etti ancak buna istinaden dikkat ederseniz Warbringers videosunun sonunda Sylvanas’ın tek başına durduğunu göreceksiniz. Kendi aldığı ani kararlar sonucunda en sonunda yapayalnız kalacağının bir ön görüsü olabilir mi? Sadece Horde değil, aynı zamanda kendi halkı tarafından bile sırt dönüleceğinin bir göstergesi olabilir belki? Bunu ancak zaman gösterecek.

Buradan öncelikle iki arada kalmış Horde oyuncularına seslenmek istiyorum: Battle for Azeroth paketi başlamadı bile. Bir başlasın, görevleri yapalım ve yamalarla konunun nasıl ilerlediğini görelim. Şimdiden tepki göstermenin maalesef çok da bir anlamı yok. Alliance oyuncularına gelirsek… Yapılanların bütün Horde bireylerinin üzerine yıkmayın. Anduin’in bile görev sonunda söylediği gibi bunun Sylvanas’ın tek başına karar verdiği bir hareket olduğunu unutmayın. Neler olacağını ancak olaylar geliştikçe göreceğiz. Bu kadar sert tepki verilmesinin asıl sebebinin büyük bir çoğunluğun bir “twist,” bir ters köşe beklemesinden, Sylvanas’ın böylesine ağır bir hareketi yapmasını istememesinden ancak gayet kendisinden beklenebilecek bir adımı atmasından kaynaklandığına inanıyorum. Topluluğun genelinin inancına veya beklentisine uymayan bir sonuçla karşılaşıldı ve insan doğası gereği korkunç bir geri dönüşümü oldu. Blizzard’ın böylesine büyük bir tepki çekecek bir hareketi özellikle bilerek yaptığından nedense hiç şüphem yok. Blizzard’a bu konudaki inancınız sarsıldıysa bile belki eski bir dostun bu konuda çıkıp yaptığı açıklama içinizi biraz olsun ferahlatır:

“Herkese tavsiyem şöyle derin bir nefes alıp olanların tadına varmaları. Ben öyle yapıyorum! Üzerinize gelen dalganın tamamını görmüş değilsiniz. Ve Douglas Adams’ın da diyeceği gibi – Panik yapmayın! :)”

Şahsen Sylvanas’ın bir “raid boss”u olacağını düşünmüyorum. Ya öfkesiyle kendisini bitirecek ya da bir sebepten ötürü ölmesi gerekecek ama buna sebep olanlar biz olmayacağız diye düşünüyorum. Bizim elimizde ölmesi gerekirse de bunun “düşman” olarak yaftalanmasından zira farklı bir sebeple gerçekleşeceğine inanıyorum. Anduin tarafını düşünürsek de o masum idealist inancını ciddi şekilde sarsacak bir olayla karşılaşmasını bekliyorum. Ancak kişiliğinin değişmesinden bahsetmiyorum; olaylara o toy perdesinin ardından bakmayacak, karakter gelişimi sağlayacak ve daha gerçekçi bir yaklaşım kazanmasına sebep olacak bir olayla yüzleşmesini beklediğimden bahsediyorum. Before the Storm’da buna benzer bir olayı yaşadı (Forsaken bireylerin öldürülmesinden kendisini sorumlu tutması) fakat henüz inancını köklerinden sarsacak bir olayla yüzleşmedi. Onun zamanı geldiğinde nasıl ilerleyeceğini hep birlikte göreceğiz.

Her ne olursa olsun hepimiz bu oyunu severek oynuyoruz. Birbirinizi aşağılayarak, Horde/Alliance holiganlığı yaparak veya karşınızdakinin damarına basarak kırmanın bir anlamı yok; yapmayın.

Azeroth hepimizin. 🙂