Draenor gezegeni daha bu ismi almadan önce bile üzerindeki savaşlar ve ırklar arasındaki çarpışmalar sayısız yıl boyunca devam etmişti. Grond’un varisleri olan kırıcılar ile Ebedinebat’ın ilkelleri çatışıp durmuş, bu iki farklı soydan gelen canlılar da kendi varoluşlarını sürdürebilmek için bitmek bilmez savaşlarla kavrulmuşlardı. Ancak denkleme bir ırk daha eklenmek üzereydi ve bu durum, Draenor’un tarihini değiştirecekti.
On binlerce yıl önce Yakan Lejyon’un lideri olan Sargeras, ordusuna kumandanlık edebilecek zeki ve olağan dışı yeteneklere sahip bireyler ararken eredar ırkıyla karşılaşmış ve Kil’jaeden ile Archimonde başta olmak üzere birçok eredarı kendi saflarına çekmişti. Üçüncü önder Velen ise Sargeras’ın vaatlerinin ardındaki karanlık gerçeği görmüş ve kendisine sadık kişileri toplayarak ana gezegenleri olan Argus’tan kaçmıştı. Takip eden binlerce yıl boyunca gezegenden gezegene giderek Lejyon’un vahşetinden kurtulmaya çalışan bu eredarlar, kendilerine “sürgün edilenler” anlamına gelen draenei ismini vermişlerdi. Genedar adındaki uzay gemisiyle hem fiziksel evrende hem de Çarpık Düzlem’de seyahat eden draeneilar, K’ure, K’ara ve D’ore ismindeki naaruların yardımıyla Lejyon kendilerine yaklaştığı anda haberdar olup tekrar yola koyulmuşlardı. Fakat bu durum değişmek üzereydi.
Genedar’ı sıklıkla kullanmak büyük bir enerji gerektiriyordu. Naarular gereken bu enerjiyi sağlasalar da zaman içerisinde zayıfladıklarının da farkındalardı. Kaçışlarının bir sona yaklaştığını hisseden naarular, Lejyon’dan uzak bir dünya buldular ve draenei ırkını buraya yerleştirmeye karar verdiler; ancak bu son seyahat tam anlamıyla bir kaosa sürüklendi. Naarulardan K’ara, yolculuk esnasında Işık ile olan bağını kaybederek Hiçlik’e çekilmeye başladı. Naarular için bu durum kaçınılmazdı zira fazlasıyla güçsüz kaldıklarında veya ölümün kıyısına geldiklerinde enerjileri Hiçlik’e doğru itilirdi.
K’ara son bir hamleyle gemideki draeneiları kendisini Genedar’dan uzaklaştırmaları gerektiği konusunda ikna etti; ancak bunu uygulamak o kadar da kolay değildi. K’ara’yı saran Hiçlik enerjileri, onun diğer naarularla çatışmasına sebep oldu ve her kim araya girerse girsin ölme riskiyle karşı karşıyaydı. Ancak Kâhin Velen, draenei ırkının böylesine çaresiz bir şekilde yok olmasını göze almayı reddederek araya girdi ve K’ara’nın gemiden atılmasını sağladı. K’ara ise bu olaydan sonra Gölgeay Vadisi’nin semalarına yerleşti.
Velen’in bu kahramanlığı birçok hayat kurtarmış olsa da maalesef kendisi için korkunç bir duruma sebebiyet verdi; zira hem fiziksel hem de zihinsel gücünü büyük ölçüde kaybetmesine, kendisine “Kâhin” denmesini sağlayan geleceği görme yeteneğinin asırlar boyunca düzelmeyecek şekilde körelmesine neden olmuştu. Bu da yetmiyormuş gibi diğer iki naaru da gerçekleşen çatışma sebebiyle zayıf düşmüşlerdi ve bu yüzden Genedar, güvenli bir iniş yapamayarak Nagrand bölgesinin güneybatısındaki topraklara çakıldı. Tarihsel açıdan bakıldığında Kara Geçit’in açılmasından iki yüz yıl önce yaşanan bu kaza sırasında naarulardan D’ore ile draenei ırkının büyük bir bölümü can verdi; K’ure ise kaçınılmaz bir şekilde Hiçlik’e çekildiğini fark ederek hayatta kalan bireylere gemiyi derhâl terk etmeleri gerektiğini söyledi. Velen ve takipçileri artık yapayalnızlardı. Hiç bilmedikleri bir dünyaya varmış olan draeneilar, naaruların kaybının getirdiği çaresizlikle buraya yerleşmekten başka şansları olmadığını fark ettiler. Gezegen de işte tam bu dönemde bilinen ismini almış oldu: Draenor; diğer bir deyişle “Sürgün Edilenlerin Sığınağı.”
Velen vakit kaybetmeden Rangari adını verdikleri bir keşif birliği oluşturarak onları bölgeyi araştırmaya ve kullanabilecekleri kaynakları bulmaya yolladı. Aynı zamanda hayatta kalanları yönetip yönlendirebilecek birilerine ihtiyaçları vardı. Velen bu görevi oldukça uzun bir süre yürütmüştü ama K’ara’yı gemiden uzaklaştırırken zihni Hiçlik’e dokunmuş, gelecekle ilgili görülerini kaosa sürüklemişti; artık yalnızca gerçekleşecek olayları değil, Hiçlik’in gerçekleşmesini umut ettiği farklı gelecekleri de görüyordu. Bu yüzden hangi görülerin gerçek, hangi görülerin ise sadece Hiçlik’in bir oyunu olduğunu ayırt edemiyordu. Kendisinin bu şekilde sağlıklı bir lider olamayacağını fark eden Velen, bir yönetim konseyi kurulmasını talep etti. Böylece “Eksarh” unvanı verilen bireylerce bir konsey oluşturuldu.
İlk eksarh, Rangari kâşiflerinin lideri olan Naielle’di; görevi keşif birliklerini yönlendirmek, draenei ırkının yerleşebileceği yerleri bulmak ve kaynakları tespit etmekti. Ardından oldukça yetenekli ve Draenor’un kaynaklarını ustalıkla kullanabilen Hataaru geldi; görevi Zanaatkârlar olarak isimlendirilen draenei mühendislerini yönlendirmek ve yalnızca yerleşim yerlerini inşa etmekle kalmayıp zırh ve silah ihtiyacını da karşılamaktı. Hataaru’nun yarattığı arkonit kristalleri, draenei toplumunun ayrılmaz bir parçası hâline gelecekti. Üçüncü eksarh ise Akama’ydı ve kendisine Savunucular adı verilen, Işık’ın güçlerini kullanmakta ustalaşmış oldukça saygın askerî birliğin komutası verildi; görevi toplumun karanlık güçlerden korunmasını sağlamaktı. En son olarak da Othaar adındaki eksarh geldi; görevi Sha’tari adı verilen birliğiyle birlikte ölmüş olan D’ore’den kalanları incelemek ve böylece Draenor’un ötesindeki naarular ile iletişime geçebilmekti. Bu dört bireyin oluşturduğu bünyeye Eksarhlar Konseyi adı verildi.
Rangari kâşifleri Draenor’da yerleşebilecekleri bir yer ararlarken Talador’un kuzey batısında denize kıyısı olan ve dağlarla korunan bir mekâna denk geldiler. Draeneilar için uygun bir bölge olduğuna kanaat getirdikleri bu yerin aslında eskiden Goria İmparatorluğu’nun elementlerce yok edilmiş ana şehrini barındırdığından habersizlerdi. Elementlerin yarattığı yıkım diğer ırkların buraya yerleşmesini engellemişti ancak draeneilar yaşananları bilmiyorlardı. Velen, halkını bulunan bu topraklara götürdü ve büyük bir şehrin kurulmasına öncülük etti. Draenei dilinde “Işık’ın Meskeni” anlamına gelen Shattrath ismini verdikleri şehir, kısa süre içerisinde oldukça görkemli bir yerleşime dönüştü.
Draeneilar yeni yerleşim yerlerini inşa ederlerken Sha’tari birliğinin bir üyesi olan Maladaar, oldukça gizemli bir olayın gerçekleştiğini fark etti. Ölmüş olan naaru D’ore’nin kalıntıları Hiçlik enerjileriyle sarmalanmıştı ve Genedar’ın çakılışı sırasında can vermiş olan draeneiların ruhlarını kendisine doğru çekiyordu. Dahası bu ruhlar naarunun kalıntılarına vardıklarında onlarla iletişime geçilebiliyordu. Daha önce böyle bir durumla hiç karşılaşmamış olan Velen, D’ore’nin kalıntılarının derhâl güvenli bir yere götürülmesini emretti; böylece Shattrath’ın güneyinde buldukları uygun bir alana “Müşerref Ölüler Evi” anlamına gelen Auchindoun adı verilen muazzam bir mozole inşa edildi. D’ore’nin kalıntıları bu mozoleye taşınır ve draenei ruhları da onu takip ederlerken Maladaar beşinci eksarh olarak konseydeki yerini aldı; görevi ölülerle iletişime geçip ruhlarını her türlü zarardan korumaktı.
Shattrath gelişip büyürken Velen, diğer draeneiları şehirden fazla uzağa yerleşmemeleri konusunda uyardı. Henüz bu toprakları yeterince iyi bilmiyorlardı ve orklarla ogreleri rahatsız etmek istemiyorlardı. Fakat fikri kısa süre içerisinde değişti zira Genedar’ın düşüşüyle birlikte tahmin ettiklerinden daha fazla alan zarar görmüştü; hayvanlar ve bitkiler Işık, Hiçlik ve mistik enerjilerle değişim geçirmeye başlamışlardı. Velen’e göre bu zararı onarmak kendi görevleriydi; böylece Zanaatkârlar, Rangariler ve Savunucular’dan oluşan çeşitli gruplar, Draenor üzerinde birçok küçük yerleşim yeri kurdular, bu yerleşimleri Draenor’un mistik enerjilerinin oluşturduğu ley hatlarına bağladılar ve yarattıkları sorunları düzeltmeye çalıştılar. Bu yerleşimlerden en görkemlisi, Gölgeay Vadisi’nin doğusunda kurulan ve draenei toplumu için oldukça büyük bir önem taşıyacak olan Karabor Tapınağı’ydı.
Mistik büyü gücünü ve Işık’ın kudretini kullanan draeneilar, kısa süre içerisinde Draenor’da yarattıkları zararı iyileştirmeyi başardılar; ayrıca kurdukları yerleşimler sebebiyle diğer ırklarla iletişim kurma fırsatı da yakaladılar. Velen olabildiğince bu ırklarla herhangi bir münasebete girilmesini istemiyor, onların asırlar boyunca kurmuş oldukları düzene saygı duyulmasını istiyordu; bu yüzden mesafeleri korumayı tercih ettiler. Ancak hiç tahmin etmedikleri olaylar baş göstermek üzereydi.
Gölgeay Klanı’nın şamanları oldukça uzun bir zamandır gökyüzünü inceliyorlardı ve ruhani varlıklar konusunda hassaslardı. Hiçlik güçlerine yenik düşmüş olan naaru K’ara’nın Gölgeay semalarında belirmesiyle birlikte ona Kara Yıldız adını vermişler ve adeta bir ilahmışçasına ona tapmaya başlamışlardı. Kendilerine gereğinden fazla güvenen birkaç şaman, zihinleriyle K’ara’nın varlığına dokunmuş ancak ulaştıkları karanlık güç sebebiyle akıl sağlıklarını yitirmişlerdi. Bu yüzden Gölgeay Klanı’nın bilge şamanları, Kara Yıldız’ın taşıdığı enerjinin fânilerin ulaşmaması gereken bir güç olduğuna kanaat getirdiler ve bu tehlikeli girişimi tamamen yasakladılar; öyle ki herhangi bir bağ kurmaya çalışanlar Vadi’den sürgün edilmeye mahkumlardı.Yalnızca K’ara değil, Genedar’da bırakılan K’ure de ork halkını etkilemeye başlamıştı. Aynı D’ore’nin draenei ruhlarını kendisine çekmesi gibi K’ure de ork ruhlarını etkisi altına almıştı. Orkların “Ruhlar Dağı” anlamına gelen Oshu’gun adını verdikleri Genedar’daki ruhların bazıları Işık enerjileri ile bir olmuş ve daha önce hiç görülmemiş bir bilgeliğe ulaşmışlardı. Ork şamanlar ise bunu fark ettikleri anda artık yalnızca kristalden oluşmuş bir dağ görünümüne sahip olan gemiye yolculuk etmeye ve ölmüşlerin ruhlarıyla iletişime geçmeye başladılar.
Oshu’gun’da bulunan ork ruhlarının nasihatleri ve tavsiyeleri kısa süre içerisinde ork toplumunun ayrılmaz bir parçası hâline geldi. Özellikle ruhani konulara önem veren klanlar için bu tavsiyeler oldukça etkili ve paha biçilmezdi; ancak draenei liderleri için bu durum oldukça rahatsız ediciydi. K’ure’nin doğasını gayet iyi biliyorlardı ve Hiçlik’e düşmüş bir naarunun karanlık potansiyelinin farkındalardı. Eğer araya girip orkların atalarıyla olan bağlarını kopartırlarsa bu ırkın kendilerine savaş açması kaçınılmazdı; fakat K’ure’nin karanlık gücünün orklar üzerinde ne gibi meşum etkileri olabileceğini de dikkate almak zorundalardı. En sonunda ellerinden bir şey gelmeyeceğine kanaat getiren draeneilar, hiçbir şey yapmamaya karar verdiler.
Geçen yıllar boyunca K’ure’nin karanlığı, beklenenin aksine orklar üzerinde çok fazla etki yaratmadı; ancak bu durum, hiç etkisi olmadığı anlamına gelmiyordu. Şaman olabilmek için Elementlerin Tahtı’na yolculuk eden ancak elementlerin ötesine geçip zihinleriyle karanlık güçlere dokunan ve klanlarından dışlanan orklar hâlâ Nagrand’ın yer altı mağaralarında yaşıyorlardı. Bu orklar, Genedar’ın düşüşüyle birlikte mağaralarını geminin altındaki topraklara varacak şekilde genişlettiler ve K’ure’den yayılan Hiçlik enerjilerini incelemeye koyuldular. Elde ettikleri yeni gücü keşfederlerken Hiçlik Efendileri ile iletişime geçmeye başlayan bu orklar, gölge büyüsünü nasıl ustalıkla kullanabileceklerini öğrendiler, yıkım ve evrenin sonuyla ilgili görüler görmeye başladılar. Kullandıkları karanlık enerjinin etkisi ile ten renkleri solmaya başlayan bu topluluk nihayetinde kendilerini “Solgunlar” olarak adlandırdılar.
Solgunlar dışındaki orklar, K’ure’den yayılan karanlıktan genel olarak pek etkilenmediler. Klanlar, draenei toplumundan da mümkün olduğunca uzak duruyorlardı. Kimi zaman ticaret yapmak ve meraklarına yenik düşüp draenei yerleşimlerini gözetlemek dışında onlarla iletişime geçmemeyi tercih ediyorlardı. Bazı orklara göre onlar ilahi varlıklardı, bazılarına göreyse oldukça gelişmiş bir ırktı; ancak klanların ortak noktaları bu yeni toplumu bir tehdit olarak görmüyor olmalarıydı.
Ogreler ise aynı fikirde değillerdi.
Ogreler, draenei gemisinin varışını ilk fark edenler arasındalardı. Ulutokmak’taki ogreler, draeneiların gelişlerini ve Draenor’a yerleşmelerini ilgiyle takip etmişlerdi. Shattrath’ın eski Goria İmparatorluğu’nun üzerine kurulmuş olması onları ziyadesiyle rahatsız etmişti fakat şehrin korumaları öylesine ileri düzeydeydi ki saldırmaya yeltenmemişlerdi.
Ulutokmak’ın liderliğine yeni bir isim yükseldiğinde ise bu düşünceler değişmeye başladı. İmparator Hok’lon adındaki yetenekli büyücü, draeneiların kendilerine ait olan gücü çaldıklarına inanıyordu ve bunu geri almanın tek yolunun savaştan geçtiğini düşünüyordu. Ogre halkını ayaklandıran ve aristokrasinin desteğini de arkasına alan Hok’lon, Shattrath’a saldırdı. Bu saldırı Shattrath savunmaları tarafından kolaylıkla püskürtüldü ve draeneilar karşı atağa geçtiler. Rangariler ve Savunucular, birçok farklı yönden düzenledikleri vur-kaç taktikleriyle ogre saflarını avladılar; Akama ise en büyük iki askeri olan Maraad ve Nobundo’nun yardımıyla İmparator Hok’lon’u ve generallerini öldürmeyi başardı. Ancak draenei toplumunun ogre halkını yok etmek gibi bir niyeti yoktu ve bu yüzden imparatorun ölümüyle birlikte güçlerini Shattrath’a geri çektiler. Velen, bedeni Işık’la çevrelenmiş bir şekilde şehrin surlarına çıkarak onlara evlerine geri dönmelerini ve bunu yaptıkları takdirde hiçbir zarar görmeyeceklerini söylediğinde ogreler tereddüt dahi etmediler ve Ulutokmak’a çekildiler. Bu olaydan sonra bir daha hiçbir ogre, draeneilara karşı açıkça savaş açmadı.
Shattrath’a yapılan saldırı ogreleri geri dönmeye ikna etmiş olsa da orkların draenei toplumuna karşı savundukları bakış açışını değiştirmişti. Draeneilar zararsız bir ırk olmaktan çıkmış, sahip oldukları mistik ve kutsal büyü güçlerinin kudreti orklar arasında huzursuzluğa sebep olmuştu. Tereddütlerini takip eden Kosh’harg Festivali’nde dile getiren ork klanlarından bazıları draeneilar ile iletişimi tamamen koparmaya karar verirken bazıları ise onları açıkça tehdit olarak görmeye başladı; bir kısım ise ogreleri hayatta bırakmak için ellerinden geleni yapmış olmalarını bir zayıflık olarak gördüklerini dile getirip onların kayda değer varlıklar olmadıklarını savundu.
Ork klanları arasından Yalımyeli ise festivalin ardından ortak toprakları paylaştıkları draenei halkına karşı farklı bir yaklaşım sergilemeye başladı. Terokkar Ormanı ile Nagrand bölgeleri arasına yerleşmiş olan bu klan, draenei ticaret yollarını ve karavanların seyahat rotalarını oldukça iyi biliyordu. Bu bilgiyi lehlerine kullanmak isteyen Yalımyeli orkları, karavanlara saldırılar düzenlemeye ve draeneiları esir almaya başladılar. Saldırıyı kimin düzenlediği oldukça aşikârdı zira karavanları savunurken can veren draenei bireylerinin yanında Yalımyeli orklarının bedenler de bulunmuştu. Bu durum Shattrath’ta karmaşaya sebebiyet verdi; birçok draenei karşı saldırıya geçip öç almak istiyordu ancak Velen için bu kabul edilebilir bir öneri değildi. Yalımyeli oldukça küçük bir klandı, kolaylıkla alt edilebilirlerdi fakat bir klanı ortadan kaldırırlarsa tüm orkların nefretini üzerlerine çekmeleri işten bile değildi. Bu yüzden orkların anlayacağı dilden yaklaşmak isteyen Kâhin, karavanlara eşlik eden askerlerin sayısının arttırılmasını sağladı. Savunucular silahlarını gizlemeden sergileyerek Işık’ın gücünün kendi yanlarında olduğunu açıkça gösteriyorlar, herhangi bir saldırı olduğunda kolaylıkla püskürtüyorlardı; ancak kimi zaman zaferle ayrılan taraf orklar oluyordu ve daha fazla draenei esir alınıyordu.
Rangari keşif kuvvetleri gizlice Yalımyeli klanına sızıp ellerinden geldiği kadar çok draenei esiri kurtarmaktan geri kalmadılarsa da kurtaramadıklarını korkunç bir gelecek bekliyordu. Efendilerine her türlü hizmeti sunmak zorunda bırakılan bu esirlerden bazıları yarı-ork, yarı-draenei çocuklar doğurdular ve bu çocuklar, iki toplum tarafından da hor görülüp dışlandılar. Ancak Velen’in taktiği genel olarak işe yaradı ve Yalımyeli klanı nihayetinde saldırılarını olabildiğince azaltıp mesafesini korumayı tercih etti.
Draenor topraklarında beraber geçirdikleri yüz seksen yılı aşkın süre içerisinde orklar ile draeneilar arasındaki ilişki daha sakin bir seviyeye ulaştı. Arada bir düzenlenen saldırılar sırasında kan dökülse de topyekûn savaş çıkmasına sebebiyet verecek düzeyde anlaşmazlık yaşanmıyordu. Genel olarak birbirlerine hiç benzeşmeyen kültürlere sahip olan bu iki ırkın ortak bir noktada buluşmaya gerek duymamaları da birbirlerinden uzakta durmalarını sağlıyordu. Ancak istisnai durumlar yaşanmıyor değildi.
Karakaya Klanı’nın bir üyesi olan Orgrim, bir Kosh’harg festivali sırasında Ayazkurdu Klanı’nın genç üyesi Durotan ile tanışmıştı. Kendi güçlerini ve iradelerini kanıtlamak isteyen iki genç ork, karşılıklı bir mücadeleye girişseler de kısa süre içerisinde sıkı dostlar hâline gelmişlerdi. Her ne kadar farklı klanlara bağlı orklar arasında böylesine yakın bir dostluk kurulması geleneklerine aykırı olsa da hem Karakaya hem de Ayazkurdu klanlarının büyükleri, bu iki orkun arkadaşlığını hoş görmüş ve arada sırada Gorgrond ile Ayazateşi bölgelerinin sınırında buluşmalarına izin vermişlerdi.Sınırda buluştukları bir yaz gününde bu iki dost, her ne kadar daha ötedeki topraklara gitmeleri yasaklamış olsa da bir maceraya atılmaya karar verdiler. Terokkar Ormanı’na giren bu genç orklar, beklemedikleri bir tehditle karşılaştılar ve bir Ulutokmak ogresinin saldırısına uğradılar. Kendileri oldukça güçlü olmalarına rağmen bir ogrenin kudretine karşı duracak konumda değillerdi ve öldürülmenin eşiğinde olduğunu bilerek çarpışmaya başladılar. Şanslarına yalnız değillerdi. Rangari keşif birlikleri de bizzat bu ogreyi gözlemliyorlardı zira draenei topraklarına iç kesimlerinde bulunuyor ve bir tehdit oluşturuyordu. Nitekim ogrenin Orgrim ve Durotan’a saldırdığını gördükleri anda harekete geçtiler ve onu kısa süre içerisinde öldürerek iki orkun hayatını kurtardılar.
Rangari birliğinin başındaki isim olan Restalaan, iki orkun cesaretine hayran kalmıştı fakat ormanda gezen başka ogreler bulunduğunu ve tehlike altında olduklarını biliyordu; bu yüzden onları Auchindoun’un güney batısında yer alan bir yerleşim olan Telmor’da ağırlamayı teklif etti. Durotan ve Orgrim her ne kadar draeneilara karşı ihtiyatlı bir yaklaşım sergileseler de böylesine bir teklifi kaçırmaya niyetli değillerdi zira oldukça az sayıda ork gerçekten bir draenei yerleşimini yakından görme şansını yakalamıştı. Böylece Rangari birliği ile birlikte Telmor’a doğru yola çıktılar.
Yerleşim yerine vardıklarında draeneiların misafirperverliği ile şaşkına dönen Orgrim ile Durotan, bu ırkın sahip olduğu teknoloji ve ince işçiliğe de hayran kaldılar. Üstüne üstlük draenei halkının lideri olan Velen’in de Telmor’da olduğunu öğrendiler.
Velen, Restalaan ile konuşmak için ziyarete gelmiş ve ağırlanmakta olan iki orkun haberini alır almaz onlarla görüşmek istemişti; zira son zamanlarda kendisini oldukça rahatsız eden bazı görüler almıştı ve bu fırsatı kaçırmak istemiyordu. Kâhin rüyalarında bile orkların bir araya gelişini ve savaşa gidişini görüyordu; hatta kimi zaman meşum bir karanlığın Draenor’un üzerine çöktüğüne şahit olmuştu. Genedar’da yaşadığı talihsiz olaydan sonra görülerine eskisi kadar güvenmeyen Velen, bu iki genç orkla görüşmek ve böylece niyetlerini anlamak isteği içerisindeydi.
Durotan ve Orgrim’in Velen ile gerçekleştirdikleri buluşma beklediklerinden çok daha iyi geçti. Velen’e göre görülerindeki karanlık, bu iki orkun kalbinde yer almıyordu zira dikkatli gözlemlerinin bir sonucu olarak onların oldukça onurlu ve dürüst bireyler olduğuna kanaat getirmişti. Kâhin’in verdiği emirle birlikte genç orklar, Gorgrond sınırına kadar Rangari kâşiflerince eşlik edildiler ve güvenli bir şekilde kendi bölgelerine bırakıldılar. İki orkun Telmor ziyareti kısa sürmüştü ancak yaşadıkları ve gördükleri sebebiyle oldukça mutlulardı. Kendi klanlarına geri dönen ikili, geçirdikleri anları gururla anlattılar ve draenei halkının misafirperverliğini övdüler. Ancak bilmedikleri şey, başlarından geçen bu maceranın ork ve draenei halkları arasındaki son barışçıl karşılaşmalardan biri olduğuydu.
Yakan Lejyon’un lideri olan Kara Titan Sargeras, Azeroth’ta aldığı yenilgiyi unutmamıştı. Hiçlik Efendileri bu doğmamış titanı ele geçirmeden önce onu yok etmeliydi ancak bu sefer direkt savaş açmak yerine Azeroth halklarını zayıflatmak ve istilaya hazır hâle getirmek istiyordu. Bu yüzden hizmetkârlarına evrende yozlaştırmaya uygun ırklar bulmalarını emretti; böylece onları dilediğince kullanabilecekti.
Karanlık gerçekten Draenor’un üstüne çökmek üzereydi.