Lorekeeper

KİMDİR, NEDİR: DIABLO

“Ve bir zamanlar yenilmiş olan habis yeniden doğacak! İnsan suretiyle gizlenmiş olarak masumların arasında yürüyecek ve Dehşet bu topraklar üzerinde yürüyen herkesi tüketecek! Semalar ateş yağdıracak ve denizlerde oluk oluk kan akacak! Erdemliler şeytanilerin karşısında düşmeli ve bütün yaratılış Cehennem’in yanan sancakları karşısında titremeli!”

Anu ve Tathamet’in asırlar süren dövüşü sona erdiğinde iki varlığın cansız bedenlerinden cennet ve cehennem meydana geldi. Tathamet’in yedi kafasından yedi habis iblis doğdu. Bu iblislerden dördü düşük seviyeliydi; ancak üçünün gücü kıyas bile alamayacak kadar muazzamdı ve kendilerine “Baş Habisler” diyorlardı. Bu iblislerin en genci olan Al’Diabolos, korkuyla beslenip dehşetle hüküm sürdüğü süre içerisinde birçok isimle tanınacaktı: Karanlık Lord, Dehşetin Efendisi, Baş Habis, Üçlünün Lideri, Ruhların Yokedicisi… Diablo.

Baş Habisler arasında en tehlikelisi kabul edilen Diablo, aynı zamanda Tathamet’in çocukları arasında en sabırlı ve ileri görüşlü olandı. Diğer birçok iblis zafere hızlı yoldan ulaşmaya çalışırken Diablo uzun vadeli planlar yapar ve daha sonra adım adım kurduğu bu planları gerçekleştirirken rakiplerinin düştüğü çaresizlik ve dehşetten keyif alırdı. Ebedî Çatışma sırasında asırlar boyunca meleklere kafa tutmuş, hatta zaman zaman Angiris Konseyi’ni bile birbirlerine karşı kışkırtmayı başarmıştı. Ancak Dehşetin Efendisi’nin zalimliğinden en çok çeken şüphesiz ki zavallı Sığınak halkıydı.

Cennet ve Cehennem arasındaki Ebedî Çatışma, Dünyataşı’nın ortadan kaybolmasıyla duraksadığında iki taraf da “Sığınak” adındaki yeni bir dünyanın farkına varmıştı. Bu dünyada yaşayan canlılar, içlerinde hem iblislerin hem de meleklerin gücünü taşıyan insanlardı. Onların içinde uykuda olan gücü keşfeden Diablo, kardeşleri Mephisto ve Baal ile birlikte derhâl bu gücü kontrol etmenin peşine düştü. “Teslis Kilisesi” adında bir din kurdular ve gerçek niyetlerini gizleyerek kendilerine müritler toplamaya başladılar. Diablo’nun Teslis’teki müşfik kimliği Dialon’du ve “Kararlılık Ruhu” olarak da anılıyordu; simgesi keçiydi ve insanlığa taşımakta olduğu “Düzen Tabletleri”yle bir amaç getireceğine inanılıyordu. Teslis Kilisesi amacına büyük oranda ulaştı ve kendilerine yıllar boyunca ciddi bir takipçi kitlesi topladılar. Ancak bütün bu planları Işık Katedrali’ni kuran sürgün melek Inarius tarafından bozuldu. Zira Inarius hem Teslis Kilisesi’ni, hem nefalem güçlerine uyanan Edyrem grubunu hem de Semavî Ordu’yu büyük bir savaşın içine soktu. Tarihe Günah Savaşı olarak geçecek bu mücadelenin sonlarına doğru Diablo, Inarius’a ittifak teklif etti ve Inarius bu teklifi başta reddetse de başka çaresi olmadığını fark ettiğinde kabul etmek zorunda kaldı. Ancak Teslis ve Işık Katedrali’nin birleşmiş güçleri bile Edyrem ordusunun başındaki Uldyssian’a karşı durmaya yetmedi. Diablo’nun korku ve dehşet uyandıran etkisini iblise karşı kullanmayı başaran Uldyssian, böylece Dehşetin Efendisi’ni Sığınak’tan kaçmaya zorladı.

Günah Savaşı

Günah Savaşı’nın sonucunda kaçmak durumunda kalmış olsa da Diablo’nun gözü hâlâ Sığınak’taydı. Bunun için dikkatini doğudaki Ureh şehrine çevirdi ve şehrin lideri Juris Khan’a kendini Başmelek Mirakodus olarak tanıtarak yavaş yavaş onun aklını zehirlemeye başladı. Lord Khan, uzun uğraşlar sonunda tamamen Diablo’nun kontrolü altına girdi ve Diablo Ureh’i cehenneme taşıyacak büyünün hazırlıklarına başladı; böylece cehennemden Sığınak’a kolaylıkla ulaşabilecekleri bir yol yaratmayı amaçlıyordu. Gregus Mazi adındaki bir sahir, Lord Khan’ın durumunu fark ederek Diablo’nun planlarını engelledi fakat Ureh bu sefer de cehenneme gitmek yerine diyarlar arasındaki bir arafta kısılı kaldı. Lakin Dehşetin Efendisi’nin pes etmeye niyeti yoktu. Khan’ın etkisini kullanarak arafta kalmış Ureh halkını diriölü yaratıklara çevirdi ve bir gün planlarından bihaber birilerinin Ureh’i Sığınak’a geri getirmeye çalışmasını umarak başka planlara odaklandı.

Sığınak’ı ve içindeki nefalemleri ele geçirmeyi saplantı hâline getiren Baş Habisler, planlarını ve dünyanın varlığını Art Habisler Belial, Azmodan, Duriel ve Andariel’den gizli tutmuşlardı. Diablo, Mephisto ve Baal’ın Ebedî Çatışma’yı habersiz olarak terk edip kendilerinden gizleyerek nefalemleri silah olarak kontrol etmeye çalışmaları iki tarafın arasının iyice açılmasına sebep oldu. Azmodan ve Belial bu durumu kendi lehlerine çevirerek Baş Habisler’e savaş açtılar. Üç iblis efendisi de yıkıcı bir güçle bu isyana karşı koymuş olsa da en nihayetinde sayı üstünlüğüne sahip olan Art Habisler kazandı; Diablo, Mephisto ve Baal da bedensiz, zayıflamış bir şekilde fâni diyara sürüldüler. Horadrim yazıtlarında “Kara Sürgün” olarak bilinen bu olay, aslında Sığınak’ın başına yakın tarihte gelen felaketlerin de başlangıcıydı aynı zamanda. Lakin ne Azmodan ve Belial’ın ne de insanlığın bilmediği şey, bütün bunların Diablo’nun planlarının bir parçası olduğuydu.

Sürgünleri sırasında geçen seferki gibi kendilerini gizlemeye dahi gerek duymayan Baş Habisler, Sığınak boyu kaos ve dehşet yaratarak etkilerini yaymaya başladılar. Doğrudan bir bedenleri olmasa da zayıflamış hâlleri bile Sığınak’ın zavallı insanlarını etkilemek için fazlasıyla yeterliydi. Politik güce sahip figürleri pençelerine alarak Kehjistan’ı birbirine katmaya başladılar. Bu sırada tetikte bir şekilde Sığınak’ı gözetmekte olan Başmelek Tyrael durumu fark etti ve dağılmış büyücü klanlarından topladığı cesur büyücülerden Horadrim adında bir organizasyon kurdu. İlk işleri Dünyataşı’ndan yontup yarattıkları taşlarla Diablo, Mephisto ve Baal’ın peşine düşmek oldu. Taşları kullanarak üçlüyü avlamaya başlayan Horadrim, ilk önce Kehjistan’ın kalabalık bir bölgesinde Mephisto’yla karşı karşıya geldi. Mephisto etraftaki birçok masum sivilin de öldüğü bir çatışma sonucunda ele geçirildi. Diablo ve Baal ise İkiz Denizler’i aşıp Aranoch Çölü’ne ilerlediler. Baal burada Horadrim tarafından köşeye sıkıştırıldı ve Lut Gholein şehrinde üç gün boyunca saklandı. Habislerden biriyle bir kez daha şehir ortamında savaşmak istemeyen Horadrim büyücüleri sakin bir şekilde beklediler ve çölde izini kaybettirmeye çalıştığı sırada Tal Rasha’nın önderliğindeki bir grupla Baal’ı da yakalamayı başardılar. Ancak dövüş sırasında kehribar renkli taş hasar görmüş olduğu için Tal Rasha kendini feda etti ve Baal’ın ruhunu bedenine hapsederek kontrol altında tutmayı denedi. Üç Baş Habis’ten geriye sadece Diablo kalmıştı.

Kardeşlerinin kaderini paylaşmamak için Khanduras’a geçmiş olan Diablo, kendini güvene almak için bir yandan da bir ordu toplamaya çalışıyordu. Çeşitli iblisleri ve yaratıkları çağırarak bölgeyi dehşete boğdu fakat ordusu günden güne artarken bir yandan Horadrim’in de dikkatini çekti. Yıllar süren mücadelenin sonunda Diablo’yu yenip ruhunu taşa hapsetmeyi başardılar. Sığınak’taki olaylara doğrudan müdahale etmesi yasak olan Tyrael, Horadrim’e son bir kez gözüküp Talsande Nehri’nin dibindeki labirentimsi mağaraların üzerine bir manastır kurmalarını ve taşı da mağaraya saklamalarını tembih etti. Bu manastırın koruyucuları olan Horadrimler ve onların aileleri o bölgeye yerleşerek Tristram adındaki kasabanın temellerini attılar. İki yüz yıl sürecek sessiz nöbetleri sırasında Diablo’nun uzun vadeli planlarının tıkır tıkır işlediğinden haberleri dahi yoktu.

İlk yıllarındaki haliyle Tristram kasabası

Eski maceralar efsanelere dönüşmeye ve yavaş yavaş unutulmaya başlandığında Zakarum kilisesinin emriyle dini yaymak için bölgeye gelen Kral Leoric, tam da Diablo’nun beklediği ve ihtiyacı olan şeydi. Kurast’ta Mephisto’nun ruhtaşını korurken Nefretin Efendisi’nin etkisiyle yozlaşmış Başpiskopos Lazarus’un önerisiyle yeni krallığının merkezini Tristram’a taşıyan Leoric, terk edilmiş ve harabe hâlindeki manastırı da bir Zakarum katedraline dönüştürdü. Başlarda Tristram halkına karşı adaletli ve cömert olan Leoric, bir yandan da yavaş yavaş Diablo’nun etkisi altına girmeye başladı. Diablo’nun yerleştirdiği karanlık düşünceler zamanla akıl sağlığını parçaladı ve paranoyaklaşmasına sebep oldu. Her geçen gün daha da histerik hâle gelmeye başlayan Leoric, Diablo’nun Lazarus aracılığıyla fısıldadığı Westmarch’ın kendisine karşı savaş açma ihtimaline inandı ve oğlu Prens Aidan’ı peşinde bir orduyla birlikte savaşa yolladı. En yakınındakilerden, hatta kendi eşinden bile şüphe etmeye başlayan Leoric sadece Lazarus’a güveniyordu ve onun sözüyle Kraliçe Asylla’yı idam ettirirken gözünü bile kırpmadı.

Tristram dehşetin gölgesinde kıvranırken Leoric’in en küçük oğlu olan Prens Albrecht‘in ortadan kayboluşu tuz biber oldu. Oğlunun kayboluşunun sorumlusu olarak kasaba halkını gören Leoric, bu sefer de halkı cezalandırmaya, hatta Albrecht’in yerini söylemeyi reddedenleri idam ettirmeye başladı. Gerçekteyse Albrecht, Lazarus tarafından katedralin altındaki mağaralara götürülmüş ve burada Diablo’nun ruhunu taşıyan ruhtaşı alnına saplandığı için çoktan Diablo’ya dönüşmeye başlamıştı. Başpiskopos ve Deli Kral’ı kukla gibi parmağında oynatan Diablo’nun planları, bir grup askerin Westmarch’taki savaştan dönmesiyle sekteye uğradı. Leoric’in şövalyelerinin yüzbaşı olan Lachdanan, çok sevgili kralının yaptıkları karşısında dehşete düştü; daha fazla yozlaşmasına göz yummamak ve acısına son vermek için kılıcını Leoric’in kararmış kalbine sapladı. En önemli piyonlarından birini kaybeden ve hâlâ gücünü geri kazanmaya çalışan Diablo, Leoric’in bedenini ölümden geri döndürerek katedralin altındaki mabedi korumak için dikti. Kralsız kalmış ve ordusu yok yere savaşa girmiş olan Tristram, çaresiz bir şekilde Lazarus’tan medet umdu. Başpiskopos, Prens Albrecht’in hâlâ kayıp olduğunu hatırlatarak kasaba halkını katedralin altındaki mağaralarda arayışa yönlendirdi. Lakin mağaralar artık Diablo’nun çağırdığı iblisler ve yaratıklarla doluydu; vahşice katledilen kasaba halkı da karanlık büyülerle diriltilerek Dehşetin Efendisi’nin ordusuna katıldılar.

Diablo’nun etkisi altındaki Leoric, Tristram halkını idam ederken…

Tristram halkı umudunu yitirip Doğan Güneş Meyhanesi’ne korku içinde sığındıkları sırada Prens Aidan, Wesmarch’a çıktığı seferden yanında Jazreth adında bir Vizjerei sahiri ve Moreina adında Görmeyen Gözün Kızkardeşliği’ne mensup bir okçuyla geri döndü. Tristram’da yaşanan felaketleri ve kardeşinin kayboluşunu öğrenen prens, vakit kaybetmeden yanındaki iki dostuyla birlikte katedralin altındaki mağaralara indi. Önlerindeki iskelet ordusunu ve iblisleri katlederek yerin kat kat altına inen üçlü, en nihayetinde Diablo’yla karşı karşıya geldiler. Henüz tam gücüne kavuşmamış olan Diablo, buna rağmen üçünü de hem fiziksel hem de zihinsel olarak tüketti; Aidan korkularıyla yüzleşti ve Diablo’yu öldüren darbeyi kendi elleriyle indirdi. İblisin bedeni gözlerinin önünde kuruyup toza dönüşürken altında yatan zavallı Albrecht’in bedenini de gözler önüne serdi. Diablo (şimdilik) yenilgiye uğratılmıştı ancak bunu bedeli Prens Albrecht’in hayatı olmuştu. Dahası ruhtaşı da hasar görmüş ve Diablo’nun ruhunu hapis tutamayacak kadar çatlamıştı. Diablo’nun ruhunu zaptedebileceğini uman Aidan, böylece Tal Rasha’nın yaptığı fedakarlığın aynısını yaparak ruhtaşını alnına sapladı.

Başta Diablo’yu kontrol altında tuttuğuna inanan Aidan, içinde büyümekte olan karanlığı dizginlemekte zorlandığı zamanlarda Cadı Adria’nın yardımını almaya başladı. Diablo’nun şeytani özünü genç prensin içinde hisseden Adria ise bunu çıkarına kullandı ve birlikte uzun geceler dertleştiği prensi baştan çıkartıp ondan hamile kaldı. Ancak aslında içinde taşıdığı çocuk Aidan’ın değil, gizliden gizliye hizmet ettiği efendisi Diablo’nundu; onun özünü ve geleceğini taşıyordu.

“Tristram’ı arkamda bırakmamın üzerinden aylar geçti. O günden beridir, soğuk toprağın altında yaşadığım dehşetleri ve ayık olduğum her anı lanetleyen çarpık kabusları unutmaya çalışıyorum. İçimde bir karanlık var, hissedebiliyorum. Beni doğuya doğru yönlendiriyor. Kadim krallıkların yıkıntıları arasındaki kurtuluşumu aramaya itiyor. Yolu bilmeme rağmen yolculuğumu engelleyecek tehlikelerden bihaberim. İlk kapıdan adımımı attığımda ruhumun iyi olan kısmını da geride bırakacağımın farkındayım. Ebediyen…” –Prens Aidan’ın günlüklerinden

Doğuya doğru yaptıkları yolculuk sırasında Aidan ve Diablo arasındaki görünmez çarpışma hâlâ tüm şiddetiyle devam etmekteydi; Diablo bedeninin kontrolünü ele geçirmeye çalışıyor, Aidan ise tüm iradesiyle direnmeye çalışıyordu. Doğukapısı Hisarı’ndan geçtiklerinde Diablo’nun kontrolü ele geçirdiği anlarda çağırdığı iblisler Görmeyen Gözün Kızkardeşliği’ni evleri bildikleri manastırdan etmiş, derme çatma bir kampta güçlerini toplamaya zorlamıştı. Görenler tarafından Kara Gezgin diye çağırılan Aidan/Diablo, hız kesmeden Khanduras ve Aranoch Çölü’nü ayıran dağlara doğru ilerlemeye devam etti. Yol üstündeki bir meyhanede bir kez daha kontrolü ele geçiren Diablo, meyhaneyi yakıp kül ederken herkesi de katletti –bir kişi hariç. Meyhanedeki katliamdan kurtulmayı başaran Marius, nedenini bilmediği bir şekilde bu Kara Gezgin’in peşine takıldı ve doğuya olan yolculuğunda ona eşlik etmeye başladı.

Marius’un yoldaşlığı Aidan’ın benliğini kazandığı anlarda garip bir şekilde huzur vericiydi. Gün geçtikçe daha zayıf düşmekte olan Aidan, ona eskiden olduğu savaşçıyı ve maceralarını anlattı; omuzlarında nasıl karanlık ve korkunç bir yük taşıdığından bahsetti. Ancak bu sırada Baş Habisler de boş durmuyordu; Aranoch Çölü’nde gizlenmiş yedi mezardan birinde Tal Rasha’nın bedenine hapsedilmiş olan Baal, Marius’un rüyalarına girerek onu kendine doğru yönlendiriyordu. Böylece yedi mezardan gerçek olanı bulup Kara Gezgin’le birlikte Baal’ı kurtarmak için mezarın derinliklerine indiler. Artık Aidan’ın bedenini neredeyse tamamen ele geçirmiş olan Diablo da bir yandan fiziksel olarak değişim geçirmeye devam ediyordu. Prensin bir zamanlar asil ve şefkatli çehresi git gide iblis efendisinin şeytani ve dehşet verici hatlarına bürünüyordu.

Tathamet’in kalıntılarından doğmuş olan iblis lordları ve düşmüş melek (Soldan sağa): Andariel, Baal, Mephisto, (ortada) Kara Gezgin, Duriel ve Izual.

Tal Rasha’nın, yani Baal’ın hapis tutulduğu odaya geldiklerinde Kara Gezgin, hızla kardeşinin ruhtaşına doğru hamle etti; Başmelek Tyrael ise doğrudan müdahale ederek Diablo’yu durdurdu. İki güçlü varlık kadim asma köprü üzerinde dövüşmeye başlarken Baal ise Tal Rasha’yı kullanarak Marius’a kendisini serbest bırakması için yalvarmaya başladı. Karşısındakinin gerçekten de çaresiz bir adam olduğuna kanan Marius, ruhtaşını çekerek Baal’ı serbest bıraktı. İki iblis efendisiyle karşı karşıya kalan Tyrael, Marius’a ruhtaşını alarak Cehennem Ocağı’na götürmesini ve yok etmesini tembih ettikten sonra hem Baal hem de Diablo’yla dövüşmeye başladı. Ancak Baş Habisler, Tyrael’ı kolayca alt ederek Baal’ı hapis tutan rünleri ona karşı kullandılar ve böylece Tal Rasha’nın Kabri’nde hapis kalan Tyrael oldu. Diablo ve Baal ise kardeşleri Mephisto’yu kurtarmak için Kurast’a doğru yola koyuldular.

Tapınak Şehir Travincal’a vardıklarında Mephisto’nun burayı neredeyse tamamen yozlaştırıp ele geçirdiğini gördüler; geriye kalan bir avuç Zakarum şövalyesi de Diablo’nun dehşetine yenik düştü. Zakarum Yüce Patriği Sankekur’un bedeninden kurtulup gerçek formuna kavuşan Mephisto, benzer bir ayini Diablo için de yaptı. Nihayet asıl formuna dönüşen Diablo, kardeşleriyle birlikte onlara ihanet eden herkesten intikam alacaklarına dair yemin etti ve bozulmuş ruhtaşlarını kullanarak Dünyataşı’nı yozlaştırma planını hayata geçirdi. Diablo açılan geçitten Cehennem’e geçerken Mephisto geçidi korumak için geride kaldı.

Ancak Diablo ve kardeşlerinin planları, Khanduras’tan beri peşlerinde olan bir grup kahraman tarafından bozulmaya devam ediyordu. Mephisto’yu yenmeyi başaran kahramanlar, bu uğurda Dehşet Alemi’ne girip Kaos Sığınağı’na ayak bastılar. Diablo’yu gizleyen beş mührü kırıp Dehşetin Efendisi’yle yüzleştiler. Cehennemin kavuran alevleriyle kahramanlara saldıran Diablo, onlara zor anlar yaşattıysa da sonunda yenilgiye uğradı. İblisin kan rengi derisi kuruyup büzüşürken zavallı Aidan’ın ruhu da nihayet hak ettiği huzura kavuştu. Diablo’nun yakut ruhtaşını ele geçiren kahramanlar, Cehennem Ocağı’na giderek Baş Habis’in ruhunu Kara Hiçlik’e sürmek için yakut taşı kırdılar.

Diablo peşinden Cehennem’e kadar gelmiş olan Paladin, Isendra, Cassia, Xul ve Barbar’a karşı dövüşürken…

Deckard Cain gibi melekler ve iblislerin doğasına aşina olanlar, Diablo ve kardeşlerinin nihai olarak yenildiği illüzyonuna kapılmadılar; er ya da geç geri geleceklerine ve şeytani planlarını uygulamaya devam edeceklerine inanıyorlardı. Ancak bekledikleri o Cehennem istilası bir türlü gelmedi. Aradan yirmi yıl geçtiğinde Tristram’ın Kararışı ve Kara Gezgin’e dair hikâyeler birçokları tarafından masal olarak kabul edilmeye başlanmıştı bile. Bu sırada Diablo’nun sadık hizmektârı Adria, Diablo’nun peşine düşmüş kahramanların elinde kaybedilen Habisler’in ruhlarını çok özel ve özgün bir taş olan Kara Ruhtaşı’nda topluyordu. Andariel, Duriel, Mephisto, Diablo ve Baal’ın ruhları kahramanların sandığı gibi Kara Hiçlik’te değil, taşın içindeydi. Adria Yedi Habis’in tamamını bir araya getirmeye çok yaklaşmıştı; tek ihtiyacı olan Belial ve Azmodan’dı. Böylece onların da ruhunu ele geçirmek için riskli ancak akıllıca bir plan yaptı ve artık bir fâni olmuş olan Tyrael’ı, bir grup nefalemi ile kızı Leah’ı kandırarak onları Belial’a karşı doldurdu. Belial düştüğünde Azmodan için grubu kışkırtmasına gerek bile yoktu –hâlihazırda Tabya Kalesi’ne saldırmakta olan Azmodan zaten nefalem için açık bir hedefti. Böylece Azmodan’ın da ölümüyle birlikte Yedi Habis birden asırlar sonra ilk defa bir araya geldi. Adria, Tyrael’ı etkisiz hâle getirip Kara Ruhtaşı’nı Leah’a sapladı ve böylece Baş Habis Diablo, diğer altı kardeşinin güçlerini kendine katmış bir şekilde bir kez daha hayata döndü.

Planlarını derhâl yürürlülüğe koyan Diablo, Cennet’e bir geçit açarak istilaya başladı. Elmas Kapılar’ın önünde Imperius’la dövüşmeye başladı ancak yedi habisin güçleri Yiğitlik Başmeleği’nin baş edebileceğinden çok daha fazlaydı. Imperius’un mızrağı Solarion’u parçalayan Diablo, başmeleği de ağır bir şekilde yaraladıktan sonra Elmas Kapılar’ı Ebedî Çatışma’nın tarihi boyunca ilk defa aşmayı başardı. Gümüş Şehir düşmüş, Cennet’in kutsallığı Diablo’nun dehşetiyle yıkanmıştı. Diablo Cennet’i nihai olarak yenmesini sağlayacak hareketi yapıp Kristal Kemer’i yozlaştırmaya başladı; ancak nefalem kahramanlar son anda yetişerek Diablo’yla dövüştüler. Nefalemleri Dehşet Alemi’ne çekmesi bile onları yavaşlatamadı ve sonuç olarak Tathamet’in tezahürü, Baş Habis Diablo, Kristal Kemer’in tepesinden düşerken bedeni toza dönüştü ve yedi ruh yine Kara Ruhtaşı’nın içindeki hapishanelerine döndü.

Diablo ve Imperius

Lakin bu bile Diablo ve habislerin sonu değildi; Kara Ruhtaşı’nın içinden dışarıya ulaşmaya çalışan iblisler, Cennet’i çok yavaş bir şekilde olsa da yozlaştırmaya devam ettiler. Bunun farkına varan Tyrael, Horadrim’i tekrar kurdu ve taşı Cennet’ten çalarak Rakkis’in Kabri’ne sakladı. Fakat taşı kendi amaçları için isteyen eski Bilgelik Başmeleği, yeni Ölüm Vekili Malthael kabre saldırarak onu ele geçirdi. Malthael’in amacı Sığınak’taki bütün iblis özünü tüketerek Ebedî Çatışma’yı sonsuza kadar sona erdirmekti. Nefalem kahramanlar ise buna izin verecek değillerdi; aynı Baş Habis’e yaptıkları gibi Malthael’e de meydan okudular. Nefalemlerin gücü karşısında çaresiz kalan Malthael, son bir gayretle Kara Ruhtaşı’nı parçalayıp habislerin özünü kendi gücüne kattıysa da bu bile yeterli olamadı. Malthael de aynı kaderi paylaştı ve nefalemler karşısında yenilgiye uğradı. Peki ya Baş Habis Diablo? O ne oldu?

Eh, eski kehanetler ne der bilirsiniz: “Ve bir zamanlar yenilmiş olan habis yeniden doğacak!”