Lorekeeper

ARTEFAKT ÖYKÜLERİ: SHAMAN

Elemental – The Fist of Ra-den & The Highkeeper’s Ward


Ra-den’in Yumruğu ve Yüce Bekçi’nin Siperi

Efsanevi Yüce Bekçi Ra, Eski Tanrılar’a karşı yürüttüğü savaşta iki güçlü silah taşıyordu. Bir tanesi Ra-den’in Yumruğu’ydu; fırtınaların yıkıcı gücüyle doldurulmuş bir silahtı. Diğeri ise Yüce Bekçi’nin Siperi’ydi; yaradılıştan beri var olan ateş, toprak, hava ve su elementleriyle titreşen bir kalkandı.

Ra’nın ellerinden alındığından beri bu silahları hiç kimse hakkıyla kullanamadı. Gök Gürültüsü Kralı, moguların imparatoru Lei Shen bile… Onun yapamadığını sen başarabilecek misin?


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Bir

Ra-den’in Yumruğu’nu titan Aman’Thul’un yarattığı bilinmektedir. Ancak nasıl yaptığı başlı başına bir hikâyedir.

Bir efsaneye göre Aman’Thul, fırtınaların gücü üzerinde hüküm sağlayabilecek bir silah yapılması için birtakım gizemli ilahi varlıkları görevlendirdi. Bu varlıklar Azeroth’un göğüne uzandı ve tek bir şimşek okunu alıp adeta bir kil gibi kendi elleriyle şekillendirdiler.

Bu zanaatkârlar işlerin bitirdiklerinde Aman’Thul, ele geçirilen şimşeği alıp bir taşın içerisine hapsetti ve taşı da içindeki gücü tutacak şekilde titan rünleriyle kapladı.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm İki

Aman’Thul bu şimşekle donatılmış silahı, en efsanevi titan-yapımlarından biri olan Ra’ya verdi. Bu taştan ve demirden tenlere sahip devler, Azeroth’u Eski Tanrılar’dan kurtarmak amacıyla titanlar tarafından yaratılmışlardı.

Eski Tanrılar olağanüstü derecede güçlülerdi ve emirleri altındakilerin sayısı muazzamdı. Ancak Ra ve müttefikleri bir an için bile tereddür etmediler. Aman’Thul ve diğer titanların rehberlik ettiği bu asil devler, Eski Tanrılar’ı alt edip yerin altındaki hapishanelerine kapattılar.

Ra bu savaş sırasında birçok başarı elde etti. Şimşeğin gücünü adeta bir kılıcın ölümcül inceliğiyle kullanarak Eski Tanrılar’ın hizmetkârlarını parçaladı ve onları yakıp kül etti. Ra’nın fırtınlar üzerindeki hakimiyetiyle yarışacak sadece bir düşman vardı: Al’Akir olarak bilinen kurnaz element efendisi.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Üç

Ra ve müttefiklerinin Rüzgâr Efendisi Al’Akir’e karşı verdikleri savaşı anlatan kadim mogu efsanesinden bir kesit:

“Efendi Ra ve soydaşları, Rüzgâr Efendisi’ni adeta arşa uzanan muazzam bir dağa kadar takip ettiler. Bu takip boyunca Al’Akir, yaklaşmakta olan zaferiyle ilgili böbürlenip duruyordu ancak sözleri de havanın kendisi kadar boştu.

“Kudretli ve kuvvetli olduğu doğruydu. Fırtınalara hükmedebildiği de doğruydu. Ancak Efendi Ra gibi gök gürültüsünü içine çekip şimşekler atarak konuşamıyordu. Göğü yaran o yumruğa sahip değildi.

“Efendi Ra ve soydaşları, Rüzgâr Efendisi bocalayana kadar Al’Akir’in kendi boralarını ona karşı kullandılar.

“Al’Akir’in düşüşünü garanti altına almak isteyen Efendi Ra, yumruğunu dağın tepesine indirdi. Gök kubbenin kendisi yarıldı ve içindeki tüm ateşle öfke Rüzgâr Efendisi’nin üstüne yağdı.”


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Dört

Tarihçi Llore tarafından kaleme alınan Element Efendileri’nin Sürgünü adlı kitaptan bir alıntı:

“Element efendileri, Eski Tanrılar’ın en büyük yardımcılarıydı ve titan-yapımları hepsini mağlup etmişlerdi. Bu zafer çok önemliydi ancak eşi benzeri görülmemiş zorlu bir görevi beraberinde getirmişti. Element efendilerinin ruhları Azeroth’a bağlıydı. Titan-yapımları onları yok etseler bile bir süre sonra tekrar dünyada vücut bulacaklardı. Bunu önlemek isteyen Yüce Bekçi Ra, bu yıkıcı varlıkların hapsedilmesine karar verdi.

“Bu amacını gerçekleştirebilmek adına Elemental Düzlem olarak bilinecek olan bir ara düzlem yaratılması için oldukça güçlü bir büyücü olan titan-yapımı Helya ile birlikte çalıştı. Bu düzlem, ateş, hava, toprak ve su elementlerini simgeleyen dört alandan oluşuyordu. Ra ve Helya, element efendilerini ve oların hizmetkârlarının çok büyük bir kısmını, yarattıkları bu hapishaneye kapattılar.

“Ra ve Helya aynı zamanda Elemental Düzlem’in anahtarı işlevi görecek ve Yüce Bekçi’nin Siperi olarak adlandırılacak bir de kalkan yarattılar. Bu kalkan, Ra’nın dilediği zaman güçlerini çağırabileceği dört elementin enerjilerini saçıyordu.”


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Beş

Eski Tanrılar’ı yenilgiye uğrattıktan sonra Ra ve müttefikleri, Azeroth’u koruyacak ve şekillendirecek yeni titan-yapımları yarattılar. Bu varlıklar arasında taştan tenleriyle oldukça güçlü olan mogular vardı. Ra’nın önderliğinde dünyanın en güney topraklarına kadar gidip burada muhafızlıklarına başladılar.

Aman’Thul ve yoldaşı olan diğer titanlar, yaşanan gelişmeleri dikkatle izlediler. Azeroth’un kendi hizmetkârlarının elinde güvende olduğuna kanaat getirdikten sonra ise nihayetinde bu dünyadan ayrıldılar.

Fırtınalı bir günde Ra ve mogu takipçileri, titanların ayrılışını görmek için devasa bir dağa tırmandılar. Efsaneler der ki Yüce Bekçi silahını kalkanına vurmuş ve elementler de çağrısına cevap vermişti. Yağan yağmur durmuş ve bulutlar dağılmıştı. Ayaklarının altındaki dağ daha da yükselmiş, şimşek ve ateş göğü doldurmuştu. Böylece Ra ve takipçileri titanları daha iyi görebilmişlerdi.

En son olarak ise rüzgâr, hüzün dolu bir elvedayla uğuldamıştı.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Altı

Tarihçi Llore tarafından kaleme alınan Gök Gürültüsü Kralı’nın Yükselişi adlı kitaptan bir alıntı:

“Titanlar Azeroth’tan ayrıldıktan çağlar sonra ‘tenin laneti’ adındaki tuhaf bir hastalık mogular arasında yayılmaya başladı. Taştan bedenlerini zayıflatıyor ve onları etten-kemikten canlılara dönüştürüyordu.

“Mogular birbirleriyle savaşan birçok klana ayrıldılar. Yıllar boyunca Azeroth’un güney topraklarında hakimiyet sağlayabilmek için birbirleriyle çarpıştılar. Bu şiddetin kalbinden halkını imparatorluğun görkemine taşıyacak bir mogu yükseldi.

“Onun adı Lei Shen’di, Gök Gürültüsü Kralı; ve gücüne denk gelen hiç kimse yoktu.

“Lei Shen’in gücünü nasıl edindiğine dair birçok hikâye vardır. En çok kabul edilen teori ise bu gücü, mogu dilinde ‘Efendi Ra’ anlamına gelen Ra-den adındaki efsanevi varlıktan çaldığıdır.

“Ancak bu varlığın en meşhur artefaktları olan Ra-den’in Yumruğu ve Yüce Bekçi’nin Siperi’ne ne olmuştur? Tabii ki Lei Shen bu silahları da almıştır ancak Gök Gürültüsü Kralı’nın onları kullandığına dair neredeyse hiç kanıt yok gibidir.”


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Yedi

Her ne kadar kudretli olursa olsun, Lei Shen Ra-den’in Yumruğu ve Yüce Bekçi’nin Siperi’nin enerjilerini kullanamıyordu. Ve bunu yapamamak onu deli ediyordu. Ne de olsa mogular üzerinde hakimiyet kurmuş ve onları bir imparatorluğa dönüştümüştü. Ra’yı yenmişti. Nasıl olurdu da iki artefakt onun iradesine karşı durabilirdi?

Ancak duruyorlardı işte. Kalkan ve yumruk üzerinde kullanılan silah, Gök Gürültüsü Kralı’nın anlayabileceğinin çok ötesinde şeylerdi. Artefaktları her kullanmak istediğinde fışkıran element enerjileri, onu sersemletiyordu.

Lei Shen art arda aldığı yenilgilere rağmen pes etmedi. Bu kadim silahların gücünü öyle ya da böyle kullanmayı başaracaktı.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Sekiz

Lei Shen, Ra-den’in Yumruğu ve Yüce Bekçi’nin Siperi’ni oldukça hünerli bir demirci olan Ocak Ustası Deng’e verdi. Gök Gürültüsü Kralı ona bu artefaktların gizemlerini çözmesini emretti ancak aynı zamanda bu gücü kendisi için kullanmamasını da tembihledi; zira eğer yaparsa çok ağır sonuçlarla karşılaşacaktı.

Deng kendisine emredileni yapacağına dair Lei Shen’e söz verdi; ancak bir yandan da gizlilikle efendisine itaatsizlik edeceği şekilde komplolar kurdu. Demirciye göre Lei Shen’in bile yapamadığı şeyi yapıp bu silah ile kalkanı kullanmanın bir yolunu bulabilirse mogu imparatorluğunun yönetimini ele geçirebilirdi.

Deng’in Ra-den’in Yumruğu ile gizlice uğraştığı bir sırada bir yıldırım göğü yararak indi ve ona çarptı. Artefakt bu enerjinin çoğunu emerek demircinin hayatını kurtardı.

Ancak Deng yara almadan kurtulamamıştı. Yıldırım bedenini sonsuza dek bozmuştu.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm Dokuz

Birçok deneyden sonra Deng, Ra-den’in Yumruğu ve Yüce Bekçi’nin Siperi için bir gaye buldu. Bu iki artefaktı, Gök Gürültüsü Ocağı adıyla anılan muazzam bir cihaza güç sağlamak için kullandı. Bu makine gece-gündüz demeden çalışıyor, mogu ordusu için fevkalade kaliteli silahlar yaratılmasını sağlıyordu.

Lei Shen bu işten oldukça memnundu. Deng’e kendisi için özel olacak ve diğer bütün yaratımlarını gölgede bırakacak kalitede zırh ve silahlar üretmesini emretti. Efendisini memnun etmek isteyen demirci, Gök Gürültüsü Ocağı’nı kullanacağı sıkı bir uğraşa girişti. Deng’in tüm bu emeği, nihayetinde en büyük üç yaratımıyla sonuçlandı: devasa bir mızrak, bir savaş baltası ve görkemli bir miğfer.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm On

Zaman geçti, Deng ve Lei Shen öldüler. Mogu imparatorluğu yıkıldı. Mevsimler geçti. Dünya değişti.

Bir zamanlar moguların hükmettikleri topraklarda pandaren ismindeki bir ırk egemenlik sağladı. Lei Shen ve acımasız soydaşlarının aksine bu yeni ırk, topraklarını bilgelik ve yardımseverlik ilkeleriyle yönetiyordu. Pandarenlerin yönetimi altındaki bölge, nispeten daha barışçıl ve refah dolu bir döneme girdi.

Mogu imparatorluğunun çöküşünden binlerce yıl sonra Shado-Pan adı verilen muhafızlık birliğine bağlı bir grup pandaren, Gök Gürültüsü Ocağı’na güç sağlayan artefaktları keşfettiler. Bu kâşifler, bulduğu nesnelerin içerisinde ne denli tehlikeli enerjiler barındığından haberdar olmayan Efendi Wan Snowdrift önderliğinde ilerliyorlardı.

Snowdrift, Ra-den’in Yumruğu’nu eline aldı ve o anda tenini yakan ve bedenini yaralayan şimşekten bir mızrak tarafından çarpıldı.


Ra-den’in Yumruğu, Bölüm On Bir

Efendi Wan Snowdrift, Ra-Den’in Yumruğu ile olan karşılaşmasında yaralanmış olsa da hayatta kalmayı başarmıştı. Kendisi ve diğer Shado-Pan üyeleri, bu silahın ve eşi olan kalkanın yanlış ellere düşerse dünyaya büyük zararlar verebileceğinden korkuyorlardı. Bunu önlemek amacıyla artefaktları Ak Kaplan Xuen’e götürdüler.

Ak Kaplan, pandarenlerin büyük saygı besledikleri ve Aziz Semaviler olarak anılan kadim ve güçlü varlıklardan biriydi. Xuen, Shado-Pan’ın bu silah ve kalkan ile ilgili düşüncelerini haklı buldu. Ve onları güvende olacakları yere, Ak Kaplan’ın Tapınağı olarak adlandırılan kendi yuvasına sakladı.

Ancak Xuen onları sonsuza kadar saklamayı planlamıyordu. Bu artefaktların tarihlerini biliyordu. Her ne kadar mogular onları kötülük için kullanmış olsalar da titan Aman’Tul tarafından iyiliğe hizmet etmek için yaratılmışlardı.

Xuen’in inancına göre bu silahı ve kalkanı asıl amacına yönelik şekilde kullanmayı hak edecek bir fâninin kapısını çalması an meselesiydi.

Enhancement – Doomhammer


Hükümçekici

Elementlerin öfkesiyle dövülmüş, nesilden nesile aktarılmış ve karşısında duran her şey için yıkımın habercisi olmuş olan Hükümçekici’nin, hem kurtuluş hem de kıyamet getireceği ön görülmüştü.

Tarihteki en tanınmış orkların bir kısmı Hükümçekici’ne sahip olmuşlardı: Blackhand, Orgrim, Thrall. Ve şimdi de sana teslim edildi. Hükümçekici senin ellerinde zaferin gücünü taşıyor…ya da yıkımın.


Hükümçekici, Bölüm Bir

Hükümçekici’nin kökeni Draenor’da bulunan ogre imparaotluğunun yükselişine ve Gelnar adındaki bir orka kadar dayanıyor.

Söylentilere göre orkların ogreler tarafından köleleştirilmeleri tehdidiyle karşı kaşıya kalan ve bir çözüm arayan Gelnar, sayısız gün boyunca derin düşüncelere dalmış bir şekilde tek başına dolaştı. Korkunç bir fırtına onu Gorgrond’daki bir istim mağarasına sığınmak zorunda bıraktığında Gelnar, yükselmiş olan ateşinin de etkisiyle çeşitli görüler gördü. Bedenini ve ruhunu elementlere adadığını söyleyen Gelnar, bir lav havuzuna atladıysa da mucizevi bir şekilde hiç yara almadı.

Efsaneye göre Hükümçekici’nin baş kısmı Draenor’un kalbinden bizzat rica edilerek edinilmişti.Gelnar daha sonra meşeden bir kabza yaptığında ise silahın yapımı tamamlanmış oldu. O günden sonra hem silah hem de ‘Doomhammer’ ismi babadan oğla geçti.


Hükümçekici, Bölüm İki

Ork şaman Tolla Kol’gar’ın yazılarından bir kesit:

“Klanımız bir ordu dolusu ogre istilacısı ile karşı karşıyaydı.

“Gelnar Hükümçekici’ni havaya kaldırdı ve silah konuştu –ateş ve şimşeğin dilinde. Göğü kaplayan kararmış bulutlar, ayaklarımızın altındaki toprağı sarsacak şekilde gümbürdedi.

“Yağmur üzerimize elementlerin kutsamasını yağdırdı. Ve Gelnar saldırmak için düşmana doğru hamle yaptığında her nasılsa klanımızın bir şekilde hayatta kalacağını biliyordum.

“Yüreklenmiş bir şekilde, dudaklarımızdan dökülen savaş naraları eşliğinde kaderimizle buluşmak için ileriye atıldık.”


Hükümçekici, Bölüm Üç

Hükümçekici ile ilgili uzun süredir var olan bir kehanet bulunmaktadır:

“Doomhammer soyunun son üyesi bu silahı kullanarak ork halkını önce şana taşıyacak, daha sonra ise felakete sürükleyecek. Ardından ise Karakaya Klanı’ndan olmayan birinin eline geçecek ve böylece tekrar adaleti sağlamak adına kullanılacak.”


Hükümçekici, Bölüm Dört

Hükümçekici bir baba öldüğünde en büyük oğluna geçecek şekilde nesilden nesile aktarıldı. Bu âdet yalnızca Hükümçekici’ni alıp yapıldığı lav havuzuna götüren genç Orgrim Doomhammer tarafından kısa süreliğine kırılacaktı. Burada silahın üzerindeki kehaneti hükümsüz kılmaya çalıştı ancak bir yandan da güçlerini elinde tutmak istiyordu.

Lav havuzu silahı Orgrim’in ellerinden aldı. Öyle ki bir ork klanı şefi zihnini boşaltıp gurur ve görkemli rüyalardan arındıktan sonra lav havuzuna uzanıp Hükümçekici’ni alana kadar da orada kaldı. Lavlar her ne kadar onu sonsuza dek yaralamış olsa da şef ölmedi.

O günden sonra bu şef, Blackhand olarak anılacaktı.

Blackhand, Hükümçekici’ni silahlar dövmek ve topraklarını istila etmeye gelen ogre ordusuna karşı savaşmak için kullandı. Savaş sona erdiğinde ise silahı, onu ölümüne kadar yanında taşıyacak olan Orgrim’e geri verdi.


Hükümçekici, Bölüm Beş

İnsanlar ve orklar arasında gerçekleşen İlk Savaş boyunca Orgrim Doomhammer, kendisinin bu isimle anılmasını sağlayan silahı kullanarak düşmanlarını ezerken bir yerleşim yerinden diğerine doğru yol alıp alev alev yanan yıkımı beraberinde taşıdı.

Savaş bitmek üzereyken Orgrim, Hükümçekici’ni kumandanı olan Blackhand’i öldürmek için kullandı ve böylece Orda’nın savaşşefi unvanını da elde etmiş oldu.

Elinde Hükümçekici ile ilerleyen Orgrim, insanların başkenti olan Stormwind’e doğru hücuma geçti, şehri talan etti ve orklar adına nihai zafer kazandı.


Hükümçekici, Bölüm Altı

General Turalyon’un Orgrim Doomhammer ve Lord Anduin Lothar arasında gerçekleşen çarpışmayı anlatan yazılarından bir kesit:

“Çarpışan ikiliye yetişebilmek için dost-düşman demeden önüme çıkan herkesi bir kenara iterek yolumu bulmaya çalıştım. Orgrim’in savurduğu ağır darbe Lothar’ın kalkanını içe doğru çökertti; ancak önderimiz de ork kumandanın göğüs zırhını neredeyse yaracak kadar hiddetli saldırısıyla cevap verdi. Lothar kalkanını bir kenara bırakırken Orgrim de zırhını çıkarıp attı.

“İkili, savurdukları şiddetli darbelerle tekrar çarpışmaya başladı. Birbirlerini hırpalıyorlar ve çektikleri acıya karşı ayakta durmaya çalışıyorlardı. Orgrim, Lord Lothar’ı geri çekilmeye zorlayacak bir yumruk attı. Önderimiz, orkun başının üstünden savurduğu saldırıyı durdurmaya çalıştı; ancak ben olanları dehşete düşmüş şekilde izlerken orkun çekici, Stormwind’in kudretli kılıcını kırarak çok sevgili kumandanımızın miğferini paramparça etti.

“Lord Lothar son nefesini verirken kırılmış olan kılıcıyla Orgrim’in göğsünü yardı. Ve sonra yere yığıldı Azeroth’un Aslanı; hayat özü yavaşça savaş meydanına akmaya başladı.”


Hükümçekici, Bölüm Yedi

İkinci Savaş’ın ardından Orgrim Doomhammer saklanmaya başladı. Arzusu soydaşlarını bulundukları toplama kamplarından kurtarmaktı; ancak bunu yapabilmesi için güçlü bir müttefiğe ihtiyacı vardı. Aradığı yol arkadaşlığını ise insanlar tarafından yetiştirilen bir orkta bulacaktı –Thrall.

Orgrim kukuletasıyla karşısında dikildiğinde Thrall gerçekte kiminle yüzleştiğini bilmiyordu. Ayazkurdu kampında Thrall kendisine meydan okuduğunda eski şef, bunu memnuniyetle kabul etti.

Thrall ne kadar iyi bir savaşçı olduğunu hemen belli etmişti; zırhlı rakibinin savurduğu darbelere karşılık vermiş, onunla çarpışmış ve hatta bir noktada Hükümçekici’ni orkun elinden çekip almıştı.

Bu karşılaşmanın sonunda Orgrim, rakibinin azminden öylesine etkilenmişti ki Thrall’ı yardımcı kumandanı ilan etti.


Hükümçekici, Bölüm Sekiz

Savaşşefi Thrall tarafından iletilen, Orgrim Doomhammer’ın ölümüyle ilgili rapordan bir kesit:

“Öfkeyle dolmuştum! Orgrim orada öylece yatıyordu; arkasından saldırmışlardı ve ölmek üzereydi. Mızrağın sapı hâlâ sırtından fırlamış şekilde duruyordu. Bu alçakça bir hamleydi!

“Onun yanında diz çöktüm. ‘Lordum,’ diyebildim sadece.

“Akıl hocam bana ilerlemem gerektiğini, Orda’yı bir kez yönettiğini ancak bunu tekrar yapmasının kaderinde yazmadığını anlattı. Ve en sonunda şunları söyledi: ‘Thrall, D-Durotan’ın oğlu, savaşşefi unvanı senindir. Benim zırhımı giyecek ve benim çekicimi taşıyacaksın.’”


Hükümçekici, Bölüm Dokuz

Ölmekte olan Orgrim Doomhammer zırhını ve çekicini Thrall’a miras bıraktığında genç ork, böyle bir onura layık olmadığını hissediyordu.

Orgrim, Thrall’a yaşayan başka hiç kimsenin bunu yapmaya layık olmadığını söyledi.

Orgrim Doomhammer’ın Thrall’a söylediği son sözler şunlardı: “Onlara liderlik edip… zafere taşıyacaksın…ve de… barışa.”

Orgrim, Thrall’ın kollarında son nefesini verdi. Orklara lidersiz olmadıklarını göstermek için bu eski savaşçının zırhını aldı. Onu kuşandıktan sonra eğilip bu sefer babadan oğla değil, üstattan öğrencisine geçmiş olan Hükümçekici’ni kaldırdı.


Hükümçekici, Bölüm On

Hükümçekici’nin görüntüsü, yıllar boyunca onu sahiplenenlerin yaptıkları değişikliklerle evrimleşmişti.

Thrall’ın hakimiyetindeyken savaşşefinin ecdadına ait olan yuvayı onurlandırmak için başlığına bir Ayazkurdu sembolü eklendi.

Yeniden değişim geçirmiş olan Hükümçekici, kısa süre içerisinde gücün ve adaletin simgesi hâline geldi. Ancak daha da önemlisi tüm orklar için umudun sembolüydü.


Hükümçekici, Bölüm On Bir

Hükümçekici’ni Thrall’a vermeden çok önceleri Orgrim, bir sırrını açıklamıştı. Bu silah, bir zamanlar kendisini elementlere daha yakın hissetmesine sebep olmuş olsa da zaman geçtikçe adeta ağır bir yüke dönüşmüştü.

Thrall, Hükümçekici’ni yıllar boyunca onurlu ve dürüst bir biçimde taşıdı. Ancak habis savaşşefi Garrosh Hellscream’i öldürdükten sonra kendisiyle ters düştüğünü hissetti. Bu iç mücadelesi Hükümçekici’ni de etkiledi. Thrall’a göre adalet ve erdem ülkülerinin vücut bulmuş hâli olan bu silah sanki tekrar intikamı simgeler olmuştu.

Hükümçekici’nin tekrar ‘ağır bir yük’ hâline gelmesiyle birlikte tarih tekerrür etti. Bu yaşananla birlikte birçok kişi Hükümçekici’nin tekrar erdemin gazabının bir sembolü hâline gelip gelmeyeceğini merak eder oldu.

Restoration – Sharas’dal, Scepter of Tides


Sharas’dal, Metcezir Asası

Bir kişi Sharas’dal’a sadece dokunarak bile dünyadaki tüm okyanusların ağırlığını parmak uçlarında hissedebilir. Bu sıra dışı asa, nehirleri ve denizleri buyruğu altına alabilir, hatta yaşamın kendisini bile manipüle edebilir.

Tıpkı metcezirler gibi Sharas’dal’ın gücü de iyilik ve kötülük eylemleri arasında gidip gelebilir. Kimileri bu asayı yok etmek için kullanmıştır; ancak gerçek gücü şifanın ve umudun kaynağı olarak kullanılmasında yatmaktadır.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Bir

Kadim gece elfi imparatorluğu, Azeroth üzerine yayılmış olan en büyük fâni medeniyetlerden biriydi. En görkemli döneminde bir kişi tüm imparatorluğa hükmetmekteydi. Onun adı Azshara’ydı. Liderlerin lideri, kraliçelerin kraliçesiydi. Gücü tartışılmaz, bilgi ve şana karşı duyduğu açlığı bastırılamazdı.

Azshara’dan söz eden neredeyse her belgede, onun değerli taşlarla süslenmiş Sharas’dal adındaki asasından bahsedilir. Efsanelere göre bu asa, diğer birçok mucizevi özelliğinin yanında aynı zamanda kraliçenin okyanuslar üzerinde hakimiyet kurmasını sağlamıştı. Azshara bu asaya öylesine değer veriyordu ki onu çok nadiren gözden ırak bir yerde bırakıyordu.

Gece elfi imparatorluğunu daha önce hiç olmadığı kadar yücelttiğinde asası yanındaydı. Ve bu medeniyeti kan ve ateşin içine atıp yıktığı zaman da yanından ayrılmamıştı.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm İki

Kraliçe Azshara’nın Taç Giyme Töreni adlı yazından bir alıntı:

“Taç giyme töreni günlerce devam etti. Asildoğan soyluları, Azshara’nın gözüne girebilmek için her gece onu değerli hediyelere boğuyorlardı. Ancak hediyelerden bir tanesi, diğerlerinden çok daha kıymetliydi. Lord Xavius adındaki bir gece elfi kraliçeye, cevherlerle süslenmiş ve üzerinde incelikle işlenmiş büyülü mühürlerin bulunduğu bir asa hediye etti. Onu yakınında tuttuğu sürece büyük bir güce ve refaha kavuşacağını vadetti.

“Azshara asayı havaya kaldırdı ve üzerindeki değerli taşlar ay ışığı altında adeta göz alıcı birer yıldız gibi parlamaya başladı. Kraliçenin ve hediyesinin görüntüsü öylesine güzeldi ki orada bulunan birçok Asildoğan’ın gözyaşlarına boğulmasına sebep oldu.”


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Üç

Azeroth’un kalbinde göz kamaştıran enerjiler saçan ve Ebediyet Pınarı olarak adlandırılan büyük bir göl bulunmaktaydı. Gece elfleri on yıllar boyunca bu mistik büyü gücü kaynağı üzerinde çalışmış ve bilge büyücüler hâline gelmişlerdi. Kraliçe Azshara da bu geleneği, beraberindeki sadık Asildoğan hizmetkârları ile devam ettirdi. Kendilerini daha fazla bilgi ve güç edinebilmek için Ebediyet Pınarı’nı derinlemesine incelemeye adadılar.

Hiç şüphesiz bu görevi hakkıyla yerine getirebilecekler arasında Azshara’dan daha uygun bir isim yoktu. Zira kendisi yaşamış en güçlü büyü kullanıcılarından biriydi. Bir yandan gölün enerjileri üzerinde ustalaşırken cevherlerle süslü asasına da hayat dolu suyundan bir damla aşıladı.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Dört

Kraliçe Azshara’nın efsunlu asası, ona muazzam bir güç bahşetti. Ebediyet Pınarı’nın kudretli suyu aşılanmış olan asa, nehirler, denizler, suda yaşayan her türlü canlı ve hatta Azshara’nın kendi içinde dolaşan hayat enerjisi üzerinde hakimiyet sağladı. Kraliçe, sahip olduğu bu eşsiz özelliklerden ötürü ona gerçek anlamda hak ettiğini düşündüğü yeni bir isim verdi: Sharas’dal, Metcezir Asası.

Azshara’nın Sharas’dal’ı kullanarak yaptığı ilk şeylerden biri, hâlihazırda efsanevi olan güzelliğine güzellik katmak oldu. Yıllar geçtikçe kraliçe adeta gençleşiyor ve daha da büyüleyici oluyor gibiydi. Azshara, kendisine bakan herhangi birinin nutkunun tutulmaısna sebep olan göz kamaştırıcı bir haleyle sarılmıştı. Asildoğanlar bu tuhaf fenomeni şaşkınlıkla karşılıyorlardı. Hatta bir kısmı bunun ilahi bir işaret olduğunu düşünüyordu.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Beş

Yıldızlardan Doğan Kraliçe’ye Övgü adlı yazıdan bir alıntı:

“Kraliçemizin bu dünyaya kattığı harikalar arasında şüphesiz ki Lathar’Lazal’dan daha yücesi yoktu. Taş ustaları tapınağı inşa ederlerken Azshara da Metcezir Asası’nı kullanarak çevresindeki suları şekillendirdi. Nehirlerin ve denizlerin isimlerini söyledi; onlar da kraliçenin emriyle hareket ettiler. Gürleyen okyanusun tuzlu suyu ile dağ akıntılarının tatlı suyu, Azshara’ya doğru ilerledi. Kraliçe sadece bir bilek hareketiyle bu suları kullanarak Lathar’Lazal’ın sağlam temellerini sarmalayan göller yarattı.

“Türlü türlü canlı bu göllerde yaşıyordu ve hepsi de Azshara’nın her arzusunu yerine getirmeye hazırdı. Kraliçe ne zaman Lathar’Lazal’ın köprüleri üzerinde yürüse yakınlarda yüzen egzotik balık sürüleri, rengarenk desenler oluşturacak şekilde hareket ediyordu. Göllerden birinde tuttuğu muazzam büyüklükte bir su devi bile bulunmaktaydı. Kraliçe asayı kullanarak ona çeşitli numaralar ve güç gösterileri yaptırıyordu; izleyen Asildoğanlar da bundan büyük keyif alıyorlardı. Bu efsanevi yaratığı ve huylarını incelemek isteyen birçok meraklı gece elfi, imparatorluğun dört bir yanından Lathar’Lazal’a geliyorlardı.”


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Altı

Gece elfi imparatorluğu dünya üzerinde daha geniş topraklara yayılırken Azshara, vaktini çoğunlukla Ebediyet Pınarı’nın yanı başındaki sarayında geçirir oldu. Gölü bir takıntı hâline getirmişti ve Sharas’dal’ı kullanarak gizemli enerjilerini kontrol etmeye çalışıyordu. Azshara dünyayı bir cennete dönüştürmeyi hayal ediyordu –kendi cennetine. Ancak bunun gerçekleşmesi, kendisinin ve Asildoğan ‘hizmetçilerinin’ Ebediyet Pınarı’nın gerçek potansiyelini kullanmalarına bağlıydı.

Düşüncesizce yaptıkları deneyler, en sonunda iblislerin diyarı olan Çarpık Düzlem’i yarıp geçen mistik büyü akımları gönderdi. Bir süre sonra Yakan Lejyon, hem Ebediyet Pınarı’nın hem de Azeroth olarak adlandırılan dünyanın varlığını öğrendi.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Yedi

Tarihçi Llore tarafından kaleme alınan Kadimler Savaşı adlı kitaptan bir alıntı:

“Azshara’nın dünyayı baştan yaratma takıntısı, onu bizzat Lejyon’un lideri olan Sargeras’ın kıskacına düşürdü. Kraliçe, akıl ermeyecek kadar büyük bir büyü gücü karşılığında onunla anlaşmaya vardı. Sargeras’ın istediği tek şey, Azshara ve Asildoğanlar’ın Lejyon hizmetkârlarının Azeroth’a varmasını sağlamalarıydı.

“Bu söz karşılanacak bir talepti, en yetenekli büyücüler için bile. Azshara ve Asildoğanlar, bu isteğe büyük bir hevesle yaklaştılar. Efsanelere göre Azshara’nın kendisi, Lejyon birimlerinin gelebilmeleri için geçit açan hizmetkârlarına bizzat yardım etmişti. Sharas’dal’ı kullanarak Ebediyet Pınarı’nın enerjilerini toplamış ve Asildoğanlar’ın büyü ağını sağlamlaştırmıştı.

“Zırhlarla kaplı iblisler Azeroth’a ilk adımlarını işte bu geçitten geçerek attılar. Onları sayısız iblis takip edecekti. Lejyon bu topraklar üzerinde ilerleyecek, ateş ve ölüm yayacak, savaş ve felaket getirecekti.”


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Sekiz

Kadimler Savaşı bir felaketle sonuçlandı. Azshara’nın kibri ve gücünü kötüye kullanması, Ebediyet Pınarı’nın yok edilmesine yol açtı. Devasa göl kendi içine doğru çöktü ve nihayetinde dünyanın yüzeyini parçalayan muazzam bir patlamanın ateşlenmesine sebep oldu.

Azshara, yaşanan tüm bu olayları yıkılmakta olan sarayından izledi. Bir cennet yaratma hayallerinin yok olup gittiğine, bir zamanlar avucunun içinde duran bu dünyanın ayaklarının altında parçalanmakta olduğuna inanmak istemiyordu. Birçok Asildoğan da en az kraliçe kadar bu hayal dünyasında yaşıyordu ve son anda bile yanından ayrılmadılar.

Okyanus, Ebediyet Pınarı’nın bıraktığı boşluğu doldurmak için gümbürdeyerek gelirken Azshara, Sharas’dal’ı havaya kaldırdı. Kendisini ve Asildoğanlar’ı çevreleyen büyülü bir kalkan ördü; böylece onları devasa dalgaların altında parçalanmaktan kurtardı.

Ancak bu, yaşanacakları yalnızca bir anlığına erteleyebilmişti. Uluyan okyanus kısa bir süre sonra kraliçeyi, takipçilerini ve Sharas’dal’ı yuttu.

Ve sonra onları derinlere, daha derinlere taşıdı.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm Dokuz

Yazarı bilinmeyen, Pulların Şarkısı adındaki parçalanmış bir yazıttan bir kesit:

“Karanlığa doğru çekiliyorlardı ancak Azshara ve Asildoğanlar umutlarını kaybetmemişlerdi.

“Onları çevreleyen karanlık mutlaktı ve bu yüzden kraliçe, Sharas’dal’dan ışığı getirmesini istedi. Asa itaat etti.

“Azshara’nın ve Asildoğanlar’ın kanları donmaya başladı ve bu yüzden kraliçe, Sharas’dal’dan kendilerini ısıtmasını istedi. Asa itaat etti.

“Akciğerleri hava için yanıp tutuştu ve bu yüzden kraliçe, Sharas’dal’dan suda nefes alabilmelerini sağlamasını istedi…ancak asa bu sefer isteğini yerine getiremedi. Sharas’dal onları kurtaramazdı. Unutulmuşluk kollarını açtı ve çaresiz hâldeki Asildoğanlar’ı çağırdı.

“Okyanus canlarını bedenlerinden ayırırken karanlıkta kadim yaratıklar uyanmaya başladı. Fısıltıları akıntıları doldurdu. Kudretleri kraliçeyi ve hizmetkârlarını sıkıca sardı.

“Asildoğanlar yeni bir şeye dönüştüler. Yepyeni bir şeye.

“Pullardan oluşan bir tabaka, tenlerinin üzerini parıltılarla kapladı. Kuyrukları, akıntıları birer kırbaç gibi dövdü. Bu bilinmeyen yaratıklar, kraliçe ile takipçilerini denizle bir yaptılar…onları nagalara dönüştürdüler.”


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm On

Azshara’nın hüküm sürdüğü eski imparatorluğu artık bir harabeydi ancak güneş ışığından çok uzaklarda yeni bir tanesini şekillendirdi. Kraliçe ve hizmetkârları, denizin dibinde Nazjatar adındaki başkenti kurdular. Sabırla ve kurnazlıkla ilerleyen nagalar, okyanuslar üzerindeki hakimiyetlerini genişlettiler. Hatta söylentilere göre Azshara, kendilerini nagaya dönüştüren gizemli ve güçlü varlıklarla bir ittifak bile kurmuştu.

Yıllar geçtikçe Azshara, Sharas’dal’a gittikçe daha az ihtiyaç duyar oldu. Asaya hâlâ çok değer veriyordu ancak kalplere korku salan deniz cadılarının ellerinde daha çok işe yaradığını fark etmişti. Bu sadık hizmetkârlar Sharas’dal’ı, nagaların nüfuz alanını genişletmek ve onlara karşı çıkanları yok etmek için kullandılar.


Sharas’dal, Metcezir Asası, Bölüm On Bir

Çok geçmemişti ki deniz cadıları da Sharas’dal’ın gücünü Azshara kadar etkin bir biçimde kullanmayı öğrendiler. Asayı sadece tek bir kere savurarak denizde yaşayan binlerce avcıyı öfkeyle kudurtup kendilerine sorun teşkil eden su devlerinin üzerlerine saldılar. Sadece tek bir büyü fısıldayarak Kvaldir yağmacılarını canlı canlı haşlayıp kemiklerini akıntılara saçtılar.

Azshara, deniz cadıları tarafından kullanılmadığı zamanlarda Sharas’dal’ı yanında taşıyor ve geçmiş günleri yâd ediyordu. Lord Xavius’un sözlerini hâlâ hatırlıyordu: Onu yakınında tuttuğu sürece büyük bir güce ve refaha kavuşacaktı.

Kraliçe çok şey kaybetmişti ancak ölmemişti. Hatta tam aksiydi. Kalpten inandığı şey, denizin altındaki imparatorluğunun bir gün kadim gece elfi imparatorluğunu gölgede bırakacağıydı. Bir gün dünya yine onun olacaktı ve bu sefer parmaklarının arasından kayıp gitmesine izin vermeyecekti.