Lorekeeper

ARTEFAKT ÖYKÜLERİ: HUNTER

Beast Mastery – Titanstrike


Titandarbesi

Zeki bekçi Mimiron pek çok silah yarattı ancak Titandarbesi onun başyapıtıydı. Bu, yaptığı ilk tüfekti ve onu fırtınaların saf öfkesinden güç alacak şekilde tasarladı.

Mimiron, silahı savaşta kullanması için yakın arkadaşı olan Bekçi Thorim’e verdi. Thorim, avcılığa tutkun efsanevi bir savaşçıydı ve silahı büyük bir dikkatle, büyük bir ustalıkla kullandı. Hiç bir yaratık, ne kadar güçlü olursa olsun, tüfeğin ateş gücüne karşı koyamazdı.

Senin sayende Titandarbesi, Thorim’in mirasının hakkını verebilecek bir sahip bulmuş oldu.

Dikkatli avlan. Hedefinden şaşma.


Titandarbesi, Bölüm Bir

Titandarbesi ne ölümlü bir zihin tarafından tasarlandı ne de ölümlü eller tarafından yapıldı. Bu tüfeğin kökleri, Mimiron adında muhteşem bir varlığa dayanır. O, Eski Tanrılar ile savaşıp o kötücül varlıkları yerin altına hapseden ırk olan “bekçiler“den biriydi.

Mimiron’un dostları olan bekçilerden bazıları fırtınaların öfkesini kontrol edebiliyordu; bazıları ise bileği kuvvetli savaşçılardı. Mimiron’un kuvveti fiziksel değil zihinsel bir kuvvetti. Zekâsının ve yaratıcılığının eşi benzeri yoktu.

Mimiron, gece gündüz demeden benzersiz mekanizmalar yaptı. Özellikle de bekçilerin ve onların hizmetkârlarının Azeroth’u savunmakta kullanacağı silahlar icat etmeyi severdi. Earthen, ona düşmanlarına uzaktan vurabileceği bir şey yapmasını tavsiye ettiğinde Mimiron kendini bu zorlu göreve adadı.

Kısa zaman sonra bilinen ilk ateşli silahı yarattı: Titandarbesi adında bir tüfek.


Titandarbesi, Bölüm İki

Mimiron’un icatları nadiren hedeflediği şekilde çalışırdı. En azından ilk denemelerde. Her ne kadar bu sadık kulları olan mekagnomların pek hayrına olmasa da deneme-yanılma yöntemini iyice benimsemişti.

Titandarbesi’nin ilk versiyonlarından birini test ederken kazara atölyesinin bir kısmını ateşe verdi ve bir düzine mekagnomun hasar almasına sebep oldu. Ancak bekçi, bu felaketten pek çok ders çıkardı. Yaralanmış hizmetkârlarını iyileştirdikten sonra Titandarbesi’nin ince ayarlarını elden geçirdi ve bir sonraki prototipi fırtınalı bir dağ tepesinde denemeye karar verdi ki yanlış giden bir şey olursa kimseye bir zarar gelmesin.


Titandarbesi, Bölüm Üç

Mimiron’un Titandarbesi’ni dağ tepesinde denemesi yine felaketle sonuçlansa da en azından aydınlatıcı olmuştu. Tüfeğin yeni versiyonunda farkında olmadan elektriği çeken bir metal alaşımı kullanmıştı. Silahı ateşlediğinde fırtına bulutlarından sıçrayan bir yıldırım Titandarbesi’ni ikiye böldü.

Mimiron öfkeli ya da hayal kırıklığına uğramış değildi. Aksine etkilenmişti. Kaza ona ilginç bir fikir verdi. Titandarbesi’ni yeniden birleştirecek ve elementlerle olan bağını sahiplenecekti.

Ona fırtınaların gücünü katacaktı.


Titandarbesi, Bölüm Dört

Tarihçi Evelyna’nın “Fırtına Hırsızları” kitabının dördüncü bölümünden:

“Mimiron’un Titandarbesi’ne dair fikirlerini gerçeğe dönüştürmek için yardıma ihtiyacı vardı. Bekçi Thorim’in yardımına.

“Thorim göklerin çatırdayan gücüne hükmediyordu. Onun sığınağı olan Fırtınalar Tapınağı, gök gürültüsünü ve yıldırımları kanalize ediyordu. Burası Titandarbesi’ni yeniden birleştirecek ocak olmak için biçilmiş kaftandı.

“Bir gün öfkeli bir kasırga tapınağın üzerinde dolanırken iki bekçi işe koyuldular. Thorim rüzgârlarla ve yıldırımla mücadele etti; ta ki gökler ona boyun eğinceye kadar. Fırtınayı ve onun öfkesini bir araya getirip Gümbürtü Kıvılcımı adında bir enerji küresi oluşturup tapınağına bağladı.

“Mimiron hazırdı. Gümbürtü Kıvılcımı’nı Titandarbesi ile birleştirdi. Yıldırımlar, bekçi kükreyen fırtınaları silahın içine hapsedene kadar tüm tapınağı salladı.”


Titandarbesi, Bölüm Beş

Tarihçi Evelyna’nın “Fırtına Hırsızları” kitabının on birinci bölümünden:

“Earthen ırkının ‘göklerin delirdiği’ bir zamana dair bir efsaneleri vardır. Denilene göre gök gürültüsü haftalarca Azeroth’un her köşesinde duyulmuştu. Bekçilerin pek çoğu korkunç bir şeyler olduğunu, gök kubbenin yarıldığını sanmışlardı. Ancak Mimiron gürültüye aldırmamıştı.

“Loken önderliğinde birkaç bekçi, gürleyen sesin kaynağını dünyanın bir ucundan diğer ucuna takip ettiler. Sonunda sesin kaynağına oldukça güneyde, korkunç devilzorların ve başka pullu yaratıkların cirit attığı bir adada karşılaştılar. Orada bekçiler, Thorim ve Hati ile Skoll adındaki iki worgunu avlanırken buldular.

“Loken, derhâl bekçinin yanına giderek onu gökyüzünün durumu hakkında uyarmak istedi; ancak o anda fark etmiş ki bu durumun sorumlusu zaten Thorim’in ta kendisiydi.

“Thorim, Mimiron’dan Titandarbesi’ni aldıktan sonra onu favori av alanlarında kullanmakta hiç gecikmemişti. Kendi enerjisi de silahın patlayıcı gücünü beslediği için yaptığı her atış sonrası bir gök gürültüsü gökleri yarıyor ve yeryüzünü titretiyordu.”


Titandarbesi, Bölüm Altı

Tarihçi Evelyna’nın “Fırtına Hırsızları” kitabının yirminci bölümünden:

“Thorim ve worglarından kaçabilen tek yaratık, devasa jormungar solucanıydı. Beyaz taştan sert pullarla kaplı bu yaratık, kendi türünün gelmiş geçmiş en büyüğüydü.

“Thorim solucanı gördüğüne Titandarbesi ile onu hedef aldı. İlk atışı solucanın taştan zırhını çatlattı. Ancak ikinci atışını yapamadan avı öne atıldı ve Titandarbesi’nin ellerinden düşmesine sebep oldu. Thorim solucanı çıplak elleriyle yumruklayarak yer altına kaçmaya zorladı.

“Böylece onlarca yıl sürecek av başlamış oldu. Thorim ve worgları, jormungar her yüzeye çıktığında savaşarak onu kuzeye kadar takip ettiler. Yaratıkla son karşılaşmasında bekçi, solucanı iki pulu arasından vurmayı başardı. Jormungar kaçtı ve bir daha asla ortaya çıkmadı.”


Titandarbesi, Bölüm Yedi

İhanet eninde sonunda bekçilerin birliğini bozmuştu. Pek çoğu Ulduar kalesinde hapsedilmişlerdi. Thorim ümitsizliğe düşerek Fırtınalar Tapınağı’nda inzivaya çekilmişti. Artık avlanmak bile onu mutlu edemez olmuştu ve böylece Titandarbesi’ni sığınağında sakladı.

Yıllar geçti ve bekçilerin hizmetkârları soğuk kuzey topraklarına yayıldılar. Vrykullar klanlar oluşturdular ve bölgeye hükmetmenin peşine düştüler.

Volund adında bir savaşçı bundan daha fazlasını arzuluyordu. Bütün vrykulların efendisi olmayı düşlüyordu. Bunun için de bekçiler tarafından yapılmış güçlü cihazları ve silahları aramaya koyuldu. Volund’un arayışları onu yalnız bir mekagnom ile karşı karşıya getirdi. Vrykul, bu savunmasız mekanik yaratığı esir alıp Mimiron’un icatları hakkında bilgi vermesi için zorladı.

Bu mekagnom sayesinde Titandarbesi’ni ve onu nerede bulabileceğini öğrendi.


Titandarbesi, Bölüm Sekiz

Loken’in ihanetinin ardından Thorim, Fırtınalar Tapınağı’nda inzivaya çekilmişti. Hati ve Skoll vahşi doğada keyiflerince gezerlerken sıklıkla yıllar süren düzensiz uykulara dalıyordu.

Volund, Titandarbesi’ni çalmak için Thorim’in uykuya dalacağı dönemi bekledi. Kudretli bir proto-ejderi yakalayarak onu Fırtınalar Tapınağı’na çıkmak için kullandı. Titandarbesi’ni Thorim’in burnunun dibinden yürüttü ve bekçinin yuvasından kaçtı.

Thorim uyanıp da Titandarbesi’nin ortalarda olmadığını gördüğünde derhâl Hati ve Skoll’u yanına çağırdı. Worglar ve efendileri hemen Volund’un izini sürüp peşine düştüler. Vrykul peşindekilerin her zaman bir adım ötesinde kalmayı başarıyordu ancak bunu sonsuza kadar sürdüremeyeceğinin de farkındaydı. Thorim ve worgları efsanevi avcılardı. Eninde sonunda ona yetişip cezasını vereceklerdi.

Volund, esir ettiği mekagnom ve çaldığı titan eserleri ile birlikte kuzey topraklarından kaçtı. Güneyin uzak köşelerine seyahat etti, ta ki adını yalnızca efsanelerden bildiği Stormheim denilen diyara varana dek.


Titandarbesi, Bölüm Dokuz

Tarihçi Llore’un “Sahte Bekçi” kitabının üçüncü bölümünden:

“Volund kudretiyle övünerek Stormheim vrykullarının kendisine boyun eğmesini istedi. Elbette ki ona itaat etmediler. En azından o anlığına. Birkaç vrykul bu küstah yabancıya ağzının payını vermek için öne çıktı; ancak Volund, her atışı bir devin adımları gibi gümbürdeyen Titandarbesi’ni kullanarak hepsini yere serdi.

“Vrykullar, Volund’un gücüne kendi gözleriyle şahit oldukları anda ona gıpta ile bakmaya başladılar. O, bekçilerin gücüne sahipti; öyleyse onların kutsamasına da sahip olmalıydı.

“Volund kendini savaşlordu ilan etti ve Stormheim savaşçılarını sancağı altında topladı. Ordusu ile Stormheim’dan çıkarak komşu diyarları vrykulların şanı için fethetmeye koyuldu.”


Titandarbesi, Bölüm On

Tarihçi Llore’un “Sahte Bekçi” kitabının yedinci bölümünden:

“Savaşlordu Volund’un ordusu kalabalıktı ve Stormheim çevresindeki toprakları dize getirmeye yetecek güçte silahları vardı. Yalnızca tek bir eksiği bulunuyordu: Birlik.

“Vrykul askerler Stormheim yakınlarındaki çetin drogbarlar ile savaştığırken Volund, takipçilerinden şüphe duymaya başladı. Kendisini öldürüp Titandarbesi’ni elinden alacaklarına inanıyordu. Nihayetinde kendisini bunu bir titandan çalabildiyse bir başkası da ondan çalabilirdi.

“Volund’un paranoyası, yoldaşlarından pek çoğuna işkence etmesi ve hatta bazılarını öldürmesi ile sonuçlandı. Vrykul askerlerinin çoğu deliren savaşlordunun peşinden gitmeyi bıraktı ve bir zamanlar kudretli olan ordusu dağıldı gitti.”


Titandarbesi, Bölüm On Bir

Pek çok yıl sonra Volund ölümün kıyısındayken kölesi olan mekagnom ve yanında kalan bir avuç sadık vrykuluna onu Titandarbesi ile birlikte gömmelerini vasiyet etti. Bekçilerden çaldığı mekanizmaları da mezarına kimseler giremesin diye tuzaklar yapmakta kullandı. Ölümünden sonra bile Volund, kıymetli tüfeğini kimselere dokundurtmayacaktı.

Neyse ki Titandarbesi, sonsuza kadar sözde-fatih Volund’un mezarında gömülü kalmadı. Tüfek korku salmak veya yönetmek için değil, Azeroth’u korumak için yaratılmıştı.

Tekrar hak ettiği sahibi bulan Titandarbesi, nihayet Mimiron’un onu yaratma amacını gerçekleştirebilecek. Nerede karanlık kıpırdanıyorsa orayı vuracak ve kükreyişi bu dünyayı ve onun halklarını tehdit eden her türlü kötülüğün ölümünü müjdeleyecek.

Marksmanship – Thas’dorah, Legacy of the Windrunners


Thas’dorah, Windrunnerların Mirası

Ah, Quel’Thalas’ı tüm görkemiyle bir kez daha görebilseydik… Thas’dorah Asildoğan krallığının korunmasına yardımcı olmak için yaratılmıştı; ancak zaman içinde hikâyesi ve silahın kendisi çok daha fazlasına evrildi. Azeroth’tan Çarpık Düzlem’in en karanlık köşelerine kadar gezdi ve Yakan Lejyon’un iblislerinin kanını kendi evlerinde akıttı.

Yayın asıl sahibi hâlâ kayıplarda. Ancak Alleria Windrunner korkusuz ve tecrübeli biridir; burada olsa o da silahının Lejyon’un kalbine korku salacak bir kahraman tarafından kullanılmasını isterdi.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Bir

Neredeyse 7000 yıl önce Asildoğanlar, Doğu Krallıkları‘nda kendilerine yeni bir yuva buldular. Yolculukları zorlu geçmişti ve topraklar çetindi. Ancak sonuç göz alıcıydı.

Elfler büyülü ley damarlarlarının kesiştiği bir noktada, saf mistik büyünün kaynağı olan Güneş Pınarı’nın yakınına Silvermoon şehrini kurdular. Quel’Thalas krallığı, bir zamanlar Ebediyet Pınarı’nın kıyılarında kurulan muhteşem medeniyetlerinin parlayan bir anıtı gibi yükseliyordu.

Güneş Pınarı’nın enerjisi Daimşarkı Ormanları’na yayılmaya başladığında, ormanın en yaşlı ağacı da bu enerjiyi emmeye başladı. Bu devasa ağacın adı Thas’alah, yani “Ormanın Işığı”ydı. Onun efsunlu dallarının altında sanki tüm bölge ebedî bir baharın ışığında yıkanıyordu.

Bu yay da Thas’alah’ın dalından yapılacaktı ve kahramanlıkları binyıllarca dillere destan olacak olan bir Asildoğan ailesinin mirası olacaktı.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm İki

Quel’Thalas’ın Asildoğan elfleri Amani trollerinden gelen sürekli saldırıları savuşturuyordu. Düşmanlarını uzakta tutmak için bir takım yekpare Rüntaşları inşa edip bunu hem davetsiz misafirlere karşı koruma hem de elflerin mistik büyü kullanımını Yakan Lejyon’dan gizleyecek bir önlem olarak kullandılar.

Korumalar, elf büyücülerinin rüntaşlarını Thas’alah’a bağlayıp doğal büyüyü mistikle güçlendirmesi sayesinde düşmanlarını Silvermoon’un dışında tutma konusunda işe yaradı.

Yine de ağacın gücü, Asildoğanlar şehirlerini terk ettiklerinde onları güvende tutmaktan uzaktı. Bunun için gerçekten yetenekli dövüşçülere ihtiyaçları vardı.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Üç

Amani trolleri, Silvermoon’a doğrudan saldırma konusunda temkinlilerdi. Elflerin büyüsü birkaç asır boyunca onları dışarıda tutmuş olsa da troller, eninde sonunda tekrar saldırdılar. Trol Savaşları olarak bilinecek çatışmalar sırasında ölü sayısı hızla yükseldi. Quel’Thalas’ı savunmak için “korucular” adındaki savaşçılardan oluşan bir birlik kuruldu.

Bu ilk korucular arasından en yeteneklisi Talanas Windrunner’dı; okçuluk ve uzaktan savaşmak konusunda bir uzmandı. Hızla rütbe atladı ve cesareti ile yiğitliği sayesinde Silvermoon’un ilk Korucu-Generali ünvanını kazandı. Silvermoon liderleri, bu terfiyle birlikte kahramanlarının yeni rütbesine layık bir silah verileceğini duyurarak olayı kutladılar.

Asildoğan silah ustaları hemen işe koyuldu.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Dört

Üç yetenekli silah ustası, Talanas’a layık bir yay yaratmak için bir araya geldi. Silahın gövdesini Thas’alah’ın kabuğundan oydular ve ahşabını Güneş Pınarı’nın sularıyla yıkadılar.

Mistik güçle dolup taşan yay değişime uğradı. Sertleşti, neredeyse yok edilemez hâle geldi ve buna rağmen Thas’alah’ın doğal büyüleriyle olan bağlantısını da sürdürdü.

Güneş Pınarı’ndan çıkarttıklarında yay, güçle ışıldıyordu. Bu hediye Talanas’ın beklediğinin çok ötesindeydi. Yayı “Ormanın Yiğitliği” anlamına gelen Thas’dorah olarak isimlendirdi.

Bu silah Asildoğan topraklarını koruduğu sürece Silvermoon’un asla düşmeyeceğinin de sözünü verdi.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Beş

Talanas sözünü tuttu. Thas’dorah’ın gücü o kadar büyüktü ki bir acemi bile yüzlerce metre öteden hedefini vurabilirdi. Talanas’ın ellerindeyse her ok hedefine doğru uçarken adeta şarkı söyler gibi şakıyordu.

Amani trolleri de bu yayın gücünden korkmayı öğrendiler; olur da göz ucuyla bile olsa yayı görecek olsalar hedef olabilecekleri mesafede olduklarını fark ettiler. Geri çekilmeye zorlandılar ve böylece Asildoğan elfleri, ormanın daha da içlerine kurulma fırsatı yakaladılar.

Talanas Windrunner ise Quel’Thalas topraklarını gelecek nesiller için güvenli bir yer kılmak adına yaptıklarıyla övgüyle anlatılan bir efsane hâline geldi.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Altı

Thas’dorah, binlerce yıl boyunca Windrunner hanedanlığında kaldı. Windrunnerlar yaşamlarını Quel’Thalas’ın savunmasına adamışlardı ve her nesilde bir kişi bu meşhur yayı kullanarak ormanlarına giren davetsiz misafirleri geri püskürtmekle görevlendiriliyordu.

Thas’dorah bölgeyi hiç terk etmemiş olduğu için Güneş Pınarı’nın parlak enerjilerinden ve civardaki ormanın büyüsünden beslenmeye devam etti. Yavaşça olsa da yay, bütün tahminlerin ötesinde bir güce kavuşmuştu.

Gücü daha da artmıştı ve şaşırtıcı şekillerde ortaya çıkıyordu. Bir ok attıktan sonra aynı hedefe büyülü başka oklar da saplanabiliyordu.

Trol Savaşları biterken bile Thas’dorah, sayısız düşman istilasını püskürtmeye yardım etti.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Yedi

Orda’nın Azeroth’u istilaya başlamasından birkaç sene öncesinde Korucu-General, Alleria, Sylvanas ve Vereesa adındaki üç kız çocuğuna sahip olan Lireesa Windrunner’dı.

En büyükleri olan Alleria’nın Korucu-General rütbesini devralması gerekiyordu ancak Alleria’nın beklentiler veya geleneklerle çok da büyük bir bağı yoktu. Eğitimini daha pratik şeylere yöneltmeye karar verdi ve Azeroth’un her köşesinde Asildoğanlar için savaşan korucu grubu Uzakgezerler’e katıldı. Aldığı hızlı ama etkili zaferlerle adını duyurdu. Onun almadığı rütbeye, bir gün ortanca kardeş olan Sylvanas yükselecekti.

Thas’dorah ise hâlâ Lireesa’nın himayesindeydi. Ancak büyük bir trajedi yaşandıktan sonra Alleria’nın ellerine geçebilecekti.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Sekiz

Orda istilasına başladığında Azeroth’taki çoğu krallık bunun gerçek bir tehdit olduğuna inanmamıştı. Orklar Stormwind’i yakıp yıktığında bazı krallıklar bu sorunu ciddiye almaya başladı. Silvermoon’un liderleri Lordaeron insanlarına yardıma gitmekte tereddütlüydü fakat Alleria, iblis etkisindeki orkların bütün dünya için korkunç bir tehlike olduğunu düşünüyordu. Bu yüzden de kendisine verilen emirlere karşı gelerek bir grup korucuyla birlikte Lordaeron’un yardımına koştu ve İttifak‘ın yanında cesurca savaştı.

Asildoğanlar, orklar Amani trolleriyle müttefik olup dikkatlerini Quel’Thalas’a çevirdiğinde asıl tehlikenin farkına vardılar. Birçok elf korucu –ki aralarında Korucu-General Lireesa Windrunner da vardı- bu kanlı saldırılar sırasında öldü.

Sylvanas Windrunner ablasının reddettiği Korucu-General pozisyonunu devraldı ancak Thas’dorah’ı yine de Alleria’nın ellerine teslim etti. Sylvanas’ın Quel’Thalas’ı koruması gerekiyordu; Uzakgezerler’den Alleria’nın ise ön saflarda intikamlarını almak için daha çok fırsatı olacağına inanıyordu.

İçgüdüleri doğru çıktı. Alleria ork ya da trolü ayırt etmeden hepsinin kalbine korku saçtı ve sayısız düşman, Thas’dorah’dan atılan oklarla can verdi.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm Dokuz

İkinci Savaş sona erdiğinde orklar, ana gezegenleri olan Draenor’a geri çekildiler ve yeni bir Savaşşefi altında toplandılar. Gölgeay Klanı‘nın eski reisi Ner’zhul, henüz keşfedilmemiş ve yağmalanmayı bekleyen gezegenlere geçitler açacağına dair sözler verdi. İttifak’ın ise buna izin vermeye hiç niyeti yoktu. Alleria, İttifak seferine gözcü olarak katılmaya gönüllü oldu ve Thas’dorah’ı da beraberinde Draenor’a götürdü.

İntikam hissi kalbinde hâlâ yanıp tutuşuyordu. Bu savaşın ötesini düşünebilmesi ancak Turalyon isminde bir insanla yakınlaşmasının ardından gerçekleşti.

İttifak seferi bütün Draenor’da Orda’ya karşı savaştı; ancak buna rağmen Ner’zhul sayısız geçit açmayı başardı. Orkların ana gezegeninin üzerine binen büyüsel baskı o kadar fazlaydı ki gezegen parçalara ayrıldı.

İttifak seferinin Alleria ve Turalyon da dahil olmak üzere Kara Geçit’ten geri kaçamayan tüm üyeleriyse ölü kabul edildi.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm On

Thas’dorah, Lejyon dünyası Niskara’dan geri alındığında Alleria’nın Draenor’daki yıkımdan sağ kurtulduğu umudu da tekrar doğmuş oldu. Vereesa, ablasının Çarpık Düzlem’in en uç noktalarına kadar gidip Yakan Lejyon’u avlayarak kötülükle olan savaşına devam ettiğine inanıyordu.

Nasıl ki Thas’dorah kendi boyutunun gücünü özümsediyse Çarpık Düzlem’in kaotik büyülerini de aynı şekilde kana kana içmişti. Okları daha güçlü, daha kesin ve karanlığın hizmetkârları için daha ölümcül hâle gelmişti.

Thas’dorah, Lejyon’a karşı savaşın bir sembolü konumundaydı ve Azeroth’un en büyük avcılarını iblis güruhuna karşı birleştirebilecek bir güçtü aynı zamanda.


Thas’dorah, Windrunnerlar’ın Mirası, Bölüm On Bir

Quel’Thalas, mazisindeki krallık değil artık. Bir zamanlar bu efsanevi yayın hammaddesi olan ağaç Thas’alah, Arthas Menethil’in güçleri tarafından kesilmiş durumda. Kurumuş köklerinin tepesinde artık Ölümadası kalesi dikilmekte. Asildoğanlar Musibet’in elinde öyle büyük kayıplar verdiler; öyle ki sağ kalan elfler bu trajedinin hatırasını canlı tutmak adına kendilerine “kan elfleri” demeye başladılar.

Bu yay, masumları kötülüğün güçlerinden korumak için yapıldı. Bugüne kadar Azeroth’ta ve diğer başka birçok dünyada bu görevi başarıyla yerine getirdi.

Şimdiyse tekrar Azeroth’a döndü. Bu dünyanın en büyük kahramanlarından birinin elinden çıkan oklar bir kez daha kötülüğün güçlerine karşı savaşacak.

Survival – Talonclaw, Spear of the Wild Gods


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı

Kadimler Savaşı’ndan önce dövülmüş olan bu mızrak, Kadim hayvanların -ya da bilinen isimleriyle Yaban Tanrılar‘ın- gücünü içeren ve kartal gagasını andıran kendine özgün bir uca sahipti. Pençetırmığı, taurenlerin Azeroth’u her türlü düşmandan korumasına yardım etmiş ve Yücedağ kabilelerinin en iyi avcıları arasında elden ele geçmişti… Ta ki kaybolana dek. Bu efsanevi silahı kullanan, taurenler arasında hürmet görecektir; ancak Lejyon tarafından da avlanıp hor görülecektir.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Bir

Kadimler Savaşı’nın çok öncesinde tauren kabileleri, kadim Kalimdor topraklarının uçsuz bucaksız yabanlıklarında gezinmekteydi. Yücedağ kabilesi, devasa bir kartal formundaki Yaban Tanrı Ohn’ahra’yı ateş elementallerinin saldırısından kurtarmış olan Şef Moren Highmountain tarafından yönetilmekteydi. Teşekkür etmek adına özünün bir kısmını Moren’in mızrağına bağlayan kartal, silaha büyülü özellikler vermiş oldu. Ohn’ahra’nın ismini silahına kazıyan Moren, böylece Yaban Tanrı’yı onurlandırmak isteyen halkının bu silahı “Kartal Mızrağı” olarak çağırmasına sebebiyet verdi.

Moren, karşılaştığı başka kahramanları, yendiği düşmanları ve şahitlik ettiği olayları anmak adına bu isimleri de Kartal Mızrağı’na kazıdı. Moren’in soyundan gelen ve artefakta sahip olanlar da bunu bir gelenek olarak taşıyarak isimleri kazımaya devam ettiler. Böylece mızrak çok geçmeden Yücedağ kabilesinin yazılı tarihçesi hâline geldi.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm İki

Moren’in torunu Eruna’nın kabilenin lideri olması bekleniyordu. Ancak Eruna, öncelikle bu sorumluluğu almaya layık olduğunu göstermek için Kartal Mızrağı’nı da alarak kendini kanıtlayacağı bir yolculuğa çıktı. Kuzey diyarlarında genişçe bir mağarada bir gece elfi ailesini tuzağa çekmeye çalışan ve sinsi bir büyü kullanan dokunaçlı yaratıkları durdurdu –ki bunlar, karanlık mekanlardaki uykularından uyanmış Eski Tanrılar‘ın hizmetkârlarından başkası değildi-. Bu mücadelesinde kendisine kudretli bir ayı eşlik etti; Eruna çok geçmeden onun Ursoc adındaki bir Kadim olduğunu öğrendi. Birlikte garip yaratıkları yenilgiye uğrattılar.

Birlikte çıktıkları bu savaştan sonra Ursoc, Eruna’yı şöyle bir ölçüp biçti ve onun dikkate değer bir birey olduğuna karar verdi. Ona büyük bir karanlığın geldiğini, dünyalarının güçlü savaşçılar ve Eruna gibi liderlere ihtiyaç duyacağını söyledi. Bu karanlık zamanlarda ona yardım etmesi için Eruna’nın mızrağını kutsadı ve böylece kendi gücünü de silahın güçleri arasına eklemiş oldu. Minettar olan Eruna da Ursoc’un ismini silaha kazıyıp Kartal Mızrağı’nın yaşayan tarihini devam ettirdi. Halkına döndüğündeyse onları yönetmek için hazırdı.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Üç

Eruna’nın ölümünden çok sonra mızrak Huln Highmountain’a geçti. Yakan Lejyon’un yıkıp geçen istilasıyla karşı karşıya olan Huln, iblislerle savaşmak için diğer tauren kabilelerini de toplayıp gece elflerine yardıma gitti.

Savaşın kızıştığı anlardan birinde Huln, iki-kafalı Kadim kurt Omen’i Lejyon’un güçlerine karşı korumaya çalıştı; ancak yüce kurt ağır yaralanmış ve fel enerjiyle zehirlenmişti. İblislerin yozlaştıran etkisine yenik düşmeden önce son saf nefesiyle gücünü diğer Yaban Tanrılar’ın da kutsadığı silaha aktardı. Huln, Omen’in adını da mızrağa kazıdı; böylece Kadim kurdun cesareti her daim hatırlanacaktı.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Dört

Kadimler Savaşı sırasında Huln, kendileri de birer efsane olacak birçok savaşçıyla omuz omuza dövüştü. Bunlardan biri, savaşın son çarpışmalarından birinde hayatını kurtarmış olan Jarod Shadowsong’du. Huln, bu savaşçıların isimlerini de mızrağa kazıdı. Yolu en büyük druidlerden biri olan Malfurion Stormrage ile bile kesişmişti.

Yücedağ kabilesinin yaşlıları tarafından anlatılan bir efsane şöyleydi: “Huln, mızrağı druide verdi. Silahı yakından inceleyen ve sivri, kıvrık ucunun bir kartal gagasını andırdığını gören Malfurion, aynı zamanda tauren ve onun ataları tarafından silaha kazınmış isimleri de tek tek okudu. Malfurion silahın içindeki ruhlarla iletişime geçti ve ardından onayını verdi.”


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Beş

Tauren yaşlıları hâlâ iblis Xyburn’ün ırklarını yok etmeyi kişisel bir görev hâline getirmesini ve Huln’un da onu öldürmeye yemin edişini anlatır dururlar. İki azılı düşman, Ebediyet Pınarı’ndaki savaş sırasında nihayet çarpıştı. Bu çatışma, yenilmiş gibi gözüken Huln’un mızrağıyla Xyburn’un suratına onu neredeyse öldüren darbeyi vurmasıyla sona erdi. İblis, silahı ucu ucuna karşıladı ancak silahın ruhani güçleri iblisin sol gözünü parçalayarak kör etti.

Huln bu savaşı kazanmıştı; lakin iblisi öldüremeden Kalimdor’un merkezindeki çoğu iblis generali gibi Xybrun da kendi düzlemine geri kovulmuştu. Çarpık Düzlem’de yaralarını saran ve bir sonraki Lejyon istilasını bekleyen Xyburn, burada Huln’dan, bütün taurenlerden ve sol gözünü yok eden o silahtan intikam alacağına dair yemin etti. Huln için ise dinlenmeye vakit yoktu; savaşın hemen ardından Ebediyet Pınarı patladı ve korkunç depremlerle Azeroth’u derinden sarstı. Kalimdor toprakları parçalara ayrılırken Huln ve halkı da hayatlarını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldılar.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Altı

Kadimler Savaşı’nın ardından tauren kabilelerinin yolları ayrıldı. Büyük Bölünme sırasında atalarının toprakları yok olduktan sonra Huln, kendi halkına yeni bir yuva bulma amacıyla arayışa çıktı. Uzun süre dolaşıp yeniden şekillenmiş Azeroth’un topraklarını gördükten sonra “Parçalanmış Adalar” olarak bilinecek kısmına geldiler. Adaların en yüksek zirvesinin gölgesine Gök Gürültüsü Totemi kasabasını kurdular.

Kabilesini güvene ulaştıran Huln Highmountain, Kartal Mızrağı’nı varisine devrettikten sonra atalarına katılmaya gitti. Efsaneler, Ohn’ahra’nın kendisinin gelip yüce şefin ruhunu göklere taşıdığını söylemektedir.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Yedi

Efsanevi Huln’un ölümünden yıllar sonra Yücedağ kabilesi, Arien ve Gardrel adındaki ikiz kardeşler tarafından yönetilmeye başlandı. Arien daha büyük bir savaşçı ve civar topraklara yatkın, Gardrel ise daha bilge ve güçlü bir diplomat olarak tanınırdı. Görevini teslim eden yaşlı şef, kabileyi bölmek ya da yönetimi yanlış ellere bırakmak yerine Gardrel’i yeni liderleri ilan ederken Arien’i de “Dağın Koruyucusu” ünvanıyla Kartal Mızrağı’nın taşıyıcısı rolüne getirdi.

Kardeşler rollerinden memnunlardı. Arien kabileyi yıllarca Yaban Tanrılar’ın mızrağa bahşettiği kutsamaların gücüyle korudu. Atalarının dost edindiği Yaban Tanrılar’ı onurlandırmak için silaha “Pençetırmığı” ismini veren de o oldu.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Sekiz

Arien Highmountain’ın günlüğünden, kabilesinin Saklı Yol adındaki bir tarikata mensup gece elfleriyle karşılaşmasını anlatan bir kısım:

“Gardrel ile birlikte gece elflerini yakındaki bir dağın eteğine götürdük. Tepeye yaklaştıkça Pençetırmığı parlamaya ve güçle yanmaya başladı. İçgüdüsel olarak mızrağı yukarı kaldırdım ve hepimiz –en çok da ben- mızrağın ucundan taşan altın enerjinin büyük bir kartal formu almasını hayretle izledik! Gardrel ve ben kabilemizin tarihini hatırladık ve bu bölgenin Ohn’ahra’nın kendisi tarafından kutsandığını fark ettik. O anda bu kutsal mekanın “Pençe Zirvesi” olarak isimlendirilmesi gerektiğini anlamıştık.”

Parçalanmış Adalar’ı Lejyon’a karşı korumak adına bu bölgeye gelmiş olan Saklı Yol avcıları, Highmountain kabilesinin yardımıyla Atıcılar Locası adındaki yeni yuvalarını buraya inşa ettiler. Üç Pençe olarak bilinen üçüz kulelerden bu toprakları gözetleyip Yakan Lejyon geri döndüğünde hazır olacaklarına dair yemin ettiler. Elfler ve taurenler birbirlerinden çok şey öğrendiler ve Arien nihayetinde Saklı Yol’a katılarak organizasyonun en başarılı avcılarından biri oldu.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm Dokuz

Pençetırmığı’nı Yücedağ kabilesinin en iyi avcısına devretme geleneği birçok nesil boyunca devam etti. Eğer kabileyi tehdit eden şeyler ya da üstesinden gelinmesi gereken bir zorluk varsa mızrak savaşa gidiyordu.

Gizemli bir yaratığın Stormheim’da avlandığı haberi geldiğinde Nalmus Highmountain, mızrağı kapıp söz konusu yaratığı eğitmeye –ya da avlamaya—koştu. Avcı büyük bir şölen ve görevinde şans getirmesi için “Pençetırmığı’nın Şarkısı” destanı söylenerek uğurlandı. Herkes Nalmus’un barışı ve sakinliği topraklara geri getireceğinden emindi.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm On

Nalmus’tan haftalar boyunca haber alınamayınca bir arama grubu yollandı. Ne kadar ararlarsa arasınlar ünlü avcı ya da mızrağa dair bir iz bulamadılar. Arama grubu üyelerinden bazıları da sislerin içindeki gizemli yaratık tarafından avlandı.

Yıllar içinde birçok cesur avcı bu yaratığı bulmak üzere maceraya atıldı. Çoğundan bir daha haber alınamadı ve pek kıymetli mızrak da Nalmus’un kaybolduğu günden bu yana görülmedi –ta ki bizzat Ohn’ahra’nın yönlendirmesi ve kutsamasıyla sen bu efsanevi silahı geri alana kadar. Bu başarınla birlikte adı nesiller boyunca hatırlanacak bir avcı olmayı da garantiledin.


Pençetırmığı, Yaban Tanrılar’ın Mızrağı, Bölüm On Bir

Yaban Tanrılar’ın Mızrağı’yla birlikte Azeroth üzerinde eşi benzeri az bulunan bir avcısın. Gücünün, çevikliğinin ve amansızlığının, gözüne kestirdiğin bütün avlara ya da düşmanlara karşı sana büyük bir avantaj vereceği kesin. Ve diğer avcılar gibi tüfek ya da yaylara güvenmek yerine Huln Highmountain gibi sen de düşmanlarınla yüz yüze durmayı tercih ediyorsun. Tuzaklar, avlanma ve öldürme yetenekleri konusunda kusursuzlaştın ve şimdi de diğer hepsinden farklı olarak yüce kartal Ohn’ara gibi saldırmanın sırrına sahipsin. Mızrak hayatta kalma güdülerini güçlendiriyor ve doğanın gerçek bir ustası olmanı sağlıyor; aynı bir kartal gibi yardıma ihtiyacın yok çünkü eşin benzerin de yok.

Pençetırmığı’nın ruhsal gücü Yaban Tanrılar’ın gücüyle yankılanan mihrap ve tapınakların mızrağa yanıt vermesine sebep olabilir; ya da Yaban Tanrılar’ın rahipleri silahının varlığını hissedebilirler. Silahın sahibi bütün tauren yerleşimlerinde onurlu bir konuk olarak ağırlanır –tabii bilhassa kendini taurenlerin düşmanı olarak ilan etmediği sürece. Öte yandan mızrak aynı zamanda kaosun hizmetkârlarının da dikkatini çekecektir; bu yüzden onu kuşanırken dikkatsizce davranma.