Lorekeeper

WARCRAFT TARİHÇELERİ ÖZEL BÖLÜM: BİLDİĞİMİZ HER ŞEY YALANMIŞ!

Belki biliyorsunuz belki bilmiyorsunuz ama Warcraft evreni ve tarihiyle ilgili tüm detayları barındıracak olan yepyeni kitap serisinin ilk bölümü yakın zamanda raflarda yerini alacak: Warcraft Chronicle: Volume I. Amerika’da 15 Mart, Avrupa’da ise 17 Mart tarihinde çıkacak kitapla ilgili olarak şimdiden çeşitli internet siteleri üzerinden yayınlanan bilgiler ise Lorekeeper ekibi olarak aklımızın başımızdan gitmesine, ufak çapta kalp krizleri geçirmemize ve kendimizden geçmemize sebep olmuş olabilir. Bugüne kadar Warcraft evreni, Titanlar, Sargeras ve Burning Legion ile ilgili her ne varsa hepsine hiç de farkında olmadığımız oldukça farklı bilgiler ekleyecek olan kitabın içeriği hakkında okuduklarımızdan sonra ancak şunu söyleyebilirim: Bildiklerinizi unutun! Her şey yalanmış!

Evet, bizler de “Nas— Nasıl ya?!” şeklinde bir tepki verdik bu yazıda paylaşacaklarımızı okurken. Ancak bu hayal kırıklığı veya tatminsizlik değil, daha çok Warcraft hikâyesinin tutkunları olarak tatlı bir inanmazlık, şaşkınlık ve tabiri caizse şoka girmişlik ifadesiydi.

Hafızaları tazelemek açısından bizim de Warcraft Tarihçeleri’nin ilk bölümünde detaylıca ele almış olduğumuz, Blizzard tarafından bu güne kadar açıklanmış bilgilerin yer aldığı titanlar ve Azeroth’un yaratılışı hikâyesinden başlayalım. Senelerdir bilinen detaylar evrende “Titan” adı altında oldukça güçlü varlıklar olduğu ve bu varlıkların süregelen kaosa karşı bir düzen yaratma amacıyla gezegenden gezegene gidip onları şekillendirdikleri ve onlara hayat verdikleri yönündeydi. “Panteon” adı verilen birliğin başını çektiği titanlar, kaosa ve onu yaymaya çalışan iblislere karşı savaş veriyorlardı. Gittikleri her dünyayı “düzen kurma” kaygısıyla biçimlendiren titanların şampiyonu ise iblislere karşı bitmek bilmez bir mücadele veren Sargeras’tı. Ancak Twisting Nether dışında gerçek anlamda öldürülemediklerini fark ettiği iblisleri hapsetmek için Mardum gezegenini yaratan Sargeras’ın zaman içerisinde özellikle nathrezim adındaki oldukça kurnaz ve zeki varlıklar başta olmak üzere iblis güçlerine maruz kalarak yozlaştığı, amacından saptığı ve Panteon’a sırt dönerek kaosun öncülerinden biri haline geldiği biliniyordu.

Sargeras

Kara Titan ve Tüm Yaşamın Düşmanı gibi çeşitli isimler takılan Sargeras, düzene karşı durmak ve bulabildiği tüm dünyalardaki yaşamı ya saflarına katmak ya da tamamen yok etmek amacıyla Mardum gezegenini parçalamış ve içindeki iblisleri serbest bırakarak Burning Legion’ı kurmuştu. Titanlar ise bu durumdan habersiz bir biçimde yeni dünyalar üzerinde çalışmaya devam ederken Azeroth adındaki bir gezegen ile karşılaşmışlardı. Eski Tanrılar ve onların köleleri olan Element Lordları’nın oluşturduğu Kara İmparatorluk tarafından sonu gelmeyen bir kaos ve savaş içerisinde çalkalanan gezegenin durumundan hiç de hoşnut olmayan titanlar, doğaları gereği düzeni sağlamak istemişlerdi. Bu amaç uğruna öncelikle öldürülürlerse gezegeni yok edeceklerini anladıkları Eski Tanrılar’ı dünyanın içerisine gömmüş, sonrasında ise Element Lordlarını kendi düzlemlerine hapsederek uyumu sağlamaya çalışmışlardı. Binlerce yıl boyunca dünyayı şekillendiren ve bu sırada kendilerine yardım etmeleri için taştan birçok ırk yaratan titanlar, en sonunda yaptıklarından tatmin olduklarında ise Azeroth’un halihazırda sakinleri olan ejdersürülerinin en büyük liderlerine kendi güçlerinden bahşetmiş ve arkalarında bu dünyaya göz kulak olmaları için Bekçiler denen varlıkları bırakarak gitmişlerdi.

Azeroth o zamanlar Kalimdor adındaki tek bir kıtadan oluşuyordu ve ortasında Ebediyet Pınarı adında, oldukça yoğun bir büyü gücüne sahip bir göl bulunuyordu. Bu gölü titanlar mı yaratmıştı yoksa zaten var olan bir yer miydi, bilinmiyordu; ancak bilinen bir şey varsa o da gölün yakınlarında yaşamaya başlayan bir grup kara trolün zaman içerisinde bu güçten etkilenerek gece elflerine dönüştüğüydü. Gölün sahip olduğu büyü gücünü hunharca kullanan, başlarında Kraliçe Azshara’nın bulunduğu “asil doğanlar” sebebiyle Sargeras bu dünyayı fark etmiş ve onun sonsuz enerjisine sahip olmak için Burning Legion’ı Azeroth’a getirmeye çalışmıştı. Burning Legion ve asil doğanlar ile bu karanlığa karşı durmak isteyen Kalimdor ırklarının oluşturduğu direnişin yaptığı Kadimler Savaşı sonucunda ise kıta parçalanmış ve günümüzde bildiğimiz halini almıştı. Takip eden binlerce yıllık dönemde Burning Legion tekrar ve tekrar Azeroth’u ele geçirmeye çalışmış ancak başarısız olmuştu.

En azından bugüne kadar bildiklerimiz bu yöndeydi. Ancak anlaşılıyor ki ne Azeroth’un ne de var olduğu evrenin gerçek tarihi hiç de sandığımız gibi değilmiş…

Gelelim aklımızı başımızdan alan yeni bilgilere… Siz okumaya başlamadan önce söyleyeyim ki bu detaylar neredeyse tüm tarihçeleri baştan aşağıya değiştirecek nitelikte ve derinlikte. Kitap henüz çıkmamış olabilir ancak internete düşen çeşitli görseller ile yayılan bilgiler sayesinde koşarak gidip gördüğünüz ilk iblise sarılabilirsiniz.

Öncelikle Warcraft evreninin kurulu olduğu gerçeklik, soyut kavramlar topluluğu, evrendeki varlıklar ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerine Kozmik Güçler haritası üzerinden şöyle bir göz atalım.

Çok… güzel…

Gördüğümüzde ağzımız açık bakakaldığımız bu çizimde bulunduğumuz gerçeklik (Azeroth) ve onu sarmalayan soyut kavramlar net bir biçimde gösteriliyor. Bakarken biraz kafanız karışabilir, o yüzden kısaca açıklamakta fayda var.

Görselin üst kısmında yer alan ve “Naaru” ile simgelenen “Işık” ile alt kısmında bulunan ve “Eski Tanrılar” ile simgelenen “Karanlık“, Warcraft evreninde var olan birbirine zıt ana iki kavramı simgeliyor. Eğer Warcraft oyuncusuysanız veya bu evrenle ilgili hikâyeleri takip ediyorsanız, bu iki kavramın birçok kez çarpıştığını zaten biliyorsunuzdur. Ancak soyut kavramlar ve çatışmaları bunlarla da bitmiyor. Birbirine karşıt olanların çaprazlama konduğu görselde “Titanlar” ile simgelenen “Düzen” ve “Burning Legion” ile simgelenen “Kaos” ile “Diriölü” ile simgelenen “Ölüm” ve Azeroth sakinleri tarafından bir kısmı Kadim Muhafızlar olarak adlandırılan “Yaban Tanrılar” ile simgelenen “Yaşam” da birbirlerine zıt kavramlar olarak resmedilmiş. Ancak görselde sadece kavramların karşıtlığı ile de sınırlı kalınmamış, görebileceğiniz üzere aynı zamanda bu kavramlarla bağlantılı büyü çeşitleri ve elementlerle ilgili de bilgi verilmiş.

Büyü türlerinin birbirlerini karşılayacak şekilde altıya ayrıldığını görüyoruz:

Aynı şekilde elementler de (ki beni şahsen şaşırtan kısım buydu) altıya ayrılıyorlar: Toprak, Ateş, Su, Hava, Ruh ve Bozulum. Özellikle sonuncusu, daha önce bahsi geçmeyen bir element türü olmasıyla dikkat çekiyor. Görselde de fark edebileceğiniz üzere her kavramı destekleyen ikişer element bulunuyor. İnternette karşımıza çıkan paylaşımlardan birinde bu konuyla ilgili olarak güzel bir fikir yürütülmüş:

“Işık kavramında ruh ve ateş bulunuyor. Kutsal büyü güçlerinin kullanımı, ruhani bir bağ üzerinden sağlanırken ateş de aydınlığı temsil ediyor.
Karanlık kavramında toprak ve bozulum bulunuyor. Burada toprak, ışığı kesebilen ve gölge yaratabilen bir öğe olarak düşünülebilir. Bozulan ve yok olan herhangi bir şey ise hiçliği simgeliyor.
Düzen kavramında toprak ve su bulunuyor. Toprak, var oluşu gereği durağan ve oturaklı olması sebebiyle Düzen’e en uygun element. Su ise kurulan düzenin devamlılığını sağlayabilmek adına toprak ile bütünlük oluşturuyor.
Kaos kavramında ateş ve hava bulunuyor. İkisi de kontrol edilmesi oldukça zor, hatta neredeyse imkansız güçler olarak karmaşayı temsil ediyor.
Yaşam kavramında su ve ruh bulunuyor. Su, hayat veren bir kaynak iken ruh da yaşamın temel taşlarından birini oluşturuyor.
Ölüm kavramında ise hava ve bozulum bulunuyor. Herhangi bir şeyin bozulması, çürümesi ve yok olması ölümün bir parçasıyken hava da bu çürüme evresini hızlandıracak unsur olarak karşımıza çıkıyor.”

Gelelim bu soyut kavramların dizilimlerine… Yaşam’ın Işık’a, Ölüm’ün ise Karanlık’a yakın resmedilmesi oldukça normalken asıl dikkat çeken kısım Düzen ve Kaos kavramlarının yerleri. Bunu aslında şu şekilde açıklamak mümkün: Tam anlamıyla bozulmayacak ve sürekliliğini koruyacak şekilde yaratılan bir düzen, aslında tek tip irade, sonu gelmeyen kurallar, despot bir yönetim ve itaatten geçtiği için tiranlığa yol açabilecek bir kavram; kısacası yaşamın tüm renklerinden mahrum, düz ve sabit bir döngü olduğundan Karanlık’a yakın duruyor. Bu durumda kaosu da “özgürlük” ve “boyun eğmeme” idealleri çerçevesinde düşünürsek aslen Işık’a daha yakın resmedilebiliyor. Ancak bu noktada simgeleri olarak atanan Titanlar ve Burning Legion üzerinden değil, kavramların soyut anlamları üzerinden fikir yürüttüğümüzü unutmamak gerekir. Yoksa Burning Legion’ın bir anda toplanıp püripak bir ışık huzmesine dönüşeceğini filan düşünmeyin, aman ha!

Peki tüm bunların anlamı ne? İşte bu kısımda Warcraft evreninin daha önce karşılaşmadığımız, bildiklerimizi alt üst edecek hikâyesinin sızdırılan kısımlarına tanıklık ediyoruz.

Titanların oluşturduğu Panteon, yalnız olmadıklarına ve başka titanların da var olabileceğine inanmaktadır. Bu inançla birlikte harekete geçen Panteon, evrende dolaşmaya ve diğer titanları aramaya koyulur. Aynı zamanda düzeni sağlama isteği içerisindeki bu titanlar, karşılaştıkları gezegenleri de şekillendirir ve onlara hayat verirlerken bir yandan da düzeni tehdit eden kaotik yaratıklara karşı da savaşırlar. Çağlar boyunca görevlerini sürdüren titanlar, zaman içerisinde arayışlarının boşa olup olmadığını sorgulamaya başlarlar zira ne kadar dolaşsalar da başka herhangi bir titana rastlayamazlar; ancak yeni doğacak titanlar olabileceği ihtimalinden de vazgeçmezler. Bilmedikleri şey ise bu ihtimalin gerçek olduğudur. “Büyük Karanlık” olarak adlandırılan uzayın ıssız bir köşesinde, kalbinde güçlü ve asil bir titanın özünü barındıran yeni bir dünya oluşmaktadır: Azeroth.

Azeroth bir titan olma yolunda olgunlaşmaya devam ederken yüzeyinde çeşitli canlıların varlığı baş gösterir: Element ruhları. Henüz doğmamış titanın sahip olduğu ve “dünya-özü” olarak adlandırılan benliği ise muazzam bir güce ulaşırken üzerinde var olan “Ruh” elementini neredeyse tamamen özümser. Ruh elementinin dengeyi sağlayan gücünden mahrum kalan diğer elementler ise kaosa sürüklenir ve kendi aralarında savaşmaya başlarlar. Ateşin Efendisi Ragnaros, Suyun Efendisi Neptulon, Havanın Efendisi Al’Akir ve Toprağın Hanımı Therazane, beraberlerinde elemental köleleri ile birlikte birbirleriyle bitmek bilmeyen bir çatışmaya tutuşurlar. Binlerce yıl süren bu savaşlar boyunca Azeroth’u kendi istedikleri şekilde biçimlendirmek isteyen elementlerin dünya üzerindeki hakimiyetleri durmadan el değiştirir… Ta ki gökten meşum varlıklar inene kadar.

Element Lordları ve Eski Tanrılar’ın hakimiyet bölgelerini gösteren, kitaptan alınmış bir fotoğraf

Eski Tanrılar” olarak adlandırılan bu karanlık canlılar, Azeroth’a inerek kendilerini dünyanın dört bir yanına yerleştirir ve neredeyse toprakla bir olurlar; ancak o kadar muazzam büyüklükte varlıklardır ki korkunç görünümleriyle aynı zamanda yer yüzünde de adeta dağları andıracak bir görüntüye sahiplerdir. Dokunaçları Azeroth’un derinliklerine inerken vücutlarından da yeni iki ırk doğar: “Yüzü Olmayanlar” olarak da bilinen kurnaz ve zeki n’raqi ile böcekleri andıran vücutlarıyla dayanıklı ve güçlü aqir. Bu yeni ırklar, Azeroth’un tam ortasında yer alan en güçlü ve acımasız Eski Tanrı Y’Shaarj’ın bulunduğu bölge ana merkezleri olacak şekilde Kara İmparatorluk‘u kurarlar. Eski Tanrılar’ın kendilerine büyük bir tehdit oluşturduğunu anlayan Element Lordları ise tarihte ilk defa birlik olup bu yeni düşmanla savaşmaya karar verirler; ancak başarısız olacak ve köleleştirileceklerdir.

Panteon’un Şampiyonu Sargeras ise evrende gezerek kaosun öncüleri olan iblisleri alt edip kendi yarattığı gezegen olan Mardum’a hapseder. Mardum aynı zamanda “Sürgün Düzlemi” olarak da adlandırılmaktadır zira Twisting Nether dışında gerçekten öldürülemeyen iblislerin ruhları, Sargeras tarafından bu gezegende toplanır; böylece tekrar vücut bulduklarında başka hiçbir yere gidemeyecek ve titanın planladığı gibi bu düzlemde mahsur kalacaklardır. Sayısız yıllar boyunca iblislere karşı savaşan ve onları bir bir Mardum’a hapseden Sargeras, zaman içerisinde çok daha farklı ve korkunç varlıklarla karşılaşır: Hiçlik Efendileri. Karanlık‘ta yaşayan ve fiziksel düzleme geçemeyen bu inanılmaz derecede kötü canlıların varlığı, Sargeras’ı oldukça rahatsız eder. Bu varlıklara karşı koymak isteyen Sargeras, kendisine ait bir ordu kurması gerektiğine karar verir, Mardum’u parçalayarak içerisindeki iblisleri salar ve Burning Legion’ı oluşturur. Ancak hesaba katmadığı bir olay gerçekleşmiştir: Uzayda Twisting Nether’a bağlanan bir yarık oluşmuş ve sayısız iblisin serbestçe dolaşmasına sebep olmuştur. Beklediğinden daha büyük bir orduya kavuşan ve Mardum’un parçalanması sebebiyle açığa çıkan fel enerjiye maruz kalarak fiziksel değişim geçiren Sargeras ise planını uygulamaya başlar.

Sargeras’ın yaptıklarından habersiz olan Panteon ise uzun arayışlarının meyvesini alarak dünya-özü barındıran Azeroth’u bulurlar. Ancak henüz doğmamış olan titanın bedeni Eski Tanrılar ve köleleri haline gelmiş olan elementler tarafından mahvedilmiştir. Aslen Hiçlik Efendileri tarafından Azeroth’a gönderildiğinden habersiz oldukları Eski Tanrılar’ı yok etmek isteyen titanlar, işe Y’shaarj’dan başlasalar da bu meşum varlığın ölümü, Azeroth üzerinde kanayan derin bir yara açılmasına sebep olur. Diğer tanrıları öldürmeye kalkarlarsa Azeroth’un tamamen yok olacağını fark eden titanlar, onları toprağın derinliklerinde inşa ettikleri yapılara hapsederler. Azeroth’un kanayan yarası ise zaman içerisinde kıtanın ortasındaki bir göle, evet, henüz doğmamış titanın kanıyla dolan Ebediyet Pınarı‘na dönüşür. Titanlar dünyayı şekillendirip ejdersürülerine kendi güçlerinden bahşettikten sonra Azeroth’u gözetmeleri için taştan birçok ırk ve Bekçiler adındaki canlıları yaratıp evrendeki arayışlarına devam etmek adına ayrılırlar.

Titanlar tarafından hakimiyeti sona erdirilmeden önceki haliyle Kara İmparatorluk

Değişim geçirmiş ve fel enerji üzerinde muazzam bir hakimiyet edinerek iblisleri iradesi yolunda kendine bağlamış olan Sargeras ise bu sırada dünya-özü barındırmadığı halde hedef aldığı ilk gezegeni yok eder. Titanlar, bu gezegeni gözetlemesi için atadıkları varlık geri dönmediğinde şaşırır ve Aggramar’ı neler olduğunu öğrenmesi için görevlendirirler. Sargeras’ın yaptıklarını gören Aggramar, eski ustasına meydan okusa da yenik düşeceğini anlaması uzun sürmez ve kaçarak durumu Panteon’a haber verir. Olanları öğrenen titanlar, Sargeras’ı hâlâ mantık yoluyla ikna edebileceklerini düşünerek Nihilam adındaki bir gezegende toplantı yapmaya karar verirler. Sargeras, her şeyi aslında Hiçlik Efendileri’ni alt edebilmek adına yaptığını ve tek yolun bu olduğunu anlatır. Eski ustasının içinde henüz yitip gitmemiş bir taraf olduğunu hisseden Aggramar, onun yanına giderek doğru yoldan şaşmamasını söyler ve zamanı geldiğinde Hiçlik Efendileri’ni alt edebilecek kadar güçlü olacak bir titanın, Azeroth’un dünya-özünü bulduklarını anlatır. Sargeras ise önce karşısında duran Aggramar’ın bedenini ikiye ayırır, daha sonra ise yoldaşlarının gözleri önünde katledilişiyle saldırıya geçen titanların hepsini, korumasız oldukları fel büyüsünü kullanarak yarattığı bir alev fırtınasının gücünü kullanarak öldürür. Bilmediği şey ise titanlar arasından Norgannon’un yaptığı büyü sayesinde ruhlarının var olmaya devam edecek şekilde korunduğudur. Ruhlarını Azeroth’ta bıraktıkları Thorim, Ra ve diğer Bekçiler’e aktarmak isteyen titanlar, amaçlarını başaramaz ve yok olurlar.

Sargeras, Azeroth’un varlığını öğrenmiştir. Hiçlik Efedileri’ne karşı durabilecek güçte bir titan olacağı söylenmiş olsa da Sargeras’ın düşüncesi farklıdır: Eğer bu titan bozulur ve yozlaştırılırsa evrende var olan en büyük kötülüğe dönüşebilecek potansiyele sahiptir. Bu inançla harekete geçen Sargeras, Azeroth’u yok etmeye karar verir. 

Eski Tanrılar tarafından yaratılan “Tenin Laneti“ne maruz kalan titan yapımı ırklar, zaman içerisinde taştan bedenlerinin et ve kemiğe bürünmesiyle güçsüzleştiklerini fark ederler. Bu ırklardan biri de mogudur. Kendisi de bir mogu olan Lei Shen, tanrı olarak gördükleri ama aslında bir Bekçi olan Ra’nın kendilerini neden terk ettiğini sorgular. Bu sorusuna bir cevap bulabilmek ümidiyle sonraları Mogu’shan Mahzenleri olarak adlandırılacak titan yapısına giderek burada Ra’yı sorgular. Ra, Panteon’un başına gelenleri tahmin edebilen tek Bekçi’dir ve Lei Shen’i Gümbürdeyen Dağ‘a götürerek ona titanların öldüğünü anlatır. Titanların yerini kendisinin alabileceğini düşünen Lei Shen, Ra’nın fırtınalar üzerindeki güçlerini çalarak Mahzenler’e geri döner. Burada Nalak’sha’nın Makinesi adındaki cihazı bulan mogu, öncesinde Tenin Laneti’ni durdurmak için harekete geçer, sonrasında ise grummle ve saurok ırklarını yaratarak binlerce yıl hüküm süreceği imparatorluğunun temellerini atar.

Azeroth üzerinde yaşayan diğer canlılar ise evrim geçirmeye başlamışlardır. En kadim ırklardan biri olan troller, Ebediyet Pınarı’ndan yayılan enerji sayesinde gelişerek bilinçli varlıklar olarak yaşamaya başlamışlardır. Oldukça çevik ve güçlü olan bu ırk, aslen Yaban Tanrılar olan ve “loa” olarak adlandırdıkları varlıklara tapmaya başlarlar. O dönemde var olan tek kıta Kalimdor’un güney topraklarına yerleşen troller, zaman içerisinde Zul İmparatorluğu‘nu kuracaklardır.

Zandalar trollerinin kurduğu Zul İmparatorluğu’nun başkenti Zuldazar

Lei Shen’e göre taştan yaratılmadıkları sürece tüm diğer ırklar değersizdir ve köleleştirilmelidir. Ancak bu sırada moguların sahip olduğu engin güç, trollerin dikkatini çeker. Zul İmparatorluğu’nun lideri olan Zulathra, mogularla bir ittifak yapmaya karar verir. Zaman içerisinde beraber oldukça iyi çalıştıklarını fark eden iki ırk, birbirlerini eğitmekten de geri kalmazlar: Mogular trollere büyü kullanımını gösterirken troller de bulundukları bölgeden ayrılmak istemeyen mogulara dünyanın geri kalanıyla ilgili bildikleri her şeyi anlatırlar. Aradan binlerce yıl geçtikten sonra en sonunda harekete geçmeye karar veren mogular ve troller, güneyde bulunan ve Uldum olarak adlandırılan zengin ormanlık alana doğru yola çıkarlar.

Uldum’da yine titanların yarattıkları ırklardan biri olan tol’vir yaşamaktadır. Mogu imparatorluğu içerisinde güçlü bir konum sözü verilen tol’virler ise Lei Shen’in alçak gördüğü diğer ırkları köleleştirme düşüncesinden hoşnut değillerdir ve öldürüleceklerini bildikleri halde bu teklifi reddederler. Uldum’da titanların yerleştirdiği ve gerektiğinde çalıştırılarak toprakları yeniden şekillendirme gücü olan özel bir cihazı kullanan tol’virler, böylece kendilerine saldıran mogu ve trol ordularını liderleri de dahil olmak üzere yok ederken Uldum’un coğrafyasını da değiştirerek ormanlık arazinin bir çöle dönüşmesine sebep olurlar. Zulathra’nın ölümü trol birliğini darmadağın ederken Lei Shen’in bedenini alan mogular, onu Kun-Lai Zirvesi’ne götürüp troller tarafından söz verildiği üzere diriltileceği güne kadar muhafaza ederler.

Hikâyenin şimdiye dek sızdırılan bölümleri burada son buluyor ve tüm bunlara çok hazırlıksız yakalanmamıza sebep oluyor. Azeroth henüz doğmamış bir titan mıymış? Binlerce yıldır dünyamıza hayat ve büyü gücü sağlayan kaynak, aslında canı yakılan bir embriyonun kanı mıymış? Yaban Tanrılar ile loalar aynı ırkın mensupları mıymış? Hiçlik Efendileri aslında Eski Tanrılar’ı yaratıp başımıza salan, Burning Legion’dan çok daha korkunç düşmanlar mıymış? Sargeras’ın asıl amacı Ebediyet Pınarı’nın gücünü elde etmek değil miymiş? Titanlar ölmüşler mi? NELER OLUYOR?!

 

Değindiğimiz tüm bu detaylar, hem Azeroth’un hem de genel anlamda Warcraft evreninin tarihi hakkında daha önce edinmediğimiz birçok bilgiyi barındırıyor. Doğal olarak da birçok varsayım ve teoriyi de beraberinde getiriyor. Çeşitli internet siteleri, havada uçuşan yüzlerce paylaşımla şimdiden dolup taşmış durumda. Peki neler anlatılıyor? Azerothlular ne gibi fikirlerden bahsediyorlar? Kendi düşüncelerimizi katarak biraz da bunları irdeleyelim.

Hiçlik Efendileri ve Sargeras’ın Yüce Amacı (Varsayım)

“İradesi olmayanların zihinlerini kontrol etmek hiç de zor değil… Çünkü zamanın ulaşamadığı, kaderin dokunamadığı yücelikteki güçlere bağlıyım. Ne bu dünya ne de ötesindeki hiçbir kuvvet belimizi bükecek güce sahip değil… Kudretli Legion bile!”

Kıyamet Habercisi Skyriss, Arcatraz

Senelerdir Warcraft oyuncuları olarak varlığımızı tehdit eden asıl düşmanın Sargeras ve beraberindeki Burning Legion olduğuna inandık. Sargeras’ın karanlığın yolunda ilerlediğine ve emrindeki iblisleri kullanarak sahip olduğu gücü elde edebilmek adına dünyamıza gelmeye çalıştığını düşündük. Evet, Eski Tanrılar da bizler için büyük tehditlerdi; ne de olsa titanlar bile onları yok etmenin felakete yol açacağını görmüşlerdi. Ancak Eski Tanrılar’ın kökenine inip de aslen Karanlık’ta var olan ve fiziksel dünyaya geçemeyen Hiçlik Efendileri’nin dünyamızı yozlaştırıp yok etmek adına gönderdikleri “parazitler” olduklarını öğrenmek… İçimiz titremedi değil. Hele ki yaratımlarının ne kadar karanlık ve güçlü olduğunu göz önünde bulundurursak bu Hiçlik Efendileri’nin nasıl varlıklar olduğunu hayal bile edemiyoruz. Sargeras’ın ise bu varlıklardan sakınmak amacıyla iblisleri kullanma fikri, aslında çoktan Kaos’un eline düştüğünün bir göstergesi olabilir. Neden diğer titanlardan yardım istemedi de iblisleri kullanmayı tercih etti? Titanların yoktan var etme gücü olduğunu biliyoruz ancak bu gücün sınırları hakkında bir bilgimiz yok. Belki de Twisting Nether dışında öldürülemedikleri için sonu gelmez bir askerî kuvvet olduklarını ve kolayca kontrol edebileceğini düşünerek hareket etmiş olabilir -ki çok da mantıksız bir hareket değil. Ancak bu, titanları ikna edebilmek için daha fazla uğraşmaktansa onları neden öldürdüğü konusuna pek de açıklık getirmiyor. Yine de aslında Sargeras’ın asıl düşman olmadığını ancak kendi mantığıyla edindiği bu “yüce amaca” ulaşmak için sınır tanımaz ve kabul edilemez önlemler almaya çalıştığını görebiliyoruz. Kim bilir belki bir gün Burning Legion ona sırt çevirebilir veya Azerothluların gerçekten çok değerli müttefikler olabileceklerinin farkına vararak bizi yok etmekten vazgeçip Hiçlik Efendileri’ne karşı birlikte savaşmak isteyebilir.

Azerothlular Neden Bu Kadar Güçlü? (Teori)

Çeşitli forumlarda karşımıza çıkan ve iki farklı kola ayrılan bu teori yazmaya değer.

İlk kısım, titanların ölümü ve ardından ruhlarını Bekçiler’e aktarma çabalarını içeriyor ancak kısıtlı bir alanı kapsadığını önceden belirtelim. Titanlar, planladıklarının aksine ruhlarını Bekçiler’e aktaramayıp yok oluyorlar. Böylesine yüce varlıkların ruhları bu yolla tamamen yok mu oldu yoksa o an dünyamız üzerine mi dağıldı? İşte asıl teori bundan sonra başlıyor. Eğer düşünüldüğü gibi bir dağılma durumu varsa o dönemde Azeroth’ta var olan tüm canlıların titan ruhlarından parçalara sahip olması söz konusu olabilir -ki bu da o canlılardan gelen bizlerin de bu ruhu taşıdığımız sonucuna götürülebilir. Ancak bu durum, başka dünyalardan gelen orklar ve draeneilerin böyle bir güce sahip olmaması anlamına gelecektir.

İkinci kısım ise daha oturaklı duruyor. Öğrendiğimiz üzere Azeroth, henüz doğmamış bir titan. Aynı zamanda taşıdığı muazzam güç sebebiyle ruh elementini neredeyse tamamen özümsemiş durumda ve bu da aslında ruhun bağlı olduğu Işık ve Yaşam kavramlarını içerdiğini gösterir nitelikte. Bu durumda Azeroth üzerinde yaşayan tüm canlıların zaman içerisinde doğmamış bu titandan yayılan enerji ile değişip güçlenebilirler -ki aslında kadim zamanlarda Ebediyet Pınarı yoluyla evrim geçiren gece elfleri ve taurenler güzel birer örnek olarak karşımıza çıkıyorlar. Aynı zamanda bu teori yardımıyla Eski Tanrılar’ın yarattığı Tenin Laneti’ne maruz kalarak bozulan atalardan gelen insan, cüce ve benzeri diğer ırkların nasıl olup da zaman içerisinde çok daha güçlü varlıklar haline gelebildikleri açıklanabilir.

Legion ek paketi ile ilgili aldığımız bilgiler ışığında Shadow Priest öğretisinin gücünü direkt olarak Eski Tanrılar ve bağlı oldukları Karanlık’tan alacağını biliyoruz. Bu durum düşünüldüğünde Azeroth kahramanları olarak hem Işık’ın kudretini hem de hiçbir şekilde kontrolü altına girmeden Karanlık’ın gücünü kullanabiliyoruz. Bu da bizleri oldukça güçlü varlıklar haline getiriyor. Tabi ki Azeroth üzerinde Eski Tanrılar’ın deliliklerinin kuyusuna düşüp çıkamayan karakterler var ama kahramanlar olarak biz onlardan değiliz. Çok özeliz biz!

Yeni Element ve Şamanizm (Varsayım)

Yazıda bahsedildiği üzere “Bozulum” adıyla anılan bir element türü daha olduğunu öğrendik. Bu elementin nasıl kullanıldığı konusunda şu an pek bir fikrimiz yok ancak Ölüm ve Karanlık kavramlarıyla bağlantılı olduğunu biliyoruz. Nasıl ölüm her şeyin sonu, karanlık ise içerisinde başka hiçbir şeyin var olmasını mümkün kılmayan dipsiz bir kuyuysa aynı şekilde bozulum elementi de kullanıldığı zaman diğer elementlerle olan bağları kopartacak bir özellik barındırabilir. Hatta kullanıldığı alanda diğer elementlerin varlığını yok edecek güce bile sahip olabilir. Bu da aklımızda bazı varsayımlar canlandırdı.

Konuklarımız Orgrimmar Kuşatması sırasında karşımıza çıkan düşmanlardan Kor’kron Kara Şamanları Haromm ve Kardris. Bildiğimiz üzere bu şamanlar, elementlerin “bozulmuş” hallerini kullanıyorlar ve bizi bu şekilde yok etmeye çalışıyorlardı. Büyülerinin genel olarak fiziksel çürüme ve bozulmaya sebebiyet veren zehirli ve asidik unsurlar içeriyor olması ise dikkat çekici. Acaba yoldan çıkıp yozlaştıkları için mi bu büyüleri kullanıyorlardı yoksa sandığımızın aksine aslında bozulum elementinin güçleri üzerinde mi ustalaşmışlardı? O dönemde Orgrimmar’ın altında bir Eski Tanrı kalbinin bulunması ve bunun da bozulumun bağlantılı olduğu Karanlık kavramı ile alakalı olması, bu varsayımın çok da yersiz olmadığını gösteriyor olabilir mi? Thrall da kuşatma sonunda Garrosh ile karşılaştığı anda belki de bu yüzden güçsüz kalmıştı zira o sırada var olan element kendisinin hiçbir şekilde kullanmadığı, belki de varlığını bile bilmediği bozulumdu. Tabi bu durum, oyuncu olan şamanların nasıl olup da güçlerini sorunsuz kullanabildiklerini açıklamıyor; ancak belki de tüm elementleri kullanabilecek ve negatif yönlerinden etkilenmeyecek kadar güçlenmiş olabiliriz. (Only the Avatar mastered all four six elements.)

Elementler ve sahip oldukları pozitif/negatif yönler

 

Son Titanı İyileştirmek (Varsayım)

“Durun! Ben… Ben sizin düşmanınız değilim. Siz gerçekten güçlüsünüz, (ondan bile) daha kuvvetlisiniz. Belki de haklısınız. Belki hâlâ bir umut vardır. Ama ayaklarınızın altında engin, sonsuz ve her şeyi tüketen karanlığın durmadan büyüyen boşluğu yatıyor. Bu talihsiz gidişatı durdurabileceğinizi düşünmüyorum. Ama en azından denemeye hakkınız var. Elveda.”

Ra-den

Hatırlarsanız Pandaria’nın Sisleri döneminde son siyah ejderha Wrathion tarafından bize verilen ve Lei Shen’in kalbini kendisine getirmemizi istediği bir görev vardı. Bu görevin sonunda ise Wrathion, Bekçi Ra’nın güçlerini edindiğini bildiğimiz Lei Shen’in kalbini yiyor ve ardından bir nevi transa geçerek şu cümleleri kuruyordu:

“Ah, onları görüyorum; kusursuzluklarıyla parıldayan milyonlarca dünya – ama içlerinden bir tanesi hepsinden daha parlak…”

[Wrathion’un etrafı bir ışık huzmesiyle kaplanır. Yükselirken farklı bir ses tonuyla konuşmaya başlar.]

“KAYBETTİK! SON TİTANI İYİLEŞTİRMEMİZ GEREKİYOR! UNUTMA!”

[Işık huzmesi kaybolurken Wrathion yere düşer.]

“Gitti. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Ah! Diğerleri de hatırlamamıştı. İroniye bak!”

O zamanlar bunun ne anlama geldiği hakkında pek de fikrimiz yoktu. Son titan kimdi? Neredeydi? Kaybedenler kimdi? Ama artık varsayımda bulunabilecek kadar bilgiye sahibiz. Titanların Bekçiler’in bedenlerinde yaşama planlarının suya düştüğünü ve Bekçiler arasından yalnızca Ra’nın Panteon’a neler olduğunu fark ettiğini biliyoruz. Lei Shen ise Ra’ya karşı gelip güçlerini almıştı ve anlaşılan o ki yalnızca güçlerine değil, anılarına da sahip olmuştu. Wrathion’ın trans anında dile getirdiği bu son yakarış ise Panteon lideri olan titan Aman’Thul’un ölmeden önce göndermeye çalıştığı son mesajdı; ancak ölmekte olan titanın gücünün son demleriyle gönderdiği bu mesaj dilediği şekilde ulaşmamış ve diğer tüm Bekçiler gibi Ra da yaşadığı bu anlık görüyü unutmuştu.

Bu noktada bahsi geçen son titanın henüz doğmamış ancak Hiçlik Efendileri’ne karşı gelebilecek potansiyelde güce sahip olacağı öngörülen Azeroth olduğundan bahsedersek çok da yanılmış olmayız. Peki son titanı nasıl iyileştireceğiz? Onun bedenini uyandırmak, üzerinde yaşayan bizler için ne anlama gelecek? Hepimiz için felaketle sonuçlanacak bir şey mi yapacağız yoksa paha biçilemez bir müttefik mi kazanacağız? Bu sorular için henüz bir yanıtımız yok ancak bir fikrimiz var. Blizzard tarafından resmi olarak açıklanan detaylardan biri de Legion ek paketi sırasında titanların kadim zamanda Azeroth’ta bıraktıkları Yaratılış Sütunları‘nı ele geçirmeye çalışacağımız yönündeydi. Kim bilir belki de Azeroth’u iyileştirmenin yolu, oldukça güçlü olan ve geçit kapılarını kapatabilme özelliğine sahip olduğu bilinen bu artefaktlardan geçiyordur.

Elune, Toprak Ana ve Azeroth (Teori) – [Lorekeeper’ın Gözdesi

Gelelim okuduğumuz andan itibaren Lorekeeper olarak aklımızı başımızdan alan, beğenmelere doyamadığımız teoriye…

Artık Azeroth’un doğmamış bir titan olduğunu ve Hiçlik Efendileri tarafından bozulması için gönderilen “Eski Tanrılar” adındaki parazitlerce işgal edildiğini biliyoruz. Bu zamana kadar sahip olduğumuz bir diğer detay ise titanların ilk başta bu Eski Tanrılar’ı yok etmeye karar verdikleri, bu amaçla Y’Shaarj’ı öldürdükleri ancak bunun Azeroth’u derinden etkileyecek bir yara açılmasına sebep olduğunu gördükten sonra fikirlerini değiştirip Eski Tanrılar’ı toprağın derinliklerindeki yapılara hapsettikleri yönündeydi. Şimdi ise Ebediyet Pınarı’nın aslında bu yaranın ta kendisi olduğunu ve sularının ise Azeroth’un kanından oluştuğunu öğrendik. Peki bu bilgiler bizi nereye götürüyor?

Ebediyet Pınarı’nın yaydığı enerjiyle evrim geçirip değişen iki ırk bulunuyor: Kara trollerden gelen gece elfleri ve Kun-Lai topraklarından hatırlayacağınız yaungollardan gelen taurenler. Aynı güç sebebiyle değişim geçiren bu iki ırkın inançları farklı olsa da çeşitli benzerlikler de gösteriyor. Taurenlerin tarihleri sözlü olarak aktarıldığından çok fazla detay bulunmasa da varlığını tüm dünyaya bağladıkları ve ona hayat verdiğini düşündükleri Toprak Ana‘ya inandıkları biliniyor. Güneşin ve Beyaz Hanım olarak isimlendirilen ayın Toprak Ana’nın gözleri olduğu da inançları arasında yer alıyor. Gece elfleri ise varlığı Beyaz Hanım ile özdeşleştirilen Elune adındaki tanrıçaya tapıyorlar. Kendileri ile Ebediyet Pınarı yoluyla iletişime geçen ve titanların öğretilerini anlatıp artefaktlarına ulaşmalarını sağlayan Elune tarafından korunan gece elfleri, tanrıçalarının gündüz olduğunda Pınar’ın sularının derinliklerinde uyuduğuna inanıyorlar.

Ebediyet Pınarı sayesinde evrimleşen bu iki ırkın inançları arasındaki benzerlikler ile Toprak Ana’nın tüm gezegenin topraklarını simgeleyen bir varlık ve Elune’un da titanlar ile bağlantısı olduğunu simgeleyen detaylar göz önüne alındığında teori kendiliğinden şekilleniyor. Bir yandan da henüz doğmamış olan Azeroth’un da diğer titanlar gibi bir ruha sahip olduğu ve üzerinde yaşayan canlılarla iletişime geçebileceği ihtimalleri de göz önüne alındığında…

Elune = Toprak Ana = Azeroth = Son Titan

…evet, bu teori çok hoşumuza gitti.

Evet, şu ana kadar elimizde olan bilgiler ışığında yazabileceklerim bunlardan ibaret. Kitap çıkana kadar sızdırılacak yeni bilgiler ve şekillenecek yeni teoriler mutlaka olacaktır ancak şimdilik yazımı burada sonlandırıyorum.

Bizi takip etmeye devam edin zira kitabın ön siparişini verdik bile ve elimize geçip içerdiği tüm bilgileri hazmettikten sonra bunları sizinle paylaşacak bir sunumumuz olacak! Kitaptaki resmi açıklamalar ışığında sitemizdeki Warcraft Tarihçeleri’ni yeniden düzenleyeceğimizin bilgisini de verelim ve sizleri Warcraft Chronicle Volume I tanıtım videosuyla uğurlayalım.

Kaynaklar

https://www.reddit.com/r/wow/comments/48xmse/lore_spoilers_warcraft_chronicles_book/

http://www.mmo-champion.com/threads/1958800-Chronicles-lore-spoiler

http://warcraft.blizzplanet.com/blog/comments/warcraft-chronicle-preview-story-lei-shen

https://www.reddit.com/r/wow/comments/48yofr/i_am_seriously_impressed_with_what_chronicle_is/

…ve daha niceleri…

Son anda serbest çağrışım: Titanlar zaten ölmüş olduklarına göre Algalon ile boşuna çarpıştığımızın farkındasınız, değil mi?