Lorekeeper

WARCRAFT TARİHÇELERİ – BÖLÜM 20: GORIA İMPARATORLUĞU VE ORK KLANLARI

Arakkoa ırkının oluşturduğu Apexis İmparatorluğu, ilkellere karşı büyük bir savaş verip Ebedinebat’ı bir daha toparlanamayacak şekilde yenilgiye uğratmıştı. Ardından kendi iç savaşına sürüklenen bu imparatorluk, Anhari rahipleri ile Skalaxi büyücülerinin çarpışmaları sonucunda kaçınılmaz düşüşünü yaşamıştı. Ancak hem ilkellerin alt edilişi hem de arakkoaların güçlerini kaybedişleri, diğer ırkların gelişmesine büyük bir fırsat tanıdı.

Grond’un soyundan gelen canlılar oldukça agresif bir yaşam sürüyorlardı. Az sayıda olan gronnlar, tek başlarına yaşamayı tercih ediyorlar, birbirleriyle karşılaştıkları zamanlarda ise hükmettikleri topraklar için çarpışıyorlardı. Ogronlar ise topluluk hâlinde yaşamayı öğrenmişlerdi zira fiziksel olarak gronnlardan daha zayıf olduklarından tek başlarınayken öldürülmeleri işten bile değildi. Daha küçük olan ırklarla genel olarak ilgilenmiyorlar, onlara en fazla köle ya da yiyecek gözüyle bakıyorlardı.

Gronn

Ogreler ve orklar ise Grond’un soyundan gelen canlılar arasında fiziksel olarak en küçük olanlardı; bu yüzden onlar da topluluk hâlinde yaşıyorlardı. Ogreler genel olarak ogronlara hizmet etmek için kullanılıyorlar, hatta yaşlı, hasta veya zayıf ogreler, gronnlara verilerek kurban ediliyorlardı. Orklar ise ogron topraklarından uzakta yaşamayı tercih ediyorlardı. Gorgrond bölgesindeki mağaraların oluşturduğu ve yeryüzündeki canlılardan saklanmalarını sağlayan yer altı yapısında varlıklarını sürdürüyorlardı. Hiç de kolay bir yaşam değildi ancak orklar, diğer tehlikeli canlılardan uzakta kalmaktan mutlulardı.

Grond’un soyundan gelen canlılar kendi aralarında çatışıp hayatta kalmaya çabalıyorlarken arakkoalar da düşüşüne sebebiyet verdikleri imparatorluklarını yeniden eski görkemine kavuşturmanın bir yolunu aramaya koyuldular. Arak bölgesinin dışına daha sık çıkmaya başlayan arakkoalar, daha fazla kristal bulabilmeyi umuyorlardı.

Skalaxi fraksiyonunun yeni lideri olan Yonzi, bu arayışında başarıya ulaştı ve oldukça yoğun bilgi depolanmış olan birçok kristalin yerini saptadı: Talador’un kuzeybatı kıyısında yer alan ogron şehrinin altında gömülü duruyorlardı. Ancak arakkoaların ogronlara karşı yürüttükleri diplomatik yaklaşımlar meyve vermeyince (ve gönderilen arakkoalar vahşi bir şekilde katledilince) yeni bir çözüm yolu aramaya başladılar. Yonzi ve beraberindekiler, yerleşimin üzerinde uçarak ogronları zayıflatabilecekleri bir açık aramaya başladılar. Nitekim bu arayışları uzun sürmedi zira ogronların köleleri olarak barınan ancak onlardan zekâ açısından daha üstün olan ogrelerin iyi birer yem olarak kullanılabileceklerine kanaat getirdiler.

Ogreler yaşadıkları korkunç kölelikten bıkıp usanmışlardı ve ogronlara karşı duydukları korkuyu yenebilirlerse kolaylıkla isyan başlatabilirlerdi. Bu bilinçle hareket eden arakkoa büyücüleri, gizlice ogre kölelere yaklaşıp onlara gizemli büyü sanatını öğretmeyi teklif ettiler. Kendilerine bir çıkış yolu sağlandığını gören ogreler düşünmeden bu teklifi kabul ettiler ve gizli bir eğitime tabi tutulmaya başlandılar. Aggramar’ın yarattığı Grond’un soyundan geldikleri için mistik büyü gücünü kolaylıkla kullanabiliyor, büyüleri kısa zamanda öğrenip ustalaşabiliyorlardı; öyle ki arakkoalar bile ogrelerin ne kadar kolay büyü yapabildiklerini fark ettiklerinde şaşırdılar.

Ogre büyücüsü (Çizim: Kerem Beyit)

Ogreler arasında mistik büyü konusunda ilk uzmanlaşan isimlerden biri Gog’du. Arakkoalara göre gerçek bir isyan başlatabilecek ve bu isyana liderlik edebilecek kişi olan Gog, oldukça zekice bir yöntem izlemeye karar verdi. Öncelikle liderliğe yükselebilmesi için ogrelerin saygısını kazanması ve gözlerini korkutması gerektiğini biliyordu; bu yüzden açıkça ogronlara saldırmak yerine önce namını salacak bir harekette bulunmayı tercih etti. Ogronların bile korkuyla yaklaştıkları ve uzak durdukları gronnlardan birini büyü gücünü kullanarak tek başına alt eden Gog’un bu beklenmedik zaferi, ogreler arasında hızla yayıldı. Ancak Gog’un durmak gibi bir niyeti yoktu; art arda beşinci gronnu öldürdüğünde Draenor üzerinde şanını duymayan ogre kalmamıştı.

Gog’un bu başarıları ogreleri şaşkına çevirdi. Gronnlara adeta birer tanrılarmışçasına yaklaşan ve onların yenilmez olduklarını düşünen ogreler için karşı karşıya kaldıkları bu durum büyük bir mükâfattı. Gronnlar yenilmez değillerdi; bu durumda onlardan daha güçsüz olan ogronlar da kolaylıkla alt edilebilirlerdi. Nitekim vakit geldiğinde Gronnkatili Gog’un tüm ogreleri bir sancak altına toplaması hiç de uzun sürmedi. Gog’un liderliğinde ayaklanan ogreler, ogron efendilerine karşı oldukça kanlı bir çarpışma başlattılar. İki tarafın da ciddi kayıplar verdiği bu savaşı gizlice başlatan güç olan arakkoalar ise sessizce uzaktan izlemeyi tercih ettiler. Onların istedikleri tek şey şehrin altında gömülü olan kristallerdi ve ne ogronların ne de ogrelerin başına gelenlerle zerre ilgilenmiyorlardı.

Savaşın sonunda ogrelerin büyü gücü galip gelip ogronlar korkunç bir yenilgiye uğratıldığında şehre sızan arakkoalar, beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar. Kendisi de bir büyücü olan Gog, halkının kan dökerek kazandığı çarpışmanın ardından hiçbir şeyi -özellikle de şehirdeki bu değerli bilgi yatağını- arakkoalara bırakmaya niyetli olmadığını açıkça gösterdi ve onları şehirden kovdu; eğer geri dönmeye yeltenirlerse öldürüleceklerdi. Kendisini kral ilan eden Gog, şehrin ismini de “Kralın Tahtı” anlamına gelen Goria olarak değiştirdi.

Arakkoalar geri çekilseler de kristalleri ogrelere bırakmak gibi bir niyetleri yoktu. Bu yüzden kısa süre sonra saldırıya geçtiler; ancak Gog ve çırağı olan diğer büyücüler bu saldırıyı püskürtmekle kalmayıp kölelikten kurtulmuş olan halkla birlik olarak Yonzi’yi ele geçirdiler ve onu infaz ettiler. Bu olaydan sonra arakkoaların ogre yerleşkelerine yaptıkları saldırılar ciddi oranda azaldı.

Goria İmparatorluğu’nun hakimiyetine giren topraklar nesiller boyunca genişleyip durdu. Ogrelerin genel olarak bir sınır genişletme güdüsü yoktu ancak karşılaştıkları gronn ve ogronları öldürdüklerinde onların topraklarını da ele geçirmiş oluyorlardı. Draenor’un dört bir yanında ogre yerleşimleri oluşturulmaya başlandı. Bunlardan en büyükleri Ayazateşi Bayırı’ndaki Yalımkule Kalesi ve Nagrand’ın batısındaki Ulutokmak yerleşimleriydi. Kısa sürede büyük birer kente dönüşen bu yerleşimler, ogre imparatorluğunun askerî üsleri hâline geldiler ve ticarî anlamda da Goria şehrine destek olmaya başladılar.

Ulutokmak içinden bir görüntü

Ogrelerin yoğun büyü çalışmalarının beklenmedik sonuçları da baş göstermekte gecikmedi: Oldukça nadir yaşanan bir olay olsa da bazen ogre bebekleri iki başlı doğuyorlardı. İki başlı ogrelerin eşsiz birer büyücüye dönüştüklerini gören diğer ogreler, bu etkiyi arttıracak ve sıklaştıracak büyüler üzerinde çalışmaya başladılar; nitekim bir süre sonra normal ogrelerden de ikinci bir baş çıkmasını sağlayacak, böylece onların zekâsını ve büyü gücünü arttıracak ritüeli buldular.

Ogrelerin isyanı ve ogronlar ile gronnları alt etmeleri, Draenor’daki diğer ırklar üzerinde de büyük bir etki yarattı. Özellikle orklar, korku altında yaşamalarına gerek kalmadığını fark ettikleri anda Gorgrond’daki mağaralarından çıktılar ve yeryüzünde yerleşimler kurmaya başladılar. Ancak bir anda alışmadıkları kadar rahat yaşamaya başlayan orkların planlamadıkları sıkıntılar baş gösterdi: Nüfusları kısa sürede ciddi boyutlara ulaşmıştı ve Gorgrond’un vahşi yaşamı onlara yetmiyordu; öyle ki neredeyse avlayabildikleri tüm canlıların soyunu tüketmek üzerelerdi. Ork soyları arasında ciddi gerginlikler baş gösterdi ve en sonunda bazı aileler Gorgrond’dan topluca göç etmeye başladılar.

Gorgrond’da kalan aileler bir süre sonra kendi aralarında klanlar oluşturmaya başladılar. Karakaya klanının genel olarak hakimiyet kurduğu bu topraklarda Gülen Kurukafa, Şimşek Yalımı ve Ejderboğazı gibi klanlar da yer alıyordu. Özellikle Karakaya orklarının isimlerini aldıkları karakaya madenini işleyişleri benzersizdi; yaptıkları silahlar eskimiyor ve oldukça uzun süre kullanılabiliyordu. Ejderboğazı klanı ise kendi dillerinde aslen “Hayvanların Haykırışı” anlamına gelen Nelghor-shomash ismiyle anılıyordu; rylak adındaki uçan canlıları eğitiyor ve onlara “sadık hayvanlar” anlamındaki nelghor adıyla sesleniyorlardı. Bu klanın üyeleri çok daha sonra Azeroth’taki ejderhalarla karşılaştıklarında onlara da bu ismi takacaklardı.

Gorgrond

Gorgrond’un güneyine göç eden orklar arasından bir kısmı, ölümcül bitkiler ve zehirli hayvanlar gibi tehlikelerle dolu Tanaan Ormanı’na yerleştiler. Vahşi hayvanlara ve bitki örtüsüne rağmen hayatta kalan orkların bir kısmı, Tanaan’da bulunan sayısız mağaradaki karanlık güçleri keşfettiler. Bu orklar arasında akıl sağlığını korumayı başaranlar, kültürü batıl inançlarla şekillenen bir klan kurdular: Kanayan Oyuk. Kendilerini bu karanlık gücün deliliğinden kurtaramayıp sürgün edilen ve gerektiğinde yamyamlık yapmaktan çekinmeyenler ise Kemikkemiren klanını oluşturdular.

Gorgrond’un batısına göç eden orkları oldukça zorlu hava şartları bekliyordu. Ayazateşi Bayırı’nda yaşamaya başlayan bu orklar, volkanik aktivitelerin dur durak bilmediği, oldukça soğuk ve karlı bu toprakları evleri olarak benimsediler. Ayazkurdu ve Akpençe klanları, hava şartlarına ve doğal koşullara uyum sağlamaları gerektiği inancıyla hareket ettiler ve bölgedeki kurtlarla beraber avlanmayı öğrendiler; hatta zaman içerisinde bu kurtları eğitmeyi ve onlarla dost olmayı bile başardılar. Öte yandan bölgedeki diğer klan olan ve ismini bir gronnu Gümbürtepe‘nin zirvesinde tek başına öldüren efsanevi orktan alan Gümbürbey ise bölgenin doğasına uyum sağlamanın bir zayıflık göstergesi olduğunu düşünüyor ve asıl gücün bulundukları topraklara kayıtsız şartsız hükmetmekte yattığına inanıyordu. Bu klana bağlı olan orklar, kalabalık gruplar hâlinde seyahat ediyor ve avlanıyorlardı.

Göç eden orklar arasından bir kısmı Talador’un zengin topraklarına ayak bastı ve buraya yerleşmeye karar verdiler. Yanan Kılıç, Kızılgezerler ve Yalımyeli olarak üç klana ayrılan bu orklar, Talador’da nispeten daha sakin bir hayat sürmeye başladılar.

Ork klanlarının dağılımı

Orkların Draenor üzerindeki göçleri bu bölgelerle sınırlı kalmadı. Nagrand’ı ev benimseyen ve burada göçebe bir hayat sürmeye başlayan gözü pek bir grup ork, Savaşnarası klanını kurdu. Bölgedeki ogrelerle bitmek bilmez bir çarpışmaya giren bu orklar, nesiller boyunca savaşmanın getirdiği deneyimle bilendiler. Öte yandan ana kıtanın en güneyine seyahat eden bir grup ise Gölgeay Vadisi’nde konuşlandılar ve bölgenin ismini benimseyerek Gölgeay klanını oluşturdular. Ogrelerden oldukça uzak ve sakin olan bu bölgede yaşayan klan, ruhani konulara ve astrolojiye eğilmeye başladı. Yıldızları gözlemleyerek gelecekle ilgili bilgiler edinebileceklerine inanan Gölgeay orkları, aynı zamanda atalarına büyük saygı duyuyorlar, yeri geldiğinde onların ruhlarına danışıyorlardı.

Gölgeay klanının mistisizm ile ilgilenen orkları sıklıkla dünyayı keşfetmeye çıkıyor ve ilahi bir varlığın kendilerine yol göstermesini umuyorlardı. Bu maceracı orkların büyük bir kısmı Nagrand’ın kuzeyine ulaştıklarında tuhaf rüyalar görmeye başladılar; bilmedikleri şey ise buranın aslında Grond’un kalıntılarının yer aldığı bölge olduğuydu. Grond’un başı, bölgenin bu kısmındaki gölün üzerinde küçük bir ada oluşturmuştu ve element enerjileriyle doluydu. Buraya varan ilk Gölgeay orkları ateş, su, hava ve toprak elementlerinin varlığını öğrendiler. Grond’un başından kalan bu adaya “Elementlerin Tahtı” adını veren ve birçok ziyarette bulunan bu orklar, element ruhlarına büyük bir saygıyla yaklaşmaya başladılar ve onların gücünü çağırmaya başladılar. İlk ork şamanlar da böylece ortaya çıktılar.

Şamanizm yolunda ilerleyen orklar, daha önce hayal bile edilemeyen güçlere kavuşuyorlardı. Doğal âfetler artık korkulacak olaylar değildi zira ork şamanlar -elementlerin yardımıyla- su baskınlarının yönünü değiştirebiliyor, arakkoa saldırılarını püskürtmek için güçlü rüzgârların kudretini kullanabiliyor, fırtınaları durdurabiliyorlardı. Şamanizmin ne kadar yüce bir öğreti olduğunu fark eden Gölgeay orkları, kısa süre içerisinde Elementlerin Tahtı’nı adeta bir tapınağa çevirdiler ve diğer klanları da eğitmeye başladılar. Şamanizm öğretileri kültürlerini öylesine şekillendirdi ki bir süre sonra neredeyse her klanın birçok şamanı olmaya başladı; küçük çocuklar birer şaman olmak için yetiştiriliyorlar ve yaşları geldiğinde Elementlerin Tahtı’na giderek kutsanıyorlardı. Ancak elementler her orku bu şana uygun bulmuyordu.

Elementlerin Tahtı

Şamanizmin yüceliğine ulaşmak isteyen orkların bir kısmı, girdikleri transta beklediklerinin ötesine erişip zihinleriyle istemsizce Hiçlik’e dokunuyorlardı. Büyük bir kısmı akıl sağlıklarını yitirirken kendilerine hakim olmayı başaranlar ise klanlarından sürülüyorlardı. Yüzlerine beyaz kurukafa dövmesi yapılan bu orklar, ırkdaşları için “ölü” sayılıyor ve Nagrand mağaralarında yaşamaya mahkum ediliyorlardı. Elementler tarafından kabul edilen orklar ise klanlarına geri dönüyor ve oldukça saygı duyulan ruhani liderler hâline geliyorlardı. Hatta şamanların birbirleriyle ve elementlerle kurdukları bağlardan ötürü klanlar arasında bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda çözüm yolu bulmak bu orkların yükümlülüğünde oluyordu.

Şamanizmi ilk benimseyen klan olan Gölgeay, tüm şamanları bir araya getirecek bir festival düzenlemeye başladı. Kosh’harg Festivali olarak adlandırılan bu etkinlik, iki yılda bir gerçekleştiriliyordu ve kısa zaman içerisinde şaman olmayan orklar da katılım göstermeye başladılar. Öyle ki bir süre sonra Kosh’harg, tüm ork klanlarının bir araya geldiği, husumetlerin bir kenara bırakıldığı, dostlukların pekiştirildiği barışçıl bir festival olarak hayatlarında önemli bir yer alır oldu.

Ogreler ile orkların toprakları genişlemeye devam etse de hiçbiri Arak bölgesine adım atmaya cüret edemyordu. Apexis İmparatorluğu’ndan geriye kalan yıkıntıların lanetli olduğuna inanan bu ırklar, arakkoalarla hiçbir çatışmaya girmek istemiyorlardı.

Arak’ta yaşamaya devam eden arakkoalar zaman içerisinde oldukça kibirli ve bir o kadar da batıl inançlı varlıklar hâline gelmişlerdi. Kendilerine “asil arakkoalar” diyorlar ve Anhar fraksiyonundan geriye kalanlarla ortak çalışan bir kraliyet hakimiyeti ile yönetiliyorlardı. Rukhmar’a tapmaya devam ediyorlardı ancak bir zamanlar Anzu’ya duyulan saygı sönüp gitmişti; Sethekk Çukuru artık bir cezalandırma bölgesi olarak kullanılıyordu. Anhari rahiplerine karşı çıkan veya onlarla aynı görüşü paylaşmayan arakkoalar, Sethekk Çukuru’na atılıyorlardı; bunların büyük bir kısmı hayatını o anda kaybederken bir kısmı ise Sethe’nin Laneti’ne yenik düşüyor ve hem fiziksel hem de zihinsel değişime uğruyorlardı. Uçma yetilerini de böylece kaybeden ve tüm arakkoa yerleşimlerinden uzaklaştırılan bu bireylere Dışlananlar deniyordu.

Bir Dışlanan ile bir arakkoa

Dışlananlar, toprak üstünde yaşamaya mahkumlardı ve bu yüzden oldukça zeki bir ırk olan saberonlarla yolları sıklıkla kesişiyordu. Saberonlar kedigil canlılardı ve Apexis İmparatorluğu’nun düşüşünü takiben Arak bölgesine yerleşmişlerdi. Kendilerinden kaçamayan Dışlananlar’ı avlamayı adeta bir eğlence hâline getirmişlerdi; ancak uçabilen arakkoalar için de tehlike çanlarının çalması uzun sürmedi. Kanyele kabilesi ve onu yöneten Sürülideri Karash, Dışlananlar’ı avlamaktan sıkıldıkları için havada süzülen arakkoaları yakalama teknikleri geliştirdiler. Çeşitli ağlar ve zıpkınlarla arakkoaları avlamaya başlayan bu saberon kabilesi, önce gözcü birlikler üzerinde çalışıp yeteneklerini geliştirdikten sonra en sonunda asil arakkoalara karşı savaş ilan etti.

Arakkoalar kendilerini büyük bir karmaşa içerisinde buldular. Yaratılışlarından beri yeryüzünde yaşayan canlıların oldukça değersiz olduklarına ve kendilerine bir tehdit oluşturmadıklarına inanmışlardı; ancak Kanyele kabilesinin ağları ve zıpkınları fikirlerini değiştirmek üzereydi. Kralları olan Terokk, derhâl harekete geçmesi gerektiğini biliyordu; bu yüzden kendisinin bizzat yönettiği akınlarla saberon sayılarını ciddi oranda azalttı. Aylar süren çarpışmaların ardından Sürülideri Karash’ı da kendi elleriyle öldüren Terokk, halkı arasında sadece bir kral değil, aynı zamanda bir kahraman mertebesine yükseldi; öyle ki asil arakkoalar, onun Rukhmar’ın reenkarnasyonu olduğuna inanmaya başladılar.

Gökkonak içinden bir görüntü

Terokk zaman içerisinde halkı için birçok yeniliğin öncüsü konumuna geldi. Öncelikle ardındaki desteği kullanarak halkı için Arak tepelerinde Gökkonak adında yeni bir şehir inşa ettirdi. Ayrıca Anhari rahiplerinin yönetimde sahip olduğu söz hakkını sınırlandıran kanunları hayata geçirdi zira ona göre asil arakkoalar korkuyla değil, bilgelikle yönetilmeliydi. Fakat bu durum Anharilerin hiç hoşuna gitmedi zira oldukça uzun bir süredir arakkoa yönetimi ellerindeydi ve yeni gelen kısıtlamalarla uğraşmak istemiyorlardı; üstelik Rukhmar’ın sözcüleri olarak önemli bir konumları vardı ve Terokk’a karşı duyulan bu sözde reenkarnasyon inancından tedirgin olmuşlardı. Bu yüzden vakit kaybetmeden harekete geçtiler ve Terokk ile kızı Lithic’i yakalayıp Sethekk Çukuru’na attılar. Anhari rahiplerinin halka verdikleri bilgiye göre Rukhmar kutsamasını kraldan ve ailesinden çekmiş, onları lanetlemişti. Gerçekte olan ise yönetimdeki güçlerini kaybetmemek için kralı ve kızını feda ettikleriydi. Kendilerine Rukhmar’ın Yandaşları ismini veren bu rahipler, asil arakkoaların gelecekteki yükselişlerinin yolunu açacak tek güç olduklarını ilan ettiler ve kraliyet yönetimini feshederek tam anlamıyla hakimiyet sağladılar.

Lithic, Sethekk Çukuru’na düştüğü anda hayatını kaybetmişti. Terokk ise hayattaydı ancak bu şekilde cezalandırılan diğer arakkoalar gibi Sethe’nin Laneti’nden kaçamamıştı. Hem kızının kaybının acısı hem de uğradığı fiziksel ve zihinsel değişimle birlikte acısına yenik düşmek üzereyken karanlığın içinden bir ses duydu. İlerlemesi gerektiğini söyleyen sese kulak veren Terokk, diğer Dışlananlar’a ulaştı ve onları bir araya getirdi. Ardından bu gizemli sesin sahibini aramaya başladı ve en sonunda kuzgun tanrı Anzu ile iletişime geçmiş olduğunu fark etti. Bu durum Dışlananlar için paha biçilemez bir hediyeydi zira Anzu’nun hayatta olduğunu bilmiyorlardı. Anzu onlara mistik büyüyü ve gölgelerin gücünü kullanmayı öğretti; bu güçler üzerinde hakimiyet sağlayanlar ise zaman içerisinde pençerahipler olarak anılmaya başlandı.

Terokkar Ormanı

Anzu’nun yönlendirmesi ve kutsamasıyla harekete geçen Terokk, diğer Dışlananlar’ı da yanına alıp Arak’ın kuzey sınırında Apexis İmparatorluğu’ndan geriye kalan oldukça eski yıkıntıların bulunduğu bir bölgeye giderek burada Skettis adında bir yerleşim yeri kurdu. Geçen yıllar içerisinde çevre ormanlarda egemenlik sağlayan bu Dışlananlar sebebiyle varlık gösterdikleri topraklar Terokkar Ormanı olarak isimlendirildi. Ancak yaşamları zorluklarla doluydu zira arakkoalar tarafından kabul görmemelerinin dışında bir de yaşadıkları değişimin sonucu olan oldukça dengesiz akıl sağlıklarıyla mücadele etmek zorundalardı. Dışlananlar’ı bir araya getiren Terokk ise deliliğin sınırını geçen ve bir tehdit hâline gelen ilk isimdi. Sethe’nin Laneti’ni kaldırabilmek için birçok yöntem deneyen Terokk, en sonunda takipçisi olan Dışlananlar’ı da toplu hâlde kurban etmeye başlayınca pençerahipler tarafından durdurulmak zorunda kaldı. Bir zamanlar Anzu’nun gizlendiği gölge diyarına hapsedilen Terokk, hayatına burada devam etmek zorunda olsa da en azından Dışlananlar’a zarar veremeyecekti.

Nesiller boyunca varlıklarını devam ettiren Dışlananlar, asil arakkoalardan olabildiğince uzak durdular. Her ne zaman bir arakkoa cezalandırılıp Sethekk Çukuru’na atılsa yardımına koşan pençerahipler, hayatta kalmayı başaranları kendi topluluklarının bir üyesi yapmak için çabaladılar. Böylece zaman içerisinde Dışlananlar’ın nüfusu tahmin edilemez boyutlara ulaştı ve neredeyse arakkoalar kadar kalabalık bir toplum hâlini aldılar.

Öte yandan orklar ise ogre imparatorluğuna pek bulaşmadan hayatlarına devam etmeye çalışıyorlardı. Arada iki ırk arasında çarpışmalar yaşansa da asla tam anlamıyla bir savaşa dönüşmüyordu zira ogreler orklarla ilgilenmiyorlardı; onlar için önemli olan tek şey daha fazla Apexis kristalini ele geçirmek, böylece büyü güçlerini ve bilgeliklerini daha da ileri seviyelere taşımaktı. Geçen yıllar içerisinde büyü kullanımı ogre topluluğunu şekillendiren en büyük etkenlerden biri hâline gelmişti; öyle ki İmparator unvanını verdikleri oldukça güçlü büyücüler tarafından yönetilmeye başlanmışlardı.

Ogreler, orkların şamanizm ile olan bağlarını küçük görüyorlar, önemsiz birkaç elementle bağ kurmaktan başka bir işe yaramadığına inanıyorlardı; ta ki bir gün bir ork yerleşimini yok edebilecek büyüklükte bir selin yönünü değiştirdiklerini görene kadar. Bu gücü elde etmeleri gerektiğine inanmaya başlayan ogreler, İmparator Molok’un gönderdiği bir orduyla Elementlerin Tahtı’nı zorla ele geçirdiler. Ork şamanlar bu hareket karşısında oldukça sinirlenmiş olsalar da ogreler orkları katletmemişler, yalnızca bölgeden sürmüşlerdi ve bu yüzden klanları ayaklandırabilecek bir durum söz konusu değildi.

Çarpışan bir ogre ile ork

Ogreler kendi mistik büyü güçlerini kullanarak Elementlerin Tahtı’nı parçalara ayırıp incelemeye başladılar; ancak buranın aslında kadim Grond’un başından kalan parçalarla oluştuğunu bilmiyorlardı ve yeterince özenle hareket etmiyorlardı. Yoğun çalışmalar yürüttükleri bir gün ogrelerin mistik büyüsü ile Grond’un bedeninde saklı duran element enerjisi çarpıştı ve korkunç bir patlamanın yaşanmasına sebep oldu. Orkların inşa ettikleri tapınak yerle bir olurken orada bulunan bütün ogreler de feci şekilde can verdiler. Bir zamanlar Grond’un başının oluşturduğu tepeden geriye ise sadece birkaç tane dikili taş kaldı.

Yaşanan bu patlama, elementlerin kontrolden çıkmasına sebep oldu; öyle ki Draenor boyunca dur durak bilmeden ilerleyen dehşetengiz fırtınalar baş gösterdi. Ancak bu durum İmparator Molok’u daha da teşvik etmişti. Elementlerin Tahtı’nda göz ardı edilemez ölçüde bir güç vardı ve onu kesinlikle ele geçirmeliydi. Fakat bilmediği şey elementlerin ork şamanlara haykırdığı ve onlardan yardım istediğiydi. En sonunda ork klanları bir araya gelerek savaşa hazırlanmaya başladılar.

Elementlerin Tahtı’nda yaşanan faciayı takip eden Kosh’harg Festivali’nde bir araya gelen ork klanları, dünyalarının içinde bulunduğu kaosu tartışmaya başladılar. Şamanlar elementleri bir türlü yatıştıramıyorlardı ve yaşanan doğal felaketler yüzünden karanlık bir gelecekle karşı karşıya oldukları aşinaydı: Kısa süre içerisinde tüm ork klanları kuraklıkla yüzleşmek zorunda kalacaklardı. Bu yüzden Gölgeay klanının en yaşlı şamanı olan Nelgarm, diğer tüm klanların liderlerine bir çağrıda bulundu. Elementler kendilerinden yardım istiyorlardı ve ogrelerin pervasız eylemleri durumu daha da kötüleştiriyordu. En sonunda bir karara varan klanlar, elementlerin kutsamasını da aldıktan sonra tek yürek hâlinde saldırıya geçtiler.

Ork akıncılar

Ogreler, ilk olarak Elementlerin Tahtı’na saldırı düzenleyen orkları beklemiyorlardı ve gafil avlanmışlardı; ancak İmparator Molok’un karşı saldırı düzenlemesi gecikmedi. Oldukça kalabalık bir orduyla orklara saldıran ogreler, karşılarına çıkan her ork yerleşimini yakıp yıktılar; kadın veya çocuk demeden karşılaştıkları tüm orkları katlettiler. Fakat bu saldırgan taktikler orkları bezdirmek yerine daha da kenetlemekten başka bir işe yaramadı. Hızlı ilerleyebilen küçük ork akıncı grupları, ogrelerin ticaret yollarını kesip farklı mevkilerde yer alan kaleleriyle olan bağlarını koparttılar. Bu saldırılar sonucunda ogreler, yavaş yavaş başkent Goria sınırlarına çekilmek zorunda kaldılar.

Goria şehrinin savunmalarının ne kadar güçlü olduğunun bilincinde olan orklar, daha fazla kayıp vermemek adına başkente direkt bir saldırıya geçmediler; uzakta durarak kenti abluka altına almayı ve düşmanlarının erzağının bitmesini beklemeyi seçtiler. Ogreler ise kendilerinden oldukça eminlerdi, büyük bir limanları vardı ve gerektiğinde herhangi bir kuşatmayı kolaylıkla bastırabileceklerine inanıyorlardı. Ancak aradan geçen onca aydan sonra Goria’daki ogre halkı, kendilerine yetemediklerini fark ettiler; bu yüzden bir araya gelen İmparator Molok ve ogre büyücüleri, Apexis kristallerinde saklı duran kadim bilgileri araştırmaya başladılar. Sethe’nin Laneti ile ilgili detaylara ulaşan bu ogreler, benzer etki yaratabilecek bir yol bulmak için çalışmalarına hız verdiler. Başarılı oldular da.

Ogrelerin geliştirdiği “kızıl çiçek” hastalığı orklar arasında korkunç bir kıyıma sebebiyet verdi. Kızıl çiçek oldukça bulaşıcı, aylarca acı çektiren ve pençesine düşenlerin büyük bir kısmını öldüren bir hastalıktı. Nelgarm ve diğer şamanların elementlerden edindikleri bilgiye göre bu doğal bir hastalık değildi, ogrelerin yarattığı bir karşı saldırıydı. Orkların sayıları çok kısa sürede ciddi oranda düştü; birçok ork kızıl çiçeğin elinde can verdi. Ne yapmaları gerektiğinden emin olmayan şamanlar ise en sonunda oldukça tehlikeli bir çözüm yolu buldular: Elementlerden Goria’yı yerle bir etmelerini istediler. Elementler de durumun bilincindeydi: Eğer orklar Goria güçlerine karşı başarısız olurlarsa İmparator Molok, Elementlerin Tahtı’ndaki gücü ele geçirmek için çalışmalarına devam edecekti ve bu büyük bir tehditti.

Birlik olan ork klanları

Ork şamanların çağrısına yanıt veren elementler, Goria şehrini yeryüzünden silecek ölçüde bir yıkıma başladılar. Toprak sallanır ve yarılırken şehrin üstünde daha önce hiç görülmemiş büyüklükte bir fırtına baş gösterdi. Saatler boyunca süren bu âfette şehrin her yanına yıldırımlar yağarken surlar, duvarlar ve evler de depremlerle yerle bir oldu. Başlayan yangınlar sebebiyle sadece şehir değil, limanda bulunan gemiler de alev aldı. En sonunda Goria dümdüz olduğunda ise yerde muazzam bir yarık açıldı ve başkentten geriye kalanları yuttu. O gün artık haritadan silinmiş olan şehirden hiçbir ogre sağ çıkmadı. Goria’nın başına gelenlerin söylentisi diğer ogre yerleşkelerine kısa sürede ulaştı ve hiçbir ogre bir daha elementlerin gücünü zorla ele geçirmek gibi bir girişimde bulunmadı.

Elementlerin bu katıksız hiddeti ork şamanları bile korkutmuştu. Yine de düşmanlarını yenmişlerdi ve her klan kendi yoluna gitmekte özgürdü; bu yüzden kendi topraklarına geri çekildiler. Kızıl çiçek ise asla kurtulamayacakları bir hastalık olarak nesiller boyunca kendini göstermeye ve sayısız orku öldürmeye devam etti.

Başkentlerini kaybetmiş olan Goria İmparatorluğu bir daha asla eski görkemine kavuşamadı. Ulutokmak ve Yalımkule Kalesi çevrelerindeki topraklarda hakimiyet kurmayı tercih ettiler ve orklardan intikam almak gibi bir hayale kapılmadılar. Ork klanları ise ogrelerden geriye kalan daha zayıf yerleşim yerlerini ele geçirerek topraklarını genişlettiler ve ırklarının Draenor’daki üstün hakimiyetini pekiştirdiler.