Element Lordları ile Eski Tanrılar’ın alt edilmesinin ardından Azeroth şekillenirken Bekçi Mimiron, kaja’mite adı verilen bir mineral keşfetti. Bu mineral, üzerinde kullanılan canlının düşünme kabiliyetini ve zekâsını ciddi şekilde arttırıyordu; buharlaştırıldığında duyuları keskinleştirme ve hatta halüsinasyon yaratma etkisi de vardı. Vakit kaybetmeden işe koyulan Mimiron, bu minerali birçok farklı ırk üzerinde denemeye başladı. Bu ırklardan biri, o zamanlar Ulduar’ın yakınlarındaki ormanlık alanlarda yaşayan goblinlerdi; öyle ki mineralin etkisiyle kısa zaman içerisinde oldukça zeki ve endüstriyel bir topluluk hâlini aldılar. Fakat Büyük Bölünme sonucu tek parça hâlindeki toprak kıtalara ayrıldığında goblinler, felaketten kaçarak Kezan Adası’na yerleştiler; ancak böylece kaja’mite mineraline eskisi kadar sık erişemez duruma geldiler ve bu yüzden geçen yıllar boyunca o parlak zekâları giderek körelmeye başladı.
Tüm bunlar olup biterken Zandalari trolleri, artık iki ana kıta olan topraklar arasında kalan küçük adaları keşfetmek için yola çıktıklarında bir şekilde kaja’mite mineralinin özellikleri ile ilgili bilgiler de edinmişlerdi. Goblinlerin yaşadığı Kezan Adası’na ayak bastıkları zaman tek amaçları bulabilikleri tüm kaja’mite mineralini elde edebilmekti; zira çok değer verdikleri bu maddeyi çeşitli ritüellerde kullanıyorlardı.
Kezan Adası’nda bulunan bu iki ırk ilk başlarda birbirlerinden uzak durmayı tercih ediyorlardı. Troller yüzeye yakın maden damarlarından kaja’mite çıkarıyorlar, kimi zaman ise değersiz süs eşyaları ile ödeme yaptıkları goblinleri çalıştırıyorlardı. Ancak her şey yerin çok derinlerinde yatan ve goblinlerin dahi varlığından haberdar olmadıkları oldukça büyük bir kaja’mite madeni bulmalarıyla değişti. Bu maden öylesine büyüktü ki troller o kadarına ihtiyaçları olmasa bile gözleri dönmüş bir şekilde goblinleri köleleştirip zorla madene göndermeye başladılar. Hem fiziksel olarak küçük bedenlere sahip olduklarından hem de bir zamanlar sahip oldukları zekâdan geriye pek bir şey kalmamış olduğundan karşı koyamayan goblinler, binlerce yıl boyunca acımasız şartlar altında trollere hizmet etmek zorunda kaldılar. Ta ki madeni kaplayan mineralin oluşturduğu toz bulutu etkisini gösterene kadar…
Bu toz bulutu uzunca bir süredir maden tünellerini kaplıyordu ve goblinler yer altında geçirdikleri seneler boyunca gerçek anlamda kaja’mite solumuşlardı. Bu durum bir süre sonra goblinlerin zekâlarının, kurnazlıklarının ve el becerilerinin tekrar gelişmesine sebep oldu. Öyle ki bir yandan kendilerini köleleştiren bu trolleri nasıl alt edebileceklerine dair gizlice planlar yapmaya, bir yandan da bulabildikleri her türlü eşyayı kullanarak içerisinde patlayıcılar ve tuzaklar da bulunan çeşitli silahlar yaratmaya başladılar. Goblinlerin intikamı, herhangi bir direniş beklemeyen trollerin gafil avlanmaları sonucunda oldukça hızlı ve acımasızca sonuçlandı. Hayatta kalan troller vakit kaybetmeden adadan kaçtılar.
Artık onları yöneten bir güç olmadığı için goblinler, birbirleriyle savaşmaya başladılar. Bu süre içerisinde en güçlülerine “kartel” adı verilen birçok çete oluştu; ancak tüm çatışmalara rağmen kazanan bir taraf olmayınca karteller kendi aralarında ateşkes ilan ettiler ve birlikte Kezan yönetimine el koydular. Aralarındaki çekişme hiçbir zaman tam anlamıyla sona ermemiş olsa da karteller en sonunda ticarete yönelerek kazandıkları para üzerinden güçlerine güç kattılar.
Goblinlerin binlerce yıllık esareti nihayet son bulurken Doğu Krallıkları’nın en küçük ve en uzak krallığı da yavaş yavaş gelişiyordu. Kuzeyindeki sıradağlar sebebiyle nispeten güvenli bir konumda bulunan ve okyanus kenarında olmasıyla ticari anlamda da genişleme potansiyeline sahip olan Stormwind, yakın bölgelerdeki bereketli topraklar sebebiyle çok kısa süre içerisinde güç kazandı. Nüfusu da giderek artan Stormwind’in kontolünde bulunan Elwynn Ormanı, Kızılbayır Dağları, Berrak Orman ve Batıyamaç gibi birçok bölgede yeni kasabalar kuruldu. Lordaeron krallığında bulunan Kutsal Işık Kilisesi’ne bağlı kimi rahip ve rahibeler de yıllar içerisinde güneye inerek Stormwind’e geldiler ve burada Northshire Rahipleri Kutsal Birliği’ni kurdular.
Her şey ilk başlarda oldukça sakin olsa da bir grup vahşi yaratığın ticaret yolundaki araçlara, çiftliklere ve hatta kasabalara saldırmaya başlamasıyla yeni bir tehdit baş göstermiş oldu: Gnoller.
Stormwind yönetimi saldırıya uğrayan bölgelere şövalyelerini gönderirken evsiz kalan halk da hem kalabilecekleri bir yer bulmak hem de atlattıkları saldırının sonrasında morallerini tazelemek için ana şehre geri gitmek zorunda kaldı. Northshire’daki bilge rahip ve rahibeler bu tehdit karşısında ruhani destek verirlerken Stormwind şövalyeleri de gnolleri topraklarından kovmak ve düzeni sağlamak için çabalıyorlardı. Ancak ne kadar uğraşsalar da gnollerin sonunu getiremiyorlardı.
Barathen Wrynn, kral olup Stormwind yönetimini ele aldığında gnol tehdidi artık göz ardı edilemez boyutlara erişmişti; öyle ki gnoller artık ana şehre bile saldırır olmuşlardı. Stormwind’e saldıran gnollerin sayısı öylesine fazlaydı ki diğer bölgelere yeterince asker gönderilemiyor, bu sebeple de çiftlikler ve küçük yerleşimler bu vahşi yaratıklar tarafından yakılıp yıkılıyordu. Çok da zeki olmayan gnollerin bu şekilde planlı saldırılar gerçekleştirmeleri alışılmış şey değildi; keza araştırmalar sonucunda başlarında Sürü Lideri Garfang adında bir gnol olduğu ortaya çıktı. Bu gnol, Kızılbayır Dağları’nda bulunan bir sürüden geliyordu ve yıllarını diğer sürüleri yenilgiye uğratıp kontrolü altına almakla geçirmişti. Artık emri altında bir gnol ordusu vardı ve yalnızca bir yıl içerisinde insan yerleşimlerinin üçte birini yağmalamışlardı.
Kral Barathen bu duruma bir dur demek adına başta Lordaeron ve Gilneas olmak üzere insan krallıklarından yardım talebinde bulundu. Ancak diğer krallıklar yardım göndermeyi kabul etmediler; onlara göre kendi kendine yetebilen ve ticari anlamda herhangi bir çıkarları olmayan bu küçük krallığa yardım etmenin hiçbir getirisi yoktu. Aldığı cevapla öfkelenen Barathen Wrynn, ipleri kendi eline alarak karşı saldırı planlamaya başladı.
Bir grup seçkin şövalye birliğiyle birlikte gece karanlığında Stormwind’den ayrılan Barathen, gnollerin bir sonraki saldırısı başladığı anda olabildiğince hızlı bir şekilde Kızılbayır Dağları’na doğru ilerledi. Stormwind’e yapılan saldırı büyüktü ancak Barathen, Garfang’in bu saldırıya öncülük etmediğinden emindi; ne de olsa gnoller -özellikle de liderleri- kendi işlerini başkalarına yaptırmaktan büyük haz alıyorlardı. Gnol kampına vardıklarında varsayımlarının ne kadar doğru olduğunu fark eden kral, Garfang’i yalnızca birkaç koruması dışında savunmasız buldu. Ancak yine de vahşi yaratıklardı ve Stormwind birliği onları alt etmek için bir gün boyunca çarpışmak zorunda kaldı. En sonunda Garfang’i öldüren ise bizzat kralın kendisi oldu.
Liderlerinin ölümünün ardından düzenleri bozulan gnoller, birbirlerine saldırmaya başladılar. Sürü Lideri olmak isteyen gnoller arasındaki çatışma öylesine kanlıydı ki bir süre sonra birlik hissinden yoksun bu yaratıkların sayısı ciddi şekilde azaldı. Ancak işi şansa bırakmak istemeyen Kral Barathen, askerlerini yine Kızılbayır Dağları’na yönlendirdi ve gnollerin neredeyse tamamını kılıçtan geçirtti. Hayatta kalan küçük gruplar ise bir daha asla gerçek bir tehdit oluşturamadılar.
Bu başarısının ardından Kral Barathen’e “Yılmaz” unvanı verildi ve Stormwind, diğer hiçbir krallığa bağlı olmayacak şekilde gelişip güçlendi.
Stormwind’den çok uzaklardaki Tirisfal Konseyi, tüm bunlar olup biterken kendilerinden kaçmaya devam eden Aegwynn’i arıyordu. Muhafız’ı yakalamakla görevlendirdikleri Tirisgarde büyücülerinden kaçmayı başaran Aegwynn, Suramar’ın okyanusun dibine batmış olan kısmında bulunan Muhafız Sığınağı’nda güvenle yaşamaya devam ediyordu. Çok nadiren yer yüzüne ayak basan Aegwynn, Tirisfal Konseyi’ni gözlemliyor ve oluşumun giderek daha da politik bir yapıya büründüğünü gördükçe duyduğu rahatsızlık artıyordu.
Sığınağından uzaklaştığı böyle bir günde beklenmedik bir şekilde bir Tirisgarde büyücüsüyle karşılaştı. Nielas Aran adındaki bu büyücü, Tirisgarde’ın en yetenekli, en inatçı ve en önde gelen isimlerinden biriydi. Nielas aylarca Aegwynn’in izini sürdü ve onu her bulduğunda büyülerini etkisiz hâle getirmek ve kaçak Muhafız’ı yakalamak için yeteneklerini kullandı; ancak Aegwynn o kadar kolay lokma değildi.
Bitmek bilmeyen bu kovalamaca boyunca ikisi de birbirinin zayıf noktalarını bulabilmek için uğraşırken beklenmedik gerçeklerle karşılaştılar. Aegwynn’e göre Nielas da Tirisfal Konseyi’nin gittikçe yükselen politik konumundan oldukça rahatsızdı ve bu durumu hiç de tasvip etmiyordu. Nielas ise Aegwynn’in aslında anlatıldığı gibi hain bir canavar olmadığını fark etmişti; ayrıca kadının kendi içinde mücadele ettiği bir karanlık olduğunu da sezmişti fakat bunun aslında Sargeras’ın varlığı olduğundan habersizdi. Muhafız’a yardımı dokunabileceğini düşünmeye başlayan Nielas Aran, en sonunda onu avlamaktan vazgeçti.
Artık düşmanca tavırlar içerisinde olmayan ikili, beklemedikleri bir şekilde kısa süre içerisinde birbirlerine aşık oldular. Ne Aegwynn ne de Nielas, Tirisfal Konseyi’nin artık herhangi bir Muhafız üzerinde baskı kurmasını istemiyorlardı. Bu yüzden Aegwynn, bir teklifle geldi: İkisi bir çocuk yapacaklardı. Bu çocuk aynı zamanda Muhafız’ın sahip olduğu tüm güçleri edinebilecekti ve böylece Konsey’in kontrolcü baskısı altında kalmayacak yeni bir Muhafız yetişmiş olacaktı. Nielas teklifi derhâl kabul etti; zira bir varis yaratarak sevdiği kadının içindeki karanlığı hafifleteceğini umuyordu.
Hamile kalan Aegwynn, vakti geldiğinde bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Asil elf dilinde “Sırların Muhafızı” anlamına gelen Medivh ismini verdiği oğlu, ebeveynlerinin büyücü olmasından dolayı mistik güçlere karşı büyük bir yatkınlık taşıyordu. Aegwynn aynı zamanda kendi güçlerini oğlu büyüdüğü zaman ortaya çıkacak şekilde çocuğun ruhuna aktardı. Ancak bilmediği korkunç bir gerçek vardı: Sargeras’ın varlığı kadının hamileliğinde Medivh’in ruhunu ele geçirmişti. Bu durum seneler sonra Azeroth’un başına gelmiş olan en büyük felaketlerden birine sebep olacaktı.
Aegwynn ve Nielas, oğullarını güvenle yetiştirebilecekleri uygun bir yer aramaya başladılar. En sonunda hem Dalaran hem de diğer insan krallıkları ile bağları oldukça zayıf olan Stormwind’de büyümesi gerektiğine karar verdiler. Nielas, Stormwind kraliyet maiyetinin resmi büyücüsü olarak görev almaya ve Medivh’i tek başına yetiştirmeye başladı. Aegwynn ise tüm bu olanlardan sonra Muhafızlık görevini bıraktı ve her ne kadar oğlunu uzaktan izliyor olsa da büyü gücüyle uzatmış olduğu hayatı boyunca yaşadıklarının yorgunluğuyla gözlerden ırak bir yere çekildi.
Babası Nielas Aran’ın kraliyet ile yakın bağlar içinde olması Medivh için de aynı ortamda bulunmak ve Stormwind’in önde gelen isimleriyle tanışmak anlamına geliyordu. Öyle ki oldukça yakın bağlar kurduğu çocukluk arkadaşları Arathi soyundan gelen Anduin Lothar ile o dönem Stormwind Prensi olan Llane Wrynn’den başkası değildi. Üçlü yaramazlıkları ve maceralara atılıp başlarına bela açmalarıyla biliniyor olsalar da Stormwind halkı tarafından oldukça seviliyorlardı.
Medivh’in arkadaşlarıyla yapmaktan en çok hoşlandığı şeylerin başında babasının verdiği eğitimlerden kaçmak geliyordu; zira Medivh her ne kadar yetenekli olsa da babası asla memnun olmuyormuş gibi gözüküyordu. Nielas’ın eğitimleri oldukça ağırdı, eğlenceli hiçbir yanları yoktu ve daha fazlasını yapabilmesi için Medivh üzerinde baskı kuran bir yapıya sahipti. Medivh neden böylesine ağır bir muameleye maruz kaldığını anlamasa da gerçekleri öğrenmesi uzun sürmedi. Nielas bir gün oğlunu kenara çekti ve Tirisfal Konseyi’nden, Muhafızlık görevinden, annesinden ve onu bekleyen gelecekten bahsetti; vakti geldiğinde Medivh de bir Muhafız olacaktı, hem de Tirisfal Konseyi’nin etkisi altında kalmadan.
Kendi geleceğiyle ilgili çok önceden yapılmış planların bilinciyle ve taşıyacağı sorumluluğun ağırlığıyla büyük stres altına girmeye başlayan Medivh, on dördüncü yaş gününü kutlamak üzereyken kendini daha fazla kontrol edemedi ve içinde taşıdığı Muhafızlık güçleri bir anda serbest kaldı. Babası Nielas her ne kadar oğlunu kontrol altına almaya çalıştıysa da başarılı olamadı ve Medivh’den yayılan yoğun güç akımı altında can verdi. Medivh ise derin bir komaya girdi.
Genç büyücü vakit kaybedilmeden Northshire Manastırı’na götürüldü ve buradaki rahipler tarafından gözetim altına alındı. Dostları Anduin Lothar ve Llane Wrynn’in de sıklıkla ziyaret edip durumunu sordukları Medivh, yaklaşık on yıl boyunca girdiği komadan çıkamadı. Nihayet uyandığında ise dünyanın düzeni değişmiş, dostları önemli mevkilere gelmişlerdi. Anduin Lothar, Stormwind askerî gücünün bir parçası olarak şövalyelik unvanını almış ve yiğitliğinin hikâyeleri Lordaeron’a bile ulaşmıştı. Llane Wrynn’in ise babasının tacını alıp kral ilan edilmesine az bir zaman kalmıştı.
Medivh dünyanın yeni düzenine alışmaya çalışırken içinde bulunan büyük gücü de yavaş yavaş keşfetmeye başladı. Bir yandan yıllarca kendisine bakan rahipleri her şeyin yolunda gittiğine ve iyi hissettiğine ikna etmeye çalışırken bir yandan da sahip olduğu gücü karanlıkla ve kötülükle savaşmak için kullanacağına dair yemin etti.
Ancak annesi Aegwynn gibi Medivh’in de olan bitenden haberi yoktu. Ruhunun derinliklerinde Sargeras’ın bir parçasını taşıdığından habersiz bir şekilde yaşamaya devam eden Medivh, gün geldiğinde Yakan Lejyon’u Azeroth’un ikinci istilasına başlatacak olaylara yol açacağını bilmiyordu. Kendi düşünceleri ile inançlarının yavaş yavaş ve ustalıkla yozlaştırıldığının farkına vardığında ise her şey için çok geç kalmış olacaktı.