Lorekeeper

WARCRAFT TARİHÇELERİ – BÖLÜM 13: TIRISFAL KONSEYİ, İLK MUHAFIZ VE CÜCELERİN UYANIŞI

Doğu Krallıkları topraklarında yaşayan ve vrykulların soyundan gelen insan kavimleri, kral olarak seçtikleri Thoradin’in sancağı altında birleşmiş, Arathor İmparatorluğu’nu oluşturmuşlardı. Asil elflerle güçlerini birleştiren insanlar, böylece bölgede hüküm süren trol tehdidini de alt etmeyi başarmışlardı. Elflerle yapılan anlaşma sonucunda insanlar da büyü kullanımını öğrenmiş, zaman içerisinde ise bu büyücüler kendi şehir devletlerini kurmuşlardı: Dalaran. Ancak Azeroth topraklarında sorunlar bitecek gibi gözükmüyordu.

Dalaran’ın kısa sürede büyüyüp gelişmesinin en büyük sebebi ellerinde bulundurdukları ve zaman içerisinde ustalaştıkları büyü gücünü daha serbest ve rahat kullanmak isteyen insanlardı. Şehri büyü ile koruyor olmaları ayrıca bu güce sahip olmayan kişileri de şehre çekti. Şehir devletinin ilk yöneticisi olan Ardogan, Dalaran’ın en güçlü büyücüleriyle bir araya gelerek kendi yönetim biçimleri olan magokrasiyi kurdu. Magokrasi, kararların en yüksek rütbedeki bu büyücülerin elinde olduğu bir yönetim biçimi anlamına geliyordu ve Dalaran için biçilmiş kaftandı.

Dalaran’daki tüm büyücüler, hiçbir kontrol olmadan diledikleri gibi büyü kullanabiliyorlardı. Ancak bu, zaman içerisinde büyük bir tehdidin tekrar baş göstermesi anlamına da geliyordu. Nitekim denetimsiz sürdürülen büyü kullanımı, bir süre sonra bölgedeki gerçekliğin dokusunu yırtmaya ve Çarpık Düzlem’de dalgalanmalar yaratmaya başladı. Dalaran halkı farkında olmadan Yakan Lejyon’un iblislerinin dikkatini üzerlerine çekmişti.

İblislerin herhangi bir yol olmadan toplu hâlde Azeroth’a gelmeleri mümkün değildi; ancak bu durum, bir grup iblisin Dalaran’ı basıp kaos yaratmasına engel olmadı. Genel olarak güçsüzlerdi (zira daha güçlü iblisleri Azeroth’a getirebilmek için özel olarak geçitler açılması gerekiyordu) ve sayıları çok azdı. Ardogan yönetimindeki magokratlar ise bu durumu halktan olabildiğince saklamak için büyük bir çaba harcıyorlardı ve en güçlü büyücüleri iblis avına gönderdilerse de halkın şüphesini çekmelerine engel olamadılar. Kendilerinden bir şeyler saklandığına inanan Dalaran sakinlerinin tavırları bir ayaklanmayı işaret etmeye başladığında Strom askerlerinin kontrolü ele almak için şehri basmasından endişe eden magokratlar, tek çare olarak gördükleri elflerden yardım istemekte gecikmediler. Quel’Thalas’a haber gönderen magokratlar, elflerin bilgeliğinden ve önceki deneyimlerinden yararlanabileceklerini düşünüyorlardı.

Dalaran sokaklarından bir kare

Haberi alan Silvermoon Meclisi, hiç zaman kaybetmeden en kudretli büyücülerini Dalaran’a gönderdi. Şehirde araştırma yapmaya başlayan elfler, iblislerin sayısının az olduğunu onayladılar. Ancak bu konuda oldukça deneyimlilerdi ve önlem alınmadığı takdirde işlerin nereye varabileceğini biliyorlardı. Ardogan ile görüşen elfler, büyü kullanımının derhâl sınırlandırılması gerektiğini söylediler.

Ardogan ve magokratlar bu öneriye şiddetle karşı çıktılar. Dalaran, büyü kullanımının serbest olmasıyla biliniyordu. Bu sebepten ötürü nüfusu artmış ve ekonomisi gelişmişti. Eğer herhangi bir yasak söz konusu olursa işler çığrından çıkabilir, ayaklanmalar baş gösterebilir, yetenekli ancak zincirlenmeyi kabullenmeyen büyücüler şehri terk edebilir ve tüm bunlar şehrin ekonomisinin tamamen çökmesine sebep olabilirdi. Bu ne Ardogan ve diğer magokratların ne de Dalaran sakinlerinin kabullenebilecekleri bir öneri değildi.

Olası bir iblis istilası tehdidine karşı farklı bir yöntem izlemeye karar veren Dalaran yöneticileri ile Silvermoon Meclisi, alternatif bir yol bulmak için gizlice buluştukları Tirisfal topraklarında görüşmelere başladılar. Yakan Lejyon’un dikkatini çekmenin ne kadar korkunç sonuçlar doğurduğunu bilen elfler, insanlara kadim Kalimdor ve iblislerle yaptıkları savaşları detaylıca anlattılar. İki yönetimin ortak bir karara varması ise uzun sürmedi. Görüşmeleri yaptıkları bölgenin adını taşıyan “Tirisfal Konseyi” de böylece kurulmuş oldu. Oldukça yetenekli büyücülerden oluşan bu konseyin amacı büyük bir titizlik ve gizlilikle var olan iblislerin izini sürmek ve onları avlamaktı. Aynı zamanda diğer büyücüleri de dikkatsiz ve özensiz büyü kullanımının sonuçlarına dair gizlice eğiteceklerdi. Böylece gerçekte yaşananlardan hiçbir şekilde haberdar olmayan Dalaran halkı ile dünyanın geri kalanı güvende olacaktı.

Yıllar boyunca görevlerini başarıyla sürdüren Konsey üyeleri, birçok iblisi avlayıp Azeroth’tan kovdular. Ancak kimi zamanlar beklenmedik derecede güçlü bazı düşmanlarla karşılaşabiliyorlardı. Bu gibi nadir durumlarda ise kendi aralarında “Öncü” olarak adlandırdıkları bir üyeye geçici olarak güçlerini aktarıyorlar ve böylece düşmanı yenilgiye uğratıyorlardı. Bu yöntem oldukça etkiliydi zira Öncü olan büyücü, kısa süreliğine de olsa olağanüstü güçlere sahip oluyor ve savaştıkları iblisi kolaylıkla alt edebiliyordu. Ancak bu yöntemin tehlikeli yanları da vardı: Güçlerini aktaran Konsey üyelerinin Öncü’nün yakın mesafesinde bulunmaları gerekiyordu, bu da onları herhangi bir saldırıya karşı savunmasız bırakıyordu; ayrıca Öncü’nün bu güç aktarımı sırasında kontrolü sağlayamayıp ölmesi ihtimali de söz konusuydu. Tirisfal Konseyi yine de yıllar boyunca bu tekniği başarıyla uygulamaya devam etti.

Bu sırada magokratlar, tüm büyüleri, eserleri ve efsunlu eşyaları araştırıp kayıt altına alabilmek için Kirin Tor adındaki oluşumu yarattılar. Bu oluşumun başında ise -adından da anlaşılabileceği üzere- altı büyük büyücüden oluşan Altılı Konsey bulunuyordu. Şehrin yönetimini artık Altılı Konsey adı altında devam ettiren magokratların görevleri ise önemli olayları ve sorunları ele alarak nasıl ilerleyeceklerine dair karar vermek üzere aynen devam ediyordu. Kimliklerini saklamayı tercih eden Altılı Konsey üyeleri, görünmez duvarlara ve gri taştan zemine sahip Gök Loncası’nda toplandıklarında ise dış görünüşlerini büyü kullanarak değiştirirlerdi. Tirisfal Konseyi’nin ihtiyatlı gözetimini de arkasına alan Kirin Tor’un yönetimindeki Dalaran, her ne kadar ara sıra iblisler tarafından ziyaret edilse de herkese açık güvenli bir şehir olmaya devam etti.

Ta ki beklenmedik bir düşmanla karşılaşılana kadar…

Güçlü bir dehşet efendisi olan Katra’natir, gizlice Dalaran’a girdi. Oldukça zeki bir iblisti; sahip olduğu silah Apocalypse’in gücünü de kullanarak insanların duyguları ve düşüncelerine sızıp onlarla oynama konusunda ustalaşmıştı. Bir süre sonra şehirde salgınlar baş gösterdiğinde halk paniğe kapıldı. Tirisfal Konseyi üyeleri ise derhâl harekete geçerek iblisle yüzleştiler ancak beklemedikleri bir durumla karşılaştılar. Kathra’natir o ana kadar çarpışıp alt ettikleri iblislerden çok daha güçlüydü. Yine de iblisle savaşmaya ant içen ve o sırada Öncü olan Aertin Brighthand adındaki asil elfe güçlerini aktarmaya başlayan Konsey üyeleri, ölümcül bir hata yaptıklarının farkında değillerdi.

Kathra’natir’in yenilgiye uğramak gibi bir niyeti yoktu. Bu yüzden Öncü ile birebirde savaşmak yerine dikkatini güçlerini aktarmakta ve bu sebeple gittikçe zayıflamakta olan Konsey üyelerine çevirip onlara saldırdı; böylece aradaki büyü örgüsü de zedelenmiş oldu. Kendilerini koruyacak güce sahip olmayan Konsey kontrolü kaybederken Aertin’e yapmakta oldukları aktarım da sekteye uğradı ve bunun sonucunda asil elf, Kathra’natir tarafından öldürüldü. Eğer Alodi ismindeki yarı-elf büyücü araya girip Konsey’in kaçışına önayak olmasaydı, üyelerin hepsi bu iblisin pençesinde feci şekilde can vereceklerdi.

Tirisfal Konseyi’nin yıllar boyunca edindikleri başarılardan ötürü duydukları özgüven yıkılmıştı. Kathra’natir’i kişisel saldırılarla yenmek imkânsız olduğu gibi uyguladıkları güç aktarımı yöntemi de artık güvenli bir yol değildi. Ebonchill adındaki efsanevi asaya sahip olan ve Aertin’in kaybının ardından Öncü seçilen Alodi’nin ise pes etmek gibi bir niyeti yoktu. Konsey üyelerinden bir diğeri olan Meryl Winterstorm ile farklı çalışmalar üzerine yoğunlaşan Alodi, güç aktarımını daha güvenli kılacak bir büyünün arayışına başladı. Bir süre sonra aradıklarını bulan ikilinin önerdiği yeni yöntem ise oldukça karmaşık bir ritüel gerçekleştirilmesini gerektiriyordu ancak birçok artısı vardı: Konsey üyeleri artık yakın mesafede olmak zorunda değillerdi ve güçlerinin bir kısmını zaman kısıtlaması olmadan daimî olarak aktarabileceklerdi.

Muhafız’ın Ocağı

Yeni yöntemin işe yarayıp yaramadığını anlamak adına harekete geçen Konsey üyeleri önce Muhafız’ın Ocağı adını verdikleri özel bir artefakt yaratarak bu mistik büyü gücü kaynağını güçlerini aktarma noktası olarak kullandılar. Kendisini denek olarak sunan Alodi ise başarılı bir şekilde Konsey’in güçlerini elde ederken hem ilk Tirisfal Muhafızı olarak seçildi hem de ruhu Muhafız’ın Ocağı’na bağlı kalacak şekilde mühürlendi.

Bu sırada Kathra’natir ise Dalaran’a tekrar sızarak Su Muskası adı verilen büyülü bir eşyayı çaldı. Bu eşyayı kullanan iblis, Doğu Krallıkları’nın en büyük ikinci gölü olan ve Lordaeron’un güneyinde yer alan Lordamere Gölü’nü kontrol ederek özünün bozulmasına ve hiçbir canlının yaşayamayacağı bir yer hâline gelmesine sebep oldu. Su Muskası’nın çalındığını öğrenen Alodi ise daha fazla vakit kaybetmeden harekete geçti ve iblis ile yüzleşti. Yeni güçleri ile kolaylıkla alt ettiği Kathra’natir, Tirisfal Muhafızı’nın yendiği ilk iblis olarak kayıtlara geçti.

Kathra’natir ile Alodi’nin çarpışması

Barındırdığı olağanüstü güçleri kullanan Alodi, büyü yoluyla ömrünü uzatarak bir asır boyunca iblisleri avlamaya devam etti. Aradan geçen yüz yıl sonunda ise görevini devretmeye ve huzur içerisinde yaşamaya karar veren ilk Muhafız, edindiği bu büyük gücü kendi rızasıyla geri verdi ve böylece bir geleneği de başlatmış oldu. Her yüzyıl yeni bir Muhafız seçilecek, bu kişi aktarılan güç ile iblislerle yüzleşecek, huzuru sağlayacak ve görevinin bitiminde güçlerini geri verecekti; böylece Lejyon tehdidi, halk paniğe sürüklenmeden gizlice ortadan kaldırılacaktı. Nitekim bu yöntem yüzyıllar boyunca etkili bir şekilde kullanıldı.

İnsanlar gelişip güçlenirken bir diğer ırk da varlığını göstermek üzereydi. Bekçi Loken’ın yaratımlarının Ulduar ve çevresinde yaşattıkları yıkımdan kaçarak kendilerini Uldaman adındaki yer altı şehrine kapatan ve Tenin Laneti’nin etkilerini azaltmak adına burada derin bir uykuya dalan earthenlar, Ebediyet Pınarı’nın yok oluşu ile kıtanın parçalanışını uykularında bile acı içerisinde hissetmişlerdi. Ancak geçen yaklaşık sekiz bin yılın ardından artık uyanma vakitleri gelmişti.

Earthen ırkı ile birlikte Uldaman’a sığınan mekagnomlar, yapının güvenliğini sağlamakla görevli olsalar da Tenin Laneti’nden kaçamamış ve birer ölümlüye dönüşmeye başlamışlardı. Büyük bir kısmı bu yer altı şehrinden göç ederek yaşayabilecekleri yeni topraklar bulmak üzere yola çıkarken küçük bir kısmı Uldaman’da kalmaya devam etti. Ancak zaman içerisinde birer ölümlü hâline gelen bu gnomlar bir bir ölmeye başladılar; ta ki aralarından yalnızca biri hayatta kalana dek.

Yalnız başına Uldaman’ı ayakta tutmaya çalışan bu dişi mekagnom, diğer ırkdaşları gibi bir ölümlü hâline gelip yaşlanmaya başladığında paniğe kapıldı. Kendisi yer altı şehrinde uyumayan tek canlıydı ve öldüğünde uykudaki tüm earthenların sonsuza dek Uldaman’da kilitli kalıp unutulacaklarından korkuyordu. Bu endişeyle harekete geçen yalnız gnom, son nefesini verirken uyku odalarını aktif hâle getirerek earthenları uyandırdı.

Uyanan earthenlar bedenlerinin beklemedikleri şekilde değiştiğini gördüler. Binlerce yıllık uykuları hiçbir işe yaramamış ve onlar da Tenin Laneti ile etten-kemikten birer ölümlü hâline gelmişlerdi. Yaşadıkları şaşkınlık ve şokun ardından dünyaya adım atmaya karar veren ve kendilerine “cüce” demeye başlayan bu ırk, toprak altında güvenle yaşayacakları bir yer aramaya başladı.

Dun Morogh

Gnomlar gibi cüceler de kuzeybatıya doğru yol aldılar. Uzakta gördükleri karlı dağlar onlara sesleniyor gibiydi. Yolda karşılaştıkları yaratıklar ve engellerle baş etmeye çalışan cüceler, zekâlarını kullanan gnomların aksine fiziksel güçlerine ve dayanıklıklarına güvenerek ilerlediler. En sonunda varmak istedikleri topraklara ulaşan cüceler, karlarla kaplı Dun Morogh bölgesine yerleştiler.

Tenin Laneti sebebiyle geçmişleriyle ilgili hatıraları zihinlerinden tamamen silinmiş olsa da cüceler hâlâ toprağa ve metallere karşı büyük bir ilgi besliyorlardı. Aynı zamanda titan-yapımı zamanlarından kalma yerin altında yaşama hisleri de oldukça baskındı ve bu yüzden bulundukları toprakların en yüksek dağının içerisine yerleşmeye karar verdiler. Titanlardan Khaz’goroth’a duydukları saygıyı göstermek amacıyla evleri gördükleri diyara Khaz Modan, yani kendi dillerinde “Khaz’ın Dağı” adını verdikten sonra buradaki en yüksek dağın kalbine muazzam bir demirci ocağı inşa ettiler. Çevredeki madenleri ve değerli taşları ortaya çıkarmak için azimle çalışan cüceler, önceleri yer yüzünde yaşayan diğer ırklardan uzak bir şekilde kendilerini geliştirdiler. Dağın içerisinde bulunan ocağın çevresine yerleşen cücelerin kurdukları şehir ise Ironforge’dan başkası değildi.

Khaz Modan dağlarında değerli taş ve madenlerin arayışına çıkan cüceler, bir süre sonra neden olduğunu anlamadıkları bir yakınlık hissettikleri bir ırkla, yani gnomlarla karşılaştılar. İki ırk da titan-yapımı oldukları döneme ait neredeyse hiçbir şeyi hatırlamadığından birbirlerini tanımamışlardı; ancak bu durum, kısa süre içerisinde dostane ilişkiler içerisine girmelerini engellemediği gibi bilakis destekledi. Gnomların zekâsına ve teknolojisine hayran kalan cüceler, bu ırkın yaşayacak bir şehri olmadığını da üzüntüyle fark ettiler. Onları eksik kaldıkları konularda bilgilendirmek isteyen cüceler, taş ve mücevher işleme sanatı konusunda gnomları eğittiler. Gnomlar ise karşılık olarak cücelere mühendislik ve bilim dallarında bildiklerini aktardılar.

Edindikleri yeni bilgiler ışığında kendi köşelerine çekilen iki ırktan gnomlar, bir süre sonra Gnomeregan ismini verdikleri bir yer altı şehri inşa edecekler, cüceler ise Ironforge’u geliştireceklerdi. İki ırk uzun bir süre boyunca nadiren iletişime geçecek olsalar da karşılıklı bilgi alışverişi ve sahip oldukları ortak miras sebebiyle ihtiyaç anında düşünmeden birbirlerine yardıma koşacaklardı.